RSS

Aylık arşivler: Ekim 2020

SİNOP’TA DEĞERLİ TAŞLAR

Denetleme Kurulu Başkanımız Günsel DİRİ, bir toplantımızda bizlerle hiç bilmediği bir bilgiyi paylaştı. Akademik veriler ışığında Sinop toprağı, Sinop çamur banyosu konularını biliyorduk ve Sinop halkı ile de paylaşmıştık. Ama şimdi ilk defa duyduğumuz ve her Sinoplu’nun ilgisini çekecek yeni zenginliklerimizi paylaşalım.

1985- 86 yıları, Amerikan Radarı askerleri, Sinop Akliman tarafında seçtikleri bazı büyük volkan kayalarını keserek parçalıyorlar. Ortasındaki özü buluyorlar. Öz dedikleri kısmı, kayanın içindeki LAV DAMLASI olarak tanımlıyorlar.

Günsel DİRİ, bu damlaların kırmızı ve siyah olmak üzere iki çeşit olduğunu; siyah parçaya ışıkta bakıldığında şeffaf göründüğünü anlattı.

Günsel DİRİ elinde anlattığı Sinop LAV DAMLASI

Konu toplantıya katılan tüm arkadaşlarımızın ilgisini çekti. Sinop toprağı derken şimdi Sinop kayalarının da değerli olduğunu öğreniyorduk. Adada keçiler otlarken, kayaları severek yalarmış. Tuz oranından mı, yoksa başka sebepten mi araştırılmalı. Taşı toprağı değerli Sinop’un, kıymetleri doğru değerlendirilsin umudu ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz..

Sinop Lav Taşı Örnekleri

Olayın gerçeğini Günsel DİRİ şöyle anlattı:

“Radarda el sanatları bölümü vardı. Kütüphane ile el sanatları bölümü beraberdi. Ben o zaman kütüphanede çalışıyordum, yıl 1985- 86. Bazı zamanlar el sanatları bölümüne gider, seramik atölyesinde çalışırdım. Orada bir askerin çalışmasını gördüm. Kayaları kesiyordu. İlgimi çekti ve merakla ne olduğunu sordum. Bu kayaları Amerika’ya gönderiyoruz dedi. Taşlarla ilgili kulüpleri varmış, kulübün üyeleri dünya genelinde bu konuda çalışıyormuş. Kayaların içindeki özü çıkarıyorlarmış. Yıllardır yaptıkları için konuda uzmanlaşmışlar, kayaları tanıyorlarmış.

Kayaları kestikten sonra, parçaları kahve makinası gibi bir aletin içine atıyorlardı. Birer haftalık dönemlerle 3 hafta taşlar o aletin içinde döne döne temizleniyordu. Makinanın içine kum konuyor, bir hafta dolunca kum değiştiriliyordu. Benim merak ettiğimi görünce bu ki parçayı da bana hediye ettiler. Ben de Sinop toprağı konusu gündeme gelince aklıma geldi. Parçaları saklamıştım” dedi.

Günsel Hanımın elinde bulunan temizlenmiş Sinop Lav Taşı

Görülüyor ki konunun uzmanı olmak çok önemli. Lav ve manyetik alan etkisi gün geçtikçe azalırmış. Bunun örneğini karakumda görüyoruz. 1960- 70 yılları arasında karakum mıknatısla çok güçlü çekiliyordu. Manyetik etkisini 2007 yılında ölçtürdük ve azaldığını gördük.

2010 baskılı Bir İnci Memleketim Kitabımda yer verdiğim konu ve özel olarak çektiğim foto

Günsel DİRİ ‘ye verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Ekim 2020 in Sinop Toprağı

 

Etiketler: , , , , ,

“MÜJDELER” SİNOP

26.10.2020-BİLKE

ZEYTİN ÇELİKLERİ FİLİZLENDİ

SİNOP ZEYTİNİ PROJESİ” 2019 Ağustos ayında başladı. Akademisyenler, Sinop Belediyesi, ve Sinop Bilim Kültür Eğitim Derneği ortaklığında sürdürülen proje, her geçen gün yüzümüzü güldürüyor.

Bu gün Bilke Yönetim Kurulu olarak, Sinop Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü Serdal Küçükdemir eşliğinde Sinop Belediyesi serasında bulunan zeytin çeliklerini gördük. Asırlık zeytinlerden Şubat ayında alınan çelikler filizlenmiş ve Belediye görevlilerince yeni proje alanına dikilmek üzere paketlenmişti.

Projede emeği geçen herkes, geleceğe taşınacak olan bu zeytin ağaçlarının her zerresine emeğini, sevgisini ve inancını sakladı. Zaman ve doğa adeta projemizde bizi destekledi ve olumlu gelişmeler kaydettik.

Sinop Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü Serdal Bey, konu hakkında:

“Sinop Belediyesi olarak, projenin bu aşamasında yeni bir uygulama alanı tahsis ediyoruz. Fidanların dikileceği yerler hazırlanıyor. Arkadaşlarımız çalışıyorlar, çeliklerden umduğumuzun üstünde sonuç aldık. Böylece, asırlık Sinop zeytinini yaşatacağız. Başkanımızla görüşüp çeliklerin dikim tarihini belirlememiz gerekiyor. Yerleri hazırlayalım, alanın bakımını yapalım önümüzdeki günlerde programa alacağız. Sinop’a özgü olan zeytin fidanlarımızı yakında toprakla buluşturacağız” dedi.

Yaşar SARIKAYA da

” Serdal Bey, biz de hem dernek hem de Sinoplu olarak sonuçtan çok mutluyuz. Bir yıldır devam eden süreçte koordinatör görevini yüklendik. Akademisyenler, Belediye, Sinoplular ve basın arasında köprü kurduk. Sinop yerel basını konuya çok duyarlı oldu. Vitrin Haber ve Sinop Pusulası projenin her aşamasını gazete ve videolu haberleri ile Sinoplu’ya duyurdu. Aşamaları TRT de takip etti, haberlerde ve radyo programlarında projeyi tanıttık. Çeliklerden aldığımız sonucun olumlu olmasından çok memnunuz. Bayram sevinci yaşıyoruz” dedi.

Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü görevlileri özenle bakılan çelikleri, paketlenmiş dikime hazırlamışlar. Serdal KÜÇÜKDEMİR, Mehmet SARIKAYA, Sabriye TOP ve Yaşar SARIKAYA hep birlikte başarı ile hazırlanan fidan paketlerini incelediler. Sera kapalı ve açık 2 bölümden oluşuyordu. İki alanda da sonuç çok başarılıydı.

Seranın 1. bölümü ve Sabriye TOP

Zeytin fidanları düzenlenecek bir programla yakında Sinoplularla birlikte alana dikilecek. Sinoplu bu kültüre sahip çıkacak, eski Orijinal Sinop zeytini yeniden hayat bulacak.

Seranın 2. bölümü ve Serdal KÜÇÜKDEMİR

Hep birlikte, el ele Sinop zeytinini canlandıralım ve yeniden Sinop’a kazandıralım.

BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Ekim 2020 in sinop zeytini

 

Etiketler: , , , ,

ABD RADAR ÜSSÜ ANILARI

Cafer SARIKAYA ANILAR 1959 24.10.2020

Hasan ağabeyin iyiliğini hiç unutamam. Ona vefa borcumu nasıl öderim diye fırsat kolluyordum. Hala radarda çalışıyorum, işim iyi ve radarda güvenilir isim yaptım. Bu sayede Amerikalıların önem verdiği yüksek rütbeli bir subay yanıma gelip kiralık ev sordu. Komisyon alanlar, fahiş fiyat verenler çoktu. Bu anlamda bana güveniyorlardı. Hasan ağabey bir ara kiralık evim var demişti.  Ben subaydan önce gittim ve eve baktım. Çok güzeldi. Kira için subayı önerdim o da kabul etti. Subay da evi beğendi. Hanımı gelecekmiş, onun için çok inceliyordu. Hanımına denize nazır tam beğeneceğin ev tuttum, önünde iskele var diye anlatıyor, beğenecek diye yerinde duramıyordu. Hanımı gelmeden evi dekore etmeye başladı.

Odanın birinin tabanına oda büyüklüğünde bir küvet koydurdu. 8- 10 tane yataklı divan koydu. Bu divanlar çok değil mi deyince, hanımı Mary’nin öğretmen olduğunu söyledi ve “Mary gelince bunların üzerinde sevişeceğiz” dedi. Amerikalıların konuşma tarzları, tavır ve davranışları hakkında her gün yeni şeyler öğreniyordum. Evin her tarafını çok güzel dekore ettirdi. Ve hanımı geldi. Hakiaten hanım batılı bir kadın değil de, sanki bildiğimiz bir aile hanım efendisi idi. Ahlak sahibi, olgun, terbiyeli bir hanımdı.

Biz onlara onlar da bize gelirler, ailece görüşürdük. Hasan ağabeyin kızı evleniyordu. Onları Osmaniye köyüne düğüne götürdüm. Her şeyi beğendiler ama silah atılmasını hiç hoş görmediler. Subayın görev süresi doldu ve gitti. Hasan abi hem onların insanlığına hem de benim gösterdiğim davranışa nerede ise ağlayacaktı. Önceden kira için bir başkası aracı olmuş, Amerikalı birini oturtmuş ama Hasan ağabey bu işten çok pişman olmuştu. Benim bulduğum subaydan memnun kaldı ve bana da fazlası ile vefa borcumu ödediğimi söyledi.

Osmaniye köyünde düğün Mary kütük üzerinde oturuyor eşi Herald fotoğraf çekiyor

Daha önceki konumuza geri dönelim. Sanırım 1958- 59 idi, çamaşır işinde eşim çok yoruyor. Ailece tanıdığımız güçlü kuvvetli bir kadın, bu işi ben de yaparım diyor. Fakat bizim hatun o kadının hareketlerini tasvip etmiyor. Kadının eşi ile araları yok, boşanmayı planlıyorlar. Sohbetlerimiz sürerken kadın tabi biraz ileri gidiyor. Haline bak halıya sarıl derler ya. O cinsten değil.  Haline göre biraz hızlı yani, sözü sohbeti çok iyi, bunun yanında bir de sigara içiyor. O zaman ben de sigara içiyorum. İçerken kadına da uzatıyorum, onun sigarasını da yakıyorum.

Geceleri bize oturmaya geliyor sohbet ediyoruz. Benim hanım onun sigarasını yaktığımı görünce sinirlenip çakmağı elimden kaptığı gibi atıp fırlatmaz mı. Aslında benim davranışlarım kadına çamaşır işini yaptırmak içindi. Galiba Emine hanımı biraz şımartmış oldum. Ama amacım işimizi büyütmekti. Emine hanım eşimin tepkilerine hiç aldırmıyordu. Bu sefer bir de hem iş yaparım hem de bu evde yatıya kalırım düşüncesindeydi.

“Muhtacım, biliyorsunuz ki kocamla aram yok, çocuklarımın da bana faydalı olacak durumları yok. Onlar da bana muhtaç”. Ne olursunuz gibilerinden açıkça merhamet dileniyordu. Benim de yüreğim yufka hiç garibanları reddedemiyorum. Ama öbür yanda hanım bir türlü eve gelmesini istemiyor. İşi nerede isterse orada yapsın, ama eve gelmesin diyor. Komşularımız da aynısını diyor. Sakın kadını eve alma diyorlar.

Çadırda “hause boy” görevim sürüyor.   Bu sefer ev sahibimin ve arkadaşlarının işine son verdiler.  Hemen akabinde ev sahibim işten çıkışına bozularak bana evden  çıkacaksın demez mi? Olurdu olmazdı derken epeyce gün aldık. Ev sahibinin hanımı benim hanımı rahatsız ediyor. Ya askıdaki çamaşırları topluyor, ya yere atıyor, veyahut da yok ediyor. Güya kocası radardan çıkmış, ben neden müdahale etmemişim? Elimden gelse yapmaz mıyım?

Aslı hiç de öyle değil. Onların işi de benim işim de askerlerin kalmalarına bağlı. Askerler zaten senelik kalıyorlar, yerlerine gelen olmayınca onların da işleri bitmiş oldu. Ama anlatamadım, tekrar işe al o zaman diye sitem ediyordu. Benim hiç kimsem yok, 27 yaşlarında ailemi geçindirme derdindeyim.

Bir gün ev sahibime “beni ve hanımı da rahatsız ediyorsunuz bak Mehmet ağabey ben sana kolaylık gösteriyorum. Hemen ev bulamıyorum, sen bul çıkayım veya bizi rahatsız edip durma. Böyle devam edersen sabrımı taşırıyorsun. Ya da mahkemeye ver bu işi mahkemede çözelim” dedim.

O zaman da insanlar eski evleri, kullanılmadık bodrumları ev yapmaya çalışıyorlar. Sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Bizi ev sahibi mahkemeye verdi. Ev sahibi evi kendim kullanacağım diye açmış davayı. Git gel mahkemeye, hakim bana “ bu adamla uğraşmaya değmez sen akıllı birisin 3 ay mühlet veriyorum, dedi. Ben de peki deyip imza verdim. Meğer büyük hata etmişim. 3 ay bitti, ama ben gene ev bulamadım. Çamaşır işi, radardaki iş hiç boş zaman yok ki. Ne zaman ev arayayım. Bu sefer kanun bana evi boşalt demez mi. Ben gittim hakime hakim “imza vermeseydin, sokağa taşınacaksın” dedi.

Derken bu sıkıntıda bir tanıdık, bir ev var dedi. “Sana yetmez ama iyi bir yer bulana kadar buraya taşın” dedi. Hemen taşındık. Ev sahibi Mehmet ağabey benden sonra evi hemen kiraya verdi. Ben o kadar zor durumda kalmıştım ki, çok canım yandı. Madem kiraya verecektin beni neden çıkardın diye üzüldüm. Avukata danıştım ve ev sahibini sulh cezaya verdim. 3-4 celsede adam 6 ay hapis ve ağır para cezası ile hüküm giydi. Bu sefer o düştü telaşeye.

Bizi dağ başından gelmiş köylü diye hor görüyor, bir menfaat varsa ben faydalanayım istiyordu. Parayı nereden bulup ödesin. Kendisi emekli gardiyan. Mahkumlar duymuşlar hüküm giydiğini “emin billah buraya gelirse ölüsü çıkar” diyorlar. Çünkü kendisi ceza evinde gardiyan iken hükümlüleri falakaya yatırıp da dövdürürmüş. Onlar da onun içeriye geleceğini duyunca şimdi sıra bizde, kızılcık sopa ile falakada adam dövmek neymiş nasıl oluyormuş gelince gösteririz diyorlar. İşte korkudan 6 aylık hapis cezasını Boyabat’a aldırmış. Zaman ona yardım etti de 1960’ta ihtilal olunca 2 ay ile çıktı. Bu başımdan geçen olaylar işimin dışında oluşan olaylar. Ben geçim derdindeyim, başımızdan da ekstra bela eksik olmuyor.

İşimde daha fazla kazanmanın yolunu bulabilmem için daha çok askerin işine bakmam lazımdı. Daha çok insan, daha çok para demekti. Çamaşır işine devam ediyoruz, lisanım da hayli ilerledi. Çünkü asker çok olduğu için konular konuşmalar da fazla oluyordu. Hem kazancım hem de lisanım artıyordu. İşim okul gibiydi. Hem çalışıyor hem de dil öğreniyordum.

Kocaman uzun tek katlı tahta barakaların içinde 30-35 asker yatıyor dinleniyordu. Bunların yanında bir sürü eşyaları, müzik aletleri vardı. Askerlerin hepsi birden işlerine gitmiyorlar, vardiyalı çalışıyorlardı. Sabah işe geldiğimde önce boş olan bölümlerin temizliğini yapıyorum, sonra masa, komedinler ve müzik aletlerinin tozunu alıyordum.

Böyle belki de 1-2 sene geçti. Bir gün gene iş yapıyorum, müzik dinledikleri güzel bir pikap var. Telaştan o büyük pikabı düşürdüm. Oda aksi gibi ters bir askerin değil mi. Tuttu bana yenisini alacaksın demez mi? Sinop’ta ne arasın o zaman pikap, nereden bulurum. Ben anlatıyorum, o yenisi diye tutturuyor. Başkaları araya girip işi halletti. Zaten aksi birisi dedim ya. Hem eski pikabı vermiyor, hem de yenisini alacaksın diyor.

Bu sorunu subayların sayesinde çözdük. Subaylar benim canla başla çalışmamı görüyorlar ve beni seviyorlardı. Subay gazinosunda çalışmamı istediler. Buradaki işim de aynıydı. Gazinonun tüm sorumluluğu benim üzerimdeydi. Lisanım da hayli ilerledi.

devamı var

 
2 Yorum

Yazan: 24 Ekim 2020 in Cafer Sarıkaya ANILAR

 

Etiketler: , , , , , ,

BABAMIN ANILARI

CAFER SARIKAYA ANILAR 20.10.2020-

Dilekçemi daktiloda kendim yazdım ve Recep Bey’e verdim. Çünkü gece uyumuyor, daktilo çalışıyordum. Bana “seni çok takdir ediyorum, çünkü memurlarıma karşı benim yüzümü kara çıkarmadın. Gel seni gece bekçiliğine alayım ve daha sonra santraldaki arkadaş da çok becerikli, orada sana uygun bir iş çıkar.  İşi askerde öğrenmişsin zaten, santralda kalırsın. İstediğin kadroya gelince, Kastamonulu zabıt katibi geliyor. Onun atamasını genel müdür yapmış” dedi. 

Ben de bekçiliği istemedim, santraldaki görevim devam ederken bir gece Gerze cayır cayır yanıyor diye duyduk. Acaba oradaki durum nasıl diye merak ediyorduk. Dışarı çıkıp baktığımızda gökyüzü kızarıyordu. Sonradan duyduk, Gerze yanmış, kül olmuş. Devlet ihaleyi müteahhite vermiş. Gelen haberler de çalışana ihtiyaç var para bol diyorlar. Ben de Recep Bey’e haber vermeden doğruca Gerze’ye gitmek niyetindeyim. İyi para kazanabilirsem çocuklarıma aileme faydalı olabilirim hevesi ile Sinop’a geldim.

Kaldığım handa öğrendim ki radara Amerikalılar adam alıyormuş. Hemen gittim kahvehanenin önüne  3-5 tane Amerikan cemseleri adamları radara götürüyor. Ben de binmek istedim, görevli Türk olmaz diyor ben ısrar ediyorum, o olmaz diye diretiyor, ben dinlemeyip ısrar ediyorum. Zayıf ve çelimsizim. Beni güçsüz diye tercih etmiyorlar. Ben dinlemedim atladım cemseye, çıktık radara. Herkesi dizdiler kuyruğa, meğerse onlar da işe girecek kişilermiş. İsimleri yazan üsteğmen biraz da Türkçe biliyor,  geçtim öne bağırıp çağırıyorum.  “Beni de yaz, beni de yaz” diye. Adamcağız gayretimi görünce yazdı. Oh be hele şükür dedim.

Böylece yeni inşa edilen Amerikan radarı inşaat işlerinde çalışmaya başladım. Bu benim düğünüm bayramımdı, ne de olsa gençlik var. 1956 yılı 25- 26 yaşlarındayım.  Beton harcını teskereye doldurduğumuzda, yeminle söylesem başım ağrımaz, hep teskerenin kollarını kırardık. Çünkü sevincimize diyecek yoktu, artık gündüz çalışıp yevmiyemizi iş paydosunda alıyorduk. Yanlış bir iş yapmadıktan sonra buradaki işin ömrü uzun görünüyor. Bunun için gözümü daldan budaktan sakınmıyorum. Göze girmeye çalışıyorum.

Burada da ileri bir mesafe almaya başladım. Bir gün askerin biri, kuyruktaki işçilere işaretle adam gelsin dedi. Ben hemen kuyruktan fırladım, askerin yanına gittim. Ve bu askerde su işlerine bakan birisi. Radara her şey yeni tesis ediliyor.  Hem askerin, ve de askerlerin lisanında anlaşamasak da işaretle anlaşıyoruz.  Sonuçta asker beni, ben de askeri sevip kaynaşıyoruz. Bu ara ben anladım ki burada en önemli ihtiyaç lisan bilmek. Ve ben bunu destur edip lisanı öğrenmeye çalıştım.  Ben artık çat pat az da olsa, az çok evet hayır gb.  Günlük ihtiyaç olan kelimeleri ezberlemeye çalışıyorum.

Bir gün ilk kez beni işe alan teğmen bana yarı lisan yarı işaretle sen gelsene dedi. Bana yükseğe asılacak bir tel dolap asmamı söyledi. Hal buysa, yanımdaki ve bana yardım edecek kişi usta işte bu Amerikalılar böyle, birileri. Ben itiraz etmedim, ustanın yardımı ile dolabı gösterdiği yere astım.  Yaptığım işten memnun kaldı. Öyleydi böyleydi derken, ben hep ilerisini düşünüyorum. Daldan dala atlayan kuş misali yağlı boya badana derken yanında çalıştığım asker “sen dışarıda çalışmayı bırak, çadırda bizim işleri yap hem parası fazladır hem de başın kurulukta olur” dedi. Tabi ben ona da hemen peki dedim. 3 çadırda yeni bir işe başladım. Ben onlardan onlar da benden memnundu.

Ailemi getirdim, daha fazla para kazanmam lazım. Onun için evde çamaşır yıkamaya başladık. Velhasıl günden güne işler ileri gidiyor. Tabi bu ara lisanımda da ilerleme var. Bazı kurumlara ufak ufak tercümanlık da yapabiliyordum.  Çamaşır işi devam ederken kola da yapmamı istediler.  O zamanlar  kuru temizleme kola işlerini Sinop’ta yapacak kimse yok. Olsa da olmasa da o işleri de yapmaya kalkıştık. Ama canımız da çıkacak. Gece gündüz ütü kola iflahımız kesiliyor. Bazen servis cemselerini kaçırıyorum, bu sefer de yaya olarak tırman bakalım adaya. Cafer elde kolalı elbiseler, omuzda koca çuval çamaşır torbası bu işi daha da büyüttüm. Başka koğuşların çamaşırlarını da aldım.

İş büyüdükçe ev işimize el vermiyor. Evi değiştirelim dedim. İstediğim fiyatta yeni bir ev kiraladım. Bu ev görünüşte çok iyi, çünkü yakınımızda köyden tanıdıklarımız gel git derken sohbetler ilerledi sık sık görüşmeler velhasıl bu dostluklar devam ederken kadınlar kocaları için radardan iş dediler keza ev sahibi de aynı teklifi yaptı. Hepsini de işe aldırdım. Ev iş için sahibi hem kendisi hem de 2 kişi daha getirmiş. Bunların durumları da iyi değil. Adamları işe aldık. Herkes çalışıyor ve herkes hayatından memnun. Çamaşır işinden çok yoruluyoruz, yanımıza yardımcı arıyorum. Dost sandığımız ailenin karısı çalışmaya elverişli, güçlü kuvvetli ve istekli. Ben de ona “çalışır mısın” dedim. “Memnuniyetle” dedi.

Fakat benim hanım buna itiraz etti, ilerisini düşündü. Düşündüklerinde haklı olabilirdi.  Kadın pek sağlam biri değildi. Kocası ile hiç mi hiç arası yoktu. Kadın bizim bildiğimiz kadınlardan da farklıydı. Elinden dilinden her şey geliyordu. Kocası ise ver yiyeyim, getir yiyeyim cinsindendi. Ben kocasını radara işe yerleştirdim, 3-5 gün sonra adam hırsızlık yaptı bakır çalmak, büyük araba motorlarını ve lastiklerini çalmak ve götürüp satmak suçundan  yakalandı ve kovuldular.

Bu adam daha sonra gelip beni buldu “ben bu Sinop’ta barınamayacağım, eğer bildiğin birileri var ise şu benim köyü onlara satıp İstanbul’a gideceğim” dedi. Yaşım genç, arkamda kimse yok, sorumluluğum çok. İki çocuğum eşim var, ev yok, babadan hiç kimseden para desteği yok. Kimseyi tanımıyorum.

Gel zaman git zaman, aradan epeyce zaman geçti. Derken adama “senin köyün ne durumda diye” sordum. Ona kalırsa hudutları geniş, büyük meşelik ormanı evi ve samanlığı var. Tapulu arazisi var, ayrıca orada da yerim var” dedi. Sinop’a çok yakın o yere hodul diyorlar. “E gidip şu senin anlattıklarını yakından görelim” dedim ve birlikte gittik. Eğer söyledikleri doğru ise pazarlık etmek benim de işime geliyor. Çünkü radarda işim iyi, iyi kazanıyorum. Benim de böyle bir köy veya toprak alma niyetim var. Çok iyi olacak. Çünkü biz köylüyüz, durumunu biliriz. Deyip almaya karar verdik. Elimdeki hazır parayı ona vereceğim, o da İstanbul a gidip kendine bir geçim yolu arayacak.

Geri kalan para da hisseli tapu olduğu için, kardeşleri ile anlaşıp bize tapuyu verecek kalan parayı o zaman alacak. Ovadaki yer de ekili içindeki mısırı biz alacağız ve böylece anlaştık. Anlaştık da biz ovadaki yer tapusuz olduğu için ben hisseme düşen parayı vereceğim ama korkuyorum, ya tarlayı vermezse diye. Bunun için ben parayı hazırladım, noter tasdikli senet aldım. Parayı da yaşlı ve de zengin diye itimat ettiğim karşı komşumuzun dükkanında sayıp teslim ettim.

Ama öyle oldu ki mısır hasat zamanı geldi.  Yer sahibi beni daha borç bitmedi diye tarlanın mısırını alıp eve götürmüş. Ben kendisini buldum, “yahu böyle mi anlaştık seninle” dedim. “Sen bana tapuyu getireceksin ben kalan parayı sana öyle vereceğim” dedim. Adamın umurunda değil, nasılsa peşin parayı aldı sen borçlusun demez mi? İleri geri münakaşa ettik. Aldığı paranın üstüne oturdu adam. Ben o parayı nasıl kazandım, her bir kuruşunda alın terim var.

Sonra ekim zamanı geldi, adam gene beni borçlu gösterip tarlayı ekti. Ben bu sefer onu men müdafaa asliye hukukta mahkeme açtım. Adamın hiç umurunda değil. O yana baş vur, bu yana baş vur, yorulmaktan başka elimden bir şey gelmiyor. Tekrar tarlayı ekim zamanı geldi, bu sefer parayla adam tuttum, 1-2 çift koşu buldum.  Gittik tarlayı sürmeye.

Biz tarlayı sürüyoruz. Adam duymuş geldi, borcunu öde tarlayı öyle sür demez mi. Ölür müsün öldürür müsün. Ben gene yaya olarak geldim şehre Eve uğrayıp mahkeme ilamı ile doğru savcılığa,  savcı da beni başka türlü oyalıyor. Yer hisseli, uzun işlemi varmış meğer. Adam sormuş soruşturmuş, mahkemeyi de beni de takmıyor. Ücretle tuttuğum koşumları bıraktırdık. Savcılıktan da elim boş döndüm. Hem benden istenilen para çok değil ama, ödemek hakkım değil, adam senet vermiyor, tapu yok. Adam bunu da biliyor, bile bile parayı kaynatıyor. Ben bu sefer oranın muhtarını ele aldım, yedirdim içirdim ama işin içinde o da varmış. Gene bir yolunu bulamadım.  Didinip duruyorum. Üzüntüden hastalandım, midem kanıyor, Samsun’a tedaviye gidiyorum. Yok mide ağrısı yok uzamış, yok gastrit, yılar yılı git gel Samsun’a.

Bu hal devam ederken hiç beklemediğim bir anda Allah’ın yardımı olacak ya, hiç tanımadığım bir adam kahveye geldi beni buldu ve yanıma oturdu. Çay söyledim “merhaba nasılsın” falan filandan sonra adam bu davalı yerin hikayesini duymuş, bana direk kendisinin de bizim köylü olduğunu söyledi. Fakat çok eskiden babası Osmaniye köyüne gelmiş yerleşmiş. Beni dinledikten sonra “o seni süründüren gelsin de adamsa benim karşıma çıksın” demez mi? “Sen şimdi eve git, mahkeme ilamını ve noter senedini getir bana ve beni kahvede bekle” dedi. Garibin işini Allah yapacak diye düşünüyorum. Bu ara işimi de düşünüyorum. Postaneden iş yerine telefon edip çok önemli bir işim olduğunu söyledim.

Ben adamın istediği ilam ve senedi adama verdim okudu inceledi. Bana dönüp “sen de benimle gel deyip o şimdi gördü gününü” dedi. Biz doğruca gittik karakola. Baş çavuş, bu adamın çok iyi görüştüğü biriymiş. Verdi evrakları, baş çavuş okudu, bu böyle mi deyip peşinen küfür etti. Adama “ulan bu senin zulmün dağ başını aştı” deyip bana döndü “sen bu adamı ve muhtarı bana hemen şimdi getir” dedi. Tesadüfen köylüler tütün satışı için şimdi halk eğitimin olduğu yer yer o zaman tütün deposu idi. Yeri teslim etmeyen kaba dayıyı getirmeleri için benim yanıma 2 asker kattı. Onları bulup getirin diye. Biz askerlerle geldik, tütün deposuna. Benim başımı dolaştıran muhtar ve ilgili  kardeşine asker “karakola baş çavuşum sizi istiyor” dedi. Muhtar işi anladı, ve ağırdan almak istedi askerler muhtara hadi yürü bekletmeyelim baş çavuşumu deyip iteledi. Tabi öbüründe ise gık yok.   Çavuş bunlar niye geciktiler diye 2 asker daha postalamaz mı, ben şimdi ey Allah’ım sen neye kadirsin diye şükrediyorum.

Böylece biz karakola geldik. Biz içeri girer girmez baş çavuş hemen muhtarın 2 yakasından yapıştı. Biraz iteleyip döndü öbürüne, bu garibin söyledikleri doğru mu. Doğru efendim dediler. Onlara bağırdı çağırdı. Bizim köylü hasan da bacak bacak üstüne atmış kahvesini höpürdetiyor. Onlar da değirmenci Hasan’a karşı çavuşun her söylediğine “olur efendim doğru söylüyorsunuz kumandan” gibi sözlerle tasdik ediyorlar. Daha sonra ben Hasan ağabeye ve kumandana çok teşekkür ettim.  Huzurdan ayrıldık, Hasan ağabey beni öyle bir beladan kurtardı ki ona minnet borçluydum. O, hali vakti yerinde Osmaniye köyünün hem muhtarıydı hem de sözü geçen biriydi. Daha sonra beni dolandırmak isteyen adamın başka yanlış işleri olduğunu da öğrendik.

Çavuş ve Hasan ağabey akraba imiş. Benim yer kabadayısı da Hasan ağabeyin aleyhinde bulunurmuş. Kendi ağırlığını tanıtmak isteyen Hasan Ağabey de beni bulmuş. Ama gösterdi kendisini hem de tam gösterdi. Neredeyse dolandırılmak üzereydim. Beni zor durumdan kurtardı. Daha sonra çift zamanı geldi, ve Hasan ağabey tarlaya geldi. “Gelsin senin yer kabadayısı bakalım şimdi dayılığını göstersin” dedi. Adam bal gibi yerin sürüldüğünden ve Hasan’ın da orada kendisini beklediğinden haberi vardı. Ama korkudan gelemedi. Bu yıllar yılı çektiğim beladan Hasan ağabey sayesinde kurtuldum. Daha sonra Hassan ağabeye vefa borcumu ben de fazlasıyla ödemiş oldum. Birbirimizden çok memnunduk.

 
 

Etiketler: , , , ,

GÖÇTÜN GİTTİN ANILARIN KALDI

12.10.2020-BİLKE

BABAM,

Ellerinle yazdığın anıları WORD dosyasına atarken çok duygulanıyorum. Yaşadığımız dünyayı, yeniden tanıyorum sanki. Anılarını paylaştığım için, AJITASYON yaptığım sanısında olanlar var.

Oysa, senin çektiklerin fakirlikten değil. O yılarda köylerin, hayvancılığın, toprak işlemenin, çiftçiliğin durumunu yansıtıyor. Bu günlerde olduğu gibi. Dedem Şayıp Ağa, dağ başında yetişmiş ama köy işlerini bilen yapan biri değil. Kitap okumayı seven, kültürlü, Sinop- Boyabat- Gerze- Ayancık eşrafıyla görüşen, hatırı sayılır bir adam. Tarla, hayvan, bağ bahçe çok; ama evin işini yapacak insan yok. Her şey senin ve annemin üstüne kalmış.

Çalışma, üretme ve mücadele örneklerini anlatıyorum ben. Her zaman başı dik, çalışarak kazanan dürüst insanları. Empati hakkında kitaplar yazan, konferanslar verenler de dahil sanırım kendimiz dışındakileri anlayamıyoruz.

Baba bahçede güller, üzüm asması, diğer ağaçlar ile uğraşırdın. Ezan okunduğunda üstünde bahçe giysileri ile camiye giderdin. Baba üstünü değiştirseydin dediğimizde, ” pis değil ki, yalancılık ayıp, dedikodu ayıp, hırsızlık ayıp, gösteriş önemli değil üstüm başım kime ne derdin. İyi ki seni bu konuda kırmadık, iyi ki nasıl istiyorsan öyle yaşadın.

Yazılarını paylaştıkça, yüreğim bu olaylar ROMAN olmalı diyor. Kurgu ve anlatım dili hazır olduğunda başlayacağım.

A. Yaşar SARIKAYA

CAFER SARIKAYA ANILAR

Bir gün hastanenin önünde 2 beyefendi gördüm. Hemen asker usulü ellerimi yukarı kaldırıp bir selam çaktım. Beyim bağışlayın, ben ve karım ve çocuğum çok fena durumdayız. Bizlere acıyıp bizleri bir işe yerleştirirseniz en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Bu beyler 2 si kol kolaydılar. Ben selam çakıp dil dökmeye başlayınca birisi diğerine boş ver gibisinden gidelim dedi. Diğeri ise merhamete gelip o da ona Burhan bey, az sabret dedi. Ve bana dönüp “çocuğum okuman yazman var mı bir meslek bir sanatın falan” dedi.

Ben başladım döktürmeye, “ efendim askerde telsiz ve santralciydim. Okur yazarım, ama diplomam yok, fakat en kısa zamanda alabilirim efendim. Burhan bey aceleci ne uğraşıyorsun böyLe insaNlarla der gibi, “Recep bey bekleme haydi gel” diye gene çıkıştı. Recep bey de gene az önce söylemiş olduğu  gibi sabret dedi.  Bana dönüp cebinden bir kart çıkardı.

“Her halde bunu okursun” dedi kartı okudum. 

Yüksek orman mühendisi Recep Dinç. Şimdi beni iyi dinle önce sordu “paran var mı ” diye. “Var efendim” dedim. “O zaman karını ve çocuğunu al gel, ve beni kime sorarsan bulursun hiçbir şeyi merak etme. Oturacak evin elektriği suyu var, iş de vereceğiz. Daha ne diyeyim”.

Burhan bey ve arkadaşı gittiler.   Ben bu haberi alınca neredeyse bayılacaktım. Sanki gökyüzünde uçuyorum. Ama arkasından bir de bunun çürük tarafı olabilir mi  diye de endişeleniyorum. Eğer doğru ise Allah bana en büyük nimeti sundu diye yaratanıma çok çok şükrediyorum.

Sonra ben düştüm Recep beyin yoluna. Her ne kadar bana hiç vakit geçirme çocuğunu ve karını al da gel demişti. Dahası da var, paran yoksa para da verecekti. Ben fazla yük olmayayım diye var demiştim. Ben gideceğim ama, işte gene bir aması var. Kararım, önce bir oranın durumunu göreyim  diye düşündüm.

Önce Bafra’ dan okul dışı diplomamı alayım dedim. Bafra’ya gittim. Hemşerim müdür bey aynı görevde. Beni görünce hemen tanıdı, “senin diploman hazır” dedi. “Ama bize karşıdaki dondurmacıdan buraya dondurma servisi yapmasını söyle. Tabi parasını da ödeyiver”. Dondurmayı aldım, diplomayı da sonra doğru köye çıktım. Böyle yazarken çok kolay anlatılanlar, yaşarken çok zor. O zamanlar vasıta yok, bulursam biniyorum, bulmazsam yürüyorum. Çıktım köye, tabi önce babama uğradım, kazandığım parayı bıraktım. Karım evde değil, ben giderken onu doğum için akrabasının evine bırakmıştım.

Kabaağaç köyüne geçtim. Kezban’ın Annesi öleli çok oldu. Üvey kayınvalide ile geçim sağlayamadı. Ben köyde yokum, babası da karnın burnunda git kocanın evine diye eve almamış. Kezban amcazadesi Yan İsmail’in” evine gitmiş. Kezban’ın durumu çok kötü,  uyduruk eski bir kötü soba,  pencerenin camı kırık, paçavra ile kapatmış. Kızım Ayşe’ye yeni doğum yapmış, hem bebeğini üşütmemeye, hem de kendini korumaya uğraşıyor. Benim de yapabilecek hiçbir imkanım yoktu. çünkü öbür tarafta belki de mühendis bey bizleri bekliyordu. Ben hemen fırsatı değerlendirmeyi düşündüğüm için Kezban’a “durumun fena ama biraz daha dişini sık, ben bir Ayancık’a bakayım. Durumu ,yerinde göreyim adamın dediği doğru mu bakalım? Size uygunsa gelip sizi alır götürürüm “deyip ayrıldım.

Sinop’ta emniyet müdürü İsmail beyi bulup olanlardan onu haberdar ettim. Ben ayancık’a götürebilecek bir vasıta ile göndermesini rica ettim. Adamcağız hemen Ayancık’a giden minibüse tenbih etti. Ve minibüs beni aldı, aldı ama şehir dışına çıkınca parasızım ya, muavin beni minibüsün üstüne aldı. Minibüs üstünde kaç saat sonra geldim Ayancık’a. Direk mühendis beyi buldum. O da verdiği sözü unutmuş değil, “hoş geldin” dedi. “Karın ve çocuğunu da getirdin mi” dedi. Ben de “getiremedim, çünkü hanım yeni doğum yaptı” dedim. Recep bey hemen bölgeye telefon edip “gelecek olan tekavil ile bir adam gönderiyorum. Karşılayıp gerekeni yapın” emrini verdi. Ben tekavile binip İnaltı bölgesine geldim. Elhamdülillah işlerim çok iyi gittiğini söyleyebilirim.   Orada bölge memurları beni çok iyi karşıladı. Hoşbeşten sonra, açlık tokluk soruldu. Çay ikramı yapıldı. Derken Recep beyin talimatı ile yatacağım yer ve yapacağım işler söylendi. Ben de şimdi bölgenin adamı oldum.

Yapacağım işler de sıralandı yani orada bulunan her memurun işlerine bakacağım. Çalışan orman işçilerinin yemek ve yatıp kalktıkları yerin temizliği su ve odun işleri gibi derken ufak bir de aylık alıyorum. Ama aldığım bu aylık hem bana hem de elin kapısında bulunan karım ve çocuklarıma bakmaya yeterli değil. Bunun için gene bir çare düşünmekteyim. Bir gün Recep Bey benim halimi hatırımı sordu. Galiba hem kendisi görüyor durumumu, ve memur arkadaşlar da benimle ilgili konuşuyor. Bana dediği şu oldu, “bak ben seni Sinop’ta dinledim. Ben sana karını ve çocuğunu al da gel dedim. Bak koca bina, elektriği suyu içinde  ileride bir de kadro gelir, seni kadroya alırım”. Düşünceliyim diye beni teselliye çalıştı. Sonra “oğlum, her yerde olduğu gibi  bana insanlar da benim oğlumu kardeşimi işe al diyor. Evet ben amirim ama hemen her şey de benim elimde değil. Sana bir öğüt daha vereyim, sen büro işlerini fevkalade yapabilirsin, buradaki memurlara hizmet et, ve onların gözüne girmeye çalış. İleride elbette bir kadro çıkar” gibilerinden beni uyarmıştı.

Ben bu uyarıyı alınca durur muyum, geceleri sabahlara kadar büro işlerine daktilo çalışmalarına başladım. Ve de başarılı oldum. Daktiloyu fevkalade kullanıyorum. Nihayet çok geçmeden depo memuru kadrosu geldi. Ben Recep Beye bu kadroyu daktiloda yazdığım bir yazı ile istedim. Bir müddet sonra beni çağırdı, isteğimi çok haklı buldu.

Cafer SARIKAYA ANILAR

devamı var

 
 

Etiketler: , , ,

BOYABAT YÖRÜK KİLİMLERİ

11.10.2020-Hasan MUSLU BOYABAT- AKYÖRÜK KÖYÜ ARAŞTIRMALARI

KAYNAK: Yusuf DURUL YÖRÜK KİLİMLERİ/1977 baskı

Kilim ve çuval heybe resimleri: Hasan MUSLU

Orta Asya’dan göç ederek Anadolu’ya gelen ve göçebe hayatı yaşan Yörükler, gittikleri yerlerde de eski hayat tarzlarını devam ettirmişlerdir. Zaman içerisinde bir kısmı yerleşik hayata geçmiş, bir kısım Yörükler de yaylak ve kışlaklarda hayatlarını sürdürmüşlerdir.

 Yörükler hayatlarını devam ettirirken hayvan besler, sebze yetiştirir, giyim eşyalarını da kendileri dokurdu. Bu dokudukları giyim eşyalarını büyük şehirlere köy ve kasabalardaki pazarlara iner ürünlerini satarak ihtiyaçlarını alırlardı.

Akyörük köyünde 1965 öncesi hemen, hemen her evde bir ıstar dokuma tezgâhı bulunup, çuval ve kilim dokumacılığı yapılarak pazarda satılır gelirinden aile bütçesine destek katılıyordu.

 Köyde kilim dokuyucu kadınlar bu işe ıstar dokumak derler. Istar nedir diye baktığımızda “Çıkarma, çıkarılma, döndürme” anlamına gelmektedir. Yani bir resmi veya bir motifi dokuma üzerine çıkartılarak resmetme anlamına gelmektedir. Eski Türkler ıstar değil de dastar dokuma diye söylendiğini öğreniyoruz.

Boyabat’a bağlı çok sayıda Yörük taifesine bağlı köyler bulunmaktadır. Bu köylerden sadece Akyörük köyünde, kilim, heybe ve çuval gibi dokumacılık yapılırdı. Değişen hayat şartlarına göre 1970 yıllarda Akyörük köyünde de dokumacılık işi bırakılmıştır. Istar tezgâhlarında kilim, heybe ve Çuval el dokumacılığı yapılırdı.

Çuvallar çeşitli ebat ve derinlikte olur bunlar un buğday koyup muhafaza etmek ve taşımak için kullanılır. Bilindiği gibi heybeler ise at, eşek ve katır gibi hayvanların sırtında yük taşınmasında kullanılıyordu. Bu gün Akyörük köyün de bulunan dokuma kilim ve heybelerdeki sağlamlık,  motiflerdeki renkler aynı canlılığını korumaktadır.

Dokuma sanatı başlangıcında hayvan hayatından doğmuştur. Eğrilen yünler boya ve motiflerin düzeni ile içinde bir mana kazanıyor. Dokumayı yapanın dokumada hayatı ruhu, sevinci kaderi, ümidi göze çarpar. Dokuma motifleri birer mesaj karakterindedir.

Bu gün bahse konu motif ve şekiller Türkmen Yörük gibi aşiret ve obaların çevresinde görülmektedir. Akyörük köyünde dokunan kilim ve heybe motifleri Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Yörük ve Türkmen kilim motifleri ile benzerliktedir..

Motifler nasıl doğmuştur ne anlama gelir diye bakıldığında başta 24 oğuz boyların damgalarında kullanılan şekiller olduğunu görüyoruz.

 Oğuz boyları sahip oldukları mal ve eşyaları karışmasın diye sorun yaşanmasın diye bu şekillerin(ongun) vurulması kural haline gelmiş. Kullanılan bu ongunlar bu günlere kadar taşınmış halı kilim ve heybelerde işlenerek anlamını korumuştur. Bu şekiller dışında Türk boyları hayvan, bitki ve değişik motifler kullanmışlardır.

Istar tezgâhı basit bir düzenekle çalışmaktadır. Sağlam tutturulmuş iki direk arasına kendi akıllarınca yaptığı bir düzenek.

Üstten ve alttan sağlam bağlantıları ile dokuma yapılacak tezgâh gergin ve gevşek hale gelmesi ayarlanır. Dokuma yapılabilmesi için Kirkit vurularak dokuma yapıldığı için tezgâh üzerindeki iplerin gergin hale gelmesi gerekmektedir, gevşek olmaması gerekir. Eğer gevşek olursa tezgâhın üst bağlantısı çevrilip gerilmesi sağlanarak ayar yapılır.

 Kirkit, ağaçtan yapılmış tutacak sapı olup, ön kısmına sık aralıklarla diş açılarak yapılan tokmak biçiminde bir alettir.  Anadolu’nun bazı bölgelerinde (kerkit) Gaziantep Avşar, Türkmen ve Yörüklerde aynı manaya gelen kirkit şeklinde kullanılmaktadır.

Bize bırakılan kültür emanetlerinden olan el dokuması YÖRÜK KİLİMLERİ
renklerini ve canlılığını koruyor.

Dokunulan her kilimde, her heybede Türk insanın yaşam biçiminin gelenek ve göreneklerinin estetik bir dille anlatımıdır.

 Çocukluğumuza görürdük. Yaşlı ebelerimiz ipleri büyük bir kazan içine koyup kök boyalarla veya şehirden aldığı boyalarla kaynatıp boyanın tutuğu anlaşılan iplik demetleri kazandan alınarak duvarlara asılıp kurutulurdu. Renklerin elde edilmesini çoğu zaman kendi tecrübeleriyle bulmuşlardır.

Kök boya elde edilişinde bazı bitkiler kullanmışlardır. Bildiklerim,

Ceviz yaprağı, Tetire yaprağı, Kızamık kökü, kabalak otu, soğan kabuğu bunlardan bir kaç örnekleri. Bu bitkilerden elde edilen boyalar hiç rengini kaybetmeyip hala aynı renklerinde duran kilimler vardır.

Bu kilimlerde,
Göz nuru, emek var
Bu kilimlerde boyanın tutmasında ebelerin zekâsı var
Bu kilimlerde Kirkit seslerinin nağmeleri gizli
Bu kilimlerde özümüzü kimliğimizi okursunuz.


Bu kilimlerdeki her motif

Asya bozkırlarından taşınan adrestir.

KAYNAK

Türk kilim motifleri: Yusuf DURUL

Anadolu kilimlerinden örnekler: Yusuf Durul

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Ekim 2020 in sinop kilimleri

 

Etiketler: , , ,

BABAMIN EL YAZISI ANILARI

09.10.2020-BİLKE

CAFER SARIKAYA ANILAR

Arkadaşım Şükrü Zonguldak’ta çalışıyor, köye izine gelmiş. Ona yakın davranıyorum ki belki ben de Zonguldak’a giderim. Bir gün bana “Zonguldak’a götürmem için biraz bal lazım, bizim Gül Ağaya gidelim hem oturur sohbet ederiz varsa da biraz bal alırız” dedi. Ben hiç olmaz der miyim, bana da konuşmak için fırsat çıktı, gittik Gül Ağanın yanına.

O da evdeymiş. Gül Ağa ile işimiz biti ve Şükrü ile birlikte dönüyoruz. Yukarı oluktan aşağı inerken arkadaşıma “ben paraya sıkıştım, Bafra’da kazandığımı kızmasın diye babama verdim” dedim. Sonra koşarak eve geldim. Ne aksilik ki babam gene evde yoktu. Sabah bir kalabalık gördüm, “bu insanlar neden toplanmış” dedim.

Çifte gideceğim, komşu geldi “Cafer bir yere gitme caminin yanına gel” dedi. Gittim caminin yanına oradaki insanlar bana başka türlü bakıyorlar, sanki suçlu gibi. “Cafer bu işin içinde sen de varsın, tutuklu arkadaşlarının yanında bir takım izler bulunmuş” dediler. Anlayamadım, bir olay olmuş ama ne olmuş. Beni de süzdüler, yara bere var mı diye kontrol ettiler, olmayınca serbesttim.

Babam köye geldi “tutuklu arkadaşlarını koyuversinler” dedi. Onlar sarhoşken Hacer yengenin arı kovanlarına sarnıçtaki suya götürüp boşaltıp ballarını almışlar. Çünkü arılar suya boşaltınca zarar vermezler.

El ve yüzlerinde arı izlrti varmış, bende görülmedi. Zaman sonra köye jandarma geldi hepimizi karakola aldı. Ben gezdiğim yerleri anlatıyorum, arılardan haberim yok diyorum ama gene suçlandım. Hacer Yenge de bana eskisi gibi bakmadı. Bu işi kim yapmış halen bilmiyorum. Arkadaşlarımın yüzünden ben de zarar gördüm. Hacer Yenge, Şerife Yenge’ nin annesi. Aradan epeyce zaman geçti, ben hala köyden kaçmak istiyorum. Ama bu sefer karımdan çocuğumdan habersiz değil. Belki de babama da söylemeyi düşünüyorum. Her şeyi kuruluğa alayım, evin kışlık işlerini yapayım öyle söylerim diyorum. Kezban dedesinin evi İmamgilde üstelik kıza da hamile. yıl 1956.

Bir gün evde babam oturmuş mısır soyuyor. “Baba” dedim “ben bu sefer sizden izin istiyorum. Bu böyle olmayacak izin ver de gideyim” dedim.   Babam başladı ağlamaya, ben de ağlıyorum. Ama babam bir yerimi kırmadı diye de şükrediyorum. Allaha şükür ben gene düştüm yollara.

Hanım karnı burnunda, doğumu yakın. Bizim evde kalsa hamileymiş kimin umurunda. Üveylik var, işten güçten, ağır kaldırmaktan karnını doyuramıyor. Dayısının evine gitmiş, orada doğumu bekliyor. Ahmet ve kazım dayı ile birlikte konuşmalar yaptık. “Ben şöyle bir dışarı gideyim bir bakalım mevlam ne gösterecek” dedim. Onların, Kezban’ın ve babamın da müsaadeleri ile ben Sinop’a geldim.

Doğruca eskiden durduğum yani Asmakaya’ların yanına gittim. “Acaba bana iş bulabilir misiniz, yardımcı olur musunuz” dedim. “Yok”dediler, ben piyasada çalışmaya, gemiden gaz yağı tenekesi boşaltmaya, arabalara çimento doldurup boşaltmaya başladım. Handa yatıp kalkıyorum. Hana para, iş yapınca üst baş rezil oluyor, hadi git hamama oraya para, karnımı doyuruyor yiyorum. Geriye bir şey kalmıyor. Kendi kendime “Cafer bu iş böyle gitmeyecek, sen şöyle eli ayağı düzgün kravatlı fötr şapkalı birini görürsen kaçırma” dedim.

Tam da denk geldim bir gün. “Beyim ne olur hem ben, hem karım ve çocuğum perişanız. Ne olursunuz bize yardım elinizi uzatın. Yani bize bir ekmek kapısı açın. Ben çalışmaktan yılmam, her türlü işi de becerebilirim. Askerde muhabereciydim, bonservisim de var. Hemen okul dışı diploma da alabilirim”. Dilim bayağı iyi ötüyordu. Giriştiğim bu yolda bayağı ilerleme kaydettim. Hep görüştüğüm kimselerde aynen düşündüğüm türden kişiler. Hemen hepsi de beni dinleyip derman olmak istediler. Mesela emniyet müdürü “oğlum seni hastaneye koyalım karın da sen de ikiniz de çalışırsınız. Telefon edeyim dedi.

devamı var…

 
 

DURAĞAN KİLİMİ

A. Yaşar SARIKAYA- 08.10.2020

2006 yılında Durağan’da 3 gün derleme ve araştırma yaptım. Nakış ve desen konusunda ilimizin en zengin ilçesi olduğunu gördüm. Hele mahramada rakibi yoktu. Kadın entarisi önündeki işleme ise bildiğim kadarıyla Türkiye’de tekti.

3 gün boyunca, türkü, hikaye, masal, oyun, giysi ve işlemeler konusunda çalıştım. Dolu dolu geçen 3 gündü. Kameraman, kaynak kişilerle görüşme, soru soran bir tek kişiydim. Amaç kültürümüze hizmet etmekti. Bu güzellikler kaybolmamalı, gelecek kuşaklara taşınmalıydı.

2020 yılında yapacağım kilim sergisi için çekimlerini yaptığım kilim örneklerinin sergide sergilenmesi için çok kişi ile görüştüm. 20 telefon görüşmesi yaptım ama sonuç alamadım.

Sergide eski kamera çekimlerinden fotoğraf çektim ve sergiledim.

Durağan’de HEYBELİ denen heybe
Durağan torba
Durağan kilim

Durağanlı, çalışkan bir hukuk öğrencisi ile görüştüm. Bizim için köyünden bilgi topladı ve bize ulaştırdı. Bu araştırma için Ülkünur ERDOĞAN’A çok teşekkür ediyoruz.

Durağan’da Üçlü Dokuma

Ülkünur ERDOĞAN- ANKARA UNV. HUKUK ÖĞRENCİSİ


Sinop’un Durağan ilçesinde Durağan çuvalı, heybesi ve torbası olmak üzere üçlü bir takım dokurlarmış. Bunlar hakkında bilgi edinmeye çalıştım. Durağan ilçesinin Aşağı Karacaören köyünde yaşadığım için bilgi toplama ve araştırma işine kendi köyümden başladım. Köyümüzün kuruluşunun çok eskiye dayanmamasından ve köyümüzün Durağan merkeze çok yakın olmasından dolayı köyümüzde dokuma işleri geri plana atıldığından çok fazla bilgi toplayamadım.

1955 doğumlu Hatice Çetin ile bir sohbet gerçekleştirdim. Köydeki gençler olarak biz Hatice Ebe diyoruz. Hatice Ebe bana bildiklerini şöyle anlattı:
“Kızım, ben sadece bir kere annemle torba dokumuştum. Torbayı büyük yün saçaklardan yapmıştık.
Boyutu 80 ilmeğe 80 ilmekti. Her ilmek 4 düğümden oluşuyordu. Başka bir şey hatırlamıyorum. Bizim köylerde böyle şeylerle uğraşılmaz. Bunları dağ köyündeki kadınlar yapardı önceden. Durağan’da oturan bir tanıdık yapardı ama o da 3 sene önce rahmetli oldu.”
Hatice Ebe’nin gelini 1977 doğumlu Mükerrem Abla ise şöyle dedi:
“Önceden Kızılcepet köyünde yapılır diye duyardık ama o köy bize çok uzak hiç bilmiyoruz ki hâlâ yapılır mı yapılmaz mı? Bir de önceden Durağan Halk Eğitimde dokuma kursları açılmıştı ama biz gidemedik. O kurslara kim gitti kim öğrendi hiç bilmiyoruz.”

Kendi köyümden toplayabildiğim bilgiler bu kadardı. Beybükü, Ortaköy, Dağdelen gibi farklı köylerlerde olan ilkokul arkadaşlarım Betül Güngör, Ayşe Özlü, Gamze Nur Kabakçı gibi arkadaşlarım da benim için
kendi çevrelerinden bilgi toplamaya çalıştılar ancak onlarda bir bilgi edinemediler. Sanırım bir kültür daha yavaş yavaş yok oluyor.
Ülkünur ERDOĞAN

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Ekim 2020 in sinop kilimleri

 

Etiketler: , ,

ASIRLAR BİR GÜNE SIĞDI

Sinop yün kilimleri tavan aralarına, çöplere atılırken gönlümüz razı olmadı. Biz kıymet bilemedik. Doğaya değer veremedik kirlettik. Mevsimler değişti, nasıl ki Orta Asya göldü çöl oldu; Arabistan göldü çöl oldu. Küresel ısınma bu gün de gidişin yönünü gözümüze soka soka işaret ediyor.

Hor kullandığımız doğa için her birimizin alacağı önlemler var. Doğayı tüketmek yerine, doğa ile birlikte üretmek. Doğal yöntemlerle üretilen yün kilimlerini nasıl değerlendirmeliyiz konusunda ufuk açmak, yol göstermek amacı ile yıllardır ön çalışma yaptık.

Gerçek yaşam hikayesi sergi temamız içinde yerini buldu, kahraman isimleri değiştirildi ve köy isimi özellikle yazılmadı okuyun romanın sayfalarını

Köylerde yaptığımız derleme ve araştırma çalışmalarında, kilimler, heybeler, giysiler ve tüm diğer konularda bilgiler topladık. Kilimlerin günümüzde  kullanılması için sergi planladık. Sergi bilindik bir sergi yerine, kilimin taşıdığı yoğun ağırlıkları içinde taşıyan bir sergi olmalıydı.

Fotoğrafta görülen çantayı hazırladık. Dikmen Kuzalan Köyü Kilimi üzerine SİNOP BEŞİK ÖRTÜSÜ DÖKME DESENİ uyguladık. Hem beşik örtüsü dökmesi kaybolmayacak, hem kilim değerlenecek, hem de yaşamda kullanılacak ürün haline gelecekti.

Yaşanmış gerçeklikler hikayeleşti ve hızardişi nakışı kilimde buluştu hikaye roman oldu teması ile

Kadınlarımız, bu gün de eski analarımız gibi üreten, yaratıcı, güçlü olmalıydı. Gündüz tarlasına koşan, bağ bahçe işi yapan, akşam hayvanlara bakan, evin yemeğini hazırlayan sonra da tezgaha oturup kilim dokuyan kadınlarımıza saygıyla sergimizin adını belirledik.

“KADIN İÇİN DOKUDU, KİLİMİ ROMAN OLDU”

Teması ile  “KAYBOLAN NAKIŞLAR KİLİMLE BULUŞTU” alt başlığında çalışmalarımızı yürüttük.  Geçmişin hatırası, kadın emeğinin ürünü kilimler, kadınlarımızın duygularının çektiği acıların aynasıydı.

03.10.2020 günü asırların emeklerini bir günlük zaman dilimi içinde topladık. Bizi yalnız bırakmayan dostlara ve katılımcılara çok teşekkür ediyoruz.

Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin MİNOĞLU sergimizde

Sergimize çiçek gönderen Sinop Milletvekili Sayın Barış KARADENİZ’E, Belediye Başkanı Sayın Barış AYHAN’A, üyesi olduğum Şairler ve Yazarlar Derneği’ne çiçekleri için teşekkür ediyoruz.

18 MAYIS 1919 ANISINA düzenlediğimiz BİLKE 5. HALKBİLİM ÖDÜLLERİNİ covid19 nedeniyle verememiştik. Sergimizde ödülleri sahiplerine teslim ettik.

4K KÖY KENT KÜLTÜR KÖPRÜSÜ KATEGORİSİ YÜCEL-AYLİN DEMİRHAN
HALK ANKETİ ÖDÜLÜ
SEVİM ÜNALDI
SİNOP ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK ÖDÜL PROJE EKİBİ
BİLKE ONUR ÖDÜLÜ ERKAN TURAN

DÜNYA HALK KÜLTÜRÜ EDEBİYAT KATEGORİSİ ÖDÜLÜ- İLYAS TUNÇ

SİNOP HALK KÜLTÜRÜ DERLEME VE ARAŞTIRMA ÖDÜLÜ

BURHANETTİN TUNÇ

BİLİMSEL FOTOĞRAFÇILIK ÖDÜLÜ- TÜLİN DİZDAROĞLU

 

Etiketler: ,