RSS

Aylık arşivler: Mart 2012

SİNOP ADI

Bu konuda yazılanlar arasında,  sağlam verilere dayanan   akademik araştırmalara bakalım.

SİNOP ADI VE SİN

Şehrimize verilen isimler arasında Sinova, Sinope, Sine-i ab isimlerinden sıkça söz edilir. Hepsinde SİN hecesinin var oluşu, bu kök hecenin eskiden beri yaşadığını gösterir. Sinop’un binlerce yıllık tarihinde, isim üzerine yapılan araştırmalara bakalım.

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde ilimiz ile ilgili hazırlanan tezi önemli buldum ve bu tezden yararlandım. Bu tezde yer alan Sinop adı hakkındaki bilgiler:

 “Antikçağda Paflagonya olarak adlandırılan bölgenin kuzey ucundaki Sinop’un saptanabilen en eski adı SİNOPE’dir. Bu kelimedeki sin kökü ile Asur-Anadolu ilişkisi, Sinope ile de Yunan ırmak tanrısı Asopos’un su perisi kızlarından Sinope kast edilmiştir ki bu da ismin kökenini İyonya’nın bölgedeki kolonizasyonuna bağlamaktadır.

Bir başka fikir de Amazon kraliçesi SİNOVA’dır ki bu mitin de nereden geldiği belli değildir. Yalnız bu kavmin Anadolulu olduğu inancı vardır.

Grek etimolojisine yabancı olan sin ya da sind sözcüklerine Yunanistan’ın dışında, Pontus, Doğu Anadolu, İran ve Hindistan’da rastlanmaktadır. Bu da Sinope adının yerli Anadolu dillerinden gelmiş olabileceğini göstermektedir.”[1].

1900 yıllarında Amerika’dan Sinop’a gelen D.Robinson’un şehrin ismi konusunda yazdıkları:

Sinop adını Asurluların ay tanrısı SİN’den almıştır. Sinop’un en evvel Asuri’ler tarafından yapılması muhtemeldir. Şehirde, Aramca yazılı Sinop paraları bulunmuştur. Sinop perisi, Suriyelilerin ismini aldıkları Seyros’un anasıdır. Bu kızın Asuriyeden kaçırıldığına dair olan efsane hala Sinop’ta bulunan bir lahdin üzerindeki yazılarda vardır. Seyron isminde bir adamın orada gömülü olduğu gösterilir.  Sinop ismi herhalde Yunan yerleşmesinden daha evveldir. Mitoloji ve anane Sinop’u gayri meskun bir arazi olmaktan ziyade öteden beri sakinleri olan halktan zapt edilmiş bir yer olarak gösterir.[2]

Sinope efsanesi:

“Sinope, Karadeniz’de Sinop şehrine adını veren efsanevi kişidir. Asopos ırmak tanrısının bir kızıdır. Efsane şöyledir. Zeus Sinope’ye aşık olmuş ve her dilediğini yerine getirmeye söz vermiş. Ancak Sinope Zeus’tan kendisine dokunmamasını istemektedir. Tanrı Zeus yeminine bağlı kalarak Sinope’nin bu isteğine uymuş ve Sinope’yi Karadeniz kıyılarına koyuvermiş. Sinope sonradan aynı düzenle tanrı Apolloyu da ırmak tanrısı Halys’i de kandırmış ve hiçbir ölümlüyü yanına yaklaştırmamış. “[3]

Mitosta adı geçen Sinope bir Amazon adıdır. Sinop sikkelerinde bunun resmi görülür. [4]

Asur medeniyeti ve Amazonların tarihine baktığımızda, varlıklarının M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzandığını görürüz. Asopos ırmak tanrısının anlatıldığı Sinope Efsanesi Yunan dönemlerindedir. Yunanlıların Anadolu’daki varlıkları M.Ö.400 yıllarında başlar. Ama Sinop adının geçmişi çok daha eskilere gitmektedir. Bulgular 5.000’leri verir, tahminler 8- 10 000’leri. Öyle görünüyor ki, Sin hecesi bize çok daha eskilerden bir armağandır.

Kaynak: Bir İnci Memleketim Y.SARIKAYA, syf: 38-39


[1] Deniz Esemenli- İst.Ünv. Sosyal Blm. Ens..

[2] David Rabinson, American Journel of Phylology

[3] İlyas KARAGÖZ- Mitolojide Karadeniz s,84-A.E.Mitolıji S.

[4] İlyas KARAGÖZ- Mitolojide Karadeniz, R.E.Suup,s,253

Aşağıda okuyacağınız makale çok eski yıllardan.  Ülkütaşır 1924-32 yılları arasında Sinop’ta memurluk yapmış. Onun yazdıkları çok dikkat çekici.

SERAPİS MABEDİ VE SİNOP

Sinop’un tarihinde ünlü Serapis mabedinin hikayesi de geçmektedir. Asurilerin Sinop’tan çalıp Mısır’a götürdükleri heykel, Serapis olarak anlatılır( konu D.Robinson’un kitabında yer alıyor. ) 1934 yılında yayınlanan Sinop Gazetesinde konu, Tarihi Umumi, cilt 2: sad, 437 kaynak gösterilerek şöyle anlatılır:

“Mısır’da yegane kuvvet din ile kaimdi. Batlamyos’lar, bu kuvveti ellerine geçirmek, Yunanlılarla Makedonyalılar ve Mısırlıları aynı ibadethaneye toplayabilmek için bir mabut icat etmişler, buna da Serapis namını vermişlerdi. Serapis’in menşei Sinop’tur. Sinop o zamanlar Karadeniz’in cenup sahilinde en işlek bir ticaret şehri olduğu gibi ahalisi de akvamı samiye ile Yunanilerden mürekkepti. Yunaniler de şarklılar gibi asumani bir kuvvete itikat eyliyorlardı. İşte bu tesirle her şehirde bir mabut vücuda getirilmişti. Sinop mabudu da bunlardan biri idi. Serapis, tıpkı Yunanlıların toprak mabutları “hadis” gibi idi.

Serapis heykeli Karyalı  “Biryaksis” tarafından vücuda getirilmişti. Bu heykel tıpkı meşhur “zeus” heykeline benzerdi. Yalnız başında üstüvani (dik silindir, içi boş sütun)bir mihfer vardı. Mısırlılar bu mabudu kendi mabutları arasından birine benzetmişlerdi. “Apis” vefat edip de Oziris’in ruhuna intikal eylediği zaman buna “Unsarhapi” namı verildi. Bu sebepten Serapis Mısırlılarca Usarhapi addederler. Bu mabudun menşei olan şehre de “Apisin Makarri” manası olmak üzere “hapi-nse”namı verilirdi. Sinop lafzının esasını “Hapi-n-se” tabiri teşkil eder.

Sinop Gazi Çelebi’nin vefatından sonra bir aralık “Hatun eli” adını aldığı gibi, dokuzuncu hicret asrena ait olup Fatih Mehmet namına yazılı bir kitabede de “Uşşak-tül- Cezire” tesmiye edildiği görülmektedir.”[1]


[1] M.Şakir ÜLKÜTAŞIR, Sinop Halkiyat ve Harsiyat. 23 Ağustoğ 1934 Sinop Gazetesi

Kaynak: Bir İnci Memleketim, Y.SARIKAYA, s,40-41 

****     ****     ****    *****    ********     *********

HAYNUP ADI VE AB-I HAYAT( Bir İnci Memleketim s, 42-43)

 

Bu gün bilinmemesine rağmen, Saltık Gazi Destanında Sinop adı Haynup olarak geçer. Profesör Necati Demir’in Osmanlıca el yazmasından çevirdiği “Saltuk Gazi Destanı”, 2007 yılında basıldı. Haynup adını ilk bu destanla duyduk. Bu destandaki olaylar zaman ve mekan kurgusu açısından çok zengindir.

Bu gün dünyada Karayip Korsanları, Harry Potter, Kara Şövalye ve Don Brown filmleri izlenme rekorları kırmaktadır. Hey güzel Anadolu, senin hangi toprağına değsem içinden cevherler çıkacak, hangi kahramanı ansam romanlara filmlere konu olacaktır. Konular hazır, sunulmayı beklemektedir. Bilişim teknolojisinin seviyesine paralel çalışmalarla, bu değerleri mutlaka dünyaya duyurmamız gerekmektedir.

Destanda Saltuk Gazi’nin Sinop’ta doğduğunu, İzzettin Keykavus döneminde yaşadığını, eşinin ailesinin Sinop’ta bulunduğunu ve Sinop’ta gömüldüğünü yazar. “Destan 1470’li yıllarda halk arasında anlatılmaktayken Cem Sultan’ın dikkatini çeker ve hizmetindeki Ebü’l Hayr-ı Rumi’yi görevlendirerek bunu yazdırır.[1] Destandaki Saltık Gazi Efsaneleri, üç kıtaya ulaşmasına rağmen Sinop halkı o efsaneleri bilmemektedir. Destanın Türkçe çevirisi yayınlandıktan sonra, Durağan ilçesi Yağbasan köyünde bir tarlanın Saltuk Gazi adı ile anıldığını duyan ziraat mühendisi İbrahim Irmak, tarlada bulunan yatırın Saltuk Gazi’ye ait olduğunu tespit etmiştir.

Değinmek istediğim esas konu, Haynup adının Sinop’a verilmesi, fakat bu adın hiçbir yerde anılmamasıdır. Emir Karatekin 1085’te Sinop’u almıştır, ama kısa süre sonra Bizanslılar ili tekrar ele geçirmiştir. Sinop ancak 1214 yılında, Konya’dan gelen İzzettin Keykavus tarafından tamamen alınmıştır. Destanda yazılanlara göre, Saltık Gazi bu tarihlerde Sinop’tadır. Selçuklu Sultanı Sinop’u tamamen ele geçirdiği için, isim değişikliği konusu gündeme taşınmış olabilir. Hay+nup sözcüğündeki ‘nup’, ‘ab’ hecesinden gelmektedir. Sine Farsça’da gönül, göğüs demektir. Bugün de dilimizde aynı anlamda kullanılır. Ab ise Farsça su anlamına gelir.[2] Sinop adı bu ifadelerle, suyun göğsü anlamını alır. Hay, Arapçada hayat ve diriliktir. Haynup adı da, hay+(n)+ab her an canlı diri ve taze su, yani ab-ı hayat anlamına gelir.

Başlangıcı çok eski olan Sinop adı, zamana meydan okuyarak bugünlere dek yaşamıştır. Anlamı Karadeniz’in içinde süzülen yapısına çok uygundur. İki heceli Sinop kelimesi bize, suyun içindeki şehir, suyun sinesi, suyun göğsünü anlatıverir. Haynup adını her kim vermişse, hayat suyu veya ab-ı hayat ile suyun göğsü anlamını daha da güçlendirmiştir. Sinop için efsaneler şehri diyenler gerçekten güzel söylemişler.


[1] Saltık Gazi Destanı- Prf Dr..Necati DEMİR- Ankara- 2007

[2] Kamusi Turki  sözlüğü

 

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Mart 2012 in Sinop Adı

 

HALK OYUNLARIMIZ

Kültür Bakanlığı Halk Oyunları Daire Başkanı ve araştırma ekibi ile birlikte Dikmen ilçemizde yaptığımız araştırma görüntüleri.

OYUN: Dağ başı oyunu

YÖRE: Gerze- Dikmen Küplüce, Çorak, Büyükdağ köyleri

Aynı ekiple bir günümüzü Erfelek ilçemizin köylerine ayırdık. Hürremşah köyünde yapılan çekim:

OYUN: Ninna

YÖRE: Erfelek- Hürremşah köyü

HALKOYUNLARIMIZ

Sinop halkoyunları karşılamadır. Şehirde kadınlar, ellerini savurmadan ve sıçramadan; köylerde ise hoplayarak ve dönerek oynarlar. Köy kadınlarının, düğünlerde doğaçlama sahne düzeni yaptıklarını görürüz. Karşılıklı birbirine doğru ilerleme, sonra yüz yüze gelip dönerek ayrılma ve sırt sırta verme sıkça tekrarlanan figürlerdendir. Onların, oynarken yaptıkları doğaçlama zenginliğine hayret etmemek mümkün değildir.

İlimiz halkoyunları, ritim, giysi, müzik, oyun ve tavırda bazı illerle benzerlik göstermektedir. Sinop, Kastamonu, Zonguldak, Bolu, Ankara, Kırşehir, Konya, Burdur, Denizli,  Antalya, Mersin illerinin geleneksel yapısında birçok ortak noktalar vardır.  Bu illerin halk oyunları, kaşık- karşılama- zeybek grubuna girer. Aydın, Muğla, Bilecik, Bursa köyleri ile de köylerimiz arasında benzerlikler bulunur. Geleneksel kültürün ortak verileri, bu illere yerleşen halkın geçmişte birlikte yaşadığını gösterir. Bu benzerlik arkasında, göç gerçeği yatmaktadır.  Elimizde, Karadeniz ve Orta Anadolu bölgeleri göç yolları haritası yoktur. Sadece eski haritalar, eski belgeler ve köy halkının yaşayan kültürü konuya ışık tutmaktadır.

Sinop kız oyunlarındaki tavır, bu gün genç nüfus arasında yaşamamaktadır. Sadece 70- 80 yaş civarında olanlar tavrı vererek oynarlar. Yumuşak sıçramalar, atın sekmesini andıran hamleler köy kadınlarımızın ortak oyun özellikleridir. Eller şaklatılarak oynandığı gibi, açık olarak da oynanır. Elleri açık kullananlar, estetik biçimde aşağı, yukarı ve yana savururlar. Yöre halkı özgür yapısını oyunlarına yansıtmıştır. Açık kullanılan ellerde, zeybek tavrı vardır. Sıçrama, hoplama, sekme ve kol savurmaların belirgin olduğu oyunlarda; el ve ayak figürleri kolay olmasına rağmen tavrı vermek zordur.

Sinop genelinde ayak, 2/4’lük düm-te ke ritminde çift- tek seker. Ayak figürü, tüm yörede aynı olduğu halde, tavırda küçük farklılıklar vardır. Çift sekme, sakin sekme, diz çekme, sıçrama, bacak atma ve yürüme adını verdiğim ayak figürlerini altı ayrı biçimde görebiliriz.

Ayak ve eller merkezde sakin ve kibardır. Erfelek ilçesi ayakta sekerken, elleri yukarda tutar ve sağa sola savurur. Ayancık, ayakta coşkuyla bazen çift, bazen de tek ayakla seker. Bu arada kollar birbirine paralel olarak öne, yana ve yukarı savrulur. Omuzlar geriye doğru, baş bir yana eğiktir. Ayak sekmelerine kollar uyumla eşlik eder. Ayancık oyunu, bu özellikleri ile diğer ilçelerden hemen ayırt edilir. 16. yüzyıl kayıtlarına göre Ayandon( Türkeli) bölgesine çok Çepni boyu göçmüştür. Ayan çevresi oyun ve giysi özelliklerinin, buraya yerleşen Çepni boyundan izler taşıma olasılığı güçlüdür.

Boyabat oyunları canlı ve kaşık ile oynanır. Eller iki yana açıktır, çiftetellide zeybek tavrı vardır. Boyabat oyunlarını derleyen, emekli öğretmen Ahmet Tufan ile konu hakkında görüştüm. Halk oyunlarımızda başarılı derlemeleri olan Ahmet Bey bana,”Boyabat halk oyunlarımız Bilecik yöresi oyunları ile aynı özellikte” bilgisini verdi. 16. yüzyıl kayıtlarına göre Boyabat yöresine bir hayli Kayı boyu yerleşmiştir. Bilecik oyunları ile benzerliğin, Kayı boyundan geldiği anlaşılır.

Gerze’de çoğunlukla eller yanlarda, biri aşağıda diğeri yukarıda tutularak oynanır. Ayak sekmesi ile eller aşağı, yukarı değişerek hareket eder.  Karşılıklı gelinir ve yüz yüze bir süre oynanır, sonra coşkuyla dönülür. Dönüş ölçü başında başlar ve sonunda tamamlanır. Bacak atma ve avuçları açık tutma dikkat çeken figürlerdendir. Yaşlılar Azeri oynarmış gibi ellerini açık tutarak oynarlar.  Bu şekilde iki el öne, yana, sağa ve sola savrulur. Eller yanlarda asimetrik tutulur. Atın koşusunu hatırlatan sekme ve sıçramalar oyunlara hâkimdir. Yörenin giysi, ritim ve oyun figürleri, Silifke oyunları ile benzerlik gösterir. Sekme, çökme, kol savurmalar ve sıçramalar aynıdır. Bu benzer örnekler, göç gerçeğinin verilerini taşımaktadır. Dikmen, Durağan, Boyabat ve Gerze ilçelerinin en yüksek sınır köyleri, geleneksel yapıda benzer özellikler taşımaktadır.

Boyabat, Gerze, Dikmen ve Ayancık ilçelerinde kaşığın sapları dışarıda tutularak kullanılmıştır. Gerze Küplüce köyünde değişik bir kaşık tutma şeklini tespit ettim. Kadınlar, kaşığın saplarını avuç içinde, yuvarlak kısmını ise dışarıda tutuyor, sadece ‘düm’lerde vuruyorlardı. Kaynak kişilerimden Sultan Kara, Gerze ve Dikmen’in bazı köylerinde bu tutuşun yaygın olduğunu anlattı.

Erkek oyunları, ilimizin tamamında durumunu korumaktadır. Davulun 2/4, 4/4 ritmi ile ayaklara yüklenerek, dizler kırık vaziyette oynanır. Eller iki yana açıktır. Merkezde, erkekler misket ve fidayda ayağının aynısını kullanırlar.  Eskiden ayakkabı ökçesine basarak yürüyenlerin, efeler gibi oynadığı anlatılır. Efe Alayı türküsü, ritmi ve ezgisiyle seğmen tarzına yakındır. Küplüce Köyünde yaptığım araştırmalarda, erkeklerin 9/8’i, 2+2+2+3 biçiminde bacaklarını yana atarak çöküp- kalkarak zeybek oynadıklarını gördüm. Bu oyun sadece davul eşliğinde, yani ritimle oynanan bir erkek oyunuydu.

Gürcü Horonu ve Çerkez oyunları da yörede yaygın olan halk oyunlarımızdandır. Bu kültürün arkasında da göç gerçeği yatmaktadır. Oyunların temeline baktığımızda, karşımıza Artvin ve Kafkas oyunları çıkar. Bu gün Sinop düğünlerinde düz horon ve deli horon, mızıka eşliğinde oynanır. Oyun figürleri Sinop’a has hale gelmiştir. Horon, temel yapısı bakımından Artvin oyunlarına benzemekle birlikte, artık Sinop iline özgüdür. Eskiden kına gecelerinde horon oynarken, kız evinin tahtalarını kırma geleneği vardı. Bu gün artık ahşap evler ve tahta döşemelerden eser kalmadığı için bu gelenek yok olmuştur. Karadeniz Horon kültürü, ilimizde yaygın değildir. Trabzon’dan ilimize göç olmasına rağmen, bu kültür taşınmamıştır.Kaynak: Bir İnci Memleketim-Y.SARIKAYA, s, 267-269

*****     ******     ********     ********      ***********

1929 YILI MEKTUBUNDA SİNOP HALK OYUNLARI-Kaynak: Bir İnci Memleketim Y.SARIKAYA,S, 270-276

Milli Kütüphanede, Folklor Araştırmaları ve Halk Bilgisi Dergilerini karıştırırken, eski bir mektup dikkatimi çekti. Mektup, Sinop Halk Bilimi ile ilgiliydi. Üstat M.Rauf Gazimihal hoca, 1955 yazında Cahit Öztelli’ye bir kitap hediye etmiş. Kitabın içinde bulduğu mektubu, 1972 yılında bir dergide yayınlamış. İşte dergideki yazı:

Halk Musikisi alanında büyük ustamız Mahmut Ragıp GAZİMİHÂL’i 13.12.1961 yılında kaybettik. Ölümünden beş altı yıl önce, bir yaz İstanbul’a gitmiştim. O da tatilini geçirmek için İstanbul’a gelmişti. Sayın dostum İhsan HINÇER “Haydi seni GAZİMİHÂL’e götüreyim, tanışın, memnun olur,, dedi. En az otuz yıldır adını gördüğüm, değerli yazılarını okuduğum koca ustayı tanımak benim için bir şeref olacaktı. Bu yüzden heyecanlanır gibi oldum.

Saraçhanebaşı’ndaki evinin kapısını çaldık. Bu ev babadan kalma imiş. İki üç katlı eski İstanbul evlerindendi.  Cumbalı, kafesli; evin içine girdiğimizde kendimi, hayal ettiğim eski İstanbul içinde bulur gibi oldum. Bizi üst kat merdiveni başında karşıladı. Sevimli, güleç bir yüzü vardı. Kitaplığına geçtik. Saatlerin nasıl geçtiğini bilemedim. Kitaplığından da birkaç kitap armağan etti. Bu kitaplar benim için çok değerli birer anı olarak kaldı. Birisinin içinden bir mektup çıktı. Mektup eski folklorcu M.Şakir ÜLKÜTAŞIR’dan, 5.12.1929 tarihinde yazılmıştı. Folklor tarihimiz bakımından önemli bulduğum için yayınlıyorum.

                                                         Cahit ÖZTELLİ[1] 

BU MEKTUBU OKUYUN!

Pek muhterem Mahmut Ragıp Beyefendi,[2]

 

20.09.1929 tarihli lutufnamenizi bu hafta aldım. Sizi ve Sinop’ta geçirdiğimiz kısa bir müddetin hatırasını unutmadım ve unutamam da. Emir buyurulan maddeler hakkında sizi şimdilik tatmin edememiş olduğumdan dolayı cidden müteessirim.

Evvela bir memur olmaklığım hasebiyle vezaifi resmiyeden pek az vakit (aşırma)edebiliyorum. Sinop ve muhitine ait halk itikatları ve hekimliği adı altında eserim yayınlanacaktır. Onu yeni harflerle yazmakla meşgulüm. Musiki ile alakam yalnız onu sevmekten ibaret olduğu için vaktiyle halk türkü oyun ve alat-ı musikiyesi hakkında pek gayr-ı kâfi bir şekilde malzeme toplamıştım. Bunlar sizi tatmin etmekten çok uzak ve pek basit şeylerdir. Bütün mesaimi halk dili, adet ananeleri, itikatları ve zanaatları üzerinde teksif etmiştim. Geniş bir şekilde de saz ve Bektaşi şairlerine ait malzeme toplamaya çalıştım. Bu hususta da çok şeylerim var. Ne kadar müteessirim ki musiki ve raksa ait topladıklarım çok yavan. İtikatlar kısmı biter bitmez eve, elbiseye, musiki ve raksa dair çok esaslı bir tetkike derhal girişeceğim. Dernek rehberi ve sizin izahnameniz elimde esas olacaktır. İşte o zaman Konservatuarımıza az çok ilmi bir mahiyeti haiz ve ümit ederim ki mebzul malzeme takdim etmeye muvaffak olabileceğim. Sizin ayrıca verdiğiniz notlar da mahfuzdur.  Gelecek hafta halk alat-ı musikiyesine ve türkülerine dair nem varsa hepsini takdim edeceğim. Şu kadar ki, nota bilmediğim için vereceklerim güfteye münhasır kalacaktır.

  Çıkaracağınız eserden bir nüsha bana lütfederseniz minnettarınız olacağım. Mektuplaşalım. Bilmukabale samimi hürmetler muhterem efendim.

                          Sinop Hastanesi İdare Memuru M.Şakir

Sinop Halk Oyunları:

 

Sinop ve muhitinde tesbit edebildiğim halk oyunlarının kısm-ı azamı mahalli hususiyeti haiz oyunlardır. Mezkur oyunlardan bir kısmı erkekler, diğer kısmı da kadınlar tarafından oynanır. Şu kadar ki, bazı oyunlar münhasıran Şeker, Kurban, Hızırilyas bayramlarında oynandığına nazaran burada mahalli oyunları üç kısma tefrik ve o suretle izah ediyoruz.

 

a-      Erkek oyunları (yalnız isimleri) :

 

Çiftetelli ( kadın-erkek),

  Zeybek oyunu,

 Kastamonu zeybek oyunu (sepetçioğlu),

 Deve oyunu,

 Ayşe kadın fasulyesi satarlar oyunu,

Güzel fotin boyarlar oyunu,

Ayı oyunu,

Domuz oyunu,

Kasnakçı oyunu,

Arı oyunu,

Sepetçi oyunu,

Suyu suyu oyunu.

b-Kadın oyunları :

 

Kete oyunu,

Nin nanay oyunu,

Hisarımızın çevresi oyunu.

c-                      Bayramlarda oynanan oyunlar:

           Kargı oyunu,

           Çömlek oyunu,

           Alaylar oyunu,

           Bezirgan oyunu.

 

Bu oyunların oynanma tarz ve hususiyetlerini maalesef birer, birer tesbit edemedik. Bu meyanda tesbite muvaffak olduğum oyunlar aşağıda izah edildi.

  Alaylar oyunu :

 

  Hızırilyas bayramlarında kırlarda oynanan bu oyun, karşılıklı onar kadın ve genç kızdan mürekkep iki kafile tarafından oynanır. Her kafile kadınları elele tutuşurlar. Ve bir zincir teşkil ederler. Oyunun devamı müddetince türkü söylenir. Bu oyundan maksat, kafilelerden biri içinde müntehap kızı diğer kafilenin almasıdır. Türküsü şöyle:

  Birinci kafile hep bir ağızdan:

  Alaylar, alaylar top, top alaylar

  İkinci kafile :

  Ne istiyorsun, ne istiyorsun bizim alaylar.

  Birinciler cevap verir:

  İçinizde bir güzel var onu isteriz.

  İkinciler:

  O güzelin adı nedir bize bildirin.

  Birinciler:

  O güzelin adı filan kadındır.

  İkinciler:

  Orludur, usludur, yalnız veremem.

  Birinciler ikincilerin üzerine hücum eder:

  Eşimle, dostumla varır alırım.

Bu suretle birinci kafile, ikinci kafile, 2.kafile içinde ismini söylediği güzeli, hep birden gidip kapar, alırlar. Bu oyun müteaddit defalar ve şahıslar değişmek suretiyle tekrar edilir.

Bu oyunun sözü ve bestesi M.Raif Gazimihal tarafından notaya alınmış. Konservatuvar yayını olarak (Halk Türküleri18. kitap, s: 79 İstanbul ) çıkmıştır.  

   Hisarımızın çevresi oyunu:

  Münhasıran Hızırilyas bayramlarında oynanır. Yirmi, yirmi beş kadın el ele tutuşup geniş halka teşkil ederler. Badehu hep bir ağızdan “ vay sizin yerde,vay bizim yerde baharı böyle ekerler,, diyerek bağrışırlar. Bu oyun müteaddit defalar tekrar edilir. Elleriyle toprağa çimen eker gibi yaparlar. Ahenkle bağrışırlar. Arasında birçok türkü de söylerler.

  Kete oyunu:

Boyabat’ta düğünlerde Çarşamba günü gerek kız gerek erkek evine hediyeler götürülür. Bu hediyelere KETE derler. Bunlar bir yerde teşhir edilir. Bu esnada düğün evinde oyun oynarlar ki, işte zikredilen oyun budur. Kadınlar bu oyunda türkü söylerler, def, darbuka çalarak eğlenirler.

  Nin      Naynay oyunu:

Bu oyun Boyabat köylerinde, bilhassa Durağan ve havalisinde hemen her dernekte kadınlar tarafından oynanır. Denebilir ki, bu havalinin yegane kadın oyunudur. Türküsü:

              Çalıya mı gidiyon,

  Ben de varıyon ardından.

  Korkuyodun  karından.

                          Nin naynay,tinanay nay.

  Oğlan adın Mehmet,

  Yüzün gül, koynun cennet.

  Sen alursan ben varurun,

  Vallah canıma minnet.

              Nin naynay,tinanay nay.

 

  Değirmenin taşına,

  Yüzük koydum başına.

  Ben nereye gideyim,

  Bu sevdalı baş ile.

              Ninanay oyununda şu türkü de söylenir:

  Ay doğar aydın değil,

  Vardığım zengin değil.

  Babam verdi ben vardım.

  Vallahi dengim değil.

 

  Soğanlıkta büyürsün,

  Güzellerden güzelsin.

  Sana meyli vermedim,

  Sen sekersin gidersin.

Not:“Sinop’lu heveskar gençlerin bu oyunları bütün oynanır hususiyetleriyle tespit etmeleri şayan-ı temennidir.  Çi faide ki böyle bir genci şimdilik hatırlamıyorum,,[3]

Mektup burada bitiyor. Halk oyunlarımız hakkında bu güne ışık tutan bu bilgilerden yeri geldikçe söz edeceğim.


[1] Türk Folklor Araştırmaları. Ekim 1972, 24- cilt: 14, no: 279

[2] Türk Folklor Araştırmaları. Ekim 1972, 24- cilt: 14, no: 279

[3] M.Şakir Ülkütaşır,1929, M.RAUF Gazimihal hocaya mektup

Türk Folklor Araştırmaları. Ekim 1972, 24- cilt: 14, no: 279

***   ****   ***   ****    ***    ****   ***   ****   ***    ****    ****

SİNOP YÖRESİ HALK OYUNLARI GİYSİLERİNDEN GELENEKSEL ÖRNEKLER

Ayancık ilçe ve köylerinden derlenen otantik giysiler, sarı başlık ve ince çizgili önlük yörelerde ortak kullanılmış

Sinop Yöresi Halk Oyunları giysisi

Cepken-Boyabat, Gerze, Dikmen,Merkez ilçe ve köylerinde ortak

Kız üçetek- Boyabat, Gerze, Dikmen, Durağan, Saraydüzü ilçe ve köylerinde çok yaygın olan üstlük

 

 

 
 

Etiketler: ,

ARAŞTIRMA- Yerel Kaynaklarımız

Gerze’den Sarımsak köyüne doğru yol alırken, Sarımsak Çayı ya aşağıda, ya sağda ya da solda gürül gürül akar. Sarımsak -Tatlıcak-Çağlayan köy sınırında bir köprüden geçilir. Eğer orada durup köprüden aşağıya doğru bakarsanız, yüksek Sarımsak Şelalesini görürsünüz.  Anlatımı kolay ifadelendirilmesine karşın, kaygan çay taşları üzerinde aşağı doğru bakmak aslında cesaret ister.

Bu çekimleri yapmak kolay olmadı, içimde memleketimin değerlerini ortaya çıkarma tutkusu olmasa, bu tehlikeyi göze alamazdım. Eğer gölün olduğu tabana inebilmek için yol bulabilseydim, görüntüleri aşağıdan alabilirdim. Kah düşerek, kah kayarak  kaydettiğim bu kareler, turistik açıdan yörenin değerini sergiliyor.

Çektiğim görüntüleri daha sonradan gözden geçirince, şelalenin taşlarında insan profili figürü gördüm. Doğanın bu eşsiz güzelliği, ses- renk-koku-şekil armonisi, insanı büyülüyor.

Köylerdeki doğal güzelliklerimizi koruyalım. Resmi makamlara yazışmalar yapıldı,bu güzellikler dileriz yıpranmasın, yok olmasın…..  Y. SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Mart 2012 in Haberler

 

Etiketler: , , , ,