RSS

Aylık arşivler: Kasım 2018

AKASYALAR AÇARKEN

Şafak Gündüz SARIKAYA-SİNOP VE BEN

Bir okul hayal edin.

Bahçesinde top oynayan çocuklar,

Ve yine o bahçede akasya ağaçları olan,

Ve bu ağaçlar baharda, mis gibi kokusunu salsın havaya,

Burnunuzu, havada uçuşan polenler bir güzel kaşındırsın.

 

İşte benim okulum tam böyle bir okuldu. Yalnız polenler, hapşırtırdı hep beni. Okulun bahçesinde deli gibi bir topun peşinde bir o yana bir bu yana koşturur dururduk, top akasya ağaçlarının arasına kaçtığı zaman, o müthiş kokusunu hissederdiniz ve akasya ağaçları tüm ihtişamları ile rüzgarla beraber salınarak uğuldardı.

Tam o ağaçların karşısında, dörtlü beşli gruplar halinde kız çocukları çeşitli oyunlar oynardı. Biz top peşinde koşarken, akasyanın kokusu, kızların sesi bizimkine karışır, biz de birbirimize bağırır gol, penaltı, faul derdik ve o esnada kızlardan da;

O sallar bebek, o sallar bebek,

Bebekler hep fır döner.

Diye tekerlemeler duyulurdu. Top onların tarafına gidince bizden çekilsene be, git buradan gibi çıkışmalar olur ama daha sonra tatlıya bağlanır herkes oyununa devam ederdi. Ama kızlar kendi evlerinin önünde oynuyorlardı aslında evet burası Kız Yetiştirme Yurdu idi ve bu kızlar da bu yurdun öğrencileriydi. Burası onların eviydi.

Okulun büyük bahçesinin diğer tarafında bir öğretmenin sesi yankılanırdı, bağıra, bağıra:

“Ulan Hasan’a Ulan Hasan’a,

Danalar girmiş bostana, kovalasana.”

Yine öfkeyle “n’apıyonuz ben size ne dedim? “ Okulun bando takımına o yıllar başlamıştım ve trampet çalıyordum aslında eğlenceli gibi gözükse de; yetişkinler için hazırlanmış bu trampetleri taşımak küçük bir çocuk için oldukça yorucuydu. Öğretmen bir gün annemi görmek istedi, evimiz okula çok yakındı, koştum, gittim annem de yemek yaptığı için gelemeyeceğim dedi. Bu sinirli öğretmene nasıl anlatacağım derken imdadıma okulun bahçesindeki bir kız yetişti, “ablası Yurt’ta öğretmen, onu çağıralım” dedi, o günden sonra o yurda girip çıkarken bir sürü ablam olmuştu.Ellerimden tutup beni küçük kardeşleri gibi gezdirirlerdi. Burası çok kalabalık bir aileydi aslında. Yetiştirme Yurdu, Rumlardan kalma eski bir binaydı, tarihi çok eskiydi. Kızlar, Müdür Baba’larını çok severlerdi. Düşünsenize yüzlerce kız ve tek bir babaları var. Bir çocuk gözü ile; Müdür Baba, bence bu sevgiyi ve saygıyı hak ediyordu. Onlarca öğretmenleri, Müdür Babaları ile beraber kalabalık bir aileydiler ama 18 yaşına gelince Yurt’tan ayrılmak zorunda kalıyorlardı.

Yurt’ta, Ayşe isminde bir kız vardı,saçları kısaydı. 14-15 yaşlarında idi, kulakları işitmesine rağmen ancak bir iki kelime konuşuyordu.  Melekelerini normal kullanabilen biri değildi.  Bazen, diğer kızlar bana yardım ediyor diye, beni zaman zaman da kıskanırdı. Aradan yıllar geçti, İstanbul’da  E-5’in kenarındaki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gitmiş ve hayatı burada sona ermişti Zaman zaman İstanbul’un metropol hayatı içinde, kalabalık ve boğucu havasının aksine, sakin ve huzurlu bir ortam sunan Hastanenin de içinde bulunduğu geniş alana, gelip, ağaçların arasında oturur ve yürürken, Ayşe kim bilir nerede yatmıştır ve hayatı nerede son bulmuştur diye düşünmüşümdür, zira burada nice hikayeler vardır, ve neler yaşanmıştır.

Kız Yetiştirme Yurdu, yanılmıyorsam, 1984’te kapatılmış ve oradaki kızlar Rize’ye gönderilmiş. Zaman zaman Sinop’ta bir araya geldiklerini, eski öğretmenleri ve Müdür Babaları ile buluştuklarını da biliyorum. O tarihi bina restore edilmiş, tıpkı yan tarafındaki okul gibi. Binalar değişmiş, akasyalar kesilmiş ama ağaçların, eski binaların ve seslerin ve her santimetrekaresini ezbere bildiğim oyun alanı tamamen değişmişse de; hafızama kazındığı kesin.

Sinop’ta, okul bahçesinin önünden geçerken kulağıma bir ses gelir ve kızlar hep beraber seslenirler;

“Mor mor menekşeler,

Bizden size kim düşer?”

Sizi bilmem ama benim yüzüme, hafif bir tebessüm düşer.

 

ŞGS

 

 
 

Etiketler: , , ,

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN

“ÖĞRENME ve ÖĞRETME” sanatın eşsiz ve sınırsız bir alanıdır.

Pervin Öğretmen ve öğrencileri İstiklal İlkokulu Müdürü İsmail Baş ile

Anadır öğretmen, bebek karnında sürecini tamamlarken . Psikolojisi, bulunduğu ortam, düşünceleri ve işlem alanları minik yavruyu etkiler.  Anne karnında başlayan öğrenme, hayat boyu devam eder. Evrenin  maddesel yapısındaki “bilincin  öğretisi”de büyüleyicidir. “Öğretme” evrendeki canlı cansız tüm varlığın iç içe olduğu gizemli bir sanat ve ideal bir meslektir. ÖĞRETMEN, birey için değerli olduğu kadar ülke için de  çok değerlidir. SELAM ÖĞRETMENLERİMİZE, SELAM ÖĞRETMENLİĞİ HAKKI İLE YAPANLARA…

Anadolu’nun dört bir yanına ulaşan öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN..BİLKE…

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Kasım 2018 in Eğitim

 

Etiketler: , ,

ZEYTİNLİK VE ÇOCUK

Şafak Gündüz SARIKAYA- 2018

ZEYTİNLİK

Küçük çocuk, annesinin elini sıkı sıkı tutuyor, salaç* diye adlandırılan bu yerde baharın gelişini kutlayan sağlı sollu yayılmış sümbüller arasında annesi ile beraber yan yana yürüyorlardı.Sümbüller, sanki biraz mahzun ve boynu bükük duruyor gibiler diye düşündü çocuk, annesinin elini bırakmadan daha sonra yola devam ettiler. Yol boyunca hiç konuşmadılar. Patika yol bir aşağı bir yukarı gidiyordu, yine yol üstünde tümsek bir yerde bir su deposu vardı Uzaktan orada sağa sola koşuşan çocuklar ve onların şen kahkahaları, heyecanla uçurtma uçuruşları fark ediliyordu.

O tümsekte yine başka bir çocuk tam o esnada etrafındaki bir sürü papatya arasında yere sırt üstü uzanmış gözleri uzaktaki denizi takip ediyordu. İçinden şu zeytin ağaçları arasında, uzakta da deniz ve hatta iskele ve hatta bir şilep, bir de gürültüsü, ensemde de hafif bir ter, kulağımda uçurtma uçuran çocukların sesi, gülüşmeleri bir insan daha başka ne isteyebilir ki diyordu. Burası onun çok mutlu olduğu yerdi. Hani ona sorsalar nerede olmak istersin ve hangi anı yaşamak istersin diye işte bu anı diye cevap verirdi halbuki tümsek sıradan bir yerdi ve ne bulurdu bu çocuk nesinden bu kadar haz alırdı bilinmez. Canı ne zaman sıkılsa orayı ve o anı düşünüp kendini avuturdu, mutluluğun somut ifadesi işte bu derdi.

Zeytin, deniz ve uçurtma uçuran çocuklar…

Anne ve çocuk yollarına su deposuna geçerek devam ettiler, köşede bir bahçe katı vardı ve önünde rengarenk çiçekler vardı o çocuk gözüyle o alelade yere bir masalsı hava katardı. Laleler mis gibiydi, çünkü oranın çiçekleri ayrı kokardı ya, Zeytinlik’ti burası. 2 odalı evden orta boylu bir kadın çıkıp anneye selam verdi ve çocuk masum gözlerle onları takip eder, annesine sürekli abla diyen kadını hayranlıkla izlerdi evinin önünde çiçekler vardı ve Yüzüklerin Efendisi’nin Shire Köyü gibi bir yerde olduğu hissine kapılırdı, aradan yıllar geçip o zavallı kadının sokaklarda sayıklayıp önüne gelene küfürler savurduğunu gördüğünde önce kabullenemez ona deli demelerine bozulur fakat gerçekten de bu kadıncağızın zıvanadan çıktığını görünce üzülerek delirdiğine kanaat getirip ve bir o kadar da müteessir olacaktı. Hayat böyleydi, yapacak bir şey yoktu.

Yaşadığı sokaklar, lakabı deli olan daha birçok kişiye şahit olmuştu. Onlardan biri tam deli denmese de; eksantrik, aykırı dense yeriydi. Aykırı olduğu kesindi. Adı Tarzan Kemal’di. (Tarzanlık Johmmy Weismüller ile karıştırılmasın yaz kış yarı çıplak dolaşmasından kaynaklıdır.) Gözleri çakmak çakmak ve sinirli, sarışın uzun saçları olan yarı çıplak bir adam bir bahçenin içinde kimi zaman elinde bir orakla bahçedeki otları biçer kimi zaman da bahçedeki ağaçların bakımı ile uğraşırdı ama o kadar sert bakardı ki; bizim çocuk için bir karabasan, bir umacı gibi görünen bu tuhaf adamı, çocuk ne zaman görse korkmadan edemezdi. Zaman zaman elinde küçük bir akordeon ya da davulla dolaşır yanında da, mutlaka bir iki köpek olurdu. Ancak bu garip adamın içinde bir hayat sevgisi olduğu, doğaya aşık olduğu, hayvanları çok sevdiği insanları da zerre kadar umursamadığı ise çok zaman sonra fark edildi. Çocuk büyüdüğünde bu yönünü keşfedecek ve ikisi çok iyi anlaşacaklardı.

Yıllar, yılları kovaladı. Önce uçurtmalar semalardan indi, sonra da o çocukların şen kahkahaları kayboldu. Tarzan Kemal de öldü, Deli Cemile de. Su deposu bile yok olmuş etrafını apartmanlar kaplamıştı, öyle yere uzanacak ve denize bakacak bir yer de yoktu Zeytinliğe adını veren zeytinlerden eser yoktu artık.

Kala kala bir boynu bükük mor sümbüller kaldı elimizde.

Şafak Gündüz SARIKAYA

 

*Salaç:Tütün yaprağının kurutulduğu yer, çardak.

 
 

Etiketler: , , ,

SİNOP ADI VE AB-I HAYAT

HAYNUP VE SİNOP 

Bu gün bilinmemesine rağmen, Saltık Gazi Destanında Sinop adı Haynup olarak geçer. Profesör Necati Demir’in Osmanlıca el yazmasından çevirdiği “Saltuk Gazi Destanı”, 2007 yılında basıldı. Haynup adını ilk bu destanla duyduk. Bu destandaki olaylar zaman ve mekan kurgusu açısından çok zengindir.

Bu gün dünyada Karayip Korsanları, Harry Potter, Kara Şövalye ve Don Brown filmleri izlenme rekorları kırmaktadır. Hey güzel Anadolu, hangi toprağına değsem içinden cevherler çıkacak, hangi kahramanı ansam romanlara filmlere konu olacaktır. Konular hazır, sunulmayı beklemektedir. Bilişim teknolojisinin seviyesine paralel çalışmalarla, bu değerleri mutlaka dünyaya duyurmamız gerekmektedir.

Destanda Saltuk Gazi’nin Sinop’ta doğduğunu, İzzettin Keykavus döneminde yaşadığını, eşinin ailesinin Sinop’ta bulunduğunu ve Sinop’ta gömüldüğünü yazar. “Destan 1470’li yıllarda halk arasında anlatılmaktayken Cem Sultan’ın dikkatini çeker ve hizmetindeki Ebü’l Hayr-ı Rumi’yi görevlendirerek bunu yazdırır.[1] Destandaki Saltık Gazi Efsaneleri, üç kıtaya ulaşmasına rağmen Sinop halkı o efsaneleri bilmemektedir. Destanın Türkçe çevirisi yayınlandıktan sonra, Durağan ilçesi Yağbasan köyünde bir tarlanın Saltuk Gazi adı ile anıldığını duyan ziraat mühendisi İbrahim Irmak, tarlada bulunan yatırın Saltuk Gazi’ye ait olduğunu tespit etmiştir.

Değinmek istediğim esas konu, Haynup adının Sinop’a verilmesi, fakat bu adın hiçbir yerde anılmamasıdır. Emir Karatekin 1085’te Sinop’u almıştır, ama kısa süre sonra Bizanslılar ili tekrar ele geçirmiştir. Sinop ancak 1214 yılında, Konya’dan gelen İzzettin Keykavus tarafından tamamen alınmıştır. Destanda yazılanlara göre, Saltık Gazi bu tarihlerde Sinop’tadır. Selçuklu Sultanı Sinop’u tamamen ele geçirdiği için, isim değişikliği konusu gündeme taşınmış olabilir. Hay+nup sözcüğündeki ‘nup’, ‘ab’ hecesinden gelmektedir. Sine Farsça’da gönül, göğüs demektir. Bugün de dilimizde aynı anlamda kullanılır. Ab ise Farsça su anlamına gelir.[2] Sinop adı bu ifadelerle, suyun göğsü anlamını alır. Hay, Arapçada hayat ve diriliktir. Haynup adı da, hay+(n)+ab her an canlı diri ve taze su, yani ab-ı hayat anlamına gelir.

Başlangıcı çok eski olan Sinop adı, zamana meydan okuyarak bugünlere dek yaşamıştır. Anlamı Karadeniz’in içinde süzülen yapısına çok uygundur. İki heceli Sinop kelimesi bize, suyun içindeki şehir, suyun sinesi, suyun göğsünü anlatıverir. Haynup adını her kim vermişse, hayat suyu veya ab-ı hayat ile suyun göğsü anlamını daha da güçlendirmiştir. Sinop için efsaneler şehri diyenler gerçekten güzel söylemişler.

KAYNAK: Bir İnci Memleketim/ Yaşar SARIKAYA-2010/s: 42,43

[1] Saltık Gazi Destanı- Prf Dr..Necati DEMİR- Ankara- 2007

[2] Kamusi Turki  sözlüğü

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Kasım 2018 in Sinop Adı

 

Etiketler: ,