RSS

Aylık arşivler: Mayıs 2022

AYANCIK YÖRESİNDE TAŞ ÖRTÜLÜ EVLER

31.05.2022- Prof. Dr. Cevdet Yılmaz- Doç. Dr. Öğr. Üyesi Mutlu Kaya

BİLKE olarak, bu önemli çalışma için değerli akademisyenlerimizi kutluyoruz. Kültüre değer veriyor ve değer verenlere biz de değer veriyoruz. Sinop Ayancık için bu kalıcı çalışmayı yapan hocalarımıza teşekkürler.

ÖN SÖZ

Foto – Ayancık Kızılcakaya Köyü

Ayancık; iki denizin arasında tabiat harikası bir mekân. Kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Anadolu’nun en zengin orman örtüsünü barındıran yeşil orman denizi. Türkiye’nin bu mavi-yeşil cennet köşesi son 100 yılda neler gördü geçirdi? Ayancık Çayı kenarında kereste üretimi ile başlayan süreç, Zonguldak çevresine maden direği ihracı, ardından Türkiye Kibrit İnhisarı için işletilmeye hazır ormanlar ve 1929’dan itibaren de dünyanın en önemli orman işletme tesislerinden birine ev sahipliği yapması. Önce batıdaki şehirlere iç göçler, ardından tüm Batı Avrupa ülkelerini kapsayan yurtdışına işgücü göçü süreci. Bütün bu özellikleri ile Ayancık tabiatı ve insanlarının cömertliğiyle herkesin en azından hayatında bir kere ziyaret etmesi gereken, üzerinde bir kitap değil onlarca eser yazılabilecek önemli ve gerçekten kayda değer bir yurt köşesi.
Bu kitapta Ayancık yöresinde bulunan ve literatürde bugüne kadar ihmal edilmiş görünen taş örtülü ahşap meskenler üzerinde durulmuştur. Ayancık Belediyesi’nin katkıları ile yayınlanan bu kitabı Ayancık’ın diğer zenginliklerini tanıtacak başka kitapların takip etmesini umuyoruz.
Bu vesileyle; kitabın yayınlanmasındaki maddi katkılarından dolayı öncelikle Ayancık Belediye
Başkanı Sayın Aslan Özdemir’e, kitabın hazırlanma sürecinde desteklerini esirgemeyen Sayın
Saim Yılmaz’a, planların çiziminde yardımcı olan Sayın Zeynep Uzun Aktaş’a, Ayancık Orman
İşletme Müdürlüğü Şefleri; Hüseyin Altınel’e, Ahmet Özdemir’e, Yüksel Efeoğlu’na, Gökhan İşcan’a ve Gökhan Özçelik’e teşekkür ederiz.
Ayancık’ta bulunulan dönemde çalışmalara katkı sağlayan tüm öğrencilere, Ayancık’ın geleneksel
mimarisi hakkında teknik bilgiler veren ahşap ev ustaları; Cemil Oral’a, Dereköy köyünden Ahmet
Özcan’a, Söküçayırı köyünden Ali Aydın ve Ramazan Şentürk’e, Karakestane köyünden İzzet Yılmaz’a, Belpınar köyünden Mehmet Ali Özdemir’e, Dibekli Köyü’nden Hüseyin Ünal’a, Büyükpınar
köyünden Osman Yavuz’a, Kestanelik köyünden Satı Ali Keskin’e, Doğanlı köyünden Suat Erol’a ve
Türkeli ilçesinden Murat Özbay’a teşekkürlerimizi sunar, adı geçen ustalarımızdan hayatta olanlara
uzun ömür, ahirete intikal edenlere Allah’tan rahmet dileriz.
Prof. Dr. Cevdet Yılmaz – Dr. Öğr. Üyesi Mutlu Kaya

Tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:


 

Etiketler: , , , , , , , , ,

SİNOP’TA SAC MANTISI KÜLTÜRÜ VE TARİHİ

29.05.2022- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Sinop mutfak kültürü alanında çalışma yapan herkese teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Türküler, giysiler, yemekler, sözcükler coğrafyalarda gezginler gibi dolaşırlar. Gittiği her yerde coğrafyadan ve orada yaşayanlardan yeni ekler alarak yepyeni bir biçime bürünürler. Sac mantısını ilk defa, 2019 yılında Ayancıklı şef Özden KILIÇ’tan duydum. Ö.KILIÇ, Ebru AKEL’İN sunduğu Kendine İyi Bak TV Programına konuk olarak katılacaktı. Sinop kültürü ve tarihi hakkında bilgi alış verişinde bulunduk ve o zaman Bir İnci Memleketim kitabımda olan gerekli bilgileri kendisiyle paylaştım.

Sinop için çok güzel ve özel bir tanıtım programı oldu. Hem kestaneli baklava, hem de sac mantısı çok dikkat çekti. Sinop ilçe ve köylerinde bilinmeyen yemek çeşitlerini Sinop’a kazandırmak gerekiyordu.

Özden KILIÇ Ayancık giysisi ile programda

Ebru Akel sac mantısı yerken

Bu yemekleri kimden derlediğini ve kültürün Ayancık Kozsökü Köyüne nasıl geldiğini öğrenmek istedim. Şef Özden KILIÇ, derlediği SAC MANTISI yemek türünü kayda aldı ve bizimle paylaştı. Değerlerimizi koruduğu ve Sinop’a kazandırdığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.

SAC MANTISI KÜLTÜRÜ AYANCIK KOZSÖKÜ KÖYÜ

ARAŞTIRMA VE DERLEME Özden KILIÇ

Sac mantısı kendimi bildim bileli evimizde yapılan bir yemek çeşididir. Çocukluğumda, annem bizim okuldan gelmemizi bekler ve biz de yapımı zahmetli olduğu için ona yardım ederdik. Aradan yıllar geçti, ben sac mantısı yapmaya devam ettim, kültürü de hiç unutmadım.

2009 yılında aşçılık yapmaya başladım. Sinop mutfağının yöresel yemeklerini yaparak unutulan bir çok yemeğimizi gün yüzüne çıkarmaya çalıştım. Benim kaynak kişim annemdir (68 yaşında Fikriye Öner), sac mantısını ondan öğrendim. Anneme kimden öğrendiğini sorduğumda, annesinden öğrendiğini anlattı (anneannem Elvide Öztürk şimdi 80 yaşında).

Anneannem de sac mantısı kültürünü genç bir kız iken, 75 yaşlarında olan babaannesi Ayse Çilesiz’den öğrenmiş. Sac mantısı kültürünün 3 kuşak öncesinden bu güne kadar geldiğini öğrendim.

Davutoğlu sülalesi diye bilinen sülelemizi geriye doğru araştırdığımda, önce Üsküdar daha sonra Kastamonu oradan da Sinop Ayancık Kozsökü Köyüne yerleşip hayatlarına burada devam ettiklerini öğrendim. Dedeler kasap ve maddi durumları gayet iyi olduğundan, sac mantısını haşlama kemikli etle veya kuşbaşı ile zenginleştirmişler ve düğün yemeği olarak hazırlamışlar. Bizler de bu yemeğin unutulmaması için yapmaya ve tanıtmaya devam ediyoruz. 2019 tarihinde Show TV yayınlanan Ebru Akel’in sunduğu Kendine İyi Bak TV Programında bana ait olan MANTININ ŞAHI sloganı ile ilk defa sac mantısını Türkiye’ye tanıtmış olduk. ”

Bu bilgiler ile Kültür Bakanlığı Folklor Araştırmacısı arkadaşlarımla görüştüm. Sac mantısı yemek türünün hangi yörelerde yapıldığını sordum. Türkiye genelinde mutfak çalışması yaptıkları için, hemen o yemek çeşidi KASTAMONU ilinde börek olarak yapılıyor dediler. Özden Hanım’ın 3. kuşak akrabalarının yüzlerce yıl önce Kastamonu’dan Ayancık Kozsökü Köyüne gelerek, kültürü de Kastamonu’dan Kozsökü Köyüne getirdikleri anlaşılmış oldu.

Sinop literatürüne yeni bir yemek türü kazandıran Sef Özden KILIÇ’A teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz.

programı izlemek isteyenler işte o program:

 

Etiketler: , , , , , ,

İÇİ ETLİ HAMUR MU MANTI MI?

28.05.2022- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Sinop’ta, mis gibi tereyağı kokan cevizli ve yoğurtlu içi etli hamur yenir. Aman yoğurdu ekşi olmasın, hamurun sıcaklığı da etkileyince tadı kaçar sonra. Parmaklıklar Arkasında dizisi çekilirken, dizi oyuncularını her gün mantı yerken görürdük. Özellikle cevizlisine bayılıyorlardı.

Bu gün mantı adı kullanılıyor olsa da, gerçekte halk ya etli hamur, ya kulak aşı, ya içi etli hamur, ya da kulak hamuru der. Yaygın olan katlama biçimi de, muska şeklindedir. Yıllar önce, Somut Olmayan Kültürel Miras İl Tespit Kurulunda, arkadaşlarla bu konuyu gündeme getirmiştik.  MANTI yerine, Sinop halkının kullandığı biçimde kayda geçirilmesi işin doğrusuydu. Folklor araştırmacımız, öğretim görevlilerimiz, öğretmenlerimiz ve yerel araştırmacılar olarak, tüm çalışmalarımızda bu özeni gösterdik.

muska mantı

Mantı sözcüğünün kökenine bakalım birlikte:

“Tarihte en eski kaynak olarak Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde (1680 yılından önce) görülmüştür. Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.

  Moğolca, mantu bohça biçiminde hamur parçalarıyla yapılan yemektir. Çince mántou, Korece mandu (aynı anlamda), 13. yy”dan itibaren İç Asya”dan komşu kültürlere yayılan adın kaynağı açık değildir.  https://www.etimolojiturkce.com/kelime/mant%C4%B1

ukrayna mantısı

“A. Caferoğlu, sözcüğün Türkistan ve Rusya’dan göçen Tatarlarca Türkiye’ye getirildiğini belirtir.

Tarihte En eski Türkçe Kaynak ve diğer örnekler

[Meninski, Thesaurus, 1680] mantı: Artocreas [etli ekmek]. Pasticcio, pastello.

[Ahmed Vefik Paşa, Lehce-ı Osmani, 1876] mantı: Kıymalı yufka taamı. Etli hamur. Farisîde mantû. https://www.nisanyansozluk.com/kelime/mant%C4%B1

Türkmen mantısı

“Bu yemeğin Türkler ve Moğollar tarafından Orta Asya’dan Anadolu’ya İpek Yolu boyunca taşındığı genel olarak kabul görmektedir. Holly Chase’e göre, Türk ve Moğol atlıları göçleri sırasında yanlarında donmuş veya kurutulmuş mantı taşımıştır. Türk ve Moğol birlikleri, mantıyı kamp ateşinde kolaylıkla yenebilecek duruma getirebiliyordu. Ermeni bir araştırmacıya göre, 13. yüzyılda Ermeniler ve Moğollar arasındaki kültürel etkileşim sonucunda mantı Kilikya Ermeni Krallığı’nda tüketilmeye başlamıştır. Türkçe konuşan halklar, kendileriyle beraber bu yemeği de Anadolu’ya getirmiştir. Anadolu’da yemeği adı mantıya dönüşmüştür. Tatarlar Kayseri şehrine yerleştiğinde, bölge mantısıyla ünlenmiştir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Mant%C4%B1

Sinop’ta, yufkadan, çok börek çeşitleri yapılır. Biz yöre otlarımızı değerlendiremedik. Mantı olarak epeyce yol aldık, sıra sac böreklerimize geldi. sac böreklerimizi de gün yüzüne çıkarmak dileğiyle.

.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

SPONSORUMUZA TEŞEKKÜRLER

23.05.2022- BİLKE

Derneğimizin kullandığı daireyi bize tahsis eden, tüm dernek harcamalarımızın sponsoru olan Sayın Kezban SARIKAYA’ya, Denetleme Kurulu Başkanımız Günsel DİRİ ve Saymanımız Sabriye TOP teşekkür belgemizi takdim ettiler.

Kuruluş tarihimiz 2008 Ağustos’tan bu güne, kırsal alanlardan kente eğitim için gelen ve çok büyük çabalar harcayan gençlerimizi destekledik. Döngüyü oluşturmak kolay olmadı. Masrafı sıfır olan bir dernek olarak, sponsorumuza minnet borçluyuz.

Aile, hastalık ve eğitim yardımlarımızı hep birlikte başardık. Mezun öğrencilerimizden vefalı olanların da çorbada tuzu oluyor, dernek komşularımızın, meslektaşlarımızın, üyelerimizin de. Koli yardımını tercih etmedik, talebe değil ihtiyaç önceliğini göz önüne alarak nakit verdik. Yardım severlerimize, yardımları dekont ve gider makbuzu ile belgeledik. Herkese teşekkür ediyoruz.

Bu yıl, bir dişçilik, bir hukuk, bir de engelli öğretmenliği öğrencilerimiz mezun oluyor. Yolları açık olsun. 4K Köy Kent Kültür Köprüsü Projemiz yine durmadan devam edecek. Sitemiz de kültür çalışmalarına ve konuk yazarlara yer verecek. Sistemli, dengeli ve adaletli bir ülke olmak için el ele…

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Mayıs 2022 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , ,

KURTULUŞ YILLARI SİNOP

21.05.2022- BİLKE

İNGİLİZ SUBAY SİNOP’TA SİLAHLARI DENİZE DÖKÜYOR

Sabriye öğretmenimiz, mekanın cennet ruhun şad olsun. Rahmetle…

Sabriye öğretmen hasta yatağında, Belediye başkanımızın öğretmenler günü ziyareti

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

ÇOCUKLUĞUM- Ayşe Ekşi ELMACI

Zamanla alışkanlıklar ve kültürler ne kadar hızlı değişiyor. Yazılı kaynaklar, bu değişimin kanıtları olarak önemli belge niteliği taşıyacak ileride. Yaşanmışlıklar, o anın duygusal yoğunluklarını da taşıyarak belleğimizde saklanıyor. Varlık ve eşyaların insanlara bıraktığı izleri ve insanın zaman ve eşyaya bıraktıklarını bu yazılarda okuyor, sanki video kaydı gibi izliyor, kaybettiklerimize tanık oluyoruz. Konuk yazarlarımıza HALKBİLİMİ alanına katkıları için teşekkür ediyoruz. BİLKE

Çocukluğumun sokakları hep denize çıkardı. Pencere kenarlarında sardunyalar, kapı önlerinde kokularıyla mest eden hanımeller. Bahçelerde gülü, leylağı, kasım patları, karagözleri. Her evden gelen çocuk seslerine karışan büyüklerin kahkahaları. Kimi görsen tanıdık. Eve gidene kadar bir kayık dolusu selam yollanırdı anneye babaya.

Öyle kaygılar yoktu “bu çocuk nerde ?” diye mutlaka bir komşu evinden çıkıverirdi elinde koca bir dilim salçalı ekmek. Sokak arasında seslerimiz yankılanırdı:

”Saniye yenge , Emine abla, annem içi etli hamur yaptı sizi de çağırıyor.”

Bütün yarım ada bu çağrıları duyardı sanki. Çocuklara ayrı yer sofrası kurulurdu. Döke saça yiyebilelim diye. O meret, yalnızların yemeği değil ki. Yer sofrası coşacak, şen kahkahalar içinde kaşıklar birbiriyle çarpışarak. Annemin hikayeleriyle sohbet koyulaşacak. Herkes ağzına bakacak. Annemin anlatımı, mimikleri usta bir tiyatrocu gibi içine çekerdi insanı. Ben ne kadar kalemime hakimsem, annem de o kadar diline hakimdi. Sonra anladım ki okumanın faydalarıydı bunlar. Annem okumayı çok severdi. Yolda gazete parçası görse okurdu. Kütüphaneye üyeydi kitap alırdı. Kerime Nadir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu daha niceleriyle büyüdük. Benim şehrim büyülüydü sanki. Her şehrimin insanı gibi bende aşıktım şehrime. Bütün yollar denize çıkardı.

//ayşe’ce//

 
1 Yorum

Yazan: 13 Mayıs 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

TAYYİP SANDALCI ANILAR-5

11.05.2022- BİZİM ÇİLELİ AİLEMİZ

T. SANDALCI Amerikan Radarında Çalışırken

Sofya ile aramızda 4-5 yaş vardı . Safiye 17-18 ben ise 13 yaşında idik. Evlendik görücü usulüyle, bu yazıları yaşadığım günlerden 62yılı geride bıraktık. Neler yaşamıştık bu 62 yılda, yazmak için bir ömür lazım o da biz de kalmadı, sadece önemli iz bırakan olayları ancak yazabiliyorum.

Aslında ikimiz de çocuk yaştaydık, tartışma nedenlerimizi düşündükçe gülmemek mümkün değil: sizin köy mü daha güzel yoksa bizim köy mü, senin baban mı iyi adam benim ki mi gibi; kendimizce yaşımıza uygun bir sebep bulurduk tartışmak için.

İlk çocuğumuzu cehalete kurban ettik,(Havva 1960-62); Havva iki yaşına girmiş fakat halen yürüyemiyordu. Yürüyebilmesi için yaptırdığımız iğnenin aşırı dozu ve enfeksiyon kapması sonucu 24 saatte kaybettik.

DAMAT İNTİHAR EDİNCE

Bir son bahar mevsimiydi , mezarlığın aşağısında çağıl arasında çift sürüyordum, Sofya’da kömüşlerin önüne yürüyordu. Derinden kulağımıza gelen davul sesi bizi heyecanlandırıyor, bırak işi gücü düğün başladı diyorduk, ikimiz de çocuk denecek yaşta olduğumuzdan bir an önce tarlayı bitirip akşam erkenden düğüne gidecektik.

Düğün komşumuz Kücü dayının oğlu , CİSO’nun düğünü, Ciso(Hasan) kücü İbrahim dayının tek çocuğu idi, bir de kızı varmış kücü dayının , gürgenlikte ağaç keserken kestiği ağacın altında kalarak hayatını kaybetmiş. Ciso köydeki diğer yetişkin gençler gibi ( genelde yoksul olanlar) uzunca süredir Zonguldak kömür ocaklarında çalışıyordu. Evlenme zamanı gelmiş geçmişti bile. Nihayet güzel bir düğün kuruldu 2 davul 2 zurna ve köçek, düğün başladı.

Tam düğün için kıyafetlerimizi giyip hazırlanıyorduk ki , komşu acı haberi verdi; damat intihar etmiş dedi. Gerçekten davullarda susmuştu, bu defa düğüne değil de taziyeye uygun bir kıyafetle düğün evine taziye için gittim.

Akşam karanlık basarken bir ara damadın yokluğu fark edilir, herkes damadı aramaya başlar, çevreye dağılanlardan biri birde bakmış evin hemen yakınında tarlaların ortasında kocaman bir meşe ağacında sallanıp durur ciso nun cansız bedeni.

Dikmen’e haberci gitti (başka ulaşım yok , telefon yok), jandarma, doktor geldi otopsi yapıldı, kesildi biçildi, gerdek yerine mezara girdi ertesi gün Ciz Hasan. Evlenmek istememiş ciso, babasın israrı üzerine düğün kurulmuş dendi. Kömür ocaklarında çalışırken erkekliğini yitirmiş dendi, doğuştan iktidarsızmış dendi, dendi de dendi; gerçek sebep Ciz Hasan la birlikte gömülüp gitti.

Ne önemi var ki ha öyle olmuş ha böyle. Cenaze yıkanırken suyunu da bana döktürdüler, sen hocasın öğrenmen lazım dediler. Otopsi için parçalanmış cesedi hayatım boyunca unutamadım, bende derin bir travma yarattı olay.

İyi anılarım da var bu yıllara ait: duymuştum bir yerlerden, hiç okula gitmeden ilkokul diploması alına biliyormuş. Arada bir anamın başını ağrıtıp duruyordum ; anne ben bu köyde sıkılıyorum, bir yere gitmek istiyorum , belki İstanbul’a gidip bir kuran kursu, hafızlık filan , zaten neredeyse kuranın ¼ ünü ezberlemiştim. Hafız bir komşumuz vardı ramazanlarda kasabalara gidip mukabele okurdu, iyi para toplardı, itibarı da vardı hafızlığın hani. Ancak istanbul’da barınacak yer ve giderleri karşılayacak durum yoktu.

Hiç olmazsa bir ilkokul diploması almalıydım başka bir şey yapma imkanım yoktu. Annem :“ Sinop’ta hoca amcamız var git ona anlat bakalım bir şey yapabiliyor mu” dedi. Çam sakızı çoban armağanı hesabı 2-3 kg yağ yoğurt alıp geldim Sinop’a Abdullah Karagülle, amca dede kardeşleri oğlu idi. Milli Eğitim eğitim araçları müdürü idi.. Anlattım derdimi, O yıllarda henüz dışarıdan giren için düzenlenen sınav sistemi yoktu. Cumhuriyet ilkokulu müdürünü aradı rica etti. Müdür,” gönder gelsin “ dedi.

Müdür odasına aldı beni , iki tanede bayan öğretmen çağırdı sınıflardan, dört kişi olduk müdürün odasında. Önce metin okuttular sonra dört işlem, din dersi , kıraat la küçük bir süre okudum., müzik dediler, nota filan hiç görmemiştim. Sen ne iş yaparsın köyde dediler, çiftçilik yapar çobanlık yaparım dedim. Çobanlık yaparken hiç türkü söylermisin dediler, söylerim dedim, ozaman hadi söyle ne biliyorsan dediler. O an aklıma gelen:

otobüsler boyandı,

kol orduya dayandı,

benim sevdiğim şöför

alkanlara boyandı….türküsüne asıldım; müdür: biraz yavaş söyle şimdi sınıflardaki çocuklar toplanacak buraya ne var diye dedi. Böylece benim sınav bitmişti .Ertesi gün diplomayı alıp Abdullah amcaya teşekkür edip, büyük bir sevinçle döndüm köye.Köye ilk okul diploması getiren ilk ve tek kişi idim , nasıl mutlu olmayayım ki. Köyümüze ilkokul bu tarihten 11 yıl sonra açıldı

Bu yıllarda babam da İstanbulda çalışmaktaydı, benim düğünden dolayı bir miktar borçlanmıştık. 3 yıldır babam İstanbul’da idi.1964 ilk baharında İstanbul’a babamın yanına gittim, birkaç gün kalıp babamla birlikte köye döndük. Babamın bu gelişi baya zengin bir dönüş olmuştu; (hasan kalfa kadar değil tabi, Hasan kalfa anamın dedesi İstanbul’dan köye dokuz katırla geldiği söylenir), her tür bakır eşyalar, ev halkına giyeceklerin en iyisinden, altıparmak urba ve saire, at takımı heybesi, radyo, gereken her şeyi almıştı babam iyi para harcamıştı kısacası.

O yıl ot orak harman işleri bitince aradaki boşluktan faydalanarak Sinopa ablamı ziyarete gelmiştim. hem uygulamadandır kış gelirken kasabadaki yakınlara kışlık erzak gönderilir, benim için bir değişiklik olacaktı hem gezecek hem ablamı ziyaret edecektim. Sami eniştem Amerikalıların yanında radarda çalışıyordu. Sinop’ta İngilizceye ve Amerikalılara karşı yaygın bir sempati vardı. Bu sempatinin haklı nedenleri de vardı hani. Bırakın dünyayı , ülkeyle bile doğru dürüst bağı olmayan 10-12 bin nüfuslu ,hapishanesi ve limanı ile ünlü, hiçbir gelir kaynağı olmayan küçük bir kasabaya, davranış biçimleri ve ekonomik farklılıkları ile sanki uzaydan gelen yabancılar gibi gelip şehrin tepesine üs kurmuşlardı (halk buraya radar derdi).

Zaten bir takım küçük yardımlarla (marşal yardımı okullara süt tozu yardımı, orduya yapılan miadı dolmuş araç gereç yardımı gibi) Türkiye’de Amerikan sempatisinin alt yapısı oluşmuştu, halk kolay kabullendi bu durumu. Ciklet sigara wiski, kot pantolonla tanıştırdılar yaşlı kıtanın küçük kasabasındaki insanları. Çocuklar “okey jiklet Money” büyükler “helo havayu” demeyi öğrendi kısa sürede. mahrumiyet bölgesi (hardship tour)olduğu için gelen askerler 1 yıl kalıp giderdi, Türkiye’ye gelen her asker mutlaka birkaç çift bot, bir kaç battaniye ve halı alırdı. İlerleyen yıllarda ailelerini de getirmeye başlayınca ev sahiplerinin yüzü güldü. 200-250 dolara kiralardı Amerikalılar evleri. O zamanlar 250 dolar büyük paraydı. Amerikalı er maaşı 1000$ civarı idi.

Her neyse hikayemize dönersek, bir sonbahar günü hem gezmeye hemde ablamla eniştemi ziyarete gelmiştim Sinopa. Gezerken , bugünkü adliyenin önünde seyyar bir kara tahtada tebeşirle şöyle yazıyordu: “Halk eğitim müdürlüğü tarafından akşamları ücretsiz İngilizce kursu tertib edilecektir. İlgilenenlerin Halk eğitim müdürlüğüne kaydını yaptırması …” Kara tahtanın önünde durup sindirerek okudum, biraz ileri gidip geri döndüm tekrar okudum, adeta resmini çektim kara tahtanın . hayır mümkün değildi, Türkçeyi bile doğru dürüst bilmeyen , mektep medrese görmemiş bir adam İngilizce öğrenemezdi, zaman kaybı olurdu , macera olurdu, olsun nasıl olsa bedava idi, bir şey ödenmeyecekti, kalacak yer de vardı, ama bir şey yoktu, öz güven, köyden kasabaya ikinci gelişimdi. Aksanım, tavrım, kıyafetimle köyden, çobanlıktan geldiğim her halimden belli idi, kara tahtayı bugün ilk defa görmüştüm adliyenin önünde. Bu donanımla şehirlilerin arasına katılacak, dahası bir de yabancı dil öğrenecektim, olmaz ,olamazdı, gün boyu düşünüp cesaretimi toplamaya çalıştım. Zor da olsa kararımı vermiştim. Ertesi gün Halk eğitime gidip kaydımı yaptırdım. Kurs haftada 3 gün idi, barış gönüllüsü ,Amerikalı hoca Robert Dankoff tarafından verilecekti. İlkokula giden çocuk heyecanı ile gidip sınıfın en arka sırasına oturdum. Cumhuriyet İlkokulundaki büyük bir sınıf ayarlanmıştı, sadece tanışma gibi , hoca isimlerimizi yazdı. 80 kişi gelmişti ilk gece. Hızla düştü bu sayı. Bir hafta sonra 40-50 ye, ikinci haftada 25-30’a kadar düştü.

Yavaş da olsa adapte oluyordum ortama, ara ara güldükleri oluyordu benim konuşmalara: mesela sıra demekte baya zorlanıyordum, sıra diye bir sözcük yoktu benim dağarcıkta, kitabımızda her şey İngilizce idi Türkçesi yoktu. “Let’s learn English” di kitabımızın adı. “The book is on the desk “ sözcüğünü kitap masanın üzerinde diye tercüme ederdim. Halbuki kitap sıranın üzerinde olacaktı doğrusu. İşte böyle bazen gülerlerdi ama pek aldırmazdım.

Hatıratım uzun zamandır günlüğüme ara vermıstım. tekrar baslayabıldım nıhayet. Tuberkuloz neticesi bir kaç aylık istirahatten sonra tekrar kilolarımla işe dondum. Çünkü istirahatim boyunca köyde bana anneciğim bol bol tereyağı ve bal yedirmişti. Hastalık günlerinde baya sıkıntılı günler yaşamıştım. akcıgerler kalbı de etkılıyor, darlık yapıyordu zaman zaman olume yaklastıgımı hıssederdım.

4 cocugun babasız ortada kalma tehlıkesı ve korkusu benı iyice korkuturdu. Tanrıya ettıgım dualarda kendım için degıl cocuklar ıcın yakarırdım. Bır defasında köyde ıyıce fenalastım at sırtında beni Bafra’dakı doktora götürdüler . Nıhayet ıstırahat bıttı ve ısıme dondum. Dondugumde benı farklı bır bolume verdıler,Daha once Dıspatcher (arac sevk memuru)ıken mudurun yanında daktılo olarak calısmaya basladım. Aynı zamanda on parmak daktılom vardı. Burada duzenlı bır mesaım vardı ama ders calısma sansım yoktu.bır kac ay sonra dıspatcher kadrosunda bosluk oldu ve oraya dondum. Tekrar derslerıme baslamıstım. Orta okulu bıtırdım pesınden lıse ve nıhayet ozamanlar dısardan devam mecburıyetı olmayan sınrlı bır kac okuldan bırı olan sevk ve ıdare yuksek okluna(sıyo) ya kayıt oldum.

Yıl 1975, puanım 416 idi. Sevk ve idare yuksek okulu 1974 Ecevıt hukumetı donemınde kurulmus Turkıye ve Orta dogu Amme ıdaresı Enstıtusune baglı bır yuksek okuldu. Okulumu sevmıstım cunku egıtım ıcerıgı cok genıs ve genel kultur agırlıklı hayata daır ne varsa psıkolojı sosyolojı, hukuk,anayasa, ekonomı ıstatıstık matematık ısletme yonetımı personel yonetım, organızasyon ve metod ne kadar sosyal konular varsa hepsınden temel bılgılerı ogretıyordu.

Zaman zaman haftada bırden fazla Ankara’ya gıttıgım oluyordu. Ankarayı da çok sevmıstım. Sıhhıye’de bır parkta oturup cay ve ya bıra ıcmek guzeldı.Sakarya’ da pıknık dıye tabır edılen bır bırahane vardı kapalı ve acık mekanı olan bır yerdı .Sınoplular orayı cok severdı.Aslında butun Turkıyenın gozdesı bır yerdı orası.Her gıttıgımde oraya ugrar mutlaka bır sosıs tava ıle bıra ıcerdım.Ankaranın guzel tarafı bu ıdı benım ıçin. Dıger zamanlarda genellıkle pıde yerdık. En ucuz karın doyurmanın yolu bu ıdı. O yıllarda ekonomık durumum hic de ıyı degıldı. Çunku 1974 de evın bulundugu yerın arsasını almıstık. Yaklaşık 35000 tl ödeyerek aldıgımız arsanın yarıdan fazlası dostlardan alınan borçlarla tamamlanmıştı. Yine aynı yıllarda aldığım maaş ise 1500-2000 tl arası idi.

Arsayı almak ben ve eşım icin farklı bir şeydi ,sadece bir arsa değildi o bizim için, şehre açılan bir kapının anahtarı ,aıle ıcın yenı bır cagın baslangıcı ,ailenin sigortası, koyden kente gecıs yolunda onemlı bır donum noktası, kısaca aılenın ıkametını Dudastan Kefevı mahallesıne tasıyacaktı bu arsa.

Yaklaşık bir asır önce(tahminen 1850-1880) İstanbul’dan köye gelip o günün zor koşulları altında köyde yeni bir düzen kuran Hasan Kalfa(annemin annesinin babası) ve köyde yerleşik olan Kuzundayı Mehmet(her iki dedemin babası İsmail ve Aziz dedelerimin) O günkü 10-12 milyon nufuslu Türkiyenin%95 okuma yazma bilmeyen ve kırsal kesimde yaşayan yine 2/3’ü hasta sağlıksız bir toplumun bir yandan savaş diğer yandan kıtlık, Osmanlının çöküş yılları, toprakların eyaletlerin birer birer elden gittiği yıllardır bu yıllar. Köyde yaşamak hem daha emniyetli hem daha ekonomıktır. Devlet vatandaşı için hiç bir şey yapamamakta (eşkıyalara karşı iç güvenlik bıle saglanamamaktadır) fakat ağır vergiler zorunlu olarak savaşın geregı devam etmektedır.Galıba bızım koy ve benzer koylerın kentlerden ve devletten uzak ulaşım olmayan uç noktalarda yerleşmelerininde en önemli sebeplerınden bırısı bu dıye duşunuyorum. Bu dönem insanları yoksulluk, yetimliğin ağır pençesi altında nesillerini zar zor devam ettirmekten başka bir şey duşunmemektedır.

DEVAMI VAR……

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN-S.ÇALIŞKAN

08.05.2022

Konuşmak ve anlatmak zor… Her anımsadığımda gözlerim doluyor. İçime kara bir bulut çöküyor. Yutkunmakta, nefes almakta zorlanıyorum. Biz hiç olmadık sanki. Hiç yaşamadık… O insanlar, göçüp gidenler, geride kalanlar eski bir rüyanın gün geçtikçe silinen izleri gibi. Anneler günü, doğum günü, nişanlılık veya evlilik yıl dönümü gibi kavramlar bizim yaşadığımız sokaklara, evlere henüz uğramamıştı. Ben hiçbir kadının doğum günün hatırlamadığı için kocasına fırça attığını otuz yaşıma kadar görmedim. Çünkü kendileri de anımsamazlardı. Devir değişti, daha eski çamlar bardak olmadan televizyonlar bir bir hepsini yaşamımıza katıverdiler.

Ben anneler günü olduğu için anneme hiç çiçek vermedim. Tek bir armağan bile almadım. Yaşamı boyunca limon kolonyası, toz deterjan veya sabun dışında herhangi bir koku ile tanışmamış kadına gidip bahar çiçekleri kokan bir parfüm alsam ne komik olurdu. Adım gibi eminim ki kutusunu şöyle bir evirip çevirirdi. Paketi neresinden açacağını bilemezdi. Bana geri uzatır açmamı isterdi. Sonra da buna kaç para verdin diye sorardı. Elbette ona verdiğim parayı olduğu gibi söylemezdim. Biraz azaltırdım. Bunu duyunca gözlerini kocaman açıp şaşkın şakın yüzüme bakıp. Koca bir gün, koca bir tarla yevmiyesi haaa, derdi. Yazık etmişsin paraya. Keşke boğazına gitseydi. Hiç olmazsa ayağına bir pantolon alsaydın derdi.

Annem ile ben çok hızlı değişen bir dönemin iki farklı insanı olarak değiştik. Tam olarak benim ne iş yaptığımı bile anlamazdı. Alışkanlıklarımız, değer yargılarımız, dünyaya bakışımız birbirinden çok uzaktaydı. Bunun aslında hiçbir önemi yoktur. Çünkü ne yaparsanız yapın, kim olursanız olun onun çocuğu olmaktan daha ötesinin bulunmadığı bir çemberin içinden çıkamazsınız. Üstelik o çember dışarı çıkmaktan çok içinde kalmayı isteyebileceğiniz bir çemberdir. Anne nasıl çocuğunu koşulsuz ve istisnasız severse, çocuğu da annesini öyle sever.

Annemi yitireli yedi yıl bile olmadı. Sanki yüz yıl eskiymiş gibi yokluğu, çok ama çok eskiden kaybetmişim gibi boşluğu… Ben eve döndüğümde bahçe duvarının briketlerinden sokağa pamuk çırpısı dumanları yükselirdi. Kapıdan girerdim, annem ocakta yemek pişiriyor. Dünyanın en güzel domatesli pilavı, kuru fasulyesi, samsası, taze fasulye veya kapuskası o isli birkaç briketten örülmüş ocakta pişerdi. Rüyalarımda bazen onu hala dumandan yaşarmış mavi gözleriyle, nemli çırpıları üflerken görüyorum. Yaşmağı başından azıcık aşağıya kaymış, bir tutam saç yanaklarının kıyısından boynuna doğru sallanmış. Anne acıktım, diyorum. Dur patlama, diyor. Azıcık bekle de soğusun…

Şimdi yokluğunda annemle ilgili düşle kuruyorum bazen. Kültür parka gitseydik mesela. Dönme dolaba falan binseydik. Elimizde kocaman birer dondurma… Pamuk şeker veya kağıt helva. Annem hiç vapura binmemiştir örneğin. Uçağa da. Bir uçağa atlayıp hiç olmayacak bir şey yapabilsek. Ilgaz’a kayağa gitsek veya Halfeti’ye tekne turuna… Kulağa basit geliyor, biliyorum. Bu aslında bizim için Marsta olmak ile aynı şey… Annem bir kez benim yaşadığım küçük kasabaya geldi. Birkaç ay kaldı. Ormanlara gittik, deniz kıyısına, denizin neredeyse öpüp sarıldığı ağaçların gölgesinde dinlendik. Ama onu (sadece karşıki evin zar zor balkonunu gören) küçük apartman dairesi kadar mutlu etmedi. Geriye dönerken çocuklar gibi şendi. Bin iki yüz kilometre yol geçtik, bir kez bile gözünü kırpmadı.

Belki yaşamının son on yılında annemin Anneler Gününü kutladım. Çoğunlukla kuru kuruya telefonda konuşarak… Eğer yanındaysam genellikle tatlı alırdım, dondurma falan. O artık yok. Ama ben yine de onun Anneler günün kutluyorum. Onunla birlikte eşimin ve tanıdığım bütün annelerin Anneler Günü Kutlu Olsun. Dünyaya getiren veya getirmeyen fedakarlık eden, Seven, Esirgeyen, kaygılanan Tüm Annelerin Günü Kutlu Olsun…Seyfullah ÇALIŞKAN

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Mayıs 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , ,

SİNOP’TA ESKİ HIDIRELLEZ GELENEĞİ

06.05.2022-A.Yaşar SARIKAYA

Milli Kütüphane, Meclis Kütüphanesi arasında mekik dokuduğum günlerdi. Sinop’ta halkbilimi araştırmaları ile Atatürk’ün dikkatini çeken M.Şakir ÜLKÜTAŞIR’IN, dergiler ve gazetelerdeki makalelerine ulaşmak hayli zamanımı almıştı. Hıdırellez günü, eskiden Sinop’ta neler yapıldığını bilmek isteyenler için, araştırmalarımı sunuyorum. Y.SARIKAYA- Bir İnci Memleketim, 2010, s,502- 505

SİNOP’TA HIDIRELLEZ GÜNÜNE AİT ADETLER

Sinop ve havalisinde Hıdırellez, hem ilkbaharı tes’it etmek suretiyle yapılan bir bayram; hem de –bilhassa köylerde- yatırları ziyaret gibi dini bir törenin icra edildiği bir gündür. Bu adet, söylendiğine göre, atalardan kalma pek eski bir görenektir. 

Hıdırellez münasebetiyle kasabalarda yüzük çekilir; yakın kırlarda eğlenceler tertip edilir; köy halkı da yatırlar etrafında keşkekler pişirir, ziyeretler yapar. Bu eğlence ziyaret gününe bilhassa köylü halk, tekke günü de derler.

Yüzük çekmek: bu adet, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, daha çok kasabalarda yapılan bir eğlencedir. Mamafih, bu iş bir eğlence olduğu kadar genç kızların bir talih denemeleri işidir de.

Bunun için Hıdırellezden iki üç gün evvel, birçok kadınlardan yüzük, iğne, düğme gibi şeyler toplanır. Herkes malını bittabi bilir. Toplanan bu eşya ya bir toprak kavanoz veya çömlek içine konur. Kavanozun içine su ve biraz yeşil ot da ilave edilir. Çömleğin ağzını al bir gaz bezi ile sıkıca bağlarlar ve bunu bahçede bir gülfidanının dibine gömerler. İçi niyet dolu bu kavanoz, bir gece gül dibinde bekletilir.

Hıdırellez günü sabahleyin erkenden, bütün kadınlar muayyen bir evin bahçesinde toplanırlar. Küçük yaşta, ergen bir kızın yüzüne namaz bezi örterler. Niyet dolu kavanozu da kızın boynuna koyarlar. Bu mecliste mani söyleyen bir takım hanımlar da bulunur. Bunlardan biri mani söylemeye başlar ve her maniyi müteakip kavanozdan bir yüzük, yani bir niyet çekilir. Söylenen manilerden herkes ve bilhassa genç, ergen kızlar türlü, türlü tefe’ullerde bulunurlar. Gülünür, eğlenilir, çalgılar çalınır.

Bu törenden sonra güle eğlene yemekler yenilir. İşte bu yüzük çekme adetinin haftasına da Tekke olur. Bu adet aynı şekilde, Ayancık, Gerze ve Boyabat’ta da yapılır. 

Sinop’ta Tekke, Seyit Bilal yanında yapılır. Burası yüksek ve çemenzar bir yerdir. Bu tören aynı bayram gibi dağdağalı olur. Şu kadar ki, Tekke törenine sadece kadınlar iştirak eder. Tekkeye ekseriyetle Cumartesi günü gidilir. Şayet hava müsait olmazsa, tören ikinci haftaya bırakılır.

Kadınlar Tekke bayramına bilhassa önem verirler. Tekke günü için, yeni elbiseler, yeni kunduralar mutlaka daha önceden diktirilip hazırlanır. Her kadın o gün, haline göre yeni şeyler giyer, bütün ziynetlerini takar takıştırır. Hele yeni gelinle, bugün büyük bir itina ile süslenirler. Hatta içlerinde gelinliklerini giymiş olanlar da bulunur. 

Bir gün evvel Tekke yerinde, dolap veya beşik kurulur. Dolap, dört küçük beşikten ibaret olup, her beşiğe üçer kişi biner. Bostan dolabı gibi bir mesnet etrafında havalanıp döner. Beşik ise, İstanbul’da eski bayram yerlerinde kurulan beşikler gibidir. Bunun içine on, onbeş kadar kadın, kız biner ve mütemadiyen sallanırlar.

Dolapların yanında ihtiyar kadınlardan bazıları mani, türkü söyler, dümbelek çalar ve bahşiş toplar.   Dümbelek çalan kadın birçok türkü ve maniler arasında şunu sık, sık tekrarlar:

                                    Aşağı hamamın yokuşu

                                    Söküldü mestimin dikişi.

                                    Kocakarıların cümbüşü

                                    Helesa,yelesa…

Tekkeye iştirak eden yeni gelinler, o günü akraba ve diğer bütün ahbaplarına şeker alıp ikram ederler. Bununla beraber, kız ve oğlan evinin ve diğer ahbapların, iki üç takım, hepsini dolaba bindirir ve dolap paralarını da gelin hanım verir.

Tekke yerinde, beşik ve dolaplarda sallanılmakla beraber, Alaylar alaylar-Hizarımızın çevresi adları verilen bazı oyunlar da oynanılır.

Alaylar alaylar oyununu, elele tutuşmuş karşılıklı beşer onar kadından mürekkep iki grup oynar.

          Bir grup:

          Alaylar, alaylar tortop alaylar.

Öteki grup:

 Ne istiyorsun, ne istiyorsun bizim alaydan

          İçinizde bir güzel var, onu isteriz

          O güzelin adı nedir, bize bildirin.

          O güzelin adı….kadındır.

          Uğurludur, usludur yalnız veremem.

         Hücum vaziyetinde

          Eşimle, dostumla varır alırız.

Der ve derhal hücum ederek, hangi kızın adı söylenmiş ise onu öteki grup içinden alırlar. Oyun müteaddit defalar ve şahıslar değişmek suretiyle böylece tekrarlanır.

Hizarımın çevresi oyunu ise, yirmi yirmibeş kadın veya kız tarafından halkalanmak suretiyle oynanır. Halka teşkil edildikten sonra hep bir ağızdan:

          “Vay sizin yerde, vay bizim yerde baharı böyle ekerler, biçerler” diyerek bağrışırlar.

Tekke günü için, herkes haline göre kuzular doldurur; tavuklar pişirir, helva, börek ve türlü, türlü hamur işleri tatlıları yaparlar. Bu gün kasabanın bütün seyyar satıcıları da mesire yerinde alışverişte bulunurlar. Akşamüstü herkes hazırladığı yemekleri güle oynaya yer ve geç vakit, ekseriya yaya olarak evlere dönülür. Sinop’un diğer kasabalarının da her birinin kendine mahsus Hıdırellezi, Tekke yerleri vardır.

Köylerde Tekke: Köylüler Hıdırellez bayramına bilhassa itina ederler. Bugün, onlar da kasabalılar gibi giyinip kuşanırlar. Köylülerin Tekke için toplandıkları birtakım yerler vardır. Sinop merkez ilçesi dahilinde “Delitepe”, “Taslaklar”, “Sarı Tekke” ve “Yenicuma” bilhassa meşhurdur.

Taslaklar, Sinop’un 25 km güneybatısında bulunan bir yerdir. Hıdırellez’den sonra gelen ilk Çarşamba günü halk burada toplanır. Keşkekler pişirilir, dualar edilir. Küçük ölçüde alışveriş yapılır. Buraya yalnız erkekler gelir. Taslaklar günü, halka tellâllar ile ilân yapılır.

Yenicuma, Sinop’un Taşmanlı köyü dahilinde bir yerdir. Hıdırellez’den sonra gelen ilk Cuma günü birçok köyler halkı burada toplanır. Kazanlarda keşkek aşı yapılır. Bu aş, köylünün getirdiği malzeme ile yapılır. Keşkekler yenilmeden önce dualar edilir, yağmur ve bereket niyazında bulunulur. Buna köy okulları öğrencileri de iştirak eder. Duadan sonra sofralar kurulur; güle eğlene keşkekler yenilir.

Delitepe, burası Sinop’un 15 km batısında ve bu addaki ormanın içinde düzlük bir sahadır. Yenicumanın ertesi, yani Cumartesi günü burada toplanılır. Kezalik bu toplantıda da keşkekler pişirilir, yenir, dualar edilir. Alışveriş yapılır.

Delitepenin yarım saat kadar ötesinde kadınlar için ayrı bir Tekke yeri vardır.

Sarıtekke, Sinoba beş saat kadar mesafede ve Giragöz dağları içinde, İncirpınarı köyünün yanında bir yerdir. Pazartesi günü burada toplanılır. Eğlenceler tertip edilir; keşkek, katlama, süt, kaymak gibi yiyecekler yenilir. Bunları civar köy halkı yapar, dağıtır.

Asarlık Tepesi, Sinobun 25 km güneybatısındadır. Bu tepede bir Yatır mevcuttur. Hıdırellez günü halk burada toplanır. Keşkekler pişirilir. Yatıra horozlar kesilir.[1]   


[1]M.Şakir Ülkütaşır: Türk Folklor Araştırmaları 2. cilt 44. sayı 3/1953 695. s.

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Mayıs 2022 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , ,

BAYRAM GELMİŞ NEYİME

04.05.2022- BİLKE

Bu bayram da halk içindeydik. Girdaplara sıkışan ve çözüm yolu bulamayanlara ışık olmaktı amacımız. Yine içimiz ezildi, yine yüreğimiz yandı. Yanımızda olan BİLKE ANNELERİNE teşekkür ediyoruz.

Devlet duyarlılığı bekliyoruz, bu bizim hakkımız. Vatandaşlarımızı bilinçli olmaya, devlet yetkililerini de eksikliklerin giderilmesi için göreve davet ediyoruz.

Enflasyon almış başını giderken, halkın alım gücü de azaldı, maaşlar pul oldu. Bayram geldi gelmesine de, kimsesizlikten ve de yokluktan sessizce ağlayan insanlar varken, duyarsızların enflasyon artar gibi artması BAYRAM GELMİŞ NEYİME türküsünü aklımıza getirdi. Muğla basınının tanınan isimlerinden gazeteci Hasan Telli’nin yazısını sizlerle paylaşıyoruz. BİLKE

BAYRAM GELMİŞ NEYİME

Geceler yarim oldu

Anam anam garibem

Ağlamak karim oldu

Anam anam anam garibem

Ama radyoda yükselen ses başka şu anda,sevmek korkulu rüya, aldanmak büyük acı, hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı…..!

Biraz üşüyorum sanki tuşlara her basışımda içimdeki geçmişe bir davetiye yolluyor gönlüm.

Bayrama girmiş saatler, ama aslında esas bayramlar geçmişte ne kalmış, nede yazar, bir ah sa eğer ne ah…!

***

İlk bayramlığımı hatırlayamıyorum ne kadar zorlasam da beynimi. O kısım anılarımdan silinmiş sanki, ah sakallarım benim, beynimin ve ruhumun sakalları boşu boşuna ağarmadınız siz, unutkanlık sanki bitmez bir deprem bende.

***

Her dertten yıkılmazdım

Anam anam garibem

Sebebim zalim oldu

Anam anam anam garibem

Geçmişi hatırlarken bir ah kopuyor içimden, hadi sende çek benimle ki çıksın gün yüzüne eski resimler. Önce babamın annesi benim babaannem, onun kutlardık bayramını nede olsa beni büyüten oydu. Şimdi gene bir ah… Annem babam ve kardeşim, büyük ve hiç büyümeyen ben.

***

Heyt..be..bre..! anılar nasılda yaprak döküyorsunuz şimdi, sizde de mi sonbahar be canım.!

Dereden tepeden bayramları anlatırken, türkülerin de hatırı kalmasın. Türkülerimizde aklınıza gelebilecek bütün toplumsal olaylar işlenmiş. Ulusumuz, yüzyıllar boyu elemlerini, neşesini, övüncünü, hicivlerini türkülere dökmüş, onlarla teselli bulmuş, onlarla iletişimini tamamlamış.

Bayramlarda nişanlı kızlara oğlan evi tarafından “Bayramlık sunulurdu. Bayramlık ziynet eşyası ve giyecek türleri olabilirdi. Bu armağan nişanlı kızın yüzünü güldürür, sevindirirdi. Gelin gideceği evin fertlerine muhabbet duydururdu. Bayram dışında da “nişanlı görme” geleneğinde nişanlı erkeğin bir armağan götürmesi gerekirdi.

***

Bayram gelmiş neyime

Anam anam garibem

Kan damlar yüreğime

Anam anam anam garibem

Hüzün ve bayramın aslında bir arada olmaması gerekiyor. Zira bayram kederden, acıdan, hüzünden uzaktır.

“Bu gece bayram gecesi / Her taraf mavi, pembe, mor / Bu gece bayram gecesi; / İçim içime sığmıyor. / Görünüyor suyun dibi: / Mahalle, komşular falan / Her şey bıraktığım gibi, / Babamın öldüğü yalan! / Dördüncü kapı bizim ev, / Ben mangalın başındayım. / İki gözüm alev alev: / Bu gece on yaşındayım! / Sofalarda birer birer /Karpuz lâmbalar yakılmış.. / Gözüme uyku mu girer: / Aklıma “çın çın” takılmış! / Her şeyimi dizdim şöylece, / Fotinim, elbisem, tamam.. / Beni affedin bu gece, / Kirpiklerim uyuyamam!”

Bu bayram, yetim, öksüz ve acılı çocukları biraz sevindirme zamanı!

Kaynak: BAYRAM GELMİŞ NEYİME – Hasan Telli

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Mayıs 2022 in Uncategorized

 

Etiketler: , , , ,