Şafak Gündüz SARIKAYA-SİNOP VE BEN
Bir okul hayal edin.
Bahçesinde top oynayan çocuklar,
Ve yine o bahçede akasya ağaçları olan,
Ve bu ağaçlar baharda, mis gibi kokusunu salsın havaya,
Burnunuzu, havada uçuşan polenler bir güzel kaşındırsın.
İşte benim okulum tam böyle bir okuldu. Yalnız polenler, hapşırtırdı hep beni. Okulun bahçesinde deli gibi bir topun peşinde bir o yana bir bu yana koşturur dururduk, top akasya ağaçlarının arasına kaçtığı zaman, o müthiş kokusunu hissederdiniz ve akasya ağaçları tüm ihtişamları ile rüzgarla beraber salınarak uğuldardı.
Tam o ağaçların karşısında, dörtlü beşli gruplar halinde kız çocukları çeşitli oyunlar oynardı. Biz top peşinde koşarken, akasyanın kokusu, kızların sesi bizimkine karışır, biz de birbirimize bağırır gol, penaltı, faul derdik ve o esnada kızlardan da;
O sallar bebek, o sallar bebek,
Bebekler hep fır döner.
Diye tekerlemeler duyulurdu. Top onların tarafına gidince bizden çekilsene be, git buradan gibi çıkışmalar olur ama daha sonra tatlıya bağlanır herkes oyununa devam ederdi. Ama kızlar kendi evlerinin önünde oynuyorlardı aslında evet burası Kız Yetiştirme Yurdu idi ve bu kızlar da bu yurdun öğrencileriydi. Burası onların eviydi.
Okulun büyük bahçesinin diğer tarafında bir öğretmenin sesi yankılanırdı, bağıra, bağıra:
“Ulan Hasan’a Ulan Hasan’a,
Danalar girmiş bostana, kovalasana.”
Yine öfkeyle “n’apıyonuz ben size ne dedim? “ Okulun bando takımına o yıllar başlamıştım ve trampet çalıyordum aslında eğlenceli gibi gözükse de; yetişkinler için hazırlanmış bu trampetleri taşımak küçük bir çocuk için oldukça yorucuydu. Öğretmen bir gün annemi görmek istedi, evimiz okula çok yakındı, koştum, gittim annem de yemek yaptığı için gelemeyeceğim dedi. Bu sinirli öğretmene nasıl anlatacağım derken imdadıma okulun bahçesindeki bir kız yetişti, “ablası Yurt’ta öğretmen, onu çağıralım” dedi, o günden sonra o yurda girip çıkarken bir sürü ablam olmuştu.Ellerimden tutup beni küçük kardeşleri gibi gezdirirlerdi. Burası çok kalabalık bir aileydi aslında. Yetiştirme Yurdu, Rumlardan kalma eski bir binaydı, tarihi çok eskiydi. Kızlar, Müdür Baba’larını çok severlerdi. Düşünsenize yüzlerce kız ve tek bir babaları var. Bir çocuk gözü ile; Müdür Baba, bence bu sevgiyi ve saygıyı hak ediyordu. Onlarca öğretmenleri, Müdür Babaları ile beraber kalabalık bir aileydiler ama 18 yaşına gelince Yurt’tan ayrılmak zorunda kalıyorlardı.
Yurt’ta, Ayşe isminde bir kız vardı,saçları kısaydı. 14-15 yaşlarında idi, kulakları işitmesine rağmen ancak bir iki kelime konuşuyordu. Melekelerini normal kullanabilen biri değildi. Bazen, diğer kızlar bana yardım ediyor diye, beni zaman zaman da kıskanırdı. Aradan yıllar geçti, İstanbul’da E-5’in kenarındaki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gitmiş ve hayatı burada sona ermişti Zaman zaman İstanbul’un metropol hayatı içinde, kalabalık ve boğucu havasının aksine, sakin ve huzurlu bir ortam sunan Hastanenin de içinde bulunduğu geniş alana, gelip, ağaçların arasında oturur ve yürürken, Ayşe kim bilir nerede yatmıştır ve hayatı nerede son bulmuştur diye düşünmüşümdür, zira burada nice hikayeler vardır, ve neler yaşanmıştır.
Kız Yetiştirme Yurdu, yanılmıyorsam, 1984’te kapatılmış ve oradaki kızlar Rize’ye gönderilmiş. Zaman zaman Sinop’ta bir araya geldiklerini, eski öğretmenleri ve Müdür Babaları ile buluştuklarını da biliyorum. O tarihi bina restore edilmiş, tıpkı yan tarafındaki okul gibi. Binalar değişmiş, akasyalar kesilmiş ama ağaçların, eski binaların ve seslerin ve her santimetrekaresini ezbere bildiğim oyun alanı tamamen değişmişse de; hafızama kazındığı kesin.
Sinop’ta, okul bahçesinin önünden geçerken kulağıma bir ses gelir ve kızlar hep beraber seslenirler;
“Mor mor menekşeler,
Bizden size kim düşer?”
Sizi bilmem ama benim yüzüme, hafif bir tebessüm düşer.
ŞGS