RSS

Kategori arşivi: SÖYLEŞİ KONUKLARIMIZ

Toplumumuzda önemli işler yapan fakat yeterince tanınmayan kişiler, kategorimizin konuğu oluyor. Onların anılarını okuduğunuzda hayretler içinde kalacaksınız .

KONUĞUMUZ EZGİ FATMA AÇIKGÖZ

01.02.2021-BİLKE- SÖYLEŞİ

BİLKE- Sevgili okurlarımız, biliyorsunuz derneğimiz  “Geleceğe Üretelim” sloganı ile yola çıktı. Toplumda üretim konusunda sıkıntılar yaşamakta olduğumuz bir gerçek. Bilişim teknolojilerinin konuya etkisine de hepimiz tanığız.

Bu gün sizleri üreten bir yazar ile tanıştırmak istiyorum. Yanımızda, duygulu ve güçlü kaleminden naif yazılar dökülen bir yazarımız var. Sayfamıza hoş geldiniz, bize kendinizi tanıtır mısınız?

E.F. AÇIKGÖZ

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ – 1975 yılında Adapazarı’nda doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimlerimi aynı yerde tamamladım. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Lisans, Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümünden Yüksek Lisans ve Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden Lisans derecesiyle mezun oldum

BİLKE- Okurlarımıza ailenizi de tanıtmak yerinde olacak. Babanız Salih AÇIKGÖZ, Sinoplu sevilen bir mali müşavirimiz. Anneniz de değerli emekli öğretmenlerimizden. Kardeşiniz Kalp Damar Cerrahı Doktor Burak AÇIKGÖZ de alanında önemli doktorlarımızdan. Biliyoruz ki, ailenin çocukluk yıllarının her insanın üstündeki etkisi büyüktür. Siz yazarlığa nasıl başladınız?

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ – Kitaplarla ve kalemle dostluğum ilkokul çağlarında başladı. Onlarla aramda güçlü bir bağ vardı. Dokuz yaşındayken çocuk masalları yazmaya başladım. Yazma tutkum gittikçe büyüyordu. Ortaokul yıllarımda da kısa öyküler yazmaya başladım.

BİLKE- Bir uğraşı olmalı insanın. Yaşam normları arasında, hayat tekrarlarla sürerken, bireyin kendine özgü üretici çalışmaları olmalı. Ortaokulda kısa öyküler yazmak ne kadar güzel, peki yazarlık daha sonra nasıl devam etti?

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ –  Lise ve üniversite yıllarımda özellikle toplumsal konularda denemeler yazdım. Bu yazılarım sekiz yıl boyunca yerel gazetelerde yayımlandı.

BİLKE- Sizin “DR. EROL TAMER DEDEME İTHÂFEN…” başlıklı yazınızı 31 Ocak 2021 tarihinde okurlarımızla buluşturduk, yazı için teşekkür ediyoruz.

Derneğimiz, insanın kendini tanıması ve yeteneklerini değerlendirmesi konusunda farkındalık yaratmak için çalışmalar yürütmektedir. Her bireyin ilgi alanları farklı olduğu gibi, yetenekleri de farklıdır. Toplumda, kendini üreterek ifade edenler artmalı ki, kin ve nefret gibi olumsuz davranışlar yok olsun ya da en aza insin. Sizin musıkî çalışmalarınız da oldu, onlar hakkında bilgi verebilir misiniz?

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ – Sinop’ta çeşitli koroların bünyesinde icrâ edilen Türk Musıkîsi konserlerinde sunum metni yazarlığı ve sunuculuk görevlerini üstlendim.

BİLKE- Sosyal sorumluluk projelerinde de yer aldınız, bilgi verebilir misiniz?

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ – Bunlardan başka, sosyal sorumluluk projeleri kapsamında görme engelliler için kitap seslendirme çalışmalarında da yer aldım.

BİLKE- Biliyoruz ki yazılarınız birçok dergide yayımlandı, isimlerini söyleyebilir misiniz?

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ –  Öykü, deneme, araştırma, inceleme ve gezi yazısı türlerinde yazdıklarım kültür, sanat ve edebiyat dergilerinde okurlarla buluştu. Farklı türlerdeki çalışmalarımı edebiyat dergilerinde yayımlamaya devam ediyorum.

Bu dergiler:  

Sincan İstasyonu,

İstanbul Bir Nokta,

Berfin Bahar,

Eliz Edebiyat,

Ihlamur,

 Aşkın e-Hali,

Edebî Yâd ve Sanat Akademisi,

Çorum Belediyesi Şehir Defteri,

Künye Edebiyat,

Çorum Dil ve Edebiyat Derneğince yayımlanan Edebiyat Bülteni ve İmece Edebiyat.

BİLKE- Kaleminizden dökülen güzel yazılar ödüle layık bulunmuştu. Konu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ –  2016 yılında yaratıcılığın ve emeğin mânevi onurunu sembolize eden “Edebiyata Katkı Ödülleri” kapsamında uygun gördükleri kategori:

“Bursa’dan Denemeye Katkı Onur Ödülü”

 BİLKE-  Hepsi çok değerli çalımalar. Sizi çalışmalarınızdan ötürü kutluyoruz. Üretmek konusundaki duyarlılığımıza güzel bir örnek oldunuz. Bazı çalışmalar, karşılık beklemeden yapılır ve özveri gerektirir. Şair der ya “ nerede bir köy türküsü görsem şairliğimden utanırım”, biz de diyoruz ki:

“nerede özverili karşılık beklemeden insanlık için yapılan çalışma görsek şapkamızı çıkarırız.”

Ezgi Fatma AÇIKGÖZ –  Söyleşi konuğunuz olarak sayfanıza katıldığım için teşekkür ederim. Bilke Yönetim Kurulu ve BİLKE ailesine çalışmalarınızda başarılar dilerim.

BİLKE-  Söyleşimize katıldığınız için biz de tekrar teşekkür ediyoruz. Yazarın eserini tekrar paylaşıyoruz:

DR. EROL TAMER DEDEME İTHÂFEN…

Bir hekim vardı bir zamanlar doğup büyüdüğüm şehirde,

Aile dostumuz, çocukluk ve gençlik yıllarımın kıymetli tanığıydı.

“Hanım Kızım.” diye hitap ederdi bana; içten bir yönelişle.

Mânevi dedemdi benim; hiç sahip olmadığı torunuydum onun.

Öyle samimi, öyle canlı, öyle bilgili bir hâli vardı…

Gariplerin dostuydu, fakirlerin babası.

Hâlden anlamanın ta kendisiydi; sevgi dolu, sıcacıktı odası.

Sade döşenmiş muayenehânesinin kapısı herkese sonuna kadar açıktı.

İnsan vücudunun uzmanıydı o; ruhların da şifası.

Röntgen cihazı ve gözlerini karanlık ortama alıştıran gözlükleriyle kudretli bir kaynaktı.

Öğretmen çocuğuymuş, bu yüzden niyet etmiş gençlik yıllarında:

“Öğretmenlerden ve ailelerinden para almayacağım şifa dağıtırken.” demiş kendi kendine.

Oysa hep duyardık çevreden, ihtiyaç sahibi kim varsa incitmeden onları,

Şifanın en güzelini dağıtırmış, ayırmadan insanları.

Yaşadık; bildik; tanıklık ettik nicelerine.

Teşhisleri isabetli, ilaçları ucuz ve etkili,

Babacan ve güvenilir hekim denince akla ilk gelenlerdendi.

Canlı bir kütüphaneydi kendisi; anlattıkları derya, okyanustu.

Hem anlatır hem dinlerdi, bıkmadan usanmadan.

Gümbür gümbürdü sesi; heybetliydi cüssesi.

Çocukluk işte ne edersiniz; Tanju Okan’ı çağrıştırırdı bana görüntüsü.

İlkokul yıllarıydı, masallar yazardım çocukça bir dille.

Mavi kapaklı defterimdi özenle sakladığım, bir köşede.

Erol Tamer Dedeme okutmuştum ilk kez o defterdekileri.

  İri parmaklarıyla, merakla çevirmişti her sayfayı; çok önemsemişti yazılanları.

Sonra not düşmüştü mavi kapaklı deftere, o güzel yazısıyla:

“Hayata dair gerçekler tanındıkça tahminim iyi bir yazar olur.” diye.

Aradan yıllar geçti, yollar ayırdı bizi.

Çocukken öğütler verdiği küçük kız büyüyüp serpilince,

Okumak için uzaklara, bambaşka kentlere gitti.

Dedesini hiç unutmadı ama, onu daima arayıp sordu.

Kız 20’li yaşların ortalarındayken, kader yine yan yana getirdi dede-torunu.

Yaşlı bir hekimle, hayata dair gerçekleri içine sindirmiş bir genç kızdı, o sıcacık odadakiler bu kez.

Saatlerce sohbet ettiler yine; sanki daha dün ayrılmışlar gibi.

Özlemle kavuşmanın güzelliğini doyasıya özümsemişlerdi.

Dedesi bu defa daha az konuşuyor, torununa sevgiyle bakarak onu konuşturuyordu.

Gözlerinden yansıyan ışık, sözlerine yön vermişti bir an:

“Olgunlaşmış, okumaya meraklı genç bir hanımefendi olmuşsun kızım.” demişti, takdir dolu bir sesle.

Torununun gözleri doldu; mahcubiyetti yaşadığı.

Dedesinin sözleri onun başına taç, ruhuna ilaç oldu.

Uzun yıllar önceydi tüm bu yaşananlar,

Yaşlı hekimin sonsuzluğa göç edişi de yıllar öncesindeydi.

Bilge bir ruha, yüce bir gönle, apaydınlık bir insana duyulan derin bir saygıydı kızın hissettikleri.

Özlem dolu bir sevginin, mavi kapaklı deftere yılların ardından yeniden can verişiydi.

Dedesinden kalan mânevi mirasın, kaleme minnetle seslenişiydi.. Ezgi Fatma AÇIKGÖZ

 
 

Etiketler: , ,

SİNOP’TA NEDEN OLMASIN

ZİRAAT MÜHENDİSİ İBRAHİM IRMAK İLE SÖYLEŞİ -21 MART 2020

Ne dersiniz Sinop, tarım alanında önemli projeler uygulayan illerle boy ölçüşebilir mi? Sinoplular olarak bunu hepimiz ne kadar çok isteriz değil mi? Antalya ilinde uygulanan projeleri basından takip ettikçe, Sinop’ta da uygulanabilir mi acaba diye düşündük.  Çünkü Sinop, eski çağlarda Dünya Ticaret Merkezi olmuştur seçkin, kaliteli uygulamaları hak etmektedir. Sinop’ta işlenmeyi bekleyen boş tarım alanları çoktur. Biz de bu konuyu bir bilene soralım dedik.

İbrahim IRMAK, Antalya’da büyük projelere imza atan bir Sinoplu.  Antalya İl Tarım ve Orman Müdürlüğünde Koordinasyon ve Tarımsal Veriler Şube Müdürü olarak görev yapıyor. Çalışmalarını sizlerle paylaştığımızda, her Sinoplunun“ Ne olur bu projeler Sinop’ta da uygulansa” duygusunu geçireceğine inanıyoruz.

Antalya ilinde yapılan bu çalışmalarda tecrübe kazanan, başarı sağlayan Sinoplu hemşehrimiz, diliyoruz Sinop’ a yönetici olarak atanır ve bu güzel çalışmalar Sinop’ta da uygulanır.

Kendisi ile internet bağlantısı ile görüştük ve sorularımızı ilettik:

BİLKE- Sayın İbrahim IRMAK, Antalya’da uyguladığınız projeler hakkında sizden bilgi almak istiyoruz. Gerçekleştirdiğiniz çok proje var, sizi ve müdürlüğünüzü bu güzel projeler için kutluyoruz. Projelerinizin içinden Sinop’ta uygulanacak olanlar veya Sinop için önereceğiniz projeler var mı,  bu konuda bizi aydınlatabilir misiniz?

İbrahim IRMAK- Antalya’da tarım alanında birçok konuda önemli projeleri hayata geçirmeyi başardık. Her geçen gün yeni çalışmalarla ülkemizin tarımının lokomotifi konumunda çalışmalara devam ediyoruz.

Uluslararası projede İbrahim IRMAK

Uyguladığımız projeleri anlatmadan önce Sinop konusunda şunu söyleyebilirim. Yapılabilecek çok şey var. Ancak Antalya’nın ekolojik ve jeolojik üstünlüklerinin üstünde asıl sırrı şudur. Tarımsal ar ge kuruluşlarının Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Antalya’da konuşlanması bugün Antalya’nın tarımda elde ettiği başarının temel sırrıdır. Buna bakarak Sinop için elzem iki konu vardır.

Batı Karadeniz Bölgesi Türkiye’de en zengin ormanların bulunduğu yerdir. Buralarda hayatı ancak ormanla tanır, ormanla tanımlarsınız. Yüzde doksanlara varan oranda ormanla kaplıdır. Orman ürünleri hayatın özüdür. Sinop’un da içinde bulunduğu Batı Karadeniz’in Tarımsal kalkınma ve gelişmesi ciddi anlamda ormandan geçmektedir. Bu anlamda yani ormandan faydalanma konusunda maalesef ciddi bilimsel araştırmalar bulunmamakta adeta “avcı toplayıcı toplumlar” düzeyinde ormanlardan istifade edilmektedir. Bu konuda ülke düzeyinde ciddi eksiklikler vardır.

Gönlümden geçen odur ki mesela Durağan’a 200 kişinin harıl harıl çalışacağı ve Türkiye’ye hizmet edeceği bir  “Doğa Mantarları Araştırma Enstitüsü” kurulsa Kanlıcadan, höbelene, dılbırandan halı saçağına tüm doğa mantarları araştırılıp geliştirilse, halkımıza ve ülkemize daha fazla katkı sağlansa ne güzel olur.

Ve yine örneğin Ayancık’a 200 kişinin gece gündüz çalışıp Türkiye’ye katkı sunacağı bir “Orman Meyveleri Araştırma Enstitüsu” kurulsa kirenden kestaneye, acuktan böğürtlene, dağ çileğine tüm orman meyveleri araştırılıp geliştirilse, insanımız ve ülkemiz kaynaklarını daha etkin ve verimli kullanıp daha fazla ormanlardan istifade etse ne güzel olurdu. Ülkemiz değerlerinin farkına varıp kaynaklarını etkin kullanmalı. Bu sayede hiç kimsenin sağlayamayacağı kadar kaynak kendi öz değerlerimizden karşılanabilir.

BİLKE- Bizim de yıllardır uğraş verdiğimiz anlatmak istediğimiz konular bunlar. Yörenin coğrafyası, bitki örtüsü ve ikliminin değerlendirilerek çalışmalar yürütülmesi. Bilke bu konuları kuruluşundan beri gündeme taşımaktadır. Mantarlarımız, pekmez ve pestilimiz, meyve kurularımız, yöresel otlarımız, kök boyalarımız, el sanatı ürünlerimiz, daha birçok kaybolan kültürlerimiz konusunda dikkat çekmeye çalışmaktadır. Evet, sizin de dikkat çektiğiniz gibi resmi kurumların ciddi çalışmalar yapmasına ihtiyaç vardır.  Sinop konusu ile ilgili başka neler dikkatinizi çekiyor?

İbrahim IRMAK- Miras hukuku dolayısıyla parçalanan ve ekonomik önemini yitiren tarım arazileri gerçeği sadece Sinop’un değil tüm Türkiye’nin sorunudur. Yüzölçümünün önemli bir kısmı orman arazisi olan Sinop’ta bu durum Sinop için bir fırsata dönüştürülebilir. Şahısların bölük pörçük hisseli tarım arazilerinde tarımsal geliri arttırma çabalarına ek olarak devletin hüküm ve tasarrufu altında olan milyonlarca dönüm geniş orman alanlarında tarımla ilgili arıcılık, mantarcılık, kestanecilik, orman meyveciliği gibi alanlarda çalışma yapılması çok kolay olacaktır.

BİLKE- Sinop çevresinde sizin de bildiğiniz gibi doğal otlar çoktur. Köy kadınlarımız bu otlardan birçok sac böreği(gözleme) çeşitleri yaparlar. Sinop köylerine özgü olan bu geleneğin yaşaması, kadınlarımızın istihdamına, gastronomi alanında Sinop adının duyulmasına katkı sağlayacaktır.

İbrahim IRMAK- Sinop’ta hızlı tarımsal gelir artışı için kesinlikle tarım ve orman bir arada düşünülmeli ve orman köylüsü odaklı olarak yapılmalıdır.  Orman içlerine yapılacak kiren, alıç, ıhlamur, acuk, çördük, töngel, uvaz gibi orman meyveleri fidanlamaları köylüler için bir gelir kapısına dönüşürken ormanda yaşayan kuşlar başta olmak üzere birçok canlı türünün gelişmesine ve çoğalmasına katkı sağlayabilir. Milyonlarca orman meyvesi fidanı dikilmelidir.

BİLKE- Meyve fidanı deyince aklımıza Sinop köylerinde yapılan katkısız erik pestili geldi. siz de mutlaka bilirsiniz,Türkiye’nin hiçbir yerinde pestil Sinop’taki gibi katkısız yapılmaz. Konunun devlet desteği almadan yapılması mümkün değil. Valilikte bu konuda yapılan toplantılarda konuya dikkat çekmeye çalıştık. Cezerye gibi paketlenebileceği ve pazarlanabileceğini anlattık. Örnek pestil yaptık, işletme sahiplerine tanıttık. Paketlenmesi, orijin halini korunması, nemlenmeden saklanabilmesi için profesyonel çalışma gerekiyordu. Siz Sinop’ta görev alsanız, bu projeler de yürütülse yöre halkına katkı sağlayacaktır.

İbrahim IRMAK- Memleketimin her köşesinde hizmet ederim, zevkle canla başla çalışırım. Doğal olarak Sinop coğrafyasında yetişme imkanı bulunan orman meyveleri sayısı maalesef geçmiş yıllar içerisinde “Çam odunu yasak, meyve odunu serbest” anlayışı yüzünden çok azalan bir noktaya gelmiştir. Buradan elde edilebilecek gelir çok yüksektir. Yine doğal mantar türlerinin geliştirilmesi için Japonya’da olduğu gibi ormanlarda mantar misillemeleri gibi uygulamalar Üniversiteyle işbirliği ile yapılmalı Kanlıca, Kuzu Göbeği gibi mantarların üretimi çoğaltılmalıdır. Yine mantar türlerinin geleneksel yöntemler dışında gıda sanayine hammaddeye dönüşmesi ve işlenerek daha yüksek katma değerle gelir getirmesi sağlanmalıdır.

Antalya’da 2019 yılında yaptıklarımızdan kısaca bahsedecek olursak;

Beton duvarlar arasına sıkışmış kalmış çocuklarımızı tarım ve doğayla buluşturan Yeşeren Çocuklar projemizle 45 program yaptık.  Çocuklarımızı doğa ve tarımla buluşturduk. Projemizin içinde 30 farklı etkinlikle çocuklarımıza dolu dolu bir tarım günü yaşattık. Bu projeden etkilenen çocuklarımız, tarım ve doğa ile ilgili projeler yapmaya başladılar.

Yeşeren Çocuklar Projesi ve İbrahim IRMAK

Gençleri tarım ve doğayla buluşturan Gönüllülük projelerimizle zeytin, avokado, portakal, istiridye mantarı, kesme çiçek hasatları, merada gübreleme gibi birçok faaliyet gerçekleştirdik, gençlere tarımı anlattık. Sinop’ta ve ülkemizde geçmişte olan İmece kültürünü gençlere uyarladık ve hasat etkinlikleri modelini geliştirdik. Tarımdan uzak gençleri köylülerle buluşturup hasat ve tarımsal faaliyetlerine yardım etmelerini sağladık.

Toprağın Sultanları projemizle her ay Kadın Çiftçilerimizi ülkemizin en güzel yerlerine kültürel ve teknik geziye götürdük. Devletle işleri yürütenlerin erkek çiftçiler olması dolayısıyla kadınları sisteme dahil etmek için her hafta her ilçemizde kadın çiftçi toplantıları yaptık. Bu sayede kadın çiftçilerle aramızda yoğun organik bir ilişki gelişti. Bu birçok başarının sihirli anahtarı oldu.

Gelin Kardeş Olalım Projemizle ülkemizin 18 ilinin birer ilçesini kardeş aldık. Hakkari Çukurca’dan İzmir Selçuk’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada Antalya’nın tarımsal bilgi birikimini aktarmaya başladık. Projemizle artık Antalya Korkuteli mantarı Hakkari Çukurca’da yetişiyor, Avokadomuz İzmir’de yetişmeye başladı, biyolojik mücadele ve seracılık gibi çok özel bilgileri aktarıyoruz. Sinop’tan başvuru gelmediği için maalesef kardeş ilçe alamadık.

Antalya tarımını dünyaya açan Dünya Dillerinde Antalya Tarımı projemizle tarımsal verileri dünyaya açtık. İhracat potansiyelinin geliştirilmesine katkı sağladık. Tarımsal yayım faaliyetlerinin dijitalleşmesinde sektöre yeni bir heyecan ve bakış açısı kazandırdık.

Proje eğitimi 

BİLKE- Uyguladığınız projeler bizi heyecanlandırdı. Hepsi üreten toplum olabilmemiz için ülkemizin ihtiyacı olan projeler. Bir Sinoplu olarak bu çalışmaların içinde aktif olarak rol almanızdan gurur duyuyoruz. Anlatacağınız önemli projeleri dinlemeye devam edelim:

İbrahim IRMAK- “Projebank07” projemizle dijital çağa uygun bir mobil uygulama geliştirdik. Kadın Çiftçiler ve Kadın Kooperatifi ortaklarından oluşan 600 kişilik dev bir kadroya geleneksel ve doğal yöntemlerle üretilen tarım ürünlerini aracısız ulaştıran Antalya Köy Pazarı projemiz benzersiz bir üretici pazarı modeli olarak kuruldu ve çalışmaya başladı. Avokado, Zeytin, Portakal, Tohum tanıtım filmlerimiz ile Antalya’nın ürünlerinin tanıtılması ve Pazar değerinin geliştirilmesi çalışmalarına imza attık.

Türkiye’de bir ilk olan Kadın Çiftçi Akademimizle Kadın çiftçi Eğitiminde yeni bir dönemi araladık. Akademisyenlerle kadın çiftçileri buluşturduk ve 25 haftalık eğitime aldık. Akademi sonunda kadınlara Belediyeden ücretsiz dükkan ve satış olanakları sağlayacağız. Antalya’nın Yenilebilir İçilebilir Otları projemizle Antalya florasına farklı bir bakış açısı kazandırarak tarım ve gıda besin paketine yeni eklenebilecek ürünleri ortaya çıkardık.

BİLKE- Sinoplular tüm Sinop severler, bu söyleşiyi okusun istiyoruz, Sinop tarım alanında böyle örnek çalışmalarla isim yapsın amacıyla söyleşimizi sürdürüyoruz. Projelerinizi heyecanla dinliyoruz.

İbrahim IRMAK- Türkiye’nin bolca tükettiği ancak henüz yetiştiriciliği ülkemizde yapılmayan Kahve Yetiştiriciliği projemiz ile serada ve açık alanda kahve yetiştirme denemelerine başladık. Hedefimiz ülkemizin kendi kahvesini kendisi yetiştirmesi ve cari açığı azaltmak.

Yine kakao, ananas, hurma, kaju, argan gibi pazar değeri yüksek ürünlerle ilgili yeni çalışma hazırlıklarım var. Manavgat –Anamur arası bölgenin Coğrafi Bilgi Sistemleri kullanılarak Potansiyel Uygunluk Haritasının çıkarılması ve “Mikroklimatik Tropik Bölge” ilan edilmesi gündemimde. Başta Akdeniz’e doğru boşa akan Manavgat Çayının, Anamur’a doğru sulama altyapısı ile birlikte aktarılması, orman mevzuatında değişiklik yaparak Avokado, Kahve, Kakao gibi ülkemizin yoğun ithalat yaptığı ya da ihracat potansiyeli olan tropik orman meyvelerin orman ürünü kabul edilerek kesilen, kesilecek çam plantasyonları yerine planlı bir şekilde açıkta ve örtü altında tropik ürün deseni oluşturulmasını hedefleyen bir proje çalışıyorum.  Bunun için gerekli ARGE ve girdi temini mekanizmalarının oluşturulması gerekiyor. Bunu yaparsak kısa vadede 1 milyar dolar, orta vadede 5 milyar dolar, uzun vadede 10 milyar dolar artı değer elde edilebilecek bir bölgeye dönüşebilmesi imkanı var. Bu konuda çalışmaya başladım. Birçok çalışmamız var. Severek bunları yapıyoruz.

BİLKE- Severek yapılan çalışmalar böyle güzel sonuçlar alıyor. Projelere emeğinizin çok olduğu anlaşılıyor. Sesimizi ilgililere duyurabilsek ve sizin de bu projeleri Sinop’ta gerçekleştirmeniz mümkün olsa.  Çok değerli konulara değindiniz, sizin Türkiye ikincisi olduğunuz bir sınav hatırlıyoruz, bu sınav hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

İbrahim IRMAK- On binlerce kişinin katıldığı Ak Parti siyaset akademisinde, Gebze Birinciliği, Kocaeli Birinciliği ve akabinde Türkiye ikinciliği derecesiyle 2013 yılında Sayın Cumhurbaşkanımız ile Yurt dışına gitme ödülünü kazanmıştım. Siyaseti kahvehane köşelerinden kurtarmak ve bilimsel bir düzene sokmak, bilgili siyasetçiler yetiştirmek amacıyla Cumhurbaşkanımız tarafından projelendirilip uygulanan Siyaset Akademisi Türkiye genelinde yüz binlerce katılımla 17 kez düzenlendi. Üç fakülte bir yüksek lisans Dört Üniversite mezunuyum. Alnımızın teri bu derecemiz gelecek için halka hizmet etme araçlarına ulaşmak için bir  umut değil  sadece duvarda asılı bir hatıraya döndü.

BİLKE- Başarılarınız daim olsun, Sinop iline atanmanız ve örnek projelere imza atmanızı umut ediyoruz.  Memleketi için canla başla yılmadan çalışanlarımız çoğalsın, topraklarımız değerlensin, insanımız üretmeye yönlendirilsin. Üretmek isteyip cesaret edemeyenler, resmi kurumlardan rehberlik, bilgi desteği ve yönlendirme bekliyorlar. Okurlarımız, özgeçmişinizi de merak edecekler. Özgeçmişinizden bahseder misiniz?

İbrahim IRMAK- 1978 yılında, Sinop’un Durağan İlçesinde doğdum. İlkokulu Durağan’da, ortaokulu Sinop’ta okudum. Lise öğrenimimi İstanbul Halkalı Ziraat Meslek Lisesinde tamamladım.

Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Hayvansal Üretim Programı Zootekni Bölümünden “Ziraat Mühendisi” olarak birincilikle mezun oldum.

BİLKE-Bir üniversite yetmez diyenlerdensiniz. Ziraat Fakültesinden başka bitirdiğiniz üniversiteler  hangileri?

İbrahim IRMAK-

2-Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümü Lisans Programını Yüksek Onur derecesi ile bitirdim, “Sosyolog” ünvanı aldım.

3-Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Lisans programından “Kamu Yöneticisi” ünvanıyla Yüksek Onur Derecesi ile mezun oldum.

4- Eskişehir Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Çevre Yönetimi Yüksek Lisansı programından “Çevre Yönetimi Uzmanı” ünvanıyla Yüksek Onur derecesi ile mezun oldum.

Halen Halkla İlişkiler ve Reklamcılık 1.sınıf öğrencisi olarak eğitime devam ediyorum. Yaşam boyu eğitim idealine inan bir kişiyim. Mümkün olduğunca okumaya devam edeceğim.

BİLKE–  4 üniversite ve yüksek onur derecesi ile mezun olmak güzel bir duygu olmalı. Sizi tebrik ediyoruz, dileriz başarılarınıza başarılar katar ve başarılarınızdan toplum da faydalanır. Görev alanlarınız hakkında neler söyleyeceksiniz?

İbrahim IRMAK- Çalışma hayatıma önce Kuzuluk Köyünde Müdür Yetkili Vekil Öğretmen olarak başladım.  Sonra Kars Tarım İl Müdürlüğü Çiftçi Eğitim ve Yayım Şubesinde,  Sinop Erfelek İlçe Tarım Müdürlüğünde, Sinop Durağan İlçe Tarım Müdürlüğünde, Sinop Dikmen İlçe Tarım Müdürlüğünde teknik personel olarak çalıştım. Durağan’da çalışırken İlçe Tüketici Hakem Heyeti raportörlüğü ve Durağan İlçe Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığı görevini ek görev olarak yaptım.

BİLKE- Ziraat mühendisi olarak çalıştıktan sonra yöneticiliğe nasıl geçtiniz?

İbrahim IRMAK- 2010 yılında Görevde Yükselme Sınavını kazandım ve Gümüşhane Kelkit İlçe Tarım Müdürü oldum. 2012 yılında Kocaeli Darıca İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü, 2015 yılında Kocaeli Gebze İlçe Tarım Müdürü oldum. 2018 yılı Haziran ayından itibaren Antalya Tarım ve Orman İl Müdürlüğü, Koordinasyon ve Tarımsal Veriler Şube Müdürü olarak görevimi yürütüyorum.

Görevimden başka birçok internet sitesi ve yayın kurumunun kuruluşunu gerçekleştirdim, 2007-2010 yılları arasında Durağan Anadolu Ajansı Yurt Muhabirliği yaptım.

BİLKE- 2008-2009 yıllarında, derneğimizin Durağan ile ilgili kültür çalışmalarımıza, dernek başkanımızın derleme ve kitap çalışmalarına da yardımcı oldunuz.

İbrahim IRMAK– Çalışmayı, yardımlaşmayı seviyorum.  Yerel ve ulusal gazete ve dergilerde de çalıştım. Tarım ve kırsal kalkınma konuları başta olmak üzere yayınlanmış çok sayıda makale, şiir ve denemelerim oldu.

BİLKE- Bir gün denemelerinizi kitap olarak görmemiz mümkün olacaktır. Bu güne kadar hangi STK’larda görev aldığınız?

İbrahim IRMAK- Sivil toplum Kuruluşlarında aktif görev aldım. 2011 yılı Kelkit Organik Tarım Derneğinin Kurucusu 2013 yılı Kocaeli ve İstanbul Sinop Dernekler Federasyonu KOSİDEF Kurucu Başkanı, 2013-2018 yıllarında Durağan Dernekler Federasyonu DUDEF Başkan Yardımcısı, 2018 yılında Sinop Dernekler Konfederasyonu SİNKON Kurucusu olarak kamu yararına gösterilen çok sayıda sivil toplum faaliyetinin planlanması ve uygulanması aşamalarında yer aldım. Orta derecede İngilizce biliyorum, evliyim 2 kızım var.

Sivil toplum faaliyetleriyle ilgili olarak bir rüyam var. Uygulamalı tarımsal üretim ve gıda üretimine dair ücretsiz teknik bilgi ve tecrübe paylaşımını içeren açlıkla mücadele etmeye katkı sağlayacak küresel bir derneği kurmak istiyorum. İki yılı aşkın süredir beynimi zorlayan  “Balık vermek değil balık yetiştirmeyi öğretmek lazım”  olarak özetleyebileceğim hayalimi gerçekleştirmek ve küresel sorumluluğumu yerine getirmek istiyorum. Dünya üzerinde yaşanan sorunlar ile ilgili olarak bazı meslek grupları inisiyatif alıp küresel sivil toplum örgütlerine dönüşüyor. Mesela “Sınır Tanımayan Doktorlar”, “Sınır Tanımayan Gazeteciler” gibi.
Uzmanlık alanları ile ilgili dünyanın özellikle dezavantajlı bölgelerine gönüllü ücretsiz hizmet veriyorlar. Türkiye’de bildiğim yerli bir doktor yapılanması ise ” Yeryüzü Doktorları”
Ziraat Mühendisleri ne yapabilir? Sorusuna cevap olarak bir küresel dernek kurma hayalim var. Bunu gerçekleştirmeyi çok istiyorum. Özellikle küresel Afrika sömürüsü ve sistemsel sebeplerden dolayı Afrika’nın bitmez tükenmez yoksulluğuna çözüm noktasında katkı sağlayabilmek amacım.

Sinop’ta ise çeltikten kestaneye, hindicilikten besiciliğe, sebzecilikten meyveciliğe, tavukçuluktan mantara, arıcılıktan geleneksel pekmez üretimine, balıkçılıktan el sanatlarına, kooperatifçilikten  orman meyveciliğine bir çok alanda güzel çalışmalar yapabilmek mümkündür. Bu çalışmalar Sinop’un ekolojisine, insan sermayesine ve piyasanın beklentisine uygun yerel özellikleri önceleyen ve geliştirmeyi hedefleyen çalışmalardır.
Sinoplu Diyojen Büyük İskender’e demişti

‘’Gölge etme başka ihsan istemem’’ diye. Hayatım boyunca öğrendiğim bir gerçek varsa oda Sinoplunun yaşadığı ülkeye sonsuz katkılarının olduğu ama bazen Sinop insanın birbirine gölge etmeyi gelenek haline getirdiği olmuştur. Buradan ünlü filozof hemşerimiz Diyojen’in sözünü biraz değiştiriyorum ve diyorum ki

Sinoplu artık birbirine gölge etmeyi bırakıp, birbirine destek verirse Sinop ve Sinoplu ülkemize ve dünyaya daha çok katkı sunacaktır.”

Sinop’ta tarımsal anlamda bir değişim ve dönüşüm başlamalı. Tarım konusunda önemli çalışmalar yapılabilir. Bu anlamda bende bir Sinoplu olarak dışardan elimden geldiğince her zaman memleketime her türlü desteği vermeye hazırım.

BİLKE- Bize zaman ayırdığınız ve deneyimlerinizi ve hayallerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz. Anlattıklarınız, Sinop için gerekli bir görev adamı olduğunuzu düşünmekte haklı olduğumuzu kanıtladı. Görevinizde ve hayatınızda başarılar dileriz.

BİLKE-21 MART 2020

 

Etiketler: , , , ,

ÜRETENLERE SELAM OLSUN

Yazılarımız, makalelerimiz, haberlerimiz kısacası paylaştığımız her şey ÜRETİM üzerine.  Toplum olarak, tüketen ve hiç üretmeyen bir toplum olma yolunda emin adımlarla(!) ilerliyoruz.

Çalışan, özellikle yaratıcı zekasını kullanan, var olanı tekrar etmeyen, üreten herkes, BİLKE dostu olarak söyleşilerimizde, haberlerimizde yazılarımızda yer alıyorlar. Yunanistan – YORGO İLE SÖYLEŞİ EKŞİ SÖZLÜKTE, CEYHAN ÜNAL VE BAĞ ÜZÜMÜ aşağıda adresini verdiğim bir sitede yayınlandığını görmekten mutluyuz.

Emekli öğretmenlerimiz, x,y,z kuşağı jenerasyonuna taş çıkarırcasına sahalardalar. İşte Erkan TURAN ağabeyimiz; her gününü  toplum içinde, STK’larla, dolu dolu aktif olarak geçiren örnek bir isim. Kalıcı işler yapmak için çabalıyor. Arkadaşı Ceyhan ÜNAL da emekli okul müdürlerimizden, BİLKE  söyleşi konuğumuz olmuştu. Söyleşimiz, Rumlardan kalan Sinop Bağ üzümü üzerine idi. Bir emekli öğretmenin boş boş vakit öldürmek yerine, nasıl önemli işler yaptığına tanık olmak istiyorsanız söyleşimizi yineliyorum:

 

SİNOP BAĞ ÜZÜMÜ VE CEYHAN ÜNAL

BİLKE A.Y.SARIKAYA- Söyleşi konuğumuz, bir emekli öğretmen. Neden konuğumuz olduğuna gelince, onu diğer insanlardan ayıran bir özelliği var. Biliyorsunuz Bilke’nin sloganı “GELECEĞE ÜRETELİM”. Olasılıklar içinde beyin fırtınası yaratan ve yeni çalışmalara kapı aralayanlar konuğumuz oluyor. Farklı işlere imza atıyor ve üretiyorlar ya da bir konuya yeni bir bakış açısı getiriyorlar.

Sayın Ceyhan ÜNAL, söyleşimize sebep olan konuyu bize anlatır mısınız?

Ceyhan ÜNAL-   1923 yılında mübadele ile Sinop’tan göçen Rumlar, adada şarap üzümü yetiştirirlermiş. 80-90 yaşındaki Sinoplular bu tarımı bilirler ve anlatırlar. Çukurbağı-Asmakaya- Üzümlüdere- Nisi Köyü gibi yerlerde üzüm bağları varmış. Rumlar bu üzümlerden şarap yaparlarmış.

Mübadelede Rumlar gidince, Müslümanlar şarap içmek günah diye üzüm yetiştirmemişler. Ve bağcılık ölmüş. Yakın zamana kadar, 3-5 üzüm asması kendini bir ağaca atarak ölümden kurtulmuş. Ben bu üzümü yetiştirmeye ve eski kültürü yaşatmaya çalıştım.

BİLKE A.Y.SARIKAYA-  Üzüm, 100 yıla yakın bir süredir neslinin devamı için kendini nasıl korumuş. İnsan, eğer doğanın matematiksel düzenine, ahengine uyum sağlasa ya, mutlaka ortaya güzel sonuçlar çıkar.

Ceyhan ÜNAL-  Evet, üretmeye istekli olan izleri- ipuçlarını arıyor ve buluyor.   Sinop üzümünü nasıl yetiştireyim diye araştırma yaptım.  Amerikan radarından emekli, aslen adalı olan şimdi bostancılı köyünde yaşayan Cevat Kalyoncu’nun, üzüm meraklısı olduğunu öğrendim. Bunlardan çelik elde edip yetiştirmiş. Üstelik şarap da yapmış. Ben bunu merak ettim, gittim gördüm. Üzümler ve şarap çok güzel olmuş.

BİLKE A.Y.SARIKAYA-   O zaman, eski Sinop bağ üzümü çeliklerini bulup yaşatmaya çalışan kişi Cevat Kalyoncu’dur.

Ceyhan ÜNAL-   Evet, ben ondan çelik aldım ve yetiştirdim, 3 senedir üzüm veriyor. Belediye Başkanımız Sayın Baki ERGÜL’ de organik tarımla ilgili olduğu için çeliklerden başkanımıza da takdim ettim. O da kendi tarlasında çelikleri üretiyor. Bu üzümler, Şarköy’de, Tekirdağ’da, Çanakkale’de, İmroz ve Bozcaada’da yetiştiğine göre Sinop’ta neden olmasın. Sinop’ta yetişen bağ üzümlerini ziraat mühendislerine gösterdim. Bir kiloluk salkımları dallarında gördüler. Çeliklerden onlara da verdim.

BİLKE A.Y.SARIKAYA–   Emeğinize, yüreğinize sağlık, düşünce olumlu, adımlar olumlu. Olumlu adımlardan, topluma faydalı sonuçlar doğuyor. Bu adım, Sinop halkı için yeni bir istihdam kapısıdır. Bilke adına sizi kutluyorum. Şimdi bize kendinizden bahseder misiniz?

Ceyhan ÜNAL-   Ben emekli öğretmenim. 12.10.1937 yılında Sinop-Uzungürgen köyünde doğdum. İlkokulu köyümde okudum. Ne yapacaksın, tek seçeneğim Göl Köy Enstitüsüne gitmekti,  yatılı olarak 1950 yılında oraya yerleştim.

Tahta kaşıktan madeni çatal kaşığa geçiş. Benim için büyük bir yenilikti. Bizi orada ilk karşılayan, makarnanın çatalla yenileceğini öğreten Fehmi Aydın’ı hiç unutmam.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Fehmi AYDIN’da Bilke’nin konuğu oldu, onun söyleşisini okumanızı tavsiye ederim. Bu söyleşileri daha sonra kitaba dönüştürmeyi düşünüyorum. Sizlerle söyleşilerimizde, kendinize ait yaşam deneyimlerinizden konuşuyoruz; ama günümüzde herkes birbirinden duyduğu, çaldığı bilgilerle köpükten baloncuk yapıp oyun oynuyor…..Sonra köpükler patlayıp sönüyor. Sanal dünyada yaşayan çocuklar- gençler gittikçe gerçek hayattan uzaklaşıyor. Demek ki 1950 yılında Uzungürgen köyünde tahta kaşık kullanılıyordu. Şehir merkezine en yakın köyümüz oysa. Cumhuriyet dönemini Frenk takımlar giyip salonlarda dans etmek, Fransız mürebbiyeler, dadılar tutup ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek olarak algılayanlar kendilerine AYDIN dediler. Onlar lüks içinde yaşarken 1950 yılında Sinop’un en yakın köyü ağaç kaşık kullanıyor. Bir de dağ köylerimizi düşünmenizi istiyorum. 2007 yılı araştırmalarımda, 2000m yüksek köylere çıktık. Evlerin içinde yaygı yok, tuvaletlerde alt yapı yok. Ahşap evlerin 2. Katında tuvalet var, atıklar direk bahçeye atılıyor.

Ceyhan ÜNAL-  Sinop köylerinin durumunu biliyorum. Gelelim tahsilime, ben ilkokulu köyümde okumuştum. Köyümden Köy Enstitüsüne gittim, orada birçok yeni şey öğrendim. Yatılı okulda öğretmenlerin davranışı anne babadan farklı değil. Allah hepsinden razı olsun. Binalar bizden önce yapılmış, bize bakımları kalmış. 4-5-6. Sınıflarda yaz tatilinden bir ay önce gidip sınıfları badana boyası, akan kiremitlerin değiştirilmesi ile bizim sınıf görevli. Biraz zahmetli olduğu için binaların tepesinden indirmiyorlar. Bir gün düşme tehlikesi geçirdim. Ancak bu görevden alındım, boyacı oldum. Boyacılık işi öğretmenlikte de işime yaradı. Göl’de 45 tane bina vardı, binaların her duvarını başka renge boyadık. Badananın içine kırmızı, mavi, yeşil, sarı toprak boyaları katmak suretiyle renkli boyaları elde ettik. Okul yüksek bir yerden bakıldığında ilkbaharda çiçek açmış meyve bahçesine benzemişti. Ben bu renkli badana işini öğretmenlik yaptığım Ordu Köyü Okulunda da tatbik ettim. Milli Eğitim Müdürünün de çok hoşuna gitmişti. Ben derslerden ziyade sebze, meyve işlerine de meraklı olduğum için bahçıvanın yanından hiç ayrılmazdım. Kalem ve göz aşılarına sebze dikim işlerini de öğrenirdim.  20 kiloluk beyaz lahana yetiştirdiğimizi Kastamonu Doğru Söz Gazetesi yazmıştı. Köyümde de lahana yetiştirdim. 20 kilo olmasa da babama ispat ettim.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Genç yaşlarda kendinizi üretme alanında ispat etmeniz, bu günkü nesillere örnek olmalı diye düşünüyorum. İnsanlar, yaratıcı zekasını kullanarak, kendine özgü işler ortaya koymalıdır. Yoksa iki kapılı dünya hanından gelen geçenlerden biri oluruz.  Sinop’ta 1952-53 yıllarında 20 kg lahana üretmek iyi bir örnek. Daha sonra neler oldu devam edelim:

Ceyhan ÜNAL-  1954 yılında köy enstitüleri kapatıldı. Öğretmen okulu oldu. 5 sene olan okul 6 seneye çıktı. Okulun öğretmen kadrosu hemen hemen eskisi gibi kaldı. Nihayet biz de öğretmen olduk. Sinop ili Erfelek ilçesi İnesökü köyüne atandım. 1959 yılında halen sağ olan eşim Sabriye ile evlendim. Bir yolunu bulup eşimin öğretmenlik yaptığı Ordu köyüne atandım. 23 yıl orada kaldım. Raporlarım iyiydi, iyi çalıştım.  Ordu köyünde öğretmenlik yaparken, tarımsal çalışmalarda gübre kullanımını, hayvanların bakımlarını da öğrendim. Kuduz köpek ısırmalarında aşı yaptım.

Hayatımda unutamadığım olayı anlatmak istiyorum. Okulun hemen yanındaki koca Süleyman’ın ineğini köpek ısırmıştı. Veteriner, ben her gün gelemem, ilaçları vereyim Ceyhan Hoca’ya iğnesini vurdurun demiş. Ben de her gün hayvanın iğnesini yaptım. Aşı sekiz günde bitti. İnek beni her gördüğünde möö diye bağırırdı. Bu olay,  hiç unutmadığım olaylar arasındadır.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Hayvanların sadakati ve iyiliği bilmelerinin örneği çoktur. 23 yıl o köyde çalıştınız ve inek sizi her gördüğünde selamladı ve teşekkür etti demek ki.

Ceyhan ÜNAL-  Beni çok etkiledi zaten. Ordu köyünde çalışırken, yurt dışındaki işçilerin çocuklarını okutmak için öğretmen istediler. Müracaatım kabul edildi.  5 yıl Almanya’da kaldım. Yaşam tarzımda, mesleğimde, bağ bahçe görevimde bilgi ve becerilerimi artırdım.

1983 yılında cumhuriyet ilkokuluna 1992 yılında da kısa bir müddet için İstiklal İlkokulunda öğretmenlik ve yöneticilik yaptım.

35 yıl 2 ay 10 gün sonra emekli oldum.  Çalışırken Zafer Emlak Konut Kooperatifini kurdum. 5 yıl içinde 158 daire yaptırdım. Bu benim en çok sevdiğim olaydır. Sinop valiliği bu kadar kısa zamanda çok cüzi bir parayla yapılan bu inşaat için teşekkür belgesi vermiştir.

Emekli olunca her işten elimi ayağımı çeksem hapı yutardım. Kendimi meşgul edecek bir iş buldum. Kendim tarım ve ziraat işlerine adadım. Çok memnunum. Uzungürgen köyünde atadan kalma yolun kenarında tarlalarımız olduğu halde, şoseye 1 km uzaklıkta bir tarla daha aldım. Ziraat yapıyorum. Neden yolun kenarına değil de bir km uzaklıkta, çünkü her gün 500 belki de daha fazla arabanın geçtiği yol kenarında yetişen sebze meyve sağlıklı değildir. Organik bahçe için bakanlığa müracaat edildiğinde müsaade edilmez.

Çocuklarım bana 15 dönüm bir tarla aldılar, içinde elektrik, su var. Bir konteynır yerleştirdim. Banyo tuvalet yaptırdım. Yaşanacak bir hale getirdim. Sinop’ta yetişen her türlü meyveyi diktim.  Şu anda 300’ün üzerinde meyve fidanım var.

En önemlisi eskiden Sinop’ta yetişen sonra vazgeçilen yerli bizim iklimimizin meyvesini dikmeye devam ediyorum. Örneğin İskilip elması kaba tatlı denilen hiç kurtlanmayan çok dayanan birçok elma armut çeşitleri yetiştirmeye çalışıyorum.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Size BİLKE adına teşekkür ediyorum. Dilerim bu söyleşiyi gençler okurlar. Sinop’ta birbirinin fotokopisi olan yaşamlar sergilenirken, belki yeni ufuklar açılır umudunu besliyoruz. Başka bir söyleşide, yeni bir üretme örneğinde buluşmak dileğiyle.

 
1 Yorum

Yazan: 16 Aralık 2019 in SÖYLEŞİ KONUKLARIMIZ

 

Etiketler: , , ,

KONUĞUMUZ VAR, BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

 

BİLKE– Konuğumuz “KUYUMCULUK KİMYASI” kitabı yazarı İsmail ERSOY. Sinop toprağı ile ilgili araştırmalarımızı sitemizden takip eden Ersoy ile 2015 Mayısında tanıştık. Derneğimizi ziyaret etti ve konu hakkındaki bilgilerini bizimle paylaştı. Farklı alanlarda memleketimiz için önemli çalışmalara imza atmıştı.  Bu çalışmaları okurlarımız ve üyelerimizle paylaşmak istiyoruz. Sayın İsmail Ersoy, bize kendinizi tanıtır mısınız?

İsmail ERSOY– Ben Gerze doğumluyum, sülalemize Eski Ömerler derler, eşim Kırşehirli olduğundan yaşamımızın çoğu Kırşehir’de geçti. Dedem Atatürk’ün postacısıydı.

Yıllarca köylerimizin kalkınması ve istihdamın artması ile ilgili çalışmalarda ihracatçı firma temsilciliği yaptım. Çoğunluğu uzun yıllar getirisi olan sanayi bitkileri ve onlardan üretilecek tıbbi ve aromatik (hoş kokulu) yağlardı.

BİLKE- Bu bitkiler nedir, hangi illerde bu üretimi yaptınız?

İsmail ERSOY- Bitkiler arasında kekik, lavanta, defne ve mersin yaprağını sayabilirim. Kekik ekim alanımız, Kırşehir ve Konya oldu. Konya’daki Köylüler ilaveten lavanta da diktiler. Denizli Gözler kasabasını da ekim alanı olarak tavsiye ettik. Üreticiye üretim yeri ve satışı konusunda, ihracatçı firma temsilcisi olarak yardımcı oldum.

BİLKE- Böyle bir çalışmaya danışmanlık yapmanız çok önemli. Sürdürülebilirliği konusunda bize bilgi verebilir misiniz?

İsmail ERSOY– Üretim devam ediyor. Kırşehir’de alanlar genişlemezken, Konya’da çeşitli yerlerde 3000 dönümü geçti. Kekiğin merkezi olan Denizli Gözler Kasabası üretimi de yıllık 7-8 bin ton oldu; Konya’nın ise 2000 tonun üzerinde. Konya’da da distile ve küçük ambalajlama tesisi de kurdular. Tamamı ihracata dönüktür. Dünya ihracatının % 80 i Türkiye’den yapılıyor. Dünyada tüketim devamlı artıyor Bu sene de talebi karşılayamadılar bir yıl önceki fiyatlar neredeyse % 50 arttı.

BİLKE- Peki lavanta üretimi ne durumda?

İsmail ERSOY– Lavantaya gelince, üretici 6 yıldan bu yana her yıl iyi para kazanıyor ve üretim alanları da hemen hemen 2 katını geçmiş durumda. Türkiye’nin bu alanda Bulgaristan’a yetişmesi mümkün değil. Türkiye’de üretim buharlaşmanın çok olduğu Isparta ve İzmir gibi bölgelerde yapılıyor. O da damıtma ürünü yağın reçinesi çok yüksek olması sebebiyle ihracatı olmuyor. Ordu, Samsun Belediye parklarından alıp işlediğimiz numunelerde reçine oranı düşüktü ve daha iyi kokuluydu. Yağı da güney illerimiz ve Konya’ya göre daha yüksek olduğundan ihracat yapılmasına uygundur.

Kokulu lavanta fidelerini ise Bulgaristan bağlantılı Türk firmasından aldılar ( Bursa) Şu an da ben de Ufak ta olsa küçük aile işletmeleri kurup çıkan yağlarını pazarlıyorum.

BİLKE– Bu çalışmalarda ihracatçı firma temsilcisi olarak danışmanlık yapmışsınız. Şimdi Gerze’de ikamet ediyorsunuz, bu çalışmalar keşke ilimizde de yapılsa. Sinop ve Gerze için bu çalışmaları yapmayı düşünür müsünüz?

İsmail ERSOY, derneğimizi ziyaretinde Sinop çamur banyosu ile ilgili toprak numunelerini incelerken

İsmail ERSOY– Bu konuda biraz doluyum. Çünkü bu çalışmalara başlamadan önce, Sinop’ta yapmak istiyordum. Valiye gittim ve projeyi anlattım. Valinin tavsiyesi ile gittiğim müdürlükte, projelerimi anlattım eğlencelik oldum. O hırsla Orta Anadolu’da Tarım müdürlüğüne uğramadan işimi Ziraat Odasıyla hallettim. 1100 dönümde Kekik ve 300 dönümde yağ üretimine geçiyoruz.  Şimdilik hedefimiz küçük işletmeler olmaları içindir. Düşünün Bir defne yağına dahi Distilasyon kuramayan veya kurduramayan Bir vilayet, 1 Tl ye satılan yaprak 2.5 – 4 dolar arasında ihraç ediliyor ve ben de üzülerek seyrediyorum.

BİLKE- Sizin gibi üretken insanlar her dönemde aynı zorlukları yaşıyor. Bürokrasinin çarkının, ayrı bir döngüsü var. Orada, koşulsuz emirlere itaat önde geliyor. Yaratıcı zekaların ürettiği yeni projelerle ilgilenen bulunmuyor. Sizin anlattıklarınızı dinlediğim zaman, bu memleketin evladı olarak çok üzülüyorum. Resmi kurumlar, çalışkan, üretken ve yaratıcı zekaları neden değerlendirmiyor ki? Var sayalım ben kurum yetkilisiyim ve bu kuruluşlardan neler bekliyorsunuz, tavsiyeleriniz nelerdir diye soruyorum?

 

İsmail ERSOY- Köylerde Boş arazilerde gilaburu kekik, lavanta, kızılçam yaprağı esansı; ormanlarımızda da mantar, yabani ginseng yetiştirilebilir. Yanında kooperatiflerle, kuru gıdalar tabii meyve suları örnekleri ile de çoğaltılabilir.

Bu konular bilinçli üretimle, çevrede istihdam yaratabilir. Tabi ki bu projelerin gerçekleşmesi için, bazı devlet birimleri idarecilerinin kaprislerini de bırakmaları gerekir. Önce PAZAR geliştirme, sonra dürüst üretim prensibiyle çalışılmalıdır. Ayrıca, süt ürünleri imalatında yeni teknikler ve konservasyon, aynı durumda da zeytin değerlendirilebilir.

BİLKE- Sizin Sinop ve köylerinde yaptığınız araştırmalar olduğunu öğrendik. Söz dağarcığı alanında Sinop köylerinden derlediğiniz filler, bilmeceler, batıl inanışları, site okurlarımızla paylaşırsanız seviniriz.

İsmail ERSOY– Arşivimde, bu araştırmalarımdan birçok doküman bulunuyor. Dosyalarıma bakmam gerekiyor, kitap olarak bastırmak istiyordum. Kuyumculuk Kimyası kitabım basıldı, diğer işlerim de yoğundu, araştırmalarım dosyalarda kaldı. Yeniden gözden geçirip, sitenizde paylaşırım.

BİLKE– Verdiğiniz bilgiler örnek alınacak niteliktedir. Umarım bu bilgiler, faydalanmak isteyen kuruluş ve kişilere ışık tutacaktır. Sinop için yeni bir üretim ve istihdam alanı doğması dileğiyle size çok teşekkür ederiz.

 

Etiketler: , , , , ,

İNSAN VE KÜLTÜR

Söyleşi konuğumuz Arkeolog Mehmet Sarıkaya.

BİLKE: Derneğimiz, halk kültürlerinin tarih boyu geçirdiği aşamaların, toplumun psikolojisi- siyaseti- ekonomisi-sosyolojisi ve diğer alanlar üzerindeki etkisi konusunda farkındalık yaratmaya çalışmaktadır. Bir arkeolog olarak bu konu hakkında bizi aydınlatır mısınız?

Mehmet SARIKAYA:  İlk ve orta öğrenim yıllarında, tarih kitaplarımızda olan şu tanımı hatırlayalım. “Tarih yazının icadı ile başlar”. Artık günümüzde, bu tanıma eksik gözüyle bakıyoruz. Çünkü bilimin yeni gelişme ve icatları ile değişen çok şeyler oldu. En basit örneği, “karbon 14 metodu” ortaya atıldı. Bu metoda göre her canlı öldüğü zaman, sahip olduğu karbonu kaybetmektedir. Metot, ölen canlının kaybettiği karbon miktarı ile yaşını tespit etme esası üzerinedir. İşte bu metot ile önceki bilgilerimizin çoğu devre dışı bırakıldı ve eksikler düzeltildi. Yazının icadı ile tarih başlar bilgisi, çok daha gerilere çekildi. Bu bilgiye göre,  milyonlarca yıldan bahsediyoruz.

BİLKE: insanların, ilkel dönemlerden bu güne aklını kullanarak yeni şeyler öğrenen, keşfeden ve kendini geliştiren bir süreç izlediğini görüyoruz. Bu süreç nasıl başlamıştır?

Mehmet SARIKAYA: En eski insan kafatası örnekleri yaklaşık iki milyon yıl evvelini vermektedir. Bu örnekler birkaç tanedir. İleride daha kapsamlı araştırmalar yapıldığında örnekler çoğalabilir. Her ne kadar örnekler az olsa da, bu örnekler zamanımızdan üç yüz bin yıl öncesine tarihlenir ve gittikçe örnekler çoğalmaktadır.  Verdiğimiz bilgiler C-14 metodu ile sağlanmıştır ve haliyle bu insanların kullanmış oldukları alet edevat da bu sayede tarihlenme şansı bulmuştur. Ancak henüz bazı konularda bilgilerimiz yetersizdir.

BİLKE: İnsanın kültür başlangıcı ve kültürel gelişimi hakkında neler söylersiniz?

Mehmet SARIKAYA: İnsanın alet kullanması ile kültür başlar ve tarihle iç içe birliktelik gösterir. İnsan dediğimiz canlı bilimsel bulgulara göre, yeryüzünde farklı görüntülerle tespit edilmiştir. İnsan en önce insana benzeyen primatlar şeklinde, daha sonra bugünün insanına benzer biçimde karşımıza çıkar. Bu formatlar halinde uzun yıllar avcı ve toplayıcı bir anlayış taşıdıklarından, kültür kavramına dair pek bir iz bulunamamıştır. İnsana benzer nesilden sonra, bugünün modern insanını andıran ve adına düşünen insan tanımı konan Homo sapiens türü ile kültürleşme hızla ivme kazanmıştır. Çünkü düşünen insan, alet kullanmaya alet yapmaya başlamış, keşiflerle yeni gelişmeler ortaya koymuştur.

BİLKE: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz. Konu önemli ve bir o kadar da zengin. O nedenle bu konular hakkında sizden yeni yazılar bekliyoruz.

 

Etiketler: , ,

YUSUF DEDE DERSİM’DE NASIL ASKERLİK YAPTI

DERSİM VE TATLICAK KÖYÜNDEN YUSUF PAK

yusuf dede-3

31 EKİM 2007 günü, Gerze- Tatlıcak köyüne halk kültürü araştırmaları için gitmiştim. Bu gün rahmetle andığım Yusuf PAK, o gün 95 yaşında idi. Askerliğini DERSİM’de yapan Yusuf dede ile söyleşi yapmıştım. Kitabımda yer verdiğim söyleşinin, DERSİM bölümünü paylaşmak istiyorum:

Y.SRKY–  Yusuf Dede Askerliğini nerede yaptın?

Yusuf PAK– Ben askerliğimi Tunceli- ovacık’ta yaptım.

Y.SRKY– Orada yaşadıklarını anlatır mısın?

Yusuf PAK- Tunceli’de  Aliboğazı, Kutuderesi’ni ne gezdik. Tam 3,5 ay oralarda askerlik yaptım.

Y.SRKY– Nasıl geçti askerlik?

Yusuf PAK– Savaş varıdı orada, nasıl buluyolardı bilmem ama isyancıların silahları vardı. Biz mağaralarda dağda bayırda, derede kendimizi savunduk. Korkudan uyku uyumadık.  Silahları vara yoğa ateşliyolardı. Bizim silahlarımızı çalıyor, bize amanlık vermiyorlardı. Düzensizler, ne yapacakları belli olmuyordu. Silah kullanmasını bilmeyenler vardı. Silahı ters tutup, kendi kendisini vuranları gördüm.

yusuf dede-2

Y.SRKY – Atatürk’ü gördün mü Yusuf dedem?

Yusuf PAK-Atatürk’ü görmem mi? Bizi oraya bıraktı da Ankaraya gitti. Atatürk bizi Dersimde Aliboğazına mağaralara bıraktı . Koca atlara bindi oralarda gezdi.  Adnan Menderes, İsmet İnönü Atatürk ile beraber oraları gezdiler.

Y.SRKY– Adnan Menderes de orada mıydı?

Yusuf PAK- Menderes de varıdı, okumuş insandı. Atatürk ona “bana katip olur musun” diyor. Menderes de, babam hafız, ona sorayım diyor. Menderes, babasına soruyor, devlet kumandasına geçme diyo babası. Atatürk istedi diye Kabul ediyor.

Y.SRKY- Menderes yedek subay mıydı?

Yusuf PAK- Asker değildi, katipti. Altında at vardı atla geziyordu. Sonra çıktı Kutu Deresi’ne.  Teyyareleri o kullandı, bizi korudu. Daha sonra teyyare geldi ve onunla gitti. Bi daha da gelmedi.

Yusuf Pak Dede’yi rahmetle ve hürmetle anıyorum. Yusuf Dede ile yöredeki hikayeler, eski gelenekler yani halk kültürleri hakkında konuştuklarımızın hepsi BİR İNCİ MEMLEKETİM kitabımdadır.

 
 

Etiketler: , ,

SİNOP BAĞ ÜZÜMÜ VE CEYHAN ÜNAL

BİLKE A.Y.SARIKAYA- Söyleşi konuğumuz, bir emekli öğretmen. Neden konuğumuz olduğuna gelince, onu diğer insanlardan ayıran bir özelliği var. Biliyorsunuz Bilke’nin sloganı “GELECEĞE ÜRETELİM”. Olasılıklar içinde beyin fırtınası yaratan ve yeni çalışmalara kapı aralayanlar konuğumuz oluyor. Farklı işlere imza atıyor ve üretiyorlar ya da bir konuya yeni bir bakış açısı getiriyorlar.

Sayın Ceyhan ÜNAL, söyleşimize sebep olan konuyu bize anlatır mısınız?

Ceyhan ÜNAL-   1923 yılında mübadele ile Sinop’tan göçen Rumlar, adada şarap üzümü yetiştirirlermiş. 80-90 yaşındaki Sinoplular bu tarımı bilirler ve anlatırlar. Çukurbağı-Asmakaya- Üzümlüdere- Nisi Köyü gibi yerlerde üzüm bağları varmış. Rumlar bu üzümlerden şarap yaparlarmış.

Mübadelede Rumlar gidince, Müslümanlar şarap içmek günah diye üzüm yetiştirmemişler. Ve bağcılık ölmüş. Yakın zamana kadar, 3-5 üzüm asması kendini bir ağaca atarak ölümden kurtulmuş. Ben bu üzümü yetiştirmeye ve eski kültürü yaşatmaya çalıştım.

BİLKE A.Y.SARIKAYA-  Üzüm, 100 yıla yakın bir süredir neslinin devamı için kendini nasıl korumuş. İnsan, eğer doğanın matematiksel düzenine, ahengine uyum sağlasa ya, mutlaka ortaya güzel sonuçlar çıkar.

uzum-yetistirmek

Ceyhan ÜNAL-  Evet, üretmeye istekli olan izleri- ipuçlarını arıyor ve buluyor.   Sinop üzümünü nasıl yetiştireyim diye araştırma yaptım.  Amerikan radarından emekli, aslen adalı olan şimdi bostancılı köyünde yaşayan Cevat Kalyoncu’nun, üzüm meraklısı olduğunu öğrendim. Bunlardan çelik elde edip yetiştirmiş. Üstelik şarap da yapmış. Ben bunu merak ettim, gittim gördüm. Üzümler ve şarap çok güzel olmuş.

BİLKE A.Y.SARIKAYA-   O zaman, eski Sinop bağ üzümü çeliklerini bulup yaşatmaya çalışan kişi Cevat Kalyoncu’dur.

Ceyhan ÜNAL-   Evet, ben ondan çelik aldım ve yetiştirdim, 3 senedir üzüm veriyor. Belediye Başkanımız Sayın Baki ERGÜL’ de organik tarımla ilgili olduğu için çeliklerden başkanımıza da takdim ettim. O da kendi tarlasında çelikleri üretiyor. Bu üzümler, Şarköy’de, Tekirdağ’da, Çanakkale’de, İmroz ve Bozcaada’da yetiştiğine göre Sinop’ta neden olmasın. Sinop’ta yetişen bağ üzümlerini ziraat mühendislerine gösterdim. Bir kiloluk salkımları dallarında gördüler. Çeliklerden onlara da verdim.

uzum-baglari

BİLKE A.Y.SARIKAYA–   Emeğinize, yüreğinize sağlık, düşünce olumlu, adımlar olumlu. Olumlu adımlardan, topluma faydalı sonuçlar doğuyor. Bu adım, Sinop halkı için yeni bir istihdam kapısıdır. Bilke adına sizi kutluyorum. Şimdi bize kendinizden bahseder misiniz?

Ceyhan ÜNAL-   Ben emekli öğretmenim. 12.10.1937 yılında Sinop-Uzungürgen köyünde doğdum. İlkokulu köyümde okudum. Ne yapacaksın, tek seçeneğim Göl Köy Enstitüsüne gitmekti,  yatılı olarak 1950 yılında oraya yerleştim.

Tahta kaşıktan madeni çatal kaşığa geçiş. Benim için büyük bir yenilikti. Bizi orada ilk karşılayan, makarnanın çatalla yenileceğini öğreten Fehmi Aydın’ı hiç unutmam.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Fehmi AYDIN’da Bilke’nin konuğu oldu, onun söyleşisini okumanızı tavsiye ederim. Bu söyleşileri daha sonra kitaba dönüştürmeyi düşünüyorum. Sizlerle söyleşilerimizde, kendinize ait yaşam deneyimlerinizden konuşuyoruz; ama günümüzde herkes birbirinden duyduğu, çaldığı bilgilerle köpükten baloncuk yapıp oyun oynuyor…..Sonra köpükler patlayıp sönüyor. Sanal dünyada yaşayan çocuklar- gençler gittikçe gerçek hayattan uzaklaşıyor. Demek ki 1950 yılında Uzungürgen köyünde tahta kaşık kullanılıyordu. Şehir merkezine en yakın köyümüz oysa. Cumhuriyet dönemini Frenk takımlar giyip salonlarda dans etmek, Fransız mürebbiyeler, dadılar tutup ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek olarak algılayanlar kendilerine AYDIN dediler. Onlar lüks içinde yaşarken 1950 yılında Sinop’un en yakın köyü ağaç kaşık kullanıyor. Bir de dağ köylerimizi düşünmenizi istiyorum. 2007 yılı araştırmalarımda, 2000m yüksek köylere çıktık. Evlerin içinde yaygı yok, tuvaletlerde alt yapı yok. Ahşap evlerin 2. Katında tuvalet var, atıklar direk bahçeye atılıyor.

Ceyhan ÜNAL-  Sinop köylerinin durumunu biliyorum. Gelelim tahsilime, ben ilkokulu köyümde okumuştum. Köyümden Köy Enstitüsüne gittim, orada birçok yeni şey öğrendim. Yatılı okulda öğretmenlerin davranışı anne babadan farklı değil. Allah hepsinden razı olsun. Binalar bizden önce yapılmış, bize bakımları kalmış. 4-5-6. Sınıflarda yaz tatilinden bir ay önce gidip sınıfları badana boyası, akan kiremitlerin değiştirilmesi ile bizim sınıf görevli. Biraz zahmetli olduğu için binaların tepesinden indirmiyorlar. Bir gün düşme tehlikesi geçirdim. Ancak bu görevden alındım, boyacı oldum. Boyacılık işi öğretmenlikte de işime yaradı. Göl’de 45 tane bina vardı, binaların her duvarını başka renge boyadık. Badananın içine kırmızı, mavi, yeşil, sarı toprak boyaları katmak suretiyle renkli boyaları elde ettik. Okul yüksek bir yerden bakıldığında ilkbaharda çiçek açmış meyve bahçesine benzemişti. Ben bu renkli badana işini öğretmenlik yaptığım Ordu Köyü Okulunda da tatbik ettim. Milli Eğitim Müdürünün de çok hoşuna gitmişti. Ben derslerden ziyade sebze, meyve işlerine de meraklı olduğum için bahçıvanın yanından hiç ayrılmazdım. Kalem ve göz aşılarına sebze dikim işlerini de öğrenirdim.  20 kiloluk beyaz lahana yetiştirdiğimizi Kastamonu Doğru Söz Gazetesi yazmıştı. Köyümde de lahana yetiştirdim. 20 kilo olmasa da babama ispat ettim.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Genç yaşlarda kendinizi üretme alanında ispat etmeniz, bu günkü nesillere örnek olmalı diye düşünüyorum. İnsanlar, yaratıcı zekasını kullanarak, kendine özgü işler ortaya koymalıdır. Yoksa iki kapılı dünya hanından gelen geçenlerden biri oluruz.  Sinop’ta 1952-53 yıllarında 20 kg lahana üretmek iyi bir örnek. Daha sonra neler oldu devam edelim:

Ceyhan ÜNAL-  1954 yılında köy enstitüleri kapatıldı. Öğretmen okulu oldu. 5 sene olan okul 6 seneye çıktı. Okulun öğretmen kadrosu hemen hemen eskisi gibi kaldı. Nihayet biz de öğretmen olduk. Sinop ili Erfelek ilçesi İnesökü köyüne atandım. 1959 yılında halen sağ olan eşim Sabriye ile evlendim. Bir yolunu bulup eşimin öğretmenlik yaptığı Ordu köyüne atandım. 23 yıl orada kaldım. Raporlarım iyiydi, iyi çalıştım.  Ordu köyünde öğretmenlik yaparken, tarımsal çalışmalarda gübre kullanımını, hayvanların bakımlarını da öğrendim. Kuduz köpek ısırmalarında aşı yaptım.

Hayatımda unutamadığım olayı anlatmak istiyorum. Okulun hemen yanındaki koca Süleyman’ın ineğini köpek ısırmıştı. Veteriner, ben her gün gelemem, ilaçları vereyim Ceyhan Hoca’ya iğnesini vurdurun demiş. Ben de her gün hayvanın iğnesini yaptım. Aşı sekiz günde bitti. İnek beni her gördüğünde möö diye bağırırdı. Bu olay,  hiç unutmadığım olaylar arasındadır.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Hayvanların sadakati ve iyiliği bilmelerinin örneği çoktur. 23 yıl o köyde çalıştınız ve inek sizi her gördüğünde selamladı ve teşekkür etti demek ki.

Ceyhan ÜNAL-  Beni çok etkiledi zaten. Ordu köyünde çalışırken, yurtdışındaki işçilerin çocuklarını okutmak için öğretmen istediler. Müracaatım kabul edildi.  5 yıl Almanya’da kaldım. Yaşam tarzımda, mesleğimde, bağ bahçe görevimde bilgi ve becerilerimi artırdım.

1983 yılında cumhuriyet ilkokuluna 1992 yılında da kısa bir müddet için İstiklal İlkokulunda öğretmenlik ve yöneticilik yaptım.

35 yıl 2 ay 10 gün sonra emekli oldum.  Çalışırken Zafer Emlak Konut Kooperatifini kurdum. 5 yıl içinde 158 daire yaptırdım. Bu benim en çok sevdiğim olaydır. Sinop valiliği bu kadar kısa zamanda çok cüzi bir parayla yapılan bu inşaat için teşekkür belgesi vermiştir.

Emekli olunca her işten elimi ayağımı çeksem hapı yutardım. Kendimi meşgul edecek bir iş buldum. Kendim tarım ve ziraat işlerine adadım. Çok memnunum. Uzungürgen köyünde atadan kalma yolun kenarında tarlalarımız olduğu halde, şoseye 1 km uzaklıkta bir tarla daha aldım. Ziraat yapıyorum. Neden yolun kenarına değil de bir km uzaklıkta, çünkü her gün 500 belki de daha fazla arabanın geçtiği yol kenarında yetişen sebze meyve sağlıklı değildir. Organik bahçe için bakanlığa müracaat edildiğinde müsaade edilmez.

Çocuklarım bana 15 dönüm bir tarla aldılar, içinde elektrik, su var. Bir konteynır yerleştirdim. Banyo tuvalet yaptırdım. Yaşanacak bir hale getirdim. Sinop’ta yetişen her türlü meyveyi diktim.  Şu anda 300’ün üzerinde meyve fidanım var.

En önemlisi eskiden Sinop’ta yetişen sonra vazgeçilen yerli bizim iklimimizin meyvesini dikmeye devam ediyorum. Örneğin İskilip elması kaba tatlı denilen hiç kurtlanmayan çok dayanan birçok elma armut çeşitleri yetiştirmeye çalışıyorum.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Size BİLKE adına teşekkür ediyorum. Dilerim bu söyleşiyi gençler okurlar. Sinop’ta birbirinin fotokopisi olan yaşamlar sergilenirken, belki yeni ufuklar açılır umudunu besliyoruz. Başka bir söyleşide, yeni bir üretme örneğinde buluşmak dileğiyle.

 

Etiketler: , , ,

Γιώργος Κουγιουμτζίδης ile söyleşi 2. bölüm

YUNANİSTAN İLE SÖYLEŞİ 2. BÖLÜM -4.OCAK 2013

Göçler, insanlık tarihinin unutulmaz bir gerçeğidir. Amerika kıtasına beyaz adam gelince yerliler topraklarını, onurlarını, her şeylerini kaybetmiştir. Afrika kıtası yerlileri ise dünyanın her yerine köle olarak satılmış ve yurtlarından insan onuruna yakışmayan biçimde göçürülmüşlerdir. Orta Asya’dan Anadolu’ya yapılan Türk göçü yüzyıllarca sürmüş, acı, sefalet yorgunluk dolu uzun yürüyüşlerle yürükler dağlar, yaylalar, ülkeler aşmışlardır. Kafkasya ve Balkan bölgesinde bitmek bilmeyen savaşlar, yoğun göçlere sebep olmuştur.

Her birimiz, ailemizin tarihi geçmişini öğrenirsek, dünyada olup bitenleri daha doğru algılayabiliriz. Sebebi izlersek, sonuçta soru işaretlerimiz kalmaz. Yalnızca sonuç fotoğrafında değerlendirme yaparsak gerçekleri göremeyiz. Yani kısacası sebebini bildiğimiz her şey, bize gerçek bakış açısı kazandıracaktır.

İnsan bilinci, göçlerin farkındalığı ile dünya tarihine küresel bakma perspektifi kazanacaktır. Uygar bir dünya düzeni ve insanca yaşamak hepimizin özlemidir.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Aileniz Yunanistan’a gelince Pontini’ye yerleştiler. Orada nasıl bir yaşam ile karşılaşmışlar?

YORGOS KUYUMCİDİS- Babaannemler Pontini’ye geldikleri zaman, aşağı Rum mahallesine yerleşmişler. Aynı köyün yukarı mahallesinde Türkler yaşıyormuş. Türkler ve Rumlar 6 ay birlikte yaşamışlar. Köyümüzdeki Türkler 1924 tarihinde mübadele ile göç etmişler. Aydın, Isparta, Burdur ve Çatalca’ya yerleşmişler.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Onlarla görüşüyor musunuz? Türkiye’ye göç edenlerden eski köylerini ziyarete gelenler var mı?

YORGOS KUYUMCİDİS- Türkiye’ye göç edenlerden Aydın Mursallı köyünden ziyarete gelenler oluyor. Bir kere de bir grup Isparta’dan gelmişti. Mursallı köyünden olanları tanıyorum, hem de facebook’ta arkadaşız.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Pontini’de hayat nasıl devam etmiş, kolay olmamıştır? Yeni bir yer, yeni komşular, yeni düzen kurmak zaman almıştır.

YORGOS KUYUMCİDİS- Köydeki Türkler Yunanca, Türkiye’den gelen bizim Rumlar ise Türkçe konuşuyormuş. Birlikte iyi geçinmişler ama komşu köylerde yaşayan eski Yunanlılar, bizimkileri kabul etmemişler. Göçten sonra, eski Rumlarla aramız iyi değilmiş. Bizi yabancı görmüşler. Bu sebeple atalarım kültürlerini kaybetmeden, hayatlarına aynı Ayancık’taki gibi devam etmişler. Dilimizi, yiyeceklerimizi, geleneklerimizi unutmamışız.

1980 yılından sonra buraya daha iyi alıştık, aynı okula ve liseye gittik. Ondan sonra birbirimizi daha iyi tanıdık. Birbirimizle evlendik.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Tahmin ediyorum ki, yemek çeşitlerimiz de bir birine benzer. Bu konuda yaşadığım bir anıyı paylaşmak isterim. Sinop Amerikan Radarında çalışan bilgisayar mühendisi Panamalı bir arkadaşım vardı. Ona ellerimizle yöremizin mısır pastasını yaptık ve ikram ettik. Sinop yöresinde kaynar su içinde pişirilen mısır ununa, mısır pastası denilir. Yoğurtla, ya da soğan-kıyma kavurması ile veya sebze yemekleri ile beraber yenir.  Kerima’cığım mısır pastasını yerken gözleri doldu ve ne dedi biliyor musunuz? “Anneannem PANAMA’da bunu yapar biz de yerdik, aynı onun yaptığı gibi çok lezzetli olmuş” dedi.  İnsan ister Panama’da olsun, ister Sinop’ta, kültürlerin sınırı yoktur.

Yemekler konusunda Ayancık yöresi hatırasını taşıyan neler biliyorsunuz?

YORGOS KUYUMCİDİS- Büyüklerim Ayancık’ta hayvan olarak inek, davar beslemişler, sütünden tereyağı ve yoğurt yapıyorlarmış. Yemek için en çok tereyağı kullanılırmış. Yoğurttan çok çeşitli çorbalar yapmışlar. Tavada ekşitme pidesi yapılırmış, diğer pideler sacayakta pişirilirmiş. Yufka, el makarnası, kulaklı makarnası, tirit en sevdiğimiz yemeklerdir. Ben bu yemekleri yiyerek büyüdüm. Buğday pilavına bulgur denir, mısır ekmeği, keşkek, kuru fasulye, kara mancar, lahana, kabak pişirilir, turşular yapılır. Balıkların en iyisi hamsidir. Ayancık’ta meyvelerden, kestane, ceviz, elma, kiraz, armut, incir varmış. Ninem onları hep anlatırdı.  Sevgili ninem, arpa kahvesini çok severdi.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Arpa kahvesi mi, bu nasıl yapılırmış?

YORGOS KUYUMCİDİS- Has kahve o zamanlar çok pahalı imiş ve şehir uzak olduğundan sık sık alışveriş yapamıyorlarmış. Bu nedenle ninem arpadan kahve yaparmış. Arpayı büyük bir tavada kahverengi olana kadar kavururmuş. Sonra taş değirmenlerde çekip un haline getirir, sonra da elekten geçirirmiş.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Halk kültürleri, böyle zorluklar içinde yaratmanın örnekleri ile doludur. Anadolu kadını arpadan kahve, ağaç kabuklarından boya,  otlardan ilaç, kendirden ip ve anlatmakla bitmeyecek o kadar çok şey yapmıştır ki. Tarlanın, hayvanın, ormanın odunun yoğunluğunda kahve keyfi için de zaman yaratmıştır kendine. Elbiselerine renkli iplerle nakış işlemiş, boş zamanını estetik ve zarafet için doldurmuştur. Bu nakışları şimdi uzmanların uygulaması bile zaman alıyor.

YORGOS KUYUMCİDİS- Taşlardan un çıkarıyorlardı. Mısırdan keşkek, buğdaydan bulgur, bu işleri peşlerinde taşıdılar buralara getirdiler. Kaç kere annem ve ninemle bu taşları kulandım, yardım ettim ey gidi eski mutlu günler. Bunları hatırladım şimdi gözlerim doldu.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-Değirmen taşlarından bahsediyorsunuz, ona el değirmeni denilir. Hala köylerimizde kullanılır. El değirmeninde çekilen mısır ve buğday bulguru, doğal olduğu için lezzetlidir. Köylerimizin kaybolan yemek kültürünü tanıtmak amacıyla derneğimizin hazırladığı bir proje, 2013 yılında tanıtılacak. Eski kültürlerimizin güncellenmeye ihtiyacı var.

Gelelim köyünüzde eski düğünlere, düğünler nasıl yapılırmış? Ayancık köylerindeki gelenekler kaldı mı?

YORGOS KUYUMCİDİS- Düğünler 3-4 gün sürüyordu, damat gelinden çeyiz istiyordu ya bir inek ya 5 dane davar ya ta tarla. Çocuklar 5- 6 aylık olunca vaftiz ediliyor ve isimleri konuyordu. Hep kutlamalar eskiden Türkler ve Rumlar davul zurna ile beraber yapılıyormuş

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-   Sevgili okurlarımız, söyleşimizi FACEBOOK ortamında sürdürdük. Ben soruları yazdım Yorgo Bey, müsait olduğu zaman cevapladı. Anlattıkları, aile büyüklerinin kültürüne ne kadar değer verdiğini açıkça ortaya koyuyor. Türkçe konuşma fırsatı yakalamaktan ne kadar mutlu olduğunu kendisinden dinlemenizi istiyorum.

YORGOS KUYUMCİDİS- Bu gün çok mutluyum, çünkü alışverişe çıktım. Bizim kapalı çarşiya gittim, orada İstanbul’dan bir gruba rastladım. Tatil etmeye gelmişler, onlarinan çok konuştum yüzüm gülmüş. Türkçe konuştuğum için ondan dolayı çok sevindim.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Son diyalogu YORGOS KUYUMCİDİS’in anlatımını hiç değiştirmeden yazdım. 1923 yılında Ayancık köyünden göç eden bir ailenin kültür izlerinin, 2013 yılında Yunanistan’da nasıl yaşatıldığını görmemizi istedim.

Kaybolan kültürlerimizi koruyalım.  Kültürlerimizin güncellenmeye ihtiyacı var. Doğal bulgurumuzu, doğal kepekli unumuzu, köy pestillerimizi üretip pazarlamalıyız. Üreticiden tüketiciye 1. Elden taşınması dileğiyle konuğumuza çok teşekkür ediyoruz.

 
 

Etiketler: , ,

KONUĞUMUZ “Γιώργος Κουγιουμτζίδης”

 SÖYLEŞİ 1. BÖLÜM -23 ARALIK 2012

GÖÇLER insanlık tarihinin unutulmaz bir gerçeğidir. Amerika kıtasına beyaz adam gelince yerliler topraklarını, onurlarını, her şeylerini kaybetmiştir. Afrika kıtası yerlileri ise dünyanın her yerine köle olarak satılmış ve yurtlarından insan onuruna yakışmayan biçimde göçürülmüşlerdir. Orta Asya’dan Anadolu’ya yapılan Türk göçü yüzyıllarca sürmüş, acı, sefalet yorgunluk dolu uzun yürüyüşlerle yürükler dağlar, yaylalar, ülkeler aşmışlardır. Kafkasya ve Balkan bölgesinde bitmek bilmeyen savaşlar, yoğun göçlere sebep olmuştur.
Her birimiz, ailemizin tarihi geçmişini öğrenirsek, dünyada olup bitenleri daha doğru algılayabiliriz. Sebebi izlersek, sonuçta soru işaretlerimiz kalmaz. Yalnızca sonuç fotoğrafında değerlendirme yaparsak gerçekleri göremeyiz. Yani kısacası sebebini bildiğimiz her şey, bize gerçek bakış açısı kazandıracaktır.
İnsan bilinci, göçlerin farkındalığı ile dünya tarihine küresel bakma perspektifi kazanacaktır. Uygar bir dünya düzeni ve insanca yaşamak hepimizin özlemidir.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Derneğimizin kuruluş amaçlarından biri de halk kültürlerinin korunması ve yaşatılmasıdır. “Konuklarımız” sayfamızda yeni bir misafirimiz var. YORGOS, Sinop’tan Yunanistan’a göç eden bir ailenin torunu. Kendisi ile Sinop’tan Yunanistan’a taşınan halk kültürü hakkında söyleşimiz olacak.

Halk kültürlerinin yeryüzüne yayılmasında göçlerin çok büyük etkisi vardır. Amerika kıtası nüfusu göçlerle oluşmuştur. Anadolu coğrafyası, insanlık tarihinden beri göçlere sahne olmuştur. Avrupa, Afrika, Asya ve diğer tüm kıtalar hem dışarıdan göç almış, hem de göç vermiştir.

Yorgos Kuyumcidis’in yaşanan gerçeğe tanıklığı, bize yöremizden göç edenler hakkında bilgi verecek. Kendisi ile iletişimde, Facebook ortamını kullandık. Yorgos, yaşadığı köyü ve büyüklerinin aktardıklarını anlatırken onun heyecanını, benim de hayretimi açıkça ifade etmeliyim. İnanın bir Türk köyüne konuk olduğumu sandım.  Karadeniz kültürünü özenle, saygıyla korumuşlar.  Sayın Yorgos, bize kendinizden bahseder misiniz?

YORGOS KUYUMCİDİS (Γιώργος Κουγιουμτζίδης)- Adım Yorgos Kuyumcidis. Dedemin dedesi Sinop’ta kuyumculuk yaparmış. Kuyumcunun oğlu olduğundan, soyadı Kuyumcuoğlu olmuş. Yunanistan’a gelince Kuyumcidis’e çevirmişler. Kuyumcu kelimesi sonuna eklenen “idis” eki, oğlu anlamına geliyor. Yani benim atalarım Sinoplu. Ben 48 yaşındayım, Selanik’ten 170 km batıda Arnavutluktan aşağıda. Kozan ( Koζάνη ) ve Grevena ( Γρεβενά ) vilayeti arasında, ucunda uzun bir göl olan Pontini ( Ποντινή )’de doğdum. Liseyi bitirince Selanik’e yerleştim ve Atatürk’ün doğduğu şehirde yaşıyorum. Ama aslen Sinopluyum. Çünkü ailem 1923 mübadelesinde Sinop’tan Yunanistan’a göç etmişler. Atalarım Sinop’ta nasıl yaşadılar, ne ekip biçtiler, ne yediler bunların hepsini biliyorum. Babaannemden, Sinop köylerinde yaşadığı hatıraları çok dinledim. Ben ona nine derdim, canım ninem yaşadıklarını hem anlatır hem de ağlardı. Onu kaybettiğimde ben 23 yaşındaydım.

Dedem Kuyumcoğlu Yorgı Ayancik Binef köyünden ve ninemiğinen Ayancik Dayısta köyünden ve bir kızlarığınan .

Dedem Kuyumcoğlu Yorgı Ayancık Binef köyünden ve ninem Ayancık Dayısta köyünden, kızları ile. Arkadaki küçük kız babamın küçük kardeşi.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Aileniz Sinop’ta nerede yaşamışlar?

YORGOS KUYUMCİDİS -Dedemin dedesi, Sinop’ta kuyumculuk yapmış. Hastalanınca işi bırakmış sonra Ayancık’a gelmiş. Orada, ailesi ile Binef köyüne yerleşmiş, köyde hayvancılık ve çiftçilik yapmışlar.

Dedem Yorgıoğlu yorgı Ayancik Morza köyünden . Dedem en birinci zurnacı imiş .

Dedem Yorgıoğlu yorgı Ayancık Morza köyünden . Dedem o zamanın en birinci zurnacı imiş.Ah sevgili dedeciyim , birdanem Allah rahmet eylesin seni . Dedem 1887 yılında doğdu ve 1973’te öldü . Doğum yeri Sinop-a Ayancık kasabası Morza köyü. Morza da 2 defa evlendi ama 2 eşi de oldü ve Yunanistana gelince Tokatli ninem ile evlendi , 7 çocuk oldu . Ben önce Türkçe öğrendim çünkü Atalarim sadece Türkçe konusuyorlardı . 7 sene Türk ordusunda  askerlik yaptı . İşleri çiftilik ,hayvancılık , ustalık kayık ve ağaçtan evleri yapardı en birinci Zurnacı idi . Çok Kastamonunda çalışıyorlardı . Dedem derdi ki “Morza’dan Kastamonudan ustalar gelmeseydi evlerin catıları olmazdı.”

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Köylerimizi araştırdığınızı, yeni isimlerini de öğrendiğinizi biliyorum, geçmişinizi araştırmanız ve kültürünüze sahip çıkmanız çok güzel. Babaanneniz göç ederken yaşadıklarını size nasıl anlattı?

YORGOS KUYUMCİDİS – Allah rahmet eylesin babaannem yaşadıklarını anlatırken hep ağlardı. Göç ederken yaşadıklarını şöyle anlattı: “Ben göçtüğümüzde 19 yaşındaydım, bekârdım. 1923 yılında mübadele yapıldı. Köyümüzden ayrılmak zorunda kaldık, giderken bizi hep Türk arkadaşlarımız uğurladı. Ayancık’a kadar 6 saat onlarla birlikte yürüdük, bizi yolcu ettiler, onlar da, biz de hepimiz ağlıyorduk. Türklerle çok iyi yaşadık, kardeş gibiydik. Bayramları, düğünleri, tarla bahçe işlerini her şeyi beraber yapıyorduk. Benim çok sevdiğim bir kız arkadaşım vardı, benim ablam gibiydi.” Hey gidi nineciğim, bunları anlatır ve ağlardı. Ben o hatıraları dinleyerek büyüdüm, o anılar ninemin çocukluğunun, gençliğinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve memleketinin hatıralarıydı. Göç ederken yanlarına hiçbir şey alamamışlar. Ayancık’tan, 2000 kişi kadar 7- 8 tane köy halkı hep birlikte göç etmişler. Yaşadıkları köylerin isimleri, Morza, Binef, Dayista (yeni adi Gaziler). Tosos (yeni adi Turhan), Helaldı (yeni adı Güzelkent), Ayandon- Yarna ( Türkeli ) imiş. Bu köylerden çıkmışlar, Ayancık’ta gemilere bindirilmişler, İstanbul’a gelmişler. Şişli’de 3 ay bir eski caminin içinde yaşamışlar.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Yunanistan’a gittiklerinde köye nasıl yerleşmişler, köylerini nasıl seçmişler? Gösterilen yerlere mi, yoksa seçtikleri yerlere mi yerleşmişler?

YORGOS KUYUMCİDİS – Şişli’den vapura binmişler, Pereas’a gelmişler orada 40 gün kadar durmuşlar ondan sonra Magnisya vilayetine, başkent Volos( Μαγνησία , Βόλος ) limanına inmişler. Volos, egede bir liman. Pergaman’ın ve Ayvalık’ın tam karşısında ama ada değil. Orda 8 ay kalmışlar, çok sıcak olduğundan beğenmemişler. Atalarım daha sonra Pontini ( Ποντινή ) eski adi Torsita köyüne yerleşmisler . Dedemin büyük kardeşi 1912’de Türk askeri olarak buralara geldiğinden köyleri biliyormuş. Aynı Ayancık gibi su var, ağaç var, odun var, hava serin düşüncesiyle bu köyü beğenerek yerleşmişler.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Köye yerleşince çevre ile ilişkileri nasıl gelişmiş?

YORGOS KUYUMCİDİS – Buranın insanları onları kolay, kolay kabul etmemişler. Ninem, Yunanistan’a gelince evlenmiş. 1940- 45 yıllarında ikinci dünya savaşı çıkınca Almanlar evlerimizi köylerimizi yakmışlar, çok insan kayıp vermişiz. Ben köyümde önce Türkçe örgendim, sonra Yunanca. Sekiz yaşıma kadar sadece Türkçe konuşuyordum. Dedem ben 9 yaşında iken öldü. Babaannem öldüğünde ise 23 yaşındaydım. Allah rahmet eylesin, köyüme gelirseniz zannedersiniz Türkiye’nin bir köyü, herkes Türkçe konuşuyor.

Γιώργος Κουγιουμτζίδης ile söyleşi 2. bölüm

04OCA

YUNANİSTAN İLE SÖYLEŞİ 2. BÖLÜM -4.OCAK 2013

Göçler, insanlık tarihinin unutulmaz bir gerçeğidir. Amerika kıtasına beyaz adam gelince yerliler topraklarını, onurlarını, her şeylerini kaybetmiştir. Afrika kıtası yerlileri ise dünyanın her yerine köle olarak satılmış ve yurtlarından insan onuruna yakışmayan biçimde göçürülmüşlerdir. Orta Asya’dan Anadolu’ya yapılan Türk göçü yüzyıllarca sürmüş, acı, sefalet yorgunluk dolu uzun yürüyüşlerle yürükler dağlar, yaylalar, ülkeler aşmışlardır. Kafkasya ve Balkan bölgesinde bitmek bilmeyen savaşlar, yoğun göçlere sebep olmuştur.

Her birimiz, ailemizin tarihi geçmişini öğrenirsek, dünyada olup bitenleri daha doğru algılayabiliriz. Sebebi izlersek, sonuçta soru işaretlerimiz kalmaz. Yalnızca sonuç fotoğrafında değerlendirme yaparsak gerçekleri göremeyiz. Yani kısacası sebebini bildiğimiz her şey, bize gerçek bakış açısı kazandıracaktır.

İnsan bilinci, göçlerin farkındalığı ile dünya tarihine küresel bakma perspektifi kazanacaktır. Uygar bir dünya düzeni ve insanca yaşamak hepimizin özlemidir.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Aileniz Yunanistan’a gelince Pontini’ye yerleştiler. Orada nasıl bir yaşam ile karşılaşmışlar?

YORGOS KUYUMCİDİS- Babaannemler Pontini’ye geldikleri zaman, aşağı Rum mahallesine yerleşmişler. Aynı köyün yukarı mahallesinde Türkler yaşıyormuş. Türkler ve Rumlar 6 ay birlikte yaşamışlar. Köyümüzdeki Türkler 1924 tarihinde mübadele ile göç etmişler. Aydın, Isparta, Burdur ve Çatalca’ya yerleşmişler.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Onlarla görüşüyor musunuz? Türkiye’ye göç edenlerden eski köylerini ziyarete gelenler var mı?

YORGOS KUYUMCİDİS- Türkiye’ye göç edenlerden Aydın Mursallı köyünden ziyarete gelenler oluyor. Bir kere de bir grup Isparta’dan gelmişti. Mursallı köyünden olanları tanıyorum, hem de facebook’ta arkadaşız.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Pontini’de hayat nasıl devam etmiş, kolay olmamıştır? Yeni bir yer, yeni komşular, yeni düzen kurmak zaman almıştır.

YORGOS KUYUMCİDİS- Köydeki Türkler Yunanca, Türkiye’den gelen bizim Rumlar ise Türkçe konuşuyormuş. Birlikte iyi geçinmişler ama komşu köylerde yaşayan eski Yunanlılar, bizimkileri kabul etmemişler. Göçten sonra, eski Rumlarla aramız iyi değilmiş. Bizi yabancı görmüşler. Bu sebeple atalarım kültürlerini kaybetmeden, hayatlarına aynı Ayancık’taki gibi devam etmişler. Dilimizi, yiyeceklerimizi, geleneklerimizi unutmamışız.

1980 yılından sonra buraya daha iyi alıştık, aynı okula ve liseye gittik. Ondan sonra birbirimizi daha iyi tanıdık. Birbirimizle evlendik.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-  Tahmin ediyorum ki, yemek çeşitlerimiz de bir birine benzer. Bu konuda yaşadığım bir anıyı paylaşmak isterim. Sinop Amerikan Radarında çalışan bilgisayar mühendisi Panamalı bir arkadaşım vardı. Ona ellerimizle yöremizin mısır pastasını yaptık ve ikram ettik. Sinop yöresinde kaynar su içinde pişirilen mısır ununa, mısır pastası denilir. Yoğurtla, ya da soğan-kıyma kavurması ile veya sebze yemekleri ile beraber yenir.  Kerima’cığım mısır pastasını yerken gözleri doldu ve ne dedi biliyor musunuz? “Anneannem PANAMA’da bunu yapar biz de yerdik, aynı onun yaptığı gibi çok lezzetli olmuş” dedi.  İnsan ister Panama’da olsun, ister Sinop’ta, kültürlerin sınırı yoktur.

Yemekler konusunda Ayancık yöresi hatırasını taşıyan neler biliyorsunuz?

YORGOS KUYUMCİDİS- Büyüklerim Ayancık’ta hayvan olarak inek, davar beslemişler, sütünden tereyağı ve yoğurt yapıyorlarmış. Yemek için en çok tereyağı kullanılırmış. Yoğurttan çok çeşitli çorbalar yapmışlar. Tavada ekşitme pidesi yapılırmış, diğer pideler sacayakta pişirilirmiş. Yufka, el makarnası, kulaklı makarnası, tirit en sevdiğimiz yemeklerdir. Ben bu yemekleri yiyerek büyüdüm. Buğday pilavına bulgur denir, mısır ekmeği, keşkek, kuru fasulye, kara mancar, lahana, kabak pişirilir, turşular yapılır. Balıkların en iyisi hamsidir. Ayancık’ta meyvelerden, kestane, ceviz, elma, kiraz, armut, incir varmış. Ninem onları hep anlatırdı.  Sevgili ninem, arpa kahvesini çok severdi.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Arpa kahvesi mi, bu nasıl yapılırmış?

YORGOS KUYUMCİDİS- Has kahve o zamanlar çok pahalı imiş ve şehir uzak olduğundan sık sık alışveriş yapamıyorlarmış. Bu nedenle ninem arpadan kahve yaparmış. Arpayı büyük bir tavada kahverengi olana kadar kavururmuş. Sonra taş değirmenlerde çekip un haline getirir, sonra da elekten geçirirmiş.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Halk kültürleri, böyle zorluklar içinde yaratmanın örnekleri ile doludur. Anadolu kadını arpadan kahve, ağaç kabuklarından boya,  otlardan ilaç, kendirden ip ve anlatmakla bitmeyecek o kadar çok şey yapmıştır ki. Tarlanın, hayvanın, ormanın odunun yoğunluğunda kahve keyfi için de zaman yaratmıştır kendine. Elbiselerine renkli iplerle nakış işlemiş, boş zamanını estetik ve zarafet için doldurmuştur. Bu nakışları şimdi uzmanların uygulaması bile zaman alıyor.

YORGOS KUYUMCİDİS- Taşlardan un çıkarıyorlardı. Mısırdan keşkek, buğdaydan bulgur, bu işleri peşlerinde taşıdılar buralara getirdiler. Kaç kere annem ve ninemle bu taşları kulandım, yardım ettim ey gidi eski mutlu günler. Bunları hatırladım şimdi gözlerim doldu.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-Değirmen taşlarından bahsediyorsunuz, ona el değirmeni denilir. Hala köylerimizde kullanılır. El değirmeninde çekilen mısır ve buğday bulguru, doğal olduğu için lezzetlidir. Köylerimizin kaybolan yemek kültürünü tanıtmak amacıyla derneğimizin hazırladığı bir proje, 2013 yılında tanıtılacak. Eski kültürlerimizin güncellenmeye ihtiyacı var.

Gelelim köyünüzde eski düğünlere, düğünler nasıl yapılırmış? Ayancık köylerindeki gelenekler kaldı mı?

YORGOS KUYUMCİDİS- Düğünler 3-4 gün sürüyordu, damat gelinden çeyiz istiyordu ya bir inek ya 5 dane davar ya ta tarla. Çocuklar 5- 6 aylık olunca vaftiz ediliyor ve isimleri konuyordu. Hep kutlamalar eskiden Türkler ve Rumlar davul zurna ile beraber yapılıyormuş

BİLKE-A.Y. SARIKAYA-   Sevgili okurlarımız, söyleşimizi FACEBOOK ortamında sürdürdük. Ben soruları yazdım Yorgo Bey, müsait olduğu zaman cevapladı. Anlattıkları, aile büyüklerinin kültürüne ne kadar değer verdiğini açıkça ortaya koyuyor. Türkçe konuşma fırsatı yakalamaktan ne kadar mutlu olduğunu kendisinden dinlemenizi istiyorum.

YORGOS KUYUMCİDİS- Bu gün çok mutluyum, çünkü alışverişe çıktım. Bizim kapalı çarşiya gittim, orada İstanbul’dan bir gruba rastladım. Tatil etmeye gelmişler, onlarinan çok konuştum yüzüm gülmüş. Türkçe konuştuğum için ondan dolayı çok sevindim.

BİLKE-A.Y. SARIKAYA- Son diyalogu YORGOS KUYUMCİDİS’in anlatımını hiç değiştirmeden yazdım. 1923 yılında Ayancık köyünden göç eden bir ailenin kültür izlerinin, 2013 yılında Yunanistan’da nasıl yaşatıldığını görmemizi istedim.

Kaybolan kültürlerimizi koruyalım.  Kültürlerimizin güncellenmeye ihtiyacı var. Doğal bulgurumuzu, doğal kepekli unumuzu, köy pestillerimizi üretip pazarlamalıyız. Üreticiden tüketiciye 1. Elden taşınması dileğiyle konuğumuza çok teşekkür ediyoruz.

 
47 Yorum

Yazan: 23 Aralık 2012 in SÖYLEŞİ KONUKLARIMIZ

 

Etiketler: , ,

SAHİPSİZ HAYVANLARI KORUMA VE YAŞATMA DERNEĞİ BAŞKANI İLE SÖYLEŞİ

Değerli okurlarımız, Yüreğindeki aşkla topluma hizmet eden, zamanını canlıya ve doğaya adayan herkesi selamlıyoruz. Konuğumuz Sahipsiz Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Sayın Günsel DİRİ.

BİLKE-A.Yaşar SARIKAYA –Sayın Günsel Diri, sizi sokak hayvanlarına yaptığınız yardımlardan tanıyoruz. Gecenin karanlığında kuytu köşelerde miyavlayan yavrucukları buluyor ilgileniyorsunuz; terk edilmiş hasta hayvanları hayata döndürüyorsunuz. Günümüzde vakit boşluğundan canı sıkılan, düşünce kirliliğinden depresyona giren insan örnekleri bir hayli çokken, canla başla koşturarak yaptığınız karşılıksız bu güzel hizmetleri örneklemek istiyorum. Okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız?

Günsel DİRİ Annem babam ben ve kardeşlerim hep Sinop’ta doğduk, yani ailece Sinopluyuz. Eğitim ve çalışma hayatım Sinop’ta geçti. Uzun yılar Sinop Amerikan Radar Üssünde çalıştım ve oradan emekli oldum.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-  Siz Radar Üssünde çalışırken, Kız Yetiştirme Yurdunda öğretmenlik yapıyordum. Amerikalı hayırseverlerle yetiştirme yurduna gelir, tercümanlık yapardınız. O zamanlar Türk televizyonlarının henüz siyah beyaz dönemleri idi, radar sinemasında çocuklarımız renkli çizgi film izler, mısır patlağı yerlerdi. Sizin o zaman şirin bir köpeğiniz vardı.

Günsel DİRİ-  Evet, o Damla idi. Beyaz tüylü, kahverengi lekeleri olan bir köpekti. Türk kahvesini çok severdi. Annem canı sıkılınca kahve yapar, çay tabağına da Damla için koyar karşılıklı içerlerdi. Hayvanlar hayatımın her döneminde vardı, onlar yaşamımda çok büyük yer tutuyorlar. Hayvanların da bizler gibi yaşam hakkı olan canlılar olduğunu düşünüyorum. Aynı dünyayı paylaşıyoruz, bu dünya hepimizin. Birbirimizi rahatsız etmeden uyum içinde yaşamalıyız.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA- Ne güzel söylediniz,  dünyada birbirimizi rahtsız etmeden uygarca yaşamalıyız. Evinizde 6 kedi, 1 köpek 1 kanarya besliyorsunuz. Ben bazen onları sevmek için size gelirim. Vallaha yalan yok, dolan yok, riya yok, rant yok ohhhh…… insan onlarla dinleniyor doğrusu. Tabi hepsi bakımlı, tertemiz, ihtiyaçları karşılanmış, bize sadece sevmek kalıyor.  Bu güzel hayvanların her birinin özel hikâyesi var. Bu hikâyeleri ve hayvan sevginizin ne zaman ve nasıl başladığını anlatır mısınız?

GÜNSEL

Günsel DİRİ- Ailemde herkes, özellikle annem hayvanları çok sever. Ben kendimi bildim bileli evimizde hep hayvanımız vardı. İlk kedimi 5 yaşında, kendi kararımla seçerek almıştım. O gün çok mutlu olmuştum. Şimdi o günlerden hafızamda kalan, sadece kedimi aldığım ilk gündür.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-  Madalyonun bir yüzünde TV başında, cafe köşelerinde, gün oturmalarında zaman öldüren insanlar; bir yüzünde de Günsel DİRİ gibi bir ideal uğruna koşanlar. Dünya ilginç bir tiyatro sahnesi değil mi, her çeşit insan var. Bize evinizdeki hayvanları nasıl sahiplendiğinizi anlatır mısınız?

Günsel DİRİ-  Kedilerimin en büyüğü CEM, onu pet shoptan satın aldım. Hastaydı, onu hasta diye satın alan olmaz, orada ölür gider diye bırakamadım.15 gün yaşam mücadelesi verdi asla kucağımdan indiremedim, sonra sağlığına kavuştu evimin kedisi oldu. 15 senedir bende.

2. kedim CAN, onu çatıda buldum. Bir gün çatıda bir kedi ağlaması duydum. Çatının altında bir kedi yavrusu vardı, yiyecek bıraktım ve 3 gün takip ettim. Belki annesi gelir, yavrusunu alır diye bekledim ama annesi gelmedi. Çevrede soruşturdum, yavruları olan bir kediye araba çarptığını öğrendim. Çatıdaki yavru o kedinin yavrusu olmalıydı. Ele gelmiyordu, üstüne hırkamı atıp yakaladım. Çok korkmuştu, açtı, üşümüştü. Eve aldım, damlalıkla beslemeye başladım sonra biberonla bebek maması ile büyüttüm dünya tatlısı tekir bir kedim oldu.

3.kedim İPEK, onu yol kenarında yaralı buldum. Evimde kedim vardı, bir kedi daha almayı hiç düşünmüyordum. Yolda yaralı bir kediyi kaderine terk edemezdim. Aldım veterinere götürdüm, bu kedi sağlığına kavuşamaz dedi ama ben vazgeçmedim. Adını ipek koydum, 5 yaşında aldığım ilk kedimin de adı ipekti, çok nazlı bir kızdı. Kediyi bir hafta sonra veterinere götürdüm inanmadı mümkün değil dedi, İpek sağlığına kavuşmuştu.

İki küçük kedim daha var, onların adı KUZEY-GÜNEY. Bir gün kadının biri sepetin içinde 5tane kedi yavrusunu kulübün arkasındaki parka bırakıp kaçmış.  Görenler bana haber ulaştırdılar. Gittim yavruları gördüm, iki günlüktüler. 5 yavruya bir ay baktım, gün aşırı veterinere götürdüm 3 günde bir lavman yapıldı 3’ ü cins kedilerdi, bir ay sonra tek tek öldüler. Bu çok acı veren bir duygu. Elinizde beslediğiniz, güçsüz çaresiz yavruları kaybetmek gerçekten çok acı veriyor. 2 tanesi yaşadı. İsimlerini Kuzey-Güney koydum ikisi de erkek. Sahiplendireceğimi düşündüm, ama o kadar emek verdim ki onlardan ayrılamadım. İkisi birbirine çok düşkün, ayrılmalarına da kıyamadım.

6.kedim UĞUR, bir gün sokağa çıktım bizim sokakta güzel cins bir kedi başıboş dolaşıyordu. Tertemizdi sokak kedisi olamazdı. Kucağıma alıp kapı kapı dolaştım ama sahibini bulamadım. Sokağa bırakmaya içim elvermedi, eve getirdim. Bana uğur getirsin diye adını uğur koydum. Nereden kaçtı ise gözü hala sokakta, her fırsatta kaçmaya çalışır. Uğur 3 senedir benimle.

Köpeğimin adı Zeliş, onu barınaktan aldım.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-  Zeliş cins bir köpek, onu barınaktan mı aldınız?

Günsel DİRİ-  Evet, barınağa gittim, çok küçüktü, barınakta yaşayamazdı, baktığım birçok yavru köpek gibi biraz bakıp sahiplendirecektim. Evde bir köpeğim vardı alamazdım, ama Zeliş kendini zorla eve kabul ettirmeyi başardı.  Çok şımarık, yaramaz aşırı ilgi isteyen bir köpek. Bana bağlandı, bensiz yaşaması çok zor. Onu alalı 4 sene oldu.

Sıra kanaryaya geldi, çok kuş besledim ama hiç öten kanaryam olmadı. Belki bakımıyla ilgilidir. Bir gün kanarya satıcısından ısrarla öten bir kuş istedim. Dükkan sahibi bana 2 kuş getirdi. Biri sapsarı uzun, öbürü de bülbülle serçe karışımı doğal bir kuştu. Sarı olan gösterişli idi, öbürünün ise tek parmağı yoktu. Bunu benden başkası almaz diye kıyamadım ve aldım. O da ötmüyor, dükkan sahibine söyledim “getir değiştireyim” dedi. Mümkün değildi, eve girdi bir kere onu nasıl değiştiririm, ötmezse ötmesin. İnsan evladını değiştirebilir mi?

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-  Sorumluluğunu üstlendiğiniz canlılara bu denli özen göstermeniz örnek alınacak bir davranış. Aslında her birimiz, çevremize duyarlı olsak da, kendi ilgi ve beceri alanlarımızda uğraşlar bulsak. Hastaneye uzak köylerden doğum yapmaya gelen kimsiz, kimsesiz genç kadınlarımız; üroloji servisine gelen yaşlılarımız var. Köye dönecek paraları yok, doğan çocuğunu saracak bezi yok. Ne olurdu insanlar zamanının bir bölümünü faydalı işlere ayırabilseydi. Örneğin haftada bir gün hastane ziyaret edilebilir. Barınağa gidilebilir. Daha neler, neler yapılabilir. Biz nedense düşüncede çok başarılıyız. Düşünüyor, düşünüyor, konuşuyoruz. Üretmiyor, çalışmıyor, örneklemiyoruz.

Günsel DİRİ-  Ben evimdeki kedilerin ve köpeğin sorumluluğunu aldım onlara bakmak zorundayım, ihmal edemem. Kermesimizin birinde şu konuşmalara tanık olduk. Arkadaşlarla biz kermeste satış yaparken, yoldan birileri geçiyordu. Bir tanesi “bu ne” diye sordu, yanındaki de “aman boş ver, zengin kadınlar kendilerine iş bulamamışlar da hayvanlar için kermes yapıyorlarmış” dedi. Oysa ben emekli ikramiyesi ile ev alabilen şanslı emeklilerdenim.

GÜNSEL 2

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-  Yardım edelim de ister hayvana, ister insana, ister ormana, ister kaybolan bitki türlerine; hangisine yardım yaparsak yapalım çok değerli. Güzel memleketimiz, becerilerini sergileyecek insanları hak ediyor.

Sayın Günsel DİRİ, hem evinizdeki hayvanlara bakıyorsunuz hem de Sinop sokaklarında ne kadar ihtiyaçlı kedi-köpek varsa ilgileniyor, sahipleniyor ya da sahiplendiriyorsunuz. Doğal dengenin korunması için faydalı oluyorsunuz. Yaptığınız işin karşılığında maaş almıyorsunuz, üstüne kendiniz harcıyor ve karşılık beklemiyorsunuz. Sizinle bu söyleşiyi yapmamıza sebep olan karşılıksız hizmetiniz ve hayvanları korumak için kurduğunuz dernek. Derneğinizden bahseder misiniz?

Günsel DİRİ-   Biz hayvan severler, Belediyelerin yaptığı gece operasyonuna, sahipsiz hayvanların toplanıp hayatlarının sonlandırılmasına çok üzülüyorduk. Bu manzaranın çocukların ruh sağlığını nasıl etkilediğine hiç değinmiyorum bile. 2003 – 2004 yıllarında Adada, Sinop Belediyesi tarafından Hayvan Barınağı yapıldı. Bu çok istediğimiz bir şeydi.  Hayvan sever arkadaşlarımla birlikte barınakla ilgilenmeye başladık. Resmi statümüz yoktu. İlgili kuruluşlarla görüşmeler yapıyor, fakat sonuç alamıyor, yasal çalışmalar yapamıyorduk. Barınağın acil ihtiyaçları için maddi kaynak gerekiyordu.

Bu nedenle kolları sıvadım ve dernek kuruluşu için çalışmalara başladım. Kuruluşumuzda, Sinop Yardımseverler Derneği başkanı Sevim Hanım ve yönetim kurulunun büyük desteği oldu. Dernekler müdürümüzün, kuruluşumuzda ve her ihtiyacımızda katkılarını unutamam. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. 2005 yılında derneği kurdum Sinoplu hayvan severleri üye olarak kaydettik, tüm dostlarımız yardımcı oldu. Onlar olmasa ne yapardım bilemiyorum.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-   Biz, toplum değerlerimizden çok şey kaybettik. Eskiden insanlarda toplu çalışma bilinci vardı. İmece usulü yapılan işler, zaman ve iş gücü kaybını önlerdi. Kocaman tarlalar, 10-15 hane ev halkı sayesinde birlikte ekilir, biçilirdi. Bu gün proje, grup çalışması ve girişimcilik dersleri okutulmasına rağmen çocuklar birlikte oyun kuramıyor, ekip çalışması yapamıyorlar. Yetişkinler proje üretemiyor, ekip oluşturamıyor, görev paylaşamıyorlar. Herkes, her konuda kendinin uzman olduğunu düşünüyor. Sizin Sinop hayvanları için yaptıklarınızı ders verici buluyorum. Dernek kurduktan sonra neler yaptınız?

Günsel DİRİ-   Bayanlar çayı düzenliyoruz, kermes yapıyoruz. Tüzüğümüzde yemek düzenleme maddesi de var ama hiç yapmadık, ileride düşünüyoruz. Kermes ve çaylarımızda yönetim kurulundaki arkadaşlarım elbirliği ile koşturuyorlar. Dikiş makinesi kullananlar yastık dikiyor, örgü bilenler çanta örüyor, hayvan sever Sinoplular da satın alıyorlar. Gelirleriyle barınaktaki hayvanlara ekmek ve acil ihtiyaç malzemesi alıyoruz. Belediyemiz, barınağın yemek ihtiyacını okullardan temin ediyor, biz de yardımcı oluyoruz. Çay ve kahvaltı gelirleri ile yaz için ekmek, makarna, mama temin ediyoruz.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA- Sokak hayvanları, barınaktakiler, evdekiler bu kadar yoğunluk içinde çok değişik olaylar yaşamış olmalısınız. Hiç unutamadıklarınızı bizimle paylaşır mısınız?

DSCF0929 DSCF0937

Yeni Barınak CAN DOSTLARI YAŞAM EVİ

Günsel DİRİ-   Hayvanlarla inanılmaz anılarım var.  Bir gün evde temizlik yaparken dışarıdan sesler duydum. Evim Tersanede idi. Dışarı baktım, 4 yol ağzında kaza olmuştu. Bir araba köpek yavrusuna çarpıp kaçmış, o halde yolda bırakmıştı. Trafikteki sürücülerin yavruyu görmeleri mümkün değildi, zavallı hayvan çiğnenirdi. Etrafta ne yapacağını bilemeyen birçok insan öylece seyrediyordu. Şaşkın anne sağa sola koşuşturuyordu, ben hemen evden çıktım. Yavru sanırım 3 aylıktı, yaralıydı arka ayakları tutmuyordu. Hareket edemiyordu, annesi başında bekliyordu. İnsanlar annenin tepkisinden korkuyordu herhalde. Hemen yavruyu kucağıma aldım, tek elimle arabamın kapısını açmaya çalışıyorum, ben o halde iken şaşkın kalabalıktan bana yardım eden bile olmadı. Herkes seyrediyordu. Yavruyu arabaya koydum, anne yanımda izliyordu, yavrusuna yardım ettiğimi anladı. Başladı ellerimi yalamaya, anne köpek teşekkür edercesine ellerimi yalıyor, ben de başını okşuyordum. Yavruyu hemen veterinere götürdüm, tedavisi yapıldı. İlk müdahale yapıldı arka ayak kasları zedelenmişti, yürüyemiyordu, sokakta yaşaması mümkün değildi. Tedaviden sonra onu sokakta bırakamazdım. Balkona yer hazırlayıp yatırdım, anneden tedaviye giderken ayrılmıştık, eve geldiğimizde görünürlerde yoktu. Gece geç vakit dış kapı çalındı, bu saatte kim olabilir diye balkondan baktım ki ne göreyim, anne köpek patileri ile kapıyı vuruyordu. Evim 4 katlı ben 2. Katta oturuyorum, balkon dış kapının hemen üstüydü. Anne köpek büyük ihtimal balkondan yavrusunun kokusunu almıştı. Annelik işte, bilmediği yerde, bilmediği kimseler arasında yavrucuğunu biri alıp götürmüştü; analık ne güçlü bir duygu. Kapıda anne köpeği görünce evde beslediğim kedi ve köpeğimi düşündüm. Yabancı ve büyük bir köpek, acaba nasıl olur dedim. Kısa bir tereddüt geçirdim, ama ısrarlı anneye çaresiz kapıyı açtım. Bana inanmayacaksınız belki ama anne ile konuştum.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA- Doğadaki bütün canlılarla iletişim kurulabilir tabi, bilim bitkilerle kurulan iletişimleri örnekledi. Köpek ve at en sadık hayvanlardandır, burada kimsenin tereddüdü olacağını sanmıyorum. Köpeğe ne dediniz?

Günsel DİRİ- “Bak yavrum seni içeri alıyorum ama benim hayvanlarıma zarar verme” dedim.  Söylediğimi dinleyeceğine pek ihtimal vermemiştim ama yavrucak beni mahcup etti. Başını kolunun altına doğru eğdi, etrafa bakmadı bile, sessizce balkona gidip yavrusuyla birlikte yattı. Yavru iyileşinceye kadar anne her sabah uyandığında sokağa gitmek istedi salıverdim, akşam tekrar yavrusunun yanına geliyordu. Gelirken ağzında yemek getirdi en ilginç olansa getirdiği yemeğin bir kısmını önce benim köpeğimin önüne bırakıp sonra yavrusunun yanına gitmesiydi.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-   Köpeklerin sadakati hepimizi etkiler. Yapılan iyilik karşısında, hayvanın davranışı ve yaşadığı duygu yoğunluğu ders verici gerçekten.

Günsel DİRİ-   O anne beni çok etkilemiştir. Sabah ezanında uluduğu için, komşular şikayet etmişler. Anne köpek yavrusunun derdinde, komşu da sıcak yatakta keyif yapmanın derdinde, yazık oldu anneye. Bir gün onu işten gelirken kapımın önünde ölü buldum zehirlenmişti. Yavruya evde baktım. 2 haftada iyileşti, ama annesi göremedi. İyileştikten sonra yavruyu sahiplendirdim.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-   Sinop henüz düzenli bir hayvan barınağına kavuşmadı, bu konuda çok emek verdiniz, Sinop Hayvan barınağı şimdi hangi aşamada, kısa zamanda biter umarım.

Günsel DİRİ-   Barınak bizi çok uğraştırdı. Mevcut barınak ihtiyaca cevap vermiyordu iyi niyetlerle yapıldı ama eksikleri vardı ve sağlıksızdı. Önce yeni barınak için yer aradık. Arayışlarımızdan sonuç alamayınca; belediye başkanımız Sayın Baki Ergül’ü ziyaret ettik. Yer bulamamıştık, niyetimiz eski barınağı iyileştirebilmekti. Rüzgar esiyor, soğuğu bitmiyordu ama en azından barınak olarak ayrılmıştı. Sağ olsun başkan bizi kırmadı ve çalışmalar başladı. Uzun bir süreçti, arkadaşlarımızla hep birlikte koşturduk. Güzel bir barınak ortaya çıktı. Umuyorum havalar soğumadan hayvanları geçici yerlerinden barınağa taşıyabiliriz.

Belediye başkanımız barınakla özel ilgilendi, biliyorum başkanımız çok meşgul. Biz her sorunumuzda onu rahatsız etmekten çekindik, vaktini almak istemedik. Ama her gittiğimizde bizi dinledi ve sorunlarımızı paylaştı. Büyük adım atıldı ve güzel bir barınak yapıldı. Bu konuda başkanımıza minnettarız. İdari bina, ameliyathane, ameliyat sonrası bakım ünitesi, yeni gelen köpekler için ayrı bölüm. Bulaşıcı hastalıklı hayvan gelirse ayrı bölüm, yaralı ve yavru kediler için ayrı bölüm yapıldı. Bu çok istediğim bir şeydi. Bizim çalışmalarımızı yürütebilmemiz için de bir oda yapıldı.

Biz vali beyi de barınak yapılması için çok rahatsız ettik. Her defasında bizi dinledi ve sorunlarımızla ilgilendi. Dernek açısından kendimizi şanslı buluyorum valimiz de belediye başkanımız da bizi her konuda destekledi. İl genel meclisinde karar alındı maddi yardım yapıldı. Başta sayın valimiz ve belediye başkanımız olmak üzere barınak yapımında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-   Emeklisiniz hayvanlar hayatınızın büyük bir bölümünü alıyor, bir de turizm şirketine tercümanlık yapıyordunuz, devam ediyor musunuz?

Günsel DİRİ-   Evet gerektiği zaman Sinop u tanıtmaktan büyük keyif alıyorum her Sinoplu gibi ben de şehrimizi çok seviyorum, zaman zaman gelen yabancılar “biz dünyanın hiçbir yerinde bu kadar mutlu ve bakımlı sokak köpekleri görmedik, çok güzel ve şirin bir şehir, insanları çok güler yüzlü ve aydın” diyorlar. Şehrimiz için böyle övgüler almak her şeye değiyor.

BİLKE- A.Yaşar SARIKAYA-   Sahipsiz Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Sayın Günsel DİRİ ‘ye konuğumuz olduğu için BİLKE adına çok teşekkür ediyorum.

Söyleşimizi daha önce yapmıştık,30.11.2012 Cuma günü saat 14.00’te yeni barınağın açılışı yapıldı. CAN DOSTLARI YAŞAM EVİ Sinop için hayırlı olsun, emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

DSCF0930    DSCF0936

 

DSCF0944  DSCF0938

 
3 Yorum

Yazan: 02 Aralık 2012 in SÖYLEŞİ KONUKLARIMIZ

 

Etiketler: ,