RSS

Aylık arşivler: Mart 2015

SEYHAN ÖĞRETMENİN KALEMİNDEN

YİBO ÖĞRENCİLİĞİNDEN ÖĞRETMENLİĞE

SİNOP KÖYLERİNDE YAŞANANLAR

En büyük zorluk insanın henüz kendi saçlarını bile tarayamayacak kadar küçükken ailesinden uzak kalmasıymış. Bunu henüz on iki yaşımda yatılı bir okula verildiğim gün tecrübe ettim.  Önceleri yatılı okulun bir çeşit cezalandırma yöntemi olduğunu düşünürdüm. Acaba nasıl bir suç işlemiştim de ailem bana böyle bir cezayı uygun görmüştü?

yibo (1)

YİBO GERÇEKLERİ

Köylerimiz boşaldıkça, topraklar tohumsuz, evler ıssız kaldı. Köylerde hane sayısı azaldı ve yatılı bölge okulları devreye girdi. İlkokul öğrencilerinin ailesinden uzakta hayata tutunmak için neler yaşadığını biliyor muyuz? BİLKE KUZEY YILDIZI PROJESİ konuya dikkat çekmek ve öğrencilerimize faydalı olmak amacıyla başlatıldı.

Genç bir öğretmenimiz, yüreğindeki duyguları ve yaşadıklarını bizimle paylaştı. Bu sözün üstüne ne söylenebilir ki?, Kalemine, yüreğine sağlık, genç öğretmenim, BİLKE teşekkürlerini sunuyor.

BEN NASIL ÖĞRETMEN OLDUM?

“Sobasının üzerinde her daim ıhlamur çayı kaynayan bir öğretmenin, tüm imkansızlıklara rağmen güzelleştirmeye, yuva yapmaya çalıştığı, on iki öğrencili bir birleştirilmiş sınıfta başladı ilkokul hayatım.   O zamanlar en büyük zorluğun birleştirilmiş sınıfta okumak, çok sevdiğim öğretmenimi başka sınıflarla paylaşmak olduğunu zannederdim.

Ama öyle değilmiş. En büyük zorluk insanın henüz kendi saçlarını bile tarayamayacak kadar küçükken ailesinden uzak kalmasıymış. Bunu henüz on iki yaşımda yatılı bir okula verildiğim gün tecrübe ettim.  Önceleri yatılı okulun bir çeşit cezalandırma yöntemi olduğunu düşünürdüm. Acaba nasıl bir suç işlemiştim de ailem bana böyle bir cezayı uygun görmüştü?  İlk haftalar hep yola bakmakla, ağlamakla, deftere anne- baba yazmakla geçti. Önce bitlenmeyelim diye saçlarımız kesildi. Hem de öyle bir kesildi ki kim erkek kim kız ayırt edebilmek için adını sormak gerekirdi. Nevresim değiştirme ve banyo günlerinden nefret ederdim. Çünkü ne nevresimin içine battaniye sokacak kadar gücüm vardı ne de banyo suyunu ayarlayabilecek aklım. Sonraları diğer çocuklar gibi ben de alıştım. Tabi bana kattıkları da çok fazlaydı yatılı bir okulda kalmanın. İnsan orada azla yetinmeyi, paylaşmayı da öğreniyor. Önce bir dilim ekmeği paylaşıyorsun, sonra bir odayı, bir masayı, sevgini, derdini, özlemini… Ve yavaş yavaş artıyor paylaştığın şeyler.

Lise hayatımın da ortaokul hayatımdan pek farklı geçtiği söylenemez. Sadece zaman, mekân ve kişiler değişti. Yine yatılı bir okul, sekiz kişilik bir yurt odası, sabah yedi akşam yedi etütleri, makarna ve mercimek çorbası…

Yurttaki hayatım bir önceki yıllarımın aynısıydı ancak okulda daha önce içine girmediğim ve alışık olmadığım yabancı bir ortam vardı. Yatılı olanlar ve olmayanlar arasında hemen hemen gözle görülür bir çizgi çizilmişti. Onlar arabalarla okula bırakılırlardı. Hatta birçoğunun kendi arabası bile vardı. Ancak yatılı olanlar bir servisin içine tıklım tıklım doldurulur adeta okulun kapısından içeri atılırlardı. Aslında üniformalarımıza bakmak bile yeterliydi kimin yatılı olup olmadığını anlamak için. Çünkü biz yatılı olanların üniforması solmuşken onlarınki pırıl pırıl parlardı. Belki bu yazıyı okurken kaldı mı 21. yüzyılda böyle bir ayrım diyeceksiniz. Evet bizzat yaşadım ayrım bizim en büyük kahrımızdı.

Sonra öğrenciler arasındaki bu ayrımı kaldırmaya gönül vermiş, hayatla olan zorlu mücadelemi desteklemek isteyen bir dernekle karşılaştım. Bilim Kültür Eğitim Derneği. Henüz lise ikinci sınıftaydım. Kendisini hep şükranla andığım okul müdür yardımcımız beni yanına çağırarak bu dernekle tanışmama vesile oldu.  Hani bazen insan kendini dünyanın en şanslı kişisiymiş gibi hisseder ya o çocuk yaşımda kendimi bana öyle şanslı, öyle değerli hissettirdi ki BİLKE.

Üniversite yıllarımda da benden desteğini esirgemedi BİLKE. O yıllarda da kurduğumuz aile ilişkisini sürdürmeyi başardık. Her geçen yıl daha da büyüyen, genişleyen ve etrafına umut veren bir aileydik.  Attığım her adımda onların desteği benimleydi. Bu yüzden lise ve ortaokul yıllarımda yaşadığım o ayrımı, dışlanmışlığı üniversite yıllarımda hiç yaşamadım. Çünkü bir telefon uzağımda olan “alo” dediğimde bana cevap verecek birçok gönüllü annem vardı.

Bu yıl BİLKE ile tanışıklığımızın sekizinci yılı. Sekiz yıl önce ürkek bir öğrenciyken ellerimi tutan ve benim en büyük şansım olan BİLKE, öğretmen olduğum bu yılda ve gelecekteki hayatımda bana bir rehber ve sıcak bir yuva olmaya devam edecek.”

Seyhan DANACI

 

CEPTEKİ 117 LİRA VE OTEL 117

FOTO- VİTRİN HABER 2014 Ahilik Haftası Yılın Ahisi Kemal ONUR (PAŞA AMCA)

“Mübadele yapılıyor.  Amcam o sıralar Of’a mallarla gelip gitmiş. Daha sonra Sinop’a döndüğünde, cebinde 117 lira parası varmış. Şimdiki otel 117, adını o gün amcamın cebindeki 117 liradan alıyor. Amcam, bu parayla önce Kaleyazısında ufak bir dükkân açıyor. Tuz, gaz satıyor ve Sinop’a yerleşiyor.” 

Sinop halk kültürü, denizin ve güneşin, dağların ve karın, sıcak ve soğuğun katman katman izlerini taşır. Kültür ile ilk akla gelen göçlerdir. 

RUS BASKINLARI VE OF’TAN SİNOP’A GÖÇ[1]

Savaşlar, ardında olumsuz anılar, soğuk izler bırakan olaylar dizisidir. İnsanlarımızın kimileri sıcak, kimileri soğuk savaştan, kimileri de siyasi zorunluluklardan göç etmek durumunda kalmıştır. Trabzon’un Of ilçesinden Sinop’a yapılan göçlerin arkasında da savaşlar, yokluk ve açlık vardır. Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaşlar, Balkan ve Kafkasya cephelerinde yüzyıllarca sürmüştür. Bir cephede bitmiş, bir cephede tekrar başlamıştır. Çok insan yok olup gitmiştir. Trabzon yöresi göçü hakkında, Sinop esnaflarından Paşa amca ile görüştüm.  Paşa amcayı, çocukluğumda Sinop’un en büyük mağazası olan İvyanlı mağazasından tanırım. Ona anlattıkları için teşekkür ediyorum.

Paşa Amcanın atlattıkları ile tarihsel olaylar arasında ilgi kurabilmek için, tarih sayfalarına göz attım. İnternette yaptığım araştırmada, Trabzon’a yapılan Rus baskınının tarihini buldum. 27.Ekim.1810 Cumartesi günü Trabzon’a yapılan Rus çıkartması, Lermioğlu’nun yayınladığı, Sargana Destanında konu ediliyor. Daha sonra Ruslar, 27 Mart 1915’te Artvin’e girmişler fakat yaklaşık bir yıl direnişle durdurulmuşlardır. 5 Şubat 1916’da tekrar işgale başlamışlar ve 8 Mart’ta Rize’ye girmişlerdir. Çevre köy ve kazalardan gelen gönüllülerle Of’un doğusunda Baltacı Deresi boyunca durdurulmaya çalışılan Ruslar, 28 Martta buradaki savunma hattını yararak Of’a girmişler ve 2 Nisan’da Karadere önlerine ulaşmışlardır. 18 Nisan 1916’da da, Trabzon’u işgal etmişlerdir.

Bir iki cümle ile yazılıveren bu sözcükler, yaşayan için ne zorlu günlerdir. Kıtlık, açlık ve yokluk çekilmiş, ölümler yaşanmıştır. İnsanlar memleketlerinden kaçmak zorunda kalmışlar ve başarmışlardır. Bu göç, Türkiye’de birçok sektörde varlık gösteren insanlarımızın başarı öyküsü ile doludur.

PAŞA AMCA ANLATIYOR

Ben Sinop’ta Paşa takma adı ile bilinirim, esas adım Kemaldir. Sinop’a 1950 yılında Trabzon, Of’tan geldim.  O zaman 16 yaşındaydım. Amcam Sinop’a geldiğim zaman çok zengindi. Ben onun yanında kaldım. Sonra Sinop’ta Paşa Mağazasını açtım ve yıllarca esnaflık yaptım. Ailece hep Sinoplu olduk.

Eskiden bizim memleketin insanları çok fakirlik çekmişler. Halk işçilik için Karadeniz sahiline tütün dizmeye gelirmiş. Çay tarımı yapılmazken, sadece fındık üretilirmiş. Rize tarafında da portakal bahçeleri varmış. Dedemden o yılların açlık yılları olduğunu duyduk. Mısıra kabuklu fındık katıp ekmek yaparlarmış. Of’un yüksek köyleri dere, tepe, yama olduğundan ekilecek tarla yokmuş. Yayla köylerinde sadece hayvancılık yapılırmış. İnsan, ot bitmez bu yerlerde, ya okuyacak cami hocası olacak; ya da göçecek ticarete atılacak sözü halkın arasında yaygındır. Lazlar o savaş ve baskın dönemlerinde çok açlık çektiklerinden, her yerde çalışıp ticaret erbabı oldular. İstanbul’a gidenler çok zengin oldular, akrabalarını çağırdılar, birbirlerine destek oldular. 1945- 50 yıllarında, artık ticaret piyasasında yerlerini almışlardı.

Cumhuriyet kurulmadan önce, İzzet dedem Of’un İvyan köyünden Sinop’a geliyor. İvyan köyünün bu günkü adı Soğukpınar’dır. Eski adı İvyan, Rus isimlerinden olan İvan’dan gelmektedir. Dedemin Of’ta gıda, bakkaliye dükkânları varmış, eskiden çoluk çocuk hepsi yelkenli ile nakliyecilik yaparlarmış. Karadeniz’den İzmir’e tuz götürürlermiş. 1.Dünya savaşı yıllarındaki Rus baskınında, dedem kayığına binip Sinop’a geliyor. Demirci köyüne yerleşiyor ve orada 2 sene kalıyorlar. O sırada Sinop’ta bütün esnaf Rum’muş.

Sonra Cumhuriyet kuruluyor. Savaş bitince bizimkiler tekrar Of’a gidip, dükkânlarını açıyorlar. Amcam o sıralarda İstanbul’a gidip rıhtımında kabak, fasulye sattığını anlatırdı. Osman Amcam vapurların Sinop limanına uğradığı zamanlarda, bir iki sefer vapurla Sinop’a geliyor. Sinop’ta 2 Yunan gemisi görüyor. Ne diye sorduğunda, Rumların hepsi gidiyor, Türkler geliyor diyorlar. Mübadele yapılıyor.  Amcam o sıralar Of’a mallarla gelip gitmiş. Daha sonra Sinop’a döndüğünde, cebinde 117 lira parası varmış. Şimdiki otel 117, adını o gün amcamın cebindeki 117 liradan alıyor. Amcam, bu parayla önce Kaleyazısında ufak bir dükkân açıyor. Tuz, gaz satıyor ve Sinop’a yerleşiyor. Rum esnaflar mübadelede gidince, Sinop’ta hiç esnaf kalmıyor. Amcam kaleyazısındaki küçük dükkândan sonra işi büyütüyor, Sinop’un en büyük mağazasının sahibi oluyor.

Trabzon’dan Sinop’a ilk gelen Ali Başoğlu ve ailesidir. O Sinop’a geldiği zaman merkezde Rumlar varmış. Hem Sinop’ta ev almış, hem de birkaç tane köy satın almış. Ona Ali Ağa derlerdi. Sakaların lakabı Paşaoğulları, bizim dedemize de Feyzullahoğulları derlerdi. Sakalar Sinop’tan önce Gölcük’e, Edirne’ye gitmişler fakat sonra Sinop’a gelip yerleşmişler. İnşaat işlerinde ilerlemiş ve onlar da akrabalarını getirmişler.

Sinop farklı kültürlerden gelen insanların yerleştiği, huzur içinde yaşadığı özgür bir kenttir. Şehir merkezi, insanlara her türlü yaşam fırsatlarını sunarken, yüksek köylere yapılan göçler ise bizlere başka bir tablo sunacaktır.

[1] Y.SARIKAYA-Bir İnci Memleketim S,177,178,179

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Mart 2015 in eski sinop

 

Etiketler: , ,