RSS

Aylık arşivler: Ekim 2021

SİNOPLU FİLOZOF DİOGENES VE ETİK ANLAYIŞI

27.10.2021-BİLKE

Geçmişten beri, Sinop çokça uygarlığa yurt olmuş, Hitit ile başlayan ve daha bir çok medeniyetin var olduğu bu güzel coğrafya, Mithridates, Diyojen gibi nice ünlüleri konuk etmiştir. Eserleri ve yaşamları ile iz bırakanlar, bu gün de aramızda yaşıyor gibidirler.

Sinop’ta mimari anlamda Osmanlı döneminden kalan eser yok desek yalan söylememiş oluruz. Yazılı eser olarak, Saltuk Gazi Destanı vardır. Selçuklu döneminde yaşanan olaylar Fatih döneminde el yazması olarak bu güne dek bu destanda korunmuştur. Selçuklu ve Beylikler döneminde ise çeşmeler, medreseler ve camiler yapılmış, günümüzde de turizm tanıtımlarında önemli yer tutmaktadır.

Bu gün Diyojen ve etik anlayışı konusunda bir akademik yazıyı sunuyoruz

SİNOPLU FİLOZOF DİOGENES’İN YAŞAMI-Dr. Alper Bilgehan YARDIMCI

Sinoplu Diogenes (Diogenes of Sinope) ya da Kinikli Diogenes’in, M.Ö.404 ya da 412 yılında Sinop’ta doğduğu, M.Ö. 323 yılında ise Corinth1’te öldüğ rivayet edilmektedir.

Sinop’ta doğması sebebi ile Dionegenes of Sinope2 olarak anılmaktadır. Diogenes hayatının ilk dönemlerini, Paphlagonia3 olarak bilinen bir bölgede, Euxine4 denizinin (Karadeniz) güney sahilinin orta noktasında gelişen bir Yunan kentinde, diğer bir deyişle Sinope’de ya da şu anki modern adıyla Sinop’ta geçirmiştir. M.Ö. 5. yüzyıla denk gelen bu dönemde Sinope en
zengin ve refah dönemlerini geçirmiş ve Karadeniz kıyılarındaki en önemli Yunan yerleşimlerinden biri olmuştur (Navia, 1998: 9).


Diogenes, Atina sokaklarında ve pazar yerinde (Agora) insanların yüzüne gündüz vakti fener tutarak dürüst bir insan aradığını söylemesi ile tanınan ve Platon’un “Sokrates’in çıldırmış hali olarak” tanımladığı Yunanlı bir Kinik (chreia) düşünürdür (Laertius, 1925: 6. kitap: bölüm 40).

Diogenes’in doğum yeri olan Sinope şehrinden kalpazanlık yapmasından dolayı sürüldüğü söylenmektedir.
Ancak bazı kaynaklarda, sahte para basan kişinin Diogenes’in kendisinin değil, banker olan babası Hicesias’ın olduğunu belirtilmektedir.
Diogenes’in ise sürülen babasını yalnızca takip ettiği ifade edilmektedir. Ancak, sonuç olarak hangi sebeple olursa olsun Diogenes, Sinoptan ayrılmış ve Antisthenes ile tanıştığı Atina’ya gitmiştir. Diogenes’in filozof Antisthenes’in öğrencisi olduğu söylenmektedir. Diogenes, Anthisthenes’in öğrencisi olmak istediğinde, Anthisthenes öğrenci almak gibi bir alışkanlığının olmadığını belirterek, Diogenes’in isteğini geri çevirmiş ve ondan kurtulmaya çalışmıştır. Ancak Diogenes, ısrarlı ve sabırlı bir şekilde talebini yenilemiş ve sonunda kendisini Antisthenes’in öğrencisi olmaya kabul ettirmiştir. Diogenes’in ısrarcı tavrına
yönelik hikaye, Diogenes Laertius’un “Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri5” (Lives of Eminent Philosophers) adlı kitabında şu şekilde aktarılmaktadır:


Diogenes bir kere Antisthenes tarafından sopa ile tehdit edildikten sonra, ona başını uzatarak, “Hadi vur” demiş ve ardından Antisthenes’e dönerek “bana söyleyecek bir şeyin olduğunu düşündüğüm sürece beni senden uzaklaştıramaya
yetecek sertlikte bir sopanın var olmayacağını” (Laertius, 1925: 6. kitap: bölüm 20‐21) ifade etmiştir. Bu olayın ardından Diogenes onun öğrencisi olmayı başarmış, yalın ve sade bir sürgün hayatı yaşama yolunda ilk adımını atmıştır.

Diogenes’in uzun yıllar yaşadığı ve doksanlı yaşlarını gördüğü düşünülmektedir. Ancak, Diogenes’in ölümünün nedenine ilişkin, diğer birçok konuda olduğu gibi farklı görüşler vardır. Muhtemel ölüm nedenlerinden birisi kendi isteğiyle nefesini tutup hayatına son vermesidir.

Diğer bir yorum ise Kinik yaşam tarzına uygun olarak, Diogenes’in ahtapotu en doğal şekliyle pişirmeden
yemesi üzerine zehirlenip öldüğüdür. Ölüm nedenine ilişkin son görüş ise ahtapotu köpeğin önüne yem olarak koyarken köpeğin bacağını ısırması ve almış olduğu yara neticesinde ölmüş olmasıdır. Sonuç olarak, ölümüne ilişkin nedenler
farklılık gösterse de, Diogenes’in geç yaşında öldüğü bilinmektedir (Dobbin,2012: 69)

Makalenin tamamı: https://philpapers.org/archive/YARSFD.pdf

———
.

1 Peloponez Yarımadası’nın kuzey kıyısında yer alan Yunanistan’da bir şehir.
2 Sinop şehrinin eski adıdır.
3 Paphlagonia veya Paflagonya, Anadolu’nun, Karadeniz’in kıyısında, Pontus ve Bitinya arasında
kalan eski bir bölgedir.
4 Eski Yunancada Karadeniz’e verilen isimdir.

5 Laertius, D. (1925). Lives of Eminent Philosophers, translated by RD Hicks. Vol. 2. Loeb
Classical Library, no. 185.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

İŞTE ORADAN DOĞRU

24.10.2021-ÖYKÜ:Şafak Gündüz SARIKAYA

Abdül, kıvır kıvır kısa siyah saçları ile Afrika’nın kavurucu sıcağında gözlerini kısarak gökyüzüne baktı. Gülmek istiyor, gülemiyordu. Çok yukarılarda uçan bir kuş gördü, biraz sonra gözden kaybetti. Kuşlar ne kadar özgürdüler, istedikleri zaman kanatlarını çırpıp istedikleri yere gidiyorlar diye düşündü. “Bir gün o kuşlar gibi ben de özgür olacağım” dedi içinden.

Bir sesle irkildi Abdül:

 “Gel şunu al, babana götür”.

Çocuk yaşta olmasına rağmen elleri çalışmaktan nasırlaşmıştı, Senegal’in sıcağında bir o işe bir bu işe koşturuyordu. Senegal nehrine yakın küçük bir köy evinde yaşıyordu. Gün içinde o kadar yoruluyordu ki, günün en sevdiği anı uyuduğu zamanlardı. O zaman, yüzünü bile hatırlamakta güçlük çektiği annesini rüyasında görüyor, onunla hasret gideriyordu.

 Abdül annesini çok küçük yaşta kaybetmişti, simasını hayal meyal hatırlıyordu. Geceleri inci gibi beyaz dişleri ve simsiyah gözleriyle sessizce kendi kendine konuşuyordu.

“Bir gün o kuşlar gibi ben de özgür olacağım”.

 O hayat ona sıkıcı geliyordu. Aslında yediği, içtiği yanındaydı, sıkıntısı yoktu denebilirdi ama anne hasreti bambaşkaydı. Abdül yaşlandığında bile bu eksikliği gideremeyecekti, çocukları ve hatta torunları olacak ama annesini asla unutamayacaktı, yerini hiçbir şey dolduramayacaktı.

Günün en sevdiği kısmı düşündüklerini geceleri rüyalarda görmekti. Bir sabah erkenden:

“ Abdül kalk hadi” diyen ses ve tekmeyle uyandığında, çok ama çok korkmuştu. Sabahları artık hep böyle uyandırılacaktı ve yapacağı işler sıralanacak, bunları çabuk ve temiz yapması istenecekti. Kendisinden birkaç yaş büyük bir arkadaşı ile tarlada büyük bir kayayı yerinden çıkarmak için tüm gün uğraşmışlardı. O tarla sürülecekti, ama kayayı yerinden oynatmak zordu. Ellerinde hiç alet edevat yoktu, temin etmek de imkansızdı. Zaten köyleri Mali sınırında ve Dakar’a çok uzaktı.

İşleri bitince arkadaşına:

“Ben bu köyden kaçacağım” dedi o günün akşamı.

 “Delirdin mi sen Abdül, nereye gideceksin, nasıl geçineceksin” dedi arkadaşı Yusuf (Youssouf).

Kısa bir münakaşadan sonra Yusuf’un aklını çeldi ve 2 gün sonra köyden kaçtılar. Trene kaçak binip Dakar’a kadar geldiler. Gece Yusuf Abdül’ün rüyasında konuştuğunu ve:

“işte, oradan doğru”, dediğini duydu. Sabah sordu;

“gece rüyanda işte oradan doğru dedin, ne anlama geliyor?” Abdül ise;

 “Bilmiyorum, gerçekten öyle mi dedim.”

 Kaçakların Dakar macerası uzun sürmeyecek, Yusuf ve Abdül’ün babaları onları bulup köylerine geri getireceklerdi. Fakat Yusuf Abdül’ün uykusunda konuştuğuna tekrar şahit olacaktı. Abdül annesini düşünüp:

 “ah keşke annem hayatta olsa, beni ne güzel uyandırırdı”, diye düşündü.

Hep böyle olmasını istediği halde, bir de üstelik kaçış sonrası sabahları daha sert bir şekilde uyandırılıyor olacaktı.

Abdül hep asırlar önce zincire vurulmuş ve köle yapılmış atalarını düşünürdü. Ben de bir nev’i köleyim aslında, zincirler ellerime ve ayaklarıma vurulmak yerine, ruhuma asılı diyordu kendi kendine. Ne zaman bu prangalardan kurtulursam işte o zaman ruhumu özgür bırakabilirim ve yaralarımdan kurtulurum. Kim bilir belki bir gün o kuşlar kadar özgür olabilirim.

Bu düşüncesini gerçekleştirdi, 21 yaşında Avrupa’ya gitti, Afrika’yı, Senegal’i çok sevmesine rağmen, ruhunu özgür bırakmayı ve kuşlar gibi rota tayin etmeyi tercih etti.

Bir gün Paris’te Eiffel Kulesi’ni arayan birkaç Türk uzun boylu bir siyahi adamla karşılaştılar, dişleri inci gibi beyaz, saçları kır, kocaman elleri ile kararlı gözlerle bakıyordu. Ona soru sordular, o da turistlere yardımcı oldu.

“Eiffel’e şöyle gideceksiniz, işte oradan doğru, önce sağ, sonra direkt.”

Türk turistler, teşekkür ettiler adama, gülüştüler:

” ne kadar yakınmış o kadar çok aradık ki” dediler. Adamın yol ve yer tarifine hayran oldular.

İşte oradan doğru, ilgilerini çekti ve bu söze hep beraber gülüştüler.

Ama “işte oradan doğru” aslında Abdül’dü, Abdül’ün hayat hikayesiydi.

Bir kuş gökyüzünde keyifle uçuyordu.

ŞGS

 
Yorum yapın

Yazan: 24 Ekim 2021 in Uncategorized

 

Etiketler: , , , , , , , ,

BOYABAT 1900 ESKİ KÖY İSİMLERİ

22.01.2021- BİLKE

Türkiye ve dünyada Kültür Tanıtım Fuarlarında zengin Sinop tanıtımının yapılması, eski kültür birikimlerimizin değerlendirilmesi amaçlı hazırlanan bu kitabı UYGAR TÜRKİYE, UYGAR İNSANLIK için sunmaya devam ediyoruz:

ESKİ KAYITLAR- KAYNAK, “Y. SARIKAYA Bir İnci Memleketim-2010, s,14-20”

Eski kayıtlara göre, Boyabat köylerine çok fazla Türkmen ve Yörük göçü yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Aşiret ve Cemaatler isimli kitaptan aldığım bilgi ve belgeler, 203 ile 222 sayfaları arasındadır. Bu bilgiler içinde, Boyabat ve Sinop’a yerleşen Türkmen, Yörük ve Konargöçer topluluklar yer almaktadır.

16. yüzyıl kayıtlarına baktığımızda( sayfa 318), Dodurga, Kiçi Dodurga ve Kayı boyunun Boyabat ilçesine yerleştiğini görürüz. Cumhuriyet Dönemi kayıtlarında,   Şeyhli ve  Bayat[1] boyunun Boyabat’a yerleştiği yazar.

Ala-Yuntlu Boyu ve Boyabat:

“Kastamonu: Bu bölgedeki Alayuntlu oymağı Kastamonu Sancağının Boy Ovası (Boy- Abad) kazasında yaşamaktadır. Bu oymak da Ankara Yörükleri arasındaki Ala-Yuntlu oymağı gibi çok küçük olup ancak 20 vergi nüfusludur.” [2]

Sayın Doç. Dr. S. GÖMEÇ, Boyabat ilçesine yapılan Türkmen ve Yörük göçü hakkında detaylı bir araştırma yapmıştır. Bu çalışmayı, Boyabat sitesinde bulabiliriz.


[1] H. Göktürk, aynı eser, s, 116

[2] Faruk Sümer- Oğuzlar, s, 351

SON TEŞKİLAT-I MÜLKİYE KAYITLARI- BOYABAT

 
 

Etiketler: , , , , , , , ,

DEĞERLER YİTTİ KAOS ARTTI

17.10.2021-BİLKE

Dünyada sanayi devrimi gerçekleştikten sonra, insanlık adım adım doğayı bitirme yolunu izlemiştir. Baskıcı sistemlere karşı tavır alanlar ve baskıcı sistemi destekleyenler arasında küreselleşen dünyayı kurtaracak yöntemler bilinmesine karşın, yöntemler aktif olamamıştır.

Her dem bilinen fakat geçerli yöntemlere işlev kazandırılıp uygulanamayan bir dünya sistemi içinde, kırılması gereken noktanın bu olduğuna dikkat çekmek istiyorum.

Baskıcı yöntemlerle kendi fikrini dayatmak, kabul etmiyorlar diye de kendi gibi düşünmeyenleri aşağılamak düşünce özgürlğüne aykırıdır. İnsanların konumlandığı seviyede aşağılanması konusuna değinmek istiyorum.

Eskiden de sınıf farkları vardı, öyle olsa da insanlar birbirleri ile yardımlaşır, imecelerde aynı sofrayı paylaşır, hastalık olduğunda bir hastayı saatlerce karlı dağlardan kente yetiştirirlerdi. Doğum, düğün, askere gitme gibi kutlu günlerde yan yana olur, birbirleri ile iletişimi kesmezlerdi.

Babamın hastalık dönemlerinde, gece 00.00 ambulans çağırıyor sedyeye yardım edecek 3 kişi arıyorduk. Eskiden komşular çağırma gerekmeden sese kulak verip yardıma koşarlardı. Problemleri çözümsüz kılan aramızdaki bağları koparmak değil midir?

Biz değerlerimizi yitirdikçe, isyanımız daha da arttı galiba. Eskiden olduğu gibi komşusu ile çay kahve içip sohbet etmeyen; yardımlaşmaya duyarsız olan, akrabalarını, komşularını, yakınlarını küçümseyerek aynı sofraya oturmayan anlayış geliştirdik. Kafamızdaki fikri anlatmak ve dayatmak yerine birbirimizle barışmayı beceremedik. BARIŞ diye bağırırken, içimizde barışı yaşatamadık.

Dünyada sanayi devrimi ile kente göçler yaşanıyor ve sosyal yapıda değişimler oluyor. Aynı değişim ülkemizde de gerçekleşiyor. Ortaçağ anlayışı gibi bu gün sınıf ayırımcılığı yapmak düşündürücüdür. Durumun CIZ dediği noktadan hareketle ÇÖZÜM paydasında buluşmalıyız.

Batı ülkeleri sanayi devrimi sonrası, kentlerdeki nüfus artışı ve işsizlik problemini çözerken hangi aşamalardan geçmiştir? Tabuların, ve toplumun inançlarının kullanılarak siyasetin malzemesi olmaması önem taşımaktadır. Kazanç terazisi üstüne oturan sistem toplumda KAOS yaratıyor. Sizleri bir akademik çalışma ile baş başa bırakıyorum. Yaşar SARIKAYA

SANAYİ DEVRİMİ VE SENDİKALARIN DOĞUŞU

Çağdaş sanayi tekniği 18. yy.’ın ikinci yarısından başlayarak şaşırtıcı bir hızla gelişmiş ve bu gelişme büyük ve derin toplumsal değişmelere yol açmıştır. Bu teknik ve toplumsal gelişme ve değişmeler, önceki dönemden farklı olarak, geniş bir işçi
sınıfını ortaya çıkarmış, yeni yaşama ve çalışma koşulları yaratmış, kentlerin nüfusu hızla artmış, erkek, kadın ve çocuk işçileri zor, ağır ve insanı hızla yıpratan çalışma koşullarıyla karşı karşıya bırakmıştır.

Kapitalist sistem, küçük atölye sistemini yıkarak ve makineleşmeden önce imalathanelerde kalabalık işçileri toplayarak, vaktiyle loncalar içinde toplanmış öğeleri birbirinden ayırmış ve girişimcinin karşısına durmadan artan, yeni bir sınıf ortaya koymuştur.
Başlangıçta iktisadi liberalizmin etkisiyle çeşitli baskı ve yasaklamalarla sindirilmeye çalışılan sendikal hareket, kararlı mücadelelerden sonra, 19. yüzyılda hak olarak tanınmıştır. Sendika hakkı günümüzde gerek iç hukuk gerekse uluslararası hukuk metinlerinde temel insan hakkı olarak yer almaktadır. Başlangıçta işçilerin örgütlenme biçimi olan sendikalar, işçi
sendikaları güçlenince işverenlerce de tercih edilmiş ve işçi sendikalarına tepki olarak işveren sendikaları kurulmuştur.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/801854

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Ekim 2021 in Bilim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP KÖY İSİMLERİ TEŞKİLATI MÜLKİYE KAYITLARI

14.10.2021-BİLKE

SON TEŞKİLATI MÜLKİYE KAYITLARI-Yaşar SARIKAYA, Bir İnci Memleketim, 2010, s:85-88

Sinop’ta, halk kültürüne etki eden konulardan biri de eski yer adlarıydı. Eskilerden günümüze ulaşanlar, yeni isimlerle değiştirilenler ve bunların kültürümüzle etkisini araştırmak amacıyla, TBMM Kütüphanesine gittim. Girişte valizim, çantam nem varsa sıkı bir aramadan geçtim. Sonra kütüphaneye girdim. Aradığım bilgilerin, son teşkilatı mülkiye kayıtlarında olduğunu öğrendim.

TBMM Kütüphanesindeki çalışma sistemine hayran kalmıştım. Bilgiye ve araştırmaya değer verenlerin olduğunu görmek güzeldi. Ülkemde buna çok ihtiyacımız vardı.  Kayıtlar, bana CD olarak teslim edildi.

Belge, Osmanlı İmparatorluğunun son kayıtlarıydı ve Osmanlıcaydı. İçinde, Ermeni ve Rum köy isimleri de vardı. İnsanlar bu memlekette, her dönem kardeşçe bir arada yaşamışlardı. Ekmeğini, suyunu paylaşmışlar, birlikte imeceler yapmışlar, komşu olmuşlardı. Anadolu halk kültürü, komşuluk, misafirperverlik, yardımseverlik duygularının örnekleri ile doluydu. Bu güzellikler, getirim (rant) ve hegemonyanın gücüne yenilmemeliydi. Elimizde ne varsa kaybetmemeliydik. Keşke, değerlerimizi koruyabilseydik.

“PDF” dosyası olarak aldığım kayıtların, ilçelerle ilgili kısmını her ilçenin kendi bölümüne aldım. Yer isimlerinin, Osmanlıca ve Latince olarak kayıtlı olduğunu göreceksiniz. Belgenin Sinop Merkez sayfaları:

 
 

Etiketler: , , , , , ,

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK HALK MÜZİĞİ

09.10.2021-BİLKE

Eski tarihlerde, insan eşitliği üzerine oturan yönetim şeklinin varlığını öğrenmek çok sevindirici. Çağımızda ise bilişim teknolojileri, sanayileşme ve maddesel yapı hızlı değişim ve gelişmeler gösteriyor. Bu gelişmelerin paralelinde, daha uygar bir yönetim şekline ulaştık mı sorusu da düşündürüyor.

İnsanlık, nemalanma ve kazanç endeksli bir dünya yaratıyor ve de bu yaptığına tapıyor. Ne romantik yaklaşım, ne umursamazlık, ne de taraftarlık siyaseti gidişi etkileyemiyor. İNSANLIK VE DOĞA İÇİN BİLİM alanında yapılan çalışmalara saygıyla…BİLKE

İslamiyet Öncesi Dönemde Türk Halk Müziği
“Türkler İslam dinini kabul etmeden önce çok sade bir hayat yaşıyorlardı. Pek kuvvetli devlet gelenekleri olduğu, devlet asalet üzerine dayandığı halde hükümdarla çoban arasında yaşayış, duyuş ayrılışları çok değildi.

Bunun neticesi olarak da sınıf ve zümre farkına bakmaksızın bütün millete birden hitap eden bir edebiyat teşekkül etmişti.”(Atsız 1992, 81). Bütün bir millete hitabeden bu edebiyat içinde oluşan ezgili eserler de,
doğal olarak her şeyiyle yine bu millete aitti.

Çok eski manzum eserlerin ezgileriyle ilgili belgelere sahip değiliz ama her tür manzum eseri, mutlaka ezgi eşliğinde söylenmiş (Oğuz 2001, 14; U. Reinhard 1990, 12) kabul etmekteyiz. Bu eserlerin bir ezgi eşliğinde
okunduğunun en önemli belgeleri halkın sözlü geleneğidir.

Sözlü gelenekte bugün bile manzum türdeki eserlerin hemen hemen hepsinin ezgi eşliğinde okunduğuna şahit olunmaktadır. Bu sebepledir ki, halk şiirlerinin her örneğini Türk halk türküsünün çeşitli
türleri/biçimleri olarak değerlendirmekteyiz.

KAYNAK:

Merdan GÜVEN- TÜRKİYE SAHASINDAKİ HİKÂYELİ TÜRKÜLER ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
DOKTORA TEZİ


 
Yorum yapın

Yazan: 09 Ekim 2021 in Bilim

 

Etiketler: , , , ,

GURURUMUZ “ONUR ÖĞRENCİLERİMİZ”

07.10.2021-BİLKE

Sessiz çığlıklara duyarlı olmakla başladı BİLKE yolculuğumuz. Kalemin yazamadığı, insanın içine dokunan gerçekleri hissederek. Toplumun sorunlarını algılamamız, tıpkı ikizlerin birbirinin halini hissetmesi gibiydi . 2008 yılında başlayan BİLKE hikayemiz, bizi çaresizliğin derin ve karmaşık girdaplarının içinde kendi yağı ile kavrulanlarla tanıştırdı. Kimseden yardım istemeyen, sadece yılmadan çalışan onurlu insanlarla. Onlardan çok şey öğrendik.

BİLKE olarak duyarlılığımızın gücünden ve gerçeklerden başka hiçbir güce dayanmadık. Köy- kent demeden, çağın gelişmelerinden uzak olanlara yakın olduk. Ellerimizi birleştirdik, üretme ve çalışma paydasında buluştuk. 

Yolda eşini bıçaklayan görüp de elini kıpırdatmadan umarsızca fotoğraflayan ve onu basına para ile satan; sorunları listeler halinde sıralayarak her gün defalarca konuşan olmak yerine, biz birbirimizle dost ve can olduk.

2020-21 Eğitim Öğretim Yılı ONUR öğrencilerimizle gurur duyuyoruz. 4 üzerinden, Koç Üniversitesi tam burslu öğrencimiz 3;50, Ankara Üniversitesi Hukuk öğrencimiz 3;80, Psikoloji öğrencimiz 3, 82, tıp öğrencilerimiz 3,00 ortalamaları ile hepimizi sevindirdi. Bizleri takip eden, destekleyenlerle sevincimizi paylaşmak istedik. BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Ekim 2021 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , ,

SİNOP MELİKŞAH VE OSMAN KÖYÜ

03.10.2021- BİLKE

İsimler, eşyalar ve coğrafya bizimle o kadar çok şey konuşur ki. Kendilerine dokunan kişilerin duygularını, gezip dolaştıkları yerleri, sevdaları ve acıları içinde taşır ve yansıtırlar.

Köylerimiz ve isimleri ezgiler, nakışlar, yemekler gibi gezgindirler. Cevdet TÜRKAY, Osmanlı Arşivinde yıllarca çalışmış ve oradan emekli olmuştur. Bilgiler ve belgeler ışığında yazdığı kitaptan sadece iki köy adına dikkat çekmek istiyoruz. Boyabat’a bağlı OSMAN KÖYÜ:

Osmanköy Osman-bükü, Osman Sofu Zaviyesi: Hürrem-şah Tekkesine bağlı bir yerleşim yeridir.“(kaynak:VİKİPEDİ)

Sinop Erfelek ilçesine bağlı HÜRREMŞAH köyü vardır. Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde DİVAN başlığı altında anılan köyler olduğunu biliyoruz. Divan isimleri sürekli değişiklik göstermektedir. Osman köyün Hürremşah’a bağlı yerleşim yeri olduğu belirtilmiştir. Kaynaklar incelenecek ve konuya tekrar değinilecektir.

MELİKŞAH KÖYÜ:

Aynı ismin, Siirt ve Van bölgelerinde olması bize tarih konusunda ip ucu vermektedir. Selçuklu dönemi hatırasını taşımaktadır.

Kentler ve köyler, ücra köşeler hepsinin dilini konuşmak için başka bir araştırmada buluşmak ümidiyle.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , ,