RSS

Aylık arşivler: Şubat 2022

BU BİR SİNOP HALKEVİ ETKİNLİĞİDİR

26.02.2022-Hamdi GÖKÇEN

Halkevi; Atatürk’ün önderliğinde kurulan TC Devletinin halkla kültürel bütünlüğü sürdürmek amacıyla;19 şubat 1932 tarihinde açılır.

Sinop THM Koro çalıştırıcısı ;Ferruh Güven; Ataları Rize Güvelioğulları sülalesinden 1900’lerde önce; İnebolu, daha sonra da Sinop’a iskan eden bir ailedir. Baba Muhsin Güven gençliğinde Sinop halk-evi bandosunda kısa süre bulunmuş, daha sonra Sinop Özel idaresinde çalışmaya başlamış, şef kadrosunda emekli olmuştur.

Ferruh Güven Radarda görevli Şefik Aktaş’tan bağlama dersleri alır. Daha sonra kendisini geliştiren Usta öğretici Ferruh Güven, sayısız öğrencinin yetişmesinin öncüsü olur. İlk çalıştırıcılığı Sinop Halkevinde başlayan Ferruh Güven benim de hocamdır. Bu yıllar en büyük etkinlik 1974 Barış Harekatında kendini gösterir. Savaş devam ederken cephedeki askere katkı amacıyla düzenlenen” Yavuz Gecesi” düzenlenir büyük coşkuyla düzenlenen etkinlik kente unutulmaz anılar arasında yerini alır.1960 başlayan THM sevdası bu güne değin aralıksız devam eden; Koro çalıştırıcısı: Ferruh Güven, ayrıca çeşitli resmi kuruluşlar da halk müziği koro çalışmaları organize eder. Müzik hayatının kentte kalıcı olmasını düşünen Ferruh Güven Belediye meclis üyesiyken 3 arkadaşıyla Belediyeye bağlı bir “konservatuvar kurulma” önerisi meclis tarafından kabul edilerek 1989 yılında konservatuvar kurulur.

Fotoğraf: koro şefi Ferruh Güven, kursiyer ile Sinop halk eğitimi merkezi/1972


 

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Şubat 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

Çetin Usta ve Bandırma Vapuru

24.02.2022- Hayrettin BOZKURT

1853, Osmanlı-Rus Deniz Savaşı sonrası yapılan Paris Antlaşması gereği;
” Osmanlı ve Rusya Karadeniz’de donanma bulundurmayacak, tersane kuramayacak”O gün, Sinop’un geleceği açısından, kader anıydı ve tersane kapatılmış, ustalar şehri terk etmişlerdi.
Yüzyıldan fazlaca bir süre, Sinop’ta gemi yapılmadı, yapacak usta yoktu.

Ta ki, Çetin Usta’ya kadar..

Sinop’ta, onlarca balıkçı teknesi yapan,
Çetin Usta; Mustafa Kemal ve maiyetindekileri Samsun’a taşıyan, Bandırma Vapuru’nu, birebir ölçüleriyle yaparak, Taşkınlar Gemi Sanayi Ticaret AŞ olarak, Samsun’a büyük bir eser bıraktı.

Bandırma Vapuru, Sinoplu Çetin Usta’nın eseridir, bizimdir…

Dünyanın çeşitli ülkelerinde yüzen, yapmış olduğu 80 gemiye, ek olarak Norveç’ten 16 adet savaş gemisi teklifi geldiğinde, Sinop’un efsane Usta’sı, ne yazık ki, gerekli desteği göremediği için üzüntüsünden kahretmişti..

Bugün, Sinop’ta, denizin sıfır noktasında halen bir tekne, gemi imalatı, üretimi yoksa, Sinop’ta yaşamanın anlamı nedir?

Konya, Kayseri, Kastamonu’dan farkımız nedir?

Çetin Usta; bu yüz yılda görebileceğimiz son Usta idi..

Sevgili Çetin Usta; bu kentin bu yüzyılına, imzanı attın..

Unutulmazlar arasında yerini aldın..

Müteşekkiriz!

Saygı ile..

Hayrettin Bozkurt 

 
1 Yorum

Yazan: 24 Şubat 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

AKILLARDA PRANGALAR

21.02.2022-A.Yaşar SARIKAYA

İnsan, çok eski çağlarda birilerine üstünlük atfediyor, yüceleştiriyor, tanrılaştırıyor ve tapıyordu. Şimdilerde de şirketleri, parayı, malı, patronları, sözü geçenleri, siyasi kuruluşları ve liderleri de aynı şekilde yüceltmiyor mu, ne dersiniz?

Dünyada, iş sahibi olma endişesi, işten çıkarılma korkusu, yer, yurt, açlık yaşayanların çaresizliği geliyor aklıma. Küresel güç odakları, göz göre göre bu yaraları inadına kanatıyor ya.  Siyasi güçler de, halkı yönetmek için iktidar oluyor da iktidar olunca unutuyor ya. İnsanlar, günlerce, aylarca kapılarda bekletiliyor. Yüce bir gücün kapısında bekler gibi, eski çağlar hortlamış da geri gelmiş gibi. Her Allah’ın günü de “bu gün git yarın gel” cümlesini kullanıyorlar. Sorgulayanı da cezalandıran bir düzen içindeyiz. Eşit haklara sahip bireylerin yaşadığı, insanca yaşam sistemi kuran ülkeler de var kuşkusuz.

Yanlışların, tavanı delercesine pik yaptığını görünce, “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” sözü geliyor aklıma. Müslümanlığı dilden düşürmeyip, hem satıyor, hem alıyor, hem de afiyetle yiyorlar. Yine bir söz söyleyeceğim atalardan, tam da yeri gelmişken, “dam başında saksağan, vur beline kazmayı”. Atalar, sözleri boşa söylememişler. İşte sistem bu, uydum imama devam ediyor. Ya herkes, herkes ediyor mu,  ediyorlar mı ne dersiniz?

Kanunlar önünde her vatandaşın eşit olduğu bir yer düşlüyorum. Öncelikli olarak eğitim ve tarıma yatırım yapılan bir ülke.  Geçmişteki gibi, efsanevi tanrılara tapmayan, köleliğin olmadığı bir yer. Yer altı yer üstü kaynaklarının hakça değerlendirildiği, yabancıya avucun açılmadığı bir yer. Hz.Ömer’in adaleti gibi adaletin uygulandığı ülke; ne olur değmeyin bu güzel düşümün keyfine.

Diyorum ki, toplum mühendisliği ve siyaset kurumu,  akıllardaki prangaları kırmalı, zihinlerdeki leprayı yok etmeli ki, eski çağ tapınmaları yok olsun. Ama hastalık devam etsin de, insanları dilediğimiz gibi kullanalım diyen çok nedense. Bu da her zaman olduğu gibi getiri odaklarının işine yarıyor ve onları daha da palazlandırıyor.

Siyaset, izmler, sanayi, bilişim ve diğer tüm alanlarda da öyle değil mi? Varlıkları, akıllardaki prangaları kırmalı, yıkmalı, yok etmeliydi. İnsanın refah düzeyini ve bilinç potansiyelini arttırmalıydı. Her şey yerinde sayıyor demek isterdim, ama gittikçe geri gidiyor. Yöntemler yenilenmeyince, her an format atılan bir makineye dönüyorlar. Edilgen olan karşı duruş, sürekli kendini tekrar ediyor.

Toplum içi iletişimi, kültür alış verişini engelleyen gruplaşmalar, çıkar çevrelerinin işine yarıyor aslında. Toplumun, çok sesli müziğin armonisi gibi uyumu yakalamasından rahatsız olanlar var. Biz de gürültüden, bilgi kirliliğinden, kavgadan beslenenlere inat uyumu yakalamalıyız. Ah, birbirimizi küçümsemesek ya da büyüklenmesek de sorunların gerçek sebeplerine neşter atabilsek.

AKILLARDAN PRANGALAR

ZİHİNLERDEN LEPRA YOK OLSUN

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Aman Bre Deryalar

16.02.2022- Melahat KONUK BOYACI

1970 li yılların başlarıydı. o yıllarda İstanbul Zeytinburnu’nda oturuyoruz. Komşularımız çoğunlukla Arnavutlar. Benim köyümde de mübadele ile Yunanistan’dan gelen komşularımız çok olduğundan Balkan Göçmenlerine karşı hep sempati duymuşuzdur. Burada da komşularımızla çok güzel ilişkilerimiz vardı.

O zamanlar evlerde su olayı yok. Genellikle mahalle çeşmelerinden alınırdı su. Ama Arnavutların oturdukları semtlerde evler genellikle bahçe içinde olurdu ve her bahçede ya kuyu ya tulumba bulunurdu. Çok çalışkan ve temiz insanlardı komşularımız. Mahallemizin berberiydi Arif Şentürk. Zaten iki tane berber dükkanı vardı rahmetli babamın gittiği. Birisi memleketlimiz Berber Hamit. geçen yıl kaybettiğimiz rahmetli Hamit Özkan amca. O biraz daha uzaktı bize. Diğeri de hemen bitişik komşumuz Arif abi, kızı İnci ile aynı okula giderdik. O benden bir iki yaş daha küçüktü.

Bu Arif abi çok güzel saz çalardı boş zamanlarında. Sazı dükkanının bir parçası gibiydi. Ya elinde ya da duvarda asılı olurdu. Televizyon adını yeni duyduğumuz zamanlardı. Görenler anlatıyordu biz de çok merak ediyorduk açıkçası. Bir gün okul dönüşü çocukların Arif abinin dükkanının önünde biriktiğini gördüm bende yanaştım. Dükkanın camında bir televizyon ekranda yüzme yarışları vardı. Olimpiyatlardı sanırım. İlk televizyonu orada gördüm. Aslında o yıllarda TRT nin gündüz yayınları yoktu büyük ihtimal yabancı yayınları gösteriyordu. Sonraları imkanı olanlar tek tük evlerine almaya başladılar. Telesafir dediğimiz televizyon misafirliği de böylece başlamış oldu. Arif abi bir müddet dükkanın camında biz mahallenin çocuklarına izlettirdi bu televizyonu. Konuşma özürlü bir kalfası vardı arada bizi kovalardı yalandan. Çok güzel günlerdi. Artık herkesin hayali evine bir televizyon alabilmekti. Tabi bizim de. Bir gün yine okuldan geldim, Annemde bir muzip gülümseme. Ne oldu dedim. Hiç bir şey dedi. Sonra üzerimi değiştirip oturma odasına geçtiğimde büyük sürprizle karşılaştım. Annemle babam bir televizyon almışlar. Allahım o gün akşam olmak bilmedi. Bir an önce açılsın istedim.

Aradan bir zaman geçti. Bu arada biz başka semte taşındık. Bizim yaş gurubu bilir Cumartesi akşamları müzik programları olurdu. O kuşakta “Bizden Size” diye bir müzik programı vardı. Zamanın ünlü sanatçıları çıkar arada amatörlere de yer verilirdi. Programları pür dikkat izliyoruz malum. Pat diye karşımıza Arif abi çıktı. Çok büyük heyecan ve şaşkınlık yaşadık. O gece ilk kez Aman Bre Deryalar diyerek tüm Türkiye’ye seslendi. Ve ondan sonra Rumeli’nin sesi oldu Arif abi. Ne zaman izlesem çocukluğumun o güzel yıllarını ve Arif abinin berber dükkanının camına adeta yapışarak televizyon izlediğimiz gelir aklıma. Umarım sağlığı iyidir. Daha çok türküler estirir Rumeli’den.

İki yıl önce yazmışım bu yazıyı.

Hakkın rahmetine kavuşmuş Arif Şentürk. Çok üzüldüm. Rumeli Türküleri öksüz kaldı. Mekanı cennet olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun.

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Şubat 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , ,

ANLATAMAYAN

12.02.2022-Seyfullah ÇALIŞKAN

Öyküleri fazla yormamak lazım. Onlar canı isteyince kendilerini anlatırlar. Kelimeleri küflü bir kova ile kuyudan su çeker gibi çıkarmak anlatıcıyı mutsuz eder. Tatsız, tuzsuz, bölük börçük bir kurgu içinde debelenip tükeniverir.

Bırdırcın zamanı o kasabaya incecik yağmurlarla gelir. Sonbahar sabırla bekleyen son ateş böceklerini yakıp yakıp söndürür. Yarısı kuru, yarısı çiğli ve ıslak istif dikenleri üzerinde. Gecenin içinde yanan fosforlu kuyruklarıyla sabaha kadar beklerler. Kış gelmeden, yazın son kırıntıları kırlardan silinmeden önce son bir sevişmeyi düşlerler.

O kasabanın bıldırcın mevsimini anlatmak benim harcım değil. Ben sadece palamutlar çaparalarda (çapari) görünmeye başladığında vaktin, saatin gelip çattığını biliyorum. Gecede ilk yankılanan ve ok gibi uzayan bir ses duyulur. Buna kimisi bıldırcın ebesi ötüyor der. Kimisi de kurbacı kuşu sesi bu… Ben o kasabanın doğma büyüme yerlisi değilim. Öyle olsa babamla geceleri bıldırcına çıkmış olurdum. Ada başından Korucuk altına kadar her otu, her ağacı her çalıyı adım adım bilirdim.

Yağmur çiseliyor bu akşam. Abalı çayırları cıvıl cıvıl kuş olacak. Sonrasını anlatmaya korkuyorum. Löküsler, algarlar ve yürekleri yerinden çıkacak kadar heyecan içinde insanlar kendi karanlığında kalsın. Bütün av hikayeleri boynu vurulan, kafası koparılan kuşlara çıkar. Konuyu değiştirecek mecalim de yok. Bıldırcınları anlatacak hevesim de… Bırakalım yiyecek artıkları birikmiş tabaklar masada kalsın. Yarısı içilmiş kadehler, devrilmiş tuzluk ve ezilmiş sigara izmaritleri de kendi halinde. Susarsak diyorum, susarsak bıldırcınların son çırpınışları ve çaresizlikleri silinir aklımdan belki.

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Şubat 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP CEZAEVİ NEDEN MEŞHUR

06.02.2022-Prof.Dr. Cevdet YILMAZ-TARİHİ SİNOP KALESİ CEZAEVİ

Hapishaneyi Meşhur Kılan Sebepler
Sinop hapishanesinin kurulus yerinden kaynaklanan bazı hususiyetler ile bizzat cezaevinin kendisi onun kaçılması imkânsız bir yer olarak söhret kazanmasını saglamıstır. Burayı, ABD’de San Fransisco yakınlarındaki bir ada üzerinde bulunan ve birçok filme konu olan ünlü Alcatraz hapishanesine benzeterek, “Anadolu’nun Alcatraz”ı olarak tanımlayanlar da vardır (Foto 3). Sinop Cezaevi’ni “girilir, ama çıkılmaz” yapan bu söhretin temelinde cezaevi ve onun bulundugu yerin, baska birçok faktör yanında, fiziki ve beseri cografya özellikleri önemli rol oynamıstır.

Foto 4. Sinop sehrinin tarihten gelen en önemli özelligi Karadeniz kıyılarında tek dogal limana sahip yerlesme olusudur. Aynı hava sartlarında sehrin kuzeyi dalgalarla bogusurken hemen 300 m güneyi oldukça sakin olabilir. Fırtınalı bir havada sehrin iki kıyısındaki bu fark daha önce tarafımızdan (Boztepe yarımadasından batıya dogru) çekilen bu fotografta net olarak görülmektedir. Günümüzün modern
gemilerinin bile dayanmakta güçlük çektigi Karadeniz fırtınalarına geçmisin basit ahsap gemilerinin dayanmasının ne kadar zor oldugu düsünülürse, antik çagdan günümüze kadar geçen süre içinde verdigi hizmet bakımından Sinop limanının önemi daha iyi anlasılacaktır.

* Sinop’un konumundan kaynaklanan nedenler
Sinop sehri dogu-batı dogrultulu Boztepe Yarımadası’nın ana kara ile birlestigi kesimde kurulmustur. Sehrin denize bakan kuzey kıyıları Karadeniz’in hâkim kuzey rüzgârlarına açık oldugu için gemilerin güvenli bir sekilde yanasmasına imkân vermezken, güneyde kalan iç liman (Ak Liman) gemilerin kolaylıkla kıyıya yanasmasını saglayan ideal derinligi ve fırtınalı havalarda sagladıgı güvenli bir liman olmasıyla dikkat çekmektedir. Bu özellik sadece ticaret gemilerinin degil, stanbul’dan mahkûm getiren gemilerin de
kolaylıkla limana yanasmasına ve limanın hemen kenarında bulunan hapishaneye
mahkûmların yine güvenli bir sekilde transferini mümkün kılıyordu. Karadeniz’de bu sartlara sahip olmayan yerlerde mahkûm getiren gemilerin fırtınalı havalarda deniz sakinlesene kadar açıkta beklemeleri ve bu nedenle tahliyenin gecikmesi gemide isyan dâhil türlü problemlerin çıkmasına neden olabilirdi. Sinop Cezaevi’nin bu sekilde güvenli bir limanda bulunması ona ayrı bir üstünlük saglamıstır (Foto 4).
Sinop Kalesi anakarayı Boztepe yarımadasına baglayan tombolonun (kıstagın) en dar yerine kurulmustur. Cezaevi olarak kullanılan İç Kale’den kaçan bir mahkûmun önce Dıs Kale’den de çıkması, ardından da anakaraya geçmesi gerekecektir. Cezaevinin kuruldugu yer ile ana kara arasında kalan saha berzahın en dar yeri olup iki deniz arasında kalan yaklasık 300 m’lik mesafe güvenlik kuvvetleri ile sarıldıgı takdirde kaçan mahkûmu yakalamak çok kolaydır.
Bir mahkûm kale ve sehirdeki tüm engelleri asarak kaçmayı basarsa bile o zaman da karsısına bir baska engel olan Sinop ilinin daglık, engebelik ve ormanlık yapısı çıkmaktadır. Yörede yerlesmenin seyrek, ormanlık alanların da genis yer kaplaması karadan kaçan bir mahkûmun uzun süre fark edilmeden çok uzaklara gitmesini ve yiyecek bulup karnını doyurmasını engellemektedir. Firar eden bir mahkûmun bu sartlarda kendini güvende hissedecegi bir yere ulasması çok zor bir ihtimal olarak görülmektedir.
Deniz yoluyla kaçıs ise daha da imkânsızdır ve ancak sehirden birilerinin tekne
destegi vermesi ile mümkündür. Gerek Sinop sehir halkı, gerekse çevredeki köylüler bu
konuda hep devletin yanında olmus, hiç asi olmamıs, bu tür girisimlere hiçbir zaman destek
vermemislerdir. Böyle bir kaçma durumunda yönetimin köylülere haber salması yeterli
olacak, halkın ihbarı ile kaçaklar kolaylıkla yakalanabilecektir.
Sinop sehri yerel cografi sartları ve konumundan kaynaklanan bu özellikleri nedeniyle, “kalebent” ve “pranga” mahkûmları için, (Akka, Diyarbakır ve Musul ile birlikte) Osmanlı’nın en önemli sürgün yerlerinden biri olmustur. Nitekim arsiv kayıtlarında 1913 yılına gelindiginde Sinop’tan baska bir yerde kalebent mevkisi kalmadıgından ve buranın da dolu olmasından, bu cezayı uygulamak için gerekli baska yer bulunamadıgından sikayet edilerek, bu cezanın uygulanmasına yönelik iyilestirmelere gidilmesi için gerekli kanunların çıkartılması istenmistir (Sen 2007:56).
* Cezaevinin konumundan kaynaklanan nedenler
Sinop Cezaevi İç Kale içinde yer almaktadır. Cezaevinden kaçmak isteyen birisi önce İç Kale’nin yüksek duvarlarını, bu duvarlar üzerinde nöbet tutan ve devriye gezen güvenlikçileri geçmek, sonra asagı atlamak ve tekrar Dıs Kale’yi geçmek zorundadır (Foto5).

1900’lü yılların baslarına kadar Dıs Kale’nin kapısı aksamları kapanır, sabahları açılırdı.
Böylece sehre giris çıkıs kontrol altındaydı. Kale içinde kale olan Sinop Cezaevinden bu nedenle imkânsızdır ve bu imkânsızlık Sinop Cezaevi’ni mahkûmların korkulu rüyası
yapmıstır.
Osmanlı’da askeri veya siyasi suç isleyen kisilerden herhangi birine verilen idam cezası genellikle zindanlarda yapılır, idam sonrasında cesetler denize atılırdı (Sen 2007:5).
Daha çok İstanbul’da görülen bu uygulamanın benzerlerinin Sinop Cezaevi’nde de
uygulanıp uygulanmadıgı bilinmemekle birlikte, Sinop Hapishanesi’nde zindan ve denizin
bir duvar kalınlıgı mesafesi kadar birbirine yakın olması buranın dikkat çekici bir diger özelligidir.
Yine mahkûmlar açısından Sinop Hapishanesi’nin ürkütücü olan diger bir özelligi
de kalenin zemin sartlarıdır. Özellikle kalenin güney duvarına yakın olan kısımda bulunan
disiplin hücreleri ve bazı koguslar, zeminin deniz seviyesinde olması nedeniyle asırı
rutubetlidir. Bu nedenledir ki buraya düsen bir mahkûmun bir süre içerde kaldıktan sonra,
ceza süresi bitse bile, buradan tekrar saglıklı bir sekilde çıkması zor bir ihtimaldir.

Makalenin tamamı:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26910

 

Etiketler: , , , , , , , ,