RSS

Kategori arşivi: Kültür Arşivi

KUTU KUTU PENSE

12.02.2024- Şafak Gündüz SARIKAYA

“Kutu kutu pense, elmamı yerse,

Arkadaşım Meltem, arkasını dönse!”

Efendim aklıma takıldı, çocukken oynadığımız kutu kutu pense oyunundaki saçma tekerlemenin, Fransızca’dan fonetik olarak alındığı ve gerçek anlamının “dinle, dinle, düşün olduğu (ecoutez ecoutez penzes)” belirtiliyordu.

Keşke düşünme ve dinleme çocukken aşılansa diye de devam ediyordu. Penselerin kutunun içinde ne işi vardı sahiden, ya da bundan çocuklara ne diyen olabilirdi.

Ama tek bir kaynak yerine ikinci bir kaynağa bakınca (ekşi sözlük, ekşi şeyler), bu ifadelerin doğru olmadığını işin aslının ta 1938’lere dayandığını da iddia ediyorlar. Ring a ring roses adlı bir İngiliz çocuk oyunu Çekçe “kolo kolo mlynsky” olarak oynanmış ve 1938’de Naziler o zamanki Çekoslavakya’yı işgal edince ülkeden kaçan çok sayıda Çek Orient Express ile İstanbul’a sığınmış ve savaş bitince ülkelerine dönmüşler.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Milli Eğitim Bakanlığı yapmış Hasan Ali Yücel, Türkiye’ye sığınan Çekoslavakyalı öğrencileri ziyaret ettiğinde, Çek öğrencilerin bu oyununu görüp çok beğenmiş, daha sonra bu oyun anlamsız cümlelerle Türkçeleştirilip müfredata eklenmiş ve bütün okullarda oynanmış.

İnanın hangisi doğru bilmiyorum, çocukken oynarken sadece oynuyorduk. Yoksa “ördek suya daldı, zil çaldı, Fatma okula geç kaldı” da bir yerden alındı.

Ama Fransızcası da iyiymiş.

İki kez dinle bir kez düşün.

Ecoutez ecoutez pensez!

https://onedio.com/haber/beynimiz-piril-piril-oldu-iste-kutu-kutu-pense-tekerlemesinin-kaynagi-ve-oyunun-kokeni-814034

ŞGS

 

Etiketler: , , , , , , , ,

KARŞI EVİN ANNESİ 2019 yılı Avrupa en iyi Türk Şiiri ödülü

19.12.2023-Deniz İNAN- ŞAİR

Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle

Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi

İmrenirdim

Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber

Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına

Bilmezdim anne

Karşı evin babasında bitermiş iş

Bunu görmezdim

Hep başın ağrırdı

Başın, hep ağrırdı

Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar

Seni sevmezdim

Küçüktüm anne

Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş

Çeşmeden akmayan suya

İsyan etmezdim

Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken

Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi

Özenirdim

Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız

Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime

Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan

Ömrümü tararmış titreyen parmakların

Bilmezdim anne

Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma

Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim

Küçüktüm anne

Yoksa

Gün aşırı patlayan sarı ampulü

Mumla yamayacak yüce gönlünü

Ezecek kadar ezilmezdim

Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını

Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi

Ayağında yüksek topuklu bir isyan

Düşündüm de şimdi

Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan

Senin çatlamış ayakların vardı anne

Hacı şakir kokardın en beyazından

İncecik bir yemeniyle gizlerdin

Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını

Çok yeni anladım anne

Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı

Çocuktum anne

Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi

Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş

Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi

Bilmezdim anne

Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi

Üstümüze cuk otururken

Ruhuna azap olur akarmış

Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram

arifesi

Vitrinlere bakarmış

Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken

Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi

Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde

Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı

Yık deseler

Ne şu eski divan kalacak

Ne çiçekli perdeler

Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana

Desem

O tertemiz günlerim

Hani şimdi neredeler

Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye

Hesaplar yaparken bir gün

Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri

Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi

Çok geç anlıyor insan anne

İlle de kendi annesi

İlle de kendi annesi

DENİZ İNAN

 
 

Etiketler: , , , , , , , ,

TÜRKÇE’Yİ BÖYLE BİRİNDEN ÖĞRENDİM

17.12.2023-SİFİN İSİMLİ SAYFADAN ALINTI

“Ak benizli bir kadındı. “Yakağan” sineği çok olduğundan “cibindirik”te yatardı. Er yatar, er kalkardı. “Daha üstüne gün doğmamıştı.” Ramazanda “er ekmeğini” yedi mi yatmazdı. Sümerbank bezinden diktiği “dolama”sını giyer, sabahın serinliğinde “delme”sini sırtından eksik etmezdi. İçinde “göynek” olurdu. “Ak yağlığını” “yağlınır”, gök “çekisini” alnına çekerdi. Bir yere giderken “bürgü”sünü bürünürdü. Delinen örgü çorabını “gözerdi”. Naylon ayakkabıları “yoraklıydı”. Bir de “şibidik”i vardı. “Örtme”deki kuzuları salar, koşuştuklarını görünce “çenikmişler bunlar” diye severdi. “Kuzuluğun kapısalığını” sağlam bağlardı; yoksa kuzular anaları dağdan gelince emişirler, buğdaylığa dalarlarsa “tenelerlerdi”. İneğini nahıra sürerdi. Yaz günü inekleri “gövelek” tutardı. Buzağısının “örmesi” kendi ellerinin ürünüydü. Dere kenarında yün yur, çul tokuçlardı. Yunak”ta çocuklarını çimdirir, yunak taşında “sırtlarını” “sırkıtırdı”. Evlatları iyiyse dirlik bulurdu, kötüyse “dirliği dışlığı kalmazdı”. Çocuklarını ağlatmazdı, “uğundurmazdı”. Kötü haberlerini alsa “yayan yapıldak” yollara düşerdi. Anasını anımsadıkça ağıt yakar ağlardı. Köyde biri ölse “ölgü” evine giderdi. Yüklükte kefen bezinin yanında “sümük sargılığı”, onların üstünde yatakları olurdu. Odayı havalandırmak için kapıyı “govşaltır”, pencerenin bir “çenedini” “kıynatırdı” (gıynatırdı). “Gurk tavuğu gurka yatar”, “cibi” çıkarırdı. Akşam “pinnik”e tünerlerdi. Zaman olur “ölet” gelir tavukları kırılırdı. “Gene dama “ötüğünler” konan “guggulumavık”ın uğursuzluğu bu” derdi. Duvara gök boncuk asardı, “göz değmezdi”. Cesura “karagözlü”, korkağa “akgözlü”, durmadan şaşırana “gökgözlü” derdi. Ona göre insanlar durumlarına göre gözlerini karartır, ağartır, göğertirdi. Ona göre, gözler kararır, ağarır ve göğerirdi. Çok renkliye “ala”, desensize “yoz”, açık toprak rengine “boz” derdi. Halı ve kilim için “çezgi çezerdi”. Çezgisi “yönet” olurdu. Kirmen ile yün eğirir, ip “koşardı”. İplerini kazanlarda kaynatıp kendi boyardı. Saçları hep bağlı iki tane “belik” olurdu. Kışın atkı atılır, ele elcek geçirilirdi. Üşüdü mü “boynu, çiyni, döşü” ağrır, “böğrü”ne sancı girerdi. Göbeği düşenin göbeğini kaldırır, kuyruğu batanın kuyruğunu doğrulturdu. Teyzesinden el almıştı. Göçebe olmayan herkese Köylü derdi, çünkü kendisi Yörüktü. Ağırın karşıtı “yeyni”, yakının karşıtı “ırak”, kalının karşıtı “yuka (yufka)” idi. Ağırbaşlı olmayan “yeynicek” idi. Yeni ev kurana “yeni yaka” denirdi. Renk değiştiren giysi “göynürdü”. Sevdiği akıllı oğlan çocuğa “lök”, güçlü toparlak çocuğa “tosun”, “toklu”, zayıf kıza “çebiç”, güzel kıza “beserek”, “celfin” ve “şişek” derdi. Yaramazlar, hareketliler “yılkı” idi. Ayrana “çalkama”, “çalkamaç”, cacığa “çintme”, kompostoya “sulamaç” derdi. Yemek “haranı”da pişer, “çanak”ta yenirdi. “Ölemeç (övelemeç), bulamaç, ovmaç (oğmaç)” pişirir, ayrana “yufka ekmek” doğrar “doğramaç” olurdu. “Kaçamak” yemeğini, toğga çorbasını iyi yapardı. Süt “taşırır”, “ağız döndürür”, ayran yayar, peynir basardı. Bazen “dolaz” yapardı. Bulgurdan taş “ürtlerdi”. “Vergili” kıza düğür gidilmez derdi. Düğün için gönderilen çağrıya “okuntu” der, düğün evine “okuntuluk” götürürdü. Okuma yazmaya “oku” derdi. Kendisinin ise “okusu yoktu”. Kocası “yörev” bir adamdı, “yörev yörev” konuşurdu, kızdı mı gözleri “pertlerdi”. Kendisi kimseye “çelermezdi”, yüzünü “çelertmezdi”. Yaşamında çok “ezgiler çekmişti”. “İki çift laf etmeyi severdi”, ama “kovu”dan hoşlanmazdı. “İlenmeyi” sevmezdi ama bazen de ilenirdi; en kötü “ilenci” “odun ocağın sönsün”, “ciğerinin sapından bul” olurdu. Çerçiden “arpayına, buğdayına barabara “kırıntı” alırdı”. Fazla para aldığını düşünürse “üttü beni çerçi” derdi. Çerci de ütücü çerçi olurdu. Balta duvarın “kırağında” durur, keser “yamacına” konurdu.Yerleri belli olurdu, dolay dolay aramak zorunda kalmazdı. Orak ile arpa “orardı”. “Aşanesinde” un çuvalları, en başında yük çuvalı olurdu. Yük çuvalında “deve boncuğu” işliydi. Hamur yoğurur, “ekmek atardı”. “İtesi” dokuma kilimdi. Ekmeğini kocası çevirirdi. Ekmekleri üst üste yığar, ekmek yapma işi bitince ekmekleri teklerlerdi…Görsel: Geçen yıl kaybettiğim bir yörük kızı olan Annem.

 
 

Etiketler: , , , , , , , ,

Güzeller güzeli Defne’nin hazin öyküsü…

28 Temmuz 2023- AİMSAD DERGİSİ

Doğu Akdeniz’in en nadide ağaçlarından defne ağacı, dört mevsim yeşil yaprakları, mis gibi kokusuyla çağlar boyunca barışın, zaferin ve ölümsüzlüğün simgesi olmuş. Ve tarihteki diğer köklü ağaçlar gibi o da çok hüzünlü bir aşk hikayesini saklamış kalbine. Güzeller güzeli su perisi Daphne ile tanrı Apollon’un imkansız aşkını…

Anadolu medeniyetler beşiği. Anadolu masallar, efsaneler diyarı. Her bölgesinde ayrı bir hikaye, ayrı bir söylence barındırıyor. Tarihin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu’da çağlar boyunca pek çok medeniyet kurulmuş, her biri birbirinden değerli hazineler bırakmış.

Yolunuz Antakya’ya düşerse mis kokulu defne ağaçlarının içinde, şırıl şırıl şelalelerin aktığı bugünkü adıyla Harbiye denilen yerde, yüzyıllar önce geçen hüzünlü bir aşk hikayesine tanık olursunuz. Ağaçların hışırtısında, rüzgarın burnunuza getirdiği kokusunda, suyun sesinde, kuşların cıvıltısında dinlersiniz bu öyküyü…

Gelelim tarih boyunca barışın, güzelliğin, iyiliğin simgesi olan Defne’nin mitolojideki hüzünlü bir hikayesine;

Antakya’da bugün Harbiye denen yere vaktiyle Daphne derlerdi. Bugün Asi Irmağı’nın adı da o zamanlar Orontos’tu. Mitolojideki Daphne ise bu sularda yüzen güzeller güzeli bir su perisiydi. Annesi orman, babası ırmaktı Defne’nin. Irmakta yıkanır, kıyıda ağaç altında oturur, o uzun saçlarını tarar, şarkılar söylerdi. Orman ve ırmak tatlı ninnilerle, yumuşak okşayışlarla büyütüyordu Defne’yi. Irmağın sesine benzerdi sesi, annesi orman ona gezmeyi, kuytu derinlerde saklanmayı, geyikler gibi kaçmayı öğretmişti.

Anne ve babası ne kadar sakınırsa sakınsın bir gün ay gibi güzel kızlarının aşık olacağını ve kendilerinden ayrılma vakti geleceğini biliyorlardı. Biliyorlardı bilmesine de o vaktin gelmesini istemiyorlardı bir türlü.

Defne gelişip güzelleştikçe daha içli şarkılar söylemeye başladı, dalgındı, içine kapanmıştı. Annesi Orman, bir gün sordu neyi olduğunu, annesinin sormasıyla Defne’nin gözünden yaşlar boşandı. Hiç görmediği uzaktan uzağa çalgısının sesini duyduğu birine sevdalandığını söyledi. Her yerde aradığını, bir türlü bulamadığını da ekledi sözlerine…

O anda annenin yüreğine bir ateş düştü. Çünkü bu şiiri ve çalgısı ile bütün kızları kendisine aşık eden Apollon’du. Ve Apollon bir tanrıydı. Tanrıya aşık olan kızlar ya kendini öldürürdü, ya da sürgüne giderlerdi. Bu sevdayı kalbine gömmesini salık verdi kızına.

Gönül bu, ferman dinlemiyor işte… Görmediği, bilmediği orman çalgıcısını sevmeye devam etti Defne. Sonra bir gün ormanın içinde dolaşırken ağaca sırtını dayamış çalgısını çalan birini gördü. Görmeden aşık olduğu Apollon iki adım önündeydi ve o anda anladığı sevdiği adam olduğunu. Apollon başını çevirip baktı bir de ne görsün, bugüne kadar görmediği güzellikte bir kız karşısında duruyor.

Göz göze gelince Defne önce ne yapacağını bilemedi ama sonra belki kadınca dürtüyle ormanın içlerine doğru kaçmaya başladı. Apollon da görür görmez aşık olduğu bu güzeller güzeli kızın peşinden koşmaya başladı. Defne’nin orman annesi kollarını geriyordu Apollon’un önüne kızına erişemesin diye. Defne tam Apollon’un nefesini ensesinde hissettiği anda ırmağın kenarına ulaştığını farketti. Irmak babasına “Babacığım bana yardım et” demesine rağmen çağıl çağıldayan ırmak duymadı kızının sesini. Annesi orman ise dayanamadı kızının çaresizliğine ve tam Apollon onu yakalayacakken Defne’nin ayakları altında kökler oluşmaya, her yanından yapraklar fışkırmaya başladı. Defne o anda güzel bir ağaç oluverdi.

Apollon ise ölümlerin en güzeli bu kızın hoş kokulu bir ağaç olduğunu görünce, “Ey kızların en güzeli, yitirdim artık seni, bundan sonra benim ağacımsın sen. Savaşlarda yenenler zaferlerini senin yapraklarından yapılmış taçlar takınarak kutlayacaklar. Her yerde barış ve zafer simgesi olacaksın” dedi.

Bu tanrısal aşk hikayesinin geçtiği yer bugünkü Antakya’nın Harbiye’sidir. Ve derler ki; Harbiye’nin şelaleleri de güzel Daphne’nin döktüğü gözyaşlarıdır!

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Temmuz 2023 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

TÜRK SOYKIRIMI – TALKAN VE CURCAN KATLİAMLARI

24.07.2023-Mustafa N. KUTAN-turkıshnews.com

Türklerin tarih kitaplarında ve arşivlerinde yer almayan ancak diğer milletlerin yazılı tarihinde yer alan iki büyük Türk katliamından biri. Ermeni’ler “katledildik” diyebiliyor. Rumlar “topraklarımızdan sürüldük” diyebiliyor. Ancak Türk gururu “Araplar bizi katletti, zorla Müslümanlığı dayattı” diyemez. Talkan ve Curcan katliamları.. Resmi tarihte şöyle bir üfürme var. Türkler Çin ile savaşırken Araplar yardıma gelmiş, bu sırada birbirlerine sempati beslemişler, Türk savaşçılar Arap okçuların yanaklarından makas almış, İslamiyeti kabul etmişler !. Karşılıklı milletlerin hem fikir olduğu tüm savaşlar gerçek, bir tek Türklerin katledildiği yalan öyle mi?

Talkan Katliamı‘nda 100.000 Türk katledilmiştir, bunun yanında 50.000 ‘den fazla türk köle ve cariye olarak pazarlarda satılmıştır. Bu katliam, İslam’ın barış dini olduğunu yeterince kanıtlamış, ayağı kayıp yanlışlıkla Arap kılıçlarının üstüne düşen arkadaşlar da olmuş ama dersini iyi alanlar akın akın İslamiyet ile şereflenmiştir. Hz. Muhammed’in ölümüyle birlikte insanlığın iktidar hırsı İslam dininde de ortaya çıktı. Mezhep ayrımcılığını kesinlikle reddeden İslam dininin iktidar çatışmaları sebeple mezheplere ayrılması tamamen Arapların eseridir. Eflak Voyvodası Vlad’ın yaptıklarına kin duymayan insan olamaz değil mi? İşte Vlad, Curcan ve Talkanda yaşanan acımasızlığı hayal dahi edemezdi. Ancak gel gör ki İslamı en doğru yaşayan, koruyan ve öğreten millet yine Türk’lerdir. Eğer Türkler Müslüman olmasaydı, İslamiyet bugün Arapların etnik dini olmaktan öteye gidemez, olsa olsa en fazla Hindistana kadar gidebilirdi.

…..Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..

Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Derleyen: MUSTAFA N KUTAN

yazının tamamı:

 
1 Yorum

Yazan: 24 Temmuz 2023 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , , , ,

SİNABELİ KILIÇLI KÖYÜ KOOPERATİFİ

23.05.2023- Ayşe. Yaşar SARIKAYA

Anadolu kadınımız, sırtındaki onca yükün altında ezilirken, yüreğinde sakladığı duyguları dokumalara, nakışlara, türkülere yazmıştır. Onların bu yazdığı eserleri okumak ve anlamakla geçti yıllarım. Bu yolda saçlarıma ak düştü, bedenim yoruldu ve antik çağlardan beri Anadolu coğrafyasında yer alan “KİBELE KÜLTÜRÜ” çıktı karşıma. Binlerce yıldır KADIN, varlığı ile tarihte hep konu edilmiş. Ya ezilen, ya bir Amazon, ya da Sinope gibi bir tanrıça olarak çıkmıştır karşımıza.

Biz, toplumda kadına gerçek değerini verdik mi? 74 yılında ilk öğretmenliğe başladığımda mert, çalışkan bazı kadınlarımızın köylerde sözü geçerdi. Toprağı tanır, doğanın mevsim özelliklerini bilir, insan sağlığı konusunda sahip olduğu deneyimleri kullanırdı. Ve doğadan koptu kadın, sanayileşme çağında toprağı öksüz bıraktı böylelikle duyarlılıklarını kaybetti. Üretici olmayı bıraktı tüketici oldu.

Sinop kadın el sanatlarının korunması ve yaşatılması konusunda çok yetkili ile görüştüm. Emeklerim “hocanın göle maya çalması” örneğine benzese de verimli çalışmalar da görmekteyiz. 2020 BİLKE 5. HALKBİLİM ÖDÜLLERİ kapsamında ödül alan bir projeyi tanıtmak istiyorum.

* KÖY KENT KÜLTÜR KÖPRÜSÜ KATEGORİSİ- Yücel DEMİRHAN – Aylin DEMİRHAN “KILIÇLI KÖYÜ KÜLTÜR MERKEZİ PROJESİ”ile  Aylin DEMİRHAN İstanbul SEV koleji öğretmeni  Yücel DEMİRHAN emekli öğretmen.

PROJE 1. AŞAMA: Aylin DEMİRHAN kolej öğrenci velileri, öğretmenleri ve köylü halk ile birlikte eski okul binası restore edildi.  Kütüphane kuruldu, bilgisayar alındı. SEV Koleji öğretmen ve öğrencileri köyde kamp yaptı köy yaşamını gördü.  Kamp boyunca öğrenciler, öğretmenleri Aylin Demirhan, Rachel Litwak, Mehmet Cemil ve James Farley liderliğinde etkinliklere katıldı.

Grup tarlada çalıştı, inek sağdı, ormanda yürüyüş yaptı. Köy çocuklarıyla tanışıldı oyunlar oynandı, sohbet edildi, okul binasının restorasyonunda çalışıldı. Tarladan sebze toplandı, yemekler pişirildi; armut toplayıp pekmez yapıldı, hamur açıldı mantı yapıldı, kümesten yumurta alıp haşlandı, sofralar kuruldu, toplandı, bulaşıklar yıkandı. Bazı öğrenciler toprağı sürdü, diğerleri doğal tarım amaçlandığı için ilaçlama yapılmadığından otları temizledi, kimisi karık açtı, kimi ekti, kimi de fidelere can suyu verdi.

Tarla aletleri kullanıldı, çiftlik hayvanları tanındı, köydeki börtü böcekle yaşama deneyimlendi. Organik atıklar toprağa geri kazandırıldı.  Yıldızların yoğunluğu, gecelerin sessizliği yaşandı. Güneşin doğuşuyla kalkıldı, batışıyla tavuklar kümese kondu, öğrenciler Karadeniz’in yeşiline, Sinop şivesine ayak uydurdu.

PROJE 2. AŞAMA: Yücel DEMİRHAN, Kılıçlı Köyü Kültür Merkezine dokuma atölyesi kurdu. Köylüden geleneksel dokuma tezgahı buldu, Halk Eğitimi Merkezi ile işbirliği yapıldı. Köydeki genç ev hanımlarına el dokuma kurs açıldı. Kurs belgesi alanların, öğrendikleri sanat ve dokuma kurs belgesi ile istihdamları hedeflendi.

Kursiyerler kursta dokuma eğitimi alırken, çocukların başıboş olmaması için, merkezde Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu işbirliği ile ana sınıfı açıldı. Kültür Merkezine Ana sınıfı öğretmeni ve geleneksel dokuma öğretmeni atandı.

2020 yılında proje bu aşamada iken, 2023 yılında kooperatif kuruldu ve köy kadınları üretmeye başladı. İnstagram adresinden kooperatifin çalışmalarını takip edebilirsiniz. Ürettiklerini kermesle satışa sunacaklar. Üreten kadınlarımıza SELAM OLSUN!

Projeyi başından beri tasarlayan, olgunlaştıran ve bu günkü aşamasına getiren anne kız Yücel DEMİRHAN ve Aylin DEMİRHAN’A dernek olarak teşekkür ediyor, kooperatif BAŞKANI aYLİN demirhan’ı kutluyor BAŞARILAR DİLİYORUZ.

İşte kadınlarımızın dokuduğu kilimlerden örnekler:

MART 28’de yayınladığımız akademik yazıda konunun detaylarını okuyabilirsiniz.

https://sinopbilke.com/2023/03/28/sinopta-kybele-kultu/

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Mayıs 2023 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP KÜLTÜR SEVDALILARI

24.06.2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Babam 1945 yılında, 14 yaşında tam 72 km yolu yürüyerek bir günde Sinop’a ulaşmış. Okumak istiyormuş, müfettişler bu çocuk okusun demişler ama babası evin büyük oğlu diye okumaya göndermediği için valiye durumunu anlatmak amacı ile gelmiş. Olaylar öyle farklı gelişmiş ki, 14 yaşında çalışmak zorunda kalmış. Ama hep kafasında okumak ve meslek sahibi olma fikri varmış. Varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu için, babası gururuna yedirememiş ve oğlunu gelip almış Sinop’tan.

Bu hikaye, babamın ölümünden sonra bize hatıra olarak bıraktığı, 1. bölümü 64, 2. bölümü 67 sayfa olan el yazısı anılarında yer alıyor. O anıları okudukça, köylü milletin efendisidir sözünün değerini daha iyi anlıyorum. Babam okuma aşkı, bilime tutkusu ile 4 çocuğunu okuttu. Ona hiç kimsenin desteği olmamıştı. O, ailesini kimseye muhtaç olmayacak duruma getirdi, onlara varlık bıraktı.

Ben, annem ve babam sayesinde köy kültürü ve sorunları hakkında bilgi sahibi oldum. Öğretmen olduktan sonra da kırsalların folklörü hakkında çalışmalar yaptım. Sorun temelden çözülmeyince, durum binanın temel taşının çürük olmasına benziyordu.

Göçmenler denilince aklıma, köyünde karnını doyuramayanların büyük şehirlere göçmek zorunluluğu gelir aklıma. Alt yapısı olmayan, imar izini verilmemiş, hisseli arazilere gece kondu yaparak yapılan geçici yerleşmeler. Ard arda zincirleme gelen sorunlar…Bu sorunlar arasında kültür unutuluyor, yaşam savaşı her şeyin önüne geçiveriyor. Bu durumdan nemalananlar da fırsatı kaçırmıyorlar.

Babam, senin hatırana saygıyla köylerin kültürlerinin yaşatılması, insanlara istihdam alanları oluşması için canla başla çalıştım hala da çalışıyorum. Yıl 2003-2004 Sinop dokuma tezgahlarında dokunan ürünlerin pazarlanması için çok uğraştım. Kar amacı gütmedim, sadece yöre insanımızın kazanmasını hedefliyordum. İlgilenen firmalarla ürünleri kodladık, numaraladık dosyalar oluşturduk.

Dokuma: P-10 Aynur Demirkol

Sinop üreticileri, Kapalıçarşı, şirketler, toplantılar, sunumlar derken, bakıyorum da epey yol almışız. O yıllarda Sinop dokuma üreticileri bu işten çok para kazandı. Yurt dışı, yurt içi pazarlarında ürünler ilgi gördü. Fakat toplu siparişlere Sinop ürün yetiştiremedi.

Dokuma P:8- Aynur Demirkol

SİYAD bu konuda çalışma başlatmış, kutluyorum. Sürdürülebilir olması ve çok insana istihdam alanı oluşturması açısından değerli buluyorum. Geçirdiğimiz aşamaları, Sinop ve Sinoplu’ya fayda sağlaması amacıyla paylaşıyorum.

Dikmen- Serbest Heybesi- DOKUMA- DİKMEN

Dokuma Y-1: DİLNUR ÇEYİZ-yastık
Dokuma P-4: Ümmühan DEMİR

Dokuma THO( Takım -heybe-oda takımı)-Nezaket DEMİRKOL

Dokuma: BT- 2 Bereket Torbası- Ümmühan DEMİR
Dokuma: P-K 6- DİLNUR ÇEYİZ

Üreten herkese saygılarımla.

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

ÇINGIRŞAK MI TAHTEREVALLİ Mİ?

09.04.2021-BİLKE

Çocukluk yıllarından akılda kalanlar, zaman tünelinden geçince ne kadar da değer kazanıyorlar. Her birimiz o anıların bizi yaşadığımız zamana doğru sürüklediğini biliriz. Yaşımız kaç olursa olsun, bir anda hemen çocuk oluveririz.

Sokak oyunları, yaratıcılığı ortaya koyan oyunlardı. İnsani değerler, dayatılarak değil de yaşayarak kazanılırdı. Sanayi ve teknoloji gelişti, bilişim teknolojileri de aldı başını gidiyor. Değerler konusu ise negatife doğru bir ivme kazanıyor gibi görünüyor.

Kaybolan kültürler, kaybettiğimiz değerler konusunda ısrarımız bu yüzden. Bu gün, eski sokak oyunlarından birine yer verelim dedik.

Araştırma, Hasan MUSLU, yazı ve fotoları gönderdiği için teşekkür ediyoruz.

Yazı ve fotoğraf: Hasan MUSLU

                                                                      ÇINGIRŞAK   

 

 Bayramlar yaklaşınca yüzümüzde sevinç gözlerimizde mutluluk olurdu. Eskilerde yaşandı eskilerde kaldı bayramlarda yaşanan o güzellikler.

Bayramda topluca yemekler, helvalar yenirdi. Etli pilav, sütlaç, incir uyuşturması vardı menülerde.

Erkekler kendi hallerince günü geçirirken bayanlarda bayramlarda kurdukları Çınkırşaklarda doyası eğlenip bayramın tadını çıkarırlardı.

Uzun bir ağaç ortadan delinip diktikleri direk üzerine geçirmek şekilde yapılmış başit bir düzenek. Uzun ağaç ortasında açılan delik sabit direğe geçirilir. Geçirilen delik biraz geniş olup dönmeye imkân sağlar. Hatta belli bir dönmeden sonra gıcırdama sesleri çıkarır bunun için de çıngırşak adını almış.

Bayram günü işleri bitiren bayanlar öğleden sonra çıngırşak yerine gelir eş tutarak karşılıklı binip dönmeye başlar. Bir taraf yüksek de iken yere değen kişi topuğunu vurarak dönmesinin hızlanmasını sağlar sonrada diğer arkadaşı bunu yapar. Ne kadar hızlı ve uzun binerlerse geçerliydi.

 Çıngırşağa sadece bayanlar değil erkeklerde binerdi. Bekâr genç ve erkek kızlar akraba ve diğer komşular sıra ile birlikte bayramı coşku ile geçirilirdi.

Bu Çıngırşağa binme âdeti çok yerde kalktı. Birkaç yerde ancak var. Kaybolan bu köy oyunlarından olan kültürümüz artık zamanla terk edilmiş ve unutulmuştur. Belki bir iki köyümüzde ancak kalmıştır..

ÇINGIRŞAK; Basit bir tahterevalli

 
1 Yorum

Yazan: 09 Nisan 2021 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , , ,

ZEYBEK SÖZÜNÜN KÖKENİ

05.03.2021-BİLKE

Sesli harflerin, haykırma ve durum ifade etme gibi hallerde ilk insandan beri kullanıldığını düşünürsek yalan söylememiş oluruz. Sözcüklerin de insanlarla birlikte, binlerce yıldır yolculuk yaptığını fark etmemizi sağlar. Sinop adındaki SİN hecesinin tarihler boyu yaşadığı gibi.

Tüm toplumlarda ortak görünen bir enfantil simge-sesten, çeşitli dillere “yaşlı ve saygın erkek, baba” anlamına gelen sözcükler türetilmiştir. Farsça baba/babū < Sanskritçe baba (baba, muhterem kişi, derviş), Çince baba, Yeni Yunanca papá, Fransızca papa vb.

Sümercedebaba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesindeki gibi “büyük şeyh, dede” anlamlarıyla da kullanılır. Sümercedeki Ur-baba, za-baba gibi. -BİLKE-

Halkoyunlarımızda “zeybek” kategorisinde yer alan Ege Yöresi Halkoyunlarını zevkle izleriz. Peki ZEYBEK kelimesinin kökeni nedir?

Zeybek Sözü ve Kökeni:

Zeybek sözcüğünün kökeni hakkında bugüne kadar çok çeşitli ve birbirinden farklı görüşler ortaya atılmıştır. Halikarnas Balıkçısı Zeybek Sözcüğünü Mitolojiye şu şekilde dayandırıyor;
‘Homeros bu sözü ”olaks” diye Omeqa ile yazar. Omeqa ise, ona tanrıçanın ilkbaharda doğurduğu yumurtasının, ilkbaharda bölünerek iki ayrı “o” olmasıdır. Ayrılan bu yumurtalardan tüm yaratıklar ve bitkiler çıkmıştır. Böylece de ”Obekkos”, ”Tobekkos” ve ”İbakki” sözleri ”Zeybek” olmuştur.

Mahmut Ragıp Gazimihal, sözün Grekler tarafından kullanıldığını da belirtiyor. ”Yunanca’da ”b” sesi olmadığı için, onların dilinde Sayvakikos , Zaypapikos şeklinde Rodos ‘ta ise Turkikos’un aynı anlamda kullanıldığı ve kelimelerin aslının Saybak olup bizde kelimenin incelenip ve özleşerek Zeybek haline geldiği de açıklanır.

Divanı Lügatı Türk, Cilt I, sayfa 333 de Bekneg kelimesindeki Bek sözünün sağlam olduğu yazılmaktadır. Yine Divanı Lügatı Türk, cilt III. Sayfa 154 de Sağ sözünün Zeybeklik, anlayışlılık anlamında olduğu kaydedilmektedir. Divanı Lügatı Türk, Cilt I. S. 80’de s harfinin bazen Türk dilinde z okunduğu söylenmektedir. Zeybek sözünde sağlam anlamında bir (Bek) sözünün bulunması anlamı olan sağlam sözünü doğrulayacak ek ad olması şarttır.

Bek sözcüğü bir insan için kullanıldığına göre ek sözü, insanın niteliğini iyi yönünden anlatan söz, olması gerekir. Yani Bek sözü ile ancak anlayışlılık ve akıllılık anlatan Zag sözü ile birleşik ad olabilir ve şeklini alır. Bunu Türk dilinin yapısı zorunlu kılmaktadır. Türkçemiz ses uyumu kuralı burada da, karşımıza çıkmaktadır. Başta gelen kalın fakat hafif sesli hece, sonda gelen ince fakat sert heceye uydurularak okunur, kuralına göre Zag hecesi kendisinden sonra gelen sert, ince Bek hecesine uydurulmuş, Zeg olmuş Bek ile beraber anlayışlı, akıllı, sağlam, zeybek olarak Avrupa tarih kitaplarına geçmiş ve çağımıza değil Bozdağ, Dalgalı dağ köylerinde yaşamıştır.

Efe Sözü ve Kökeni
Efe sözü Rumca ‘dan alınan “Efendi” sözünün kısaltılması sonucu geldiğini savunanlar olmakla birlikte “Efe” kelimesi efendinin tam karşılığı değildir. Efe genç, diğer anlamda delikanlı demektir. Örnegin; Efendimiz Sultan Alayhi Vesselam denir, Efemiz denmez.

Efendi Bizans dilinde sahip, okuma-yazma bilir demektir. Hoca Efendi, Kalem Efendisi, Hoca Efe, Kalem Efesi denmez. Fakat Efelerin Efesi denir (silah taşır yiğit).
“Efe” sözcüğü “EFEB” den gelir. Efeb; genç delikanlı yani silah taşıyan yiğit demektir. Efeb teşkilatı Yunanistan’dan önce Anadolu da kurulmuştur. Bunlar tıpkı Zeybekler gibi dağ başında talim ederler ve daha sonra kente gelerek tiyatroda silah oyunları yaparlardı. Tiyatro yuvarlak olduğu için dansları da daireseldi. Bu dans aynı zamanda dinseldi.
Celal Esad Arseven tarafından düzenlenen Sanat Ansiklopedisinde ”Eskiden asayişin korunmasına memur hafif silahlı bir sınıf askere verilen addır.” Selçuklular zamanında Aydın ve Teke taraflarında böyle bir askeri sınıf oluşturulmuştu ki bunlara Efe denirdi.
Efe-Zeybek ve Kızan Arasındaki Bağıntı

Efe, Zeybek gruplarının başıdır. Zeybekler arasında kahramanlık yapmış cesur ve mert kişiler arasından seçilir. Efe olmak için Zeybekler arasında yaşça büyük olmak önemli değildir.
Zeybek, Kızanlara göre daha çok kahramanlık yapmış cesur kişilerdir. Zeybekler efenin Emriyle kızanları yetiştirirler. Zeybekler, efelerin yanında birer kol beyi görevi görürlerdi. Zeybekler iyi silah kullanan cesur kişilerdir.
Zeybeklerin maiyetindeki gençlere ”Kızan” denilir. Kızan çocuk anlamına gelse gerek. Çünkü Anadolu’da kimi oyunlarda kızlar delikanlı, delikanlılar da kız giysilerini giyerler. Kızan belki de önceleri başka anlam taşırdı.
Günümüzde akıllarda kalan bazı Efeler ve Zeybekler şunlardır;
Çakıcı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Çakırcalı Efe, Saçlı Efe, Mestan Efe, Gökçen Efe, Sarı Zeybek, Kamalı Zeybek, Pepe Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Demirci Mehmet Efe.
Zeybek Oyunlarının Tarihte Ortaya Çıkışı-Cumhur Sevinç- Kaynak http://www.türküler. com

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Mart 2021 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , ,

1921 GERZE ACISU TAHLİL RAPORU

01.03.2021-BİLKE

Araştırmalarımız içinde, memleketimizin korunmaya değer neyi varsa sırası geldikçe yer veriyoruz. Arşivimizde 1921 yılı GERZE araştırmalarını görünce, sizlerle paylaşmak istedik. Detaylı araştırmanın, bu gün sadece ACISU ile ilgili bölümünü sunacağız. Araştırmanın sonunda “12 Temmuz 1337 Ayancık Doktor Bahattin Kökdemir” yazıyor.

Araştırdık ve ulaştığımız bilgiler: (1892-Sinop- Gerze doğumlu)İstanbul Tıp Fakültesi Mezunu, Sıhhat Vekaleti İçtimai Muavenet Dairesi Reis Muavinliği ile VII. Dönem Sinop Milletvekili. Evli ve dört çocuk babasıdır.

1921 YILI GERZE ACI SU TAHLİL RAPORU:

MADENSUYU: Gerze’nin 5-7 Km. mesafede 200-300 m. İrtifada acı su karyesi  dahilinde bir maden suyu mevcuttur. Bu su (ACI SU) namile maruftur asırlık kavlağan ağaçlarının önünde, 1m. kutrunda ve 1,5 m derinlikte adi duvar taşları ile örülmüş olan bir kuyunun dibi ve civarından çıkar bu su yarım asırdan beri burada bu halde çıkarmış.

Yazın ve kurak mevsimde dereceyi hararet + 5 11, + 5 15 raddesinde ziyade hamızı karbon gazına havidir. Menba  yağmur suları ile sulandığında suyun hamızıyet ve gazıyet mıktarı azalır. Harb umumiden evvel civar kaza ve tebdili hava maksadı ile gelmekte ve şimal rüzgarlarına maruz olan bu tenha köyde bir müddet aram ve iktisap kuvvet ederek avdet etmekte imişler. Gerze kasabasında serin su olmadığından yazın sular tahta fıçılar içinde kasabaya nakledip satarlar. Bu su hazım için halkça muteberdir buradan suyu 1 metrelik değnek ucuna takılmış olan tahtadan bir yalak ile çekip içtikten sonra yere bırakılır. Su yevmiye 100 Lt. kadar sarf edilir. Gece birikir kuyunun üstü her ne kadar şemsiyevarı  tertibatla örtülmüş ise de toz toprak yaprak ve saireye açıktır. 1335 senesi İSTANBUL’da sureti hususiyede tahlil ettirerek istihsal eylediğim rapor sureti bervechi  arz ederim.

SUYUN RAPORU:

                                   Kimyager Hulisi Aziz Sıhhiye Müdüriyeti  Umumi Kimyahanesi

                                               No:1744

Berrak manzarada lezzetli ve serbest halinde gaz karbonik harı olan bu madensuyu +100 derece hararetle 3,925 gram kulası yapsısa terk ettiği ve pek cuz’i miktarda Klor sodyum ile sanı ile     halinde Kilis magnezi hadit almünü , sud ,potas ile eser silis ihtiva edip hamızı kavli maden suları evsafında olduğunu bılmuayene  tebeyyün etmiştir.

                                               1 Nisan 1335   Kimyager   Hulusi Aziz

Bu suyun eteklerinde daha az miktarda olmak üzre daha hafif yeni su mevcut ise de istifade değildir.

Gelelim bu güne. 05.11.2020-VİTRİN HABER’ de Sinop İl Özel İdare Genel Sekreteri Sayın Yahya ÇINGIL ve İl Genel Meclisi Başkanı Sayın Yakup ÜÇÜNCÜOĞLU’ nun bölgeyi ziyaret ettiklerini ve bu suyu korumak için çalışmalar yapacaklarını anlattıkları haberini okumuş sevinmiştik.

Analizin yapılıp yapılmadığı hakkında henüz bir bilgi yayınlanmadı bildiğimiz kadarıyla. Değerlerimizi korumada geç kaldığımız kadar kaldık da, daha da geç olmasın diye Dr. Sayın Bahattin KÖKDEMİR’İ rahmetle minnetle yad ediyoruz. TIP kitaplarının, internette 2. el olarak satışı yapılıyor. RUHU ŞAD OLSUN.

İnsanlık için, memleket için yapılan bu tür araştırmalar çok değerli. analiz yapılalı tam 100 yıl olmuş, suyun 100 yıl önceki durumu ve bu günkü hali arasında karşılaştırma yapılması açısından önemli. Teknoloji bu kadar gelişmişken, neden geri kalalım ki. Çalışan, üreten, kalıcı işler yapan herkes var olsun.

ARAŞTIRMA-Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Mart 2021 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , ,