RSS

Kategori arşivi: kurtuluş savaşında Sinop

MİLLİ MÜCADELEDE TBMM’YE SİNOP’TAN ÇEKİLEN TELGRAFLAR

18.07.2023- Prof. Dr. Haluk SELVİ- Doç. Dr. Bülent CIRIK

Sinop Milli Mücadeleye bütün gücüyle katılmıştır. Sinop sancağının Ayancık- Boyabat ve merkez kazaları İstiklal Harbinde en çok şehit veren bölgelerden kabul edilir. 13 Eylül 1921’de büyük kutlamalarla Sakarya zaferi kutlanmış Sinop’ta yapılan Terazi Çeşmesine Sakarya ismi verilmiştir.

ADINI Sakarya meydan Muharebesinden alan eski adı TERAZİ ÇEŞMESİ OLAN bu günün SAKARYA CADDESİ foto-Ziya DENİZOĞLU

Büyük Sakarya Meydan muharebesinde muhterem ordumuzun harp yeteneklerini ve faziletlerini bütün âleme göstererek hain düşmanı mağlup ettiğini pek büyük sevinç ve iftiharla muttali olarak köylü ve kasabalı bütün ahali hükümet konağı önünde toplanarak sevinçlerini ilan ve ordunun zaferlerinin devam etmesi için dualar ettiler.

Mülk ve milletin kurtuluşu uğrunda sarf edilen fevkalade mesailerinden dolayı elli bin nüfusu ihtiva eden kaza ahalisi namına şükranlarımızı arz ve tebrikler eyleriz.
Muhterem ordunun büyük ve küçük bütün mensuplarına selamlar ve din ve vatan uğruna şehit düşen eşsiz ve mukaddes evlatlarına Fatihalar ithaf ile başarılarınızın devamını yüce Mevla’dan dileriz.
Kaymakam Salih Cemal, Müftü Ömer Lütfü, Müdafaa-i Milliye Reisi Mehmet
Necip, Mahalle İdare Azası Hasan, Aza Hacı Hüseyin, Aza İlyas Hulusi, Belediye Reisi
Halil, Eşraftan İsmail Hakkı, Eşraftan Tahsin.”775
( SAYFA : 331)

 

Etiketler: , , , , , ,

KURTULUŞ YILLARI SİNOP

21.05.2022- BİLKE

İNGİLİZ SUBAY SİNOP’TA SİLAHLARI DENİZE DÖKÜYOR

Sabriye öğretmenimiz, mekanın cennet ruhun şad olsun. Rahmetle…

Sabriye öğretmen hasta yatağında, Belediye başkanımızın öğretmenler günü ziyareti

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

BABAMI AĞLATAN FİLİSTİN ESİRİ

30.05.2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Filistin Cephesinde 3 yıl İngilizlere esir düşen babamın halasının eşi; köyde GOFGOF ALİ lakabı ile anılırmış. Babam çocukken, o kahramanın ağzından dinlediklerini bize ağlayarak anlattı. O nesil, Atatürk’e, şehitlere, Türkiye Cumhuriyetine ne kadar çok duyarlıydılar.

Babam gözyaşları içinde:

“Gofgof Ali eniştem, savaş anılarını anlatırken ağlardı. Bir gün gelir de bu millet Atatürk’ün kıymetini anlamaz, arkasından konuşursa bizim emeklerimize yazık olur, kemiklerimiz sızlar oğul derdi. O ağladığı için ben de dayanamaz ağlardım.” dedi.

NE OLDU BU GÜN

NE OLDU DA

KENDİNİ BİLMEZLER

ŞEHİTLERİN KEMİKLERİNİ SIZLATIYOR

İBLİS BOŞ DURMUYOR

İŞ BAŞINDA……

Köyde bilinen en eski tarihte askere gidenler arasında,  İmam dedenin oğlu Mustafa Çavuş vardır. Annemin dedesidir. Annem annesinin “ babam Kafkas Cephesinde savaşa gidip dönmedi” dediğini anlatır. Bu savaş 93 harbi olmalıdır. 1880- 1922 yılları arasında,  köydeki tüm erkeklerin devam etmekte olan savaşlara katıldığını görüyoruz. Önce 20 yaşında askerlik yapıyorlar, sonra tekrar askere çağırılıp yıllarca savaşa katılıyorlar.

Karahasanoğullarından Gofgof Ali, Filistin Cephesinde savaşmış ve 3 yıl İngilizlerin elinde esir kalmıştır. Zeybeklerden Cıvan Ali Trablusgarp Cephesinde savaşarak esir olmuş, kurtulmuş ve gazi madalyası almıştır. Kuşluoğullarından Kara Hasan İstiklal Savaşı gazisidir, gazi madalyası vardır. Gocon Hüseyin, Balkan, Çanakkale ve İstiklal savaşlarına katılmıştır ve onun da İstiklal madalyası vardır. Kabakçı Mustafa da savaş yıllarında Şam’da 3 yıl esir kalmıştır.“(1)

1: MEMLEKETİM TİLKİLİK, s, 72, Y. SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , ,

ENTARİSİ ALA BENZİYOR MARŞ OLDU

16.04.2021-BİLKE

ENTARİSİ ALA BENZİYOR

Milli marşlarımız ve ilgili hatıralar

Cumhuriyet devrine kadar bir “Milli Marş” yaptırılması düşünülmemiştir. Bunun yerine padişahların şahıslarına yaptırdıkları özel marşlar kullanılmıştır (Hamidiye, Mecidiye).  Bu marşlar halk kitlesine mâl edilmediği için bilhassa dış memleketlerde çok defa güç durumlarda kalınmış, sıra bize geldiği zaman topluluğumuz şaşkına uğramış, bazen “Bizim milli marşımız yok.” diyebilenlerimiz de olmuştur. Hatta bir futbol ekibimiz yine böyle sıkışık bir durumda kalarak “Milli marş” yerine
hamsi koydum tavayatürküsünü bile okumuştur.

Reşadiye savaş gemimizin kızaktan indirilişi töreninde bulunmak üzere İngiltere’ye davet edilen Türk heyeti, törenin son dakikalarında birden bire güç bir durumla karşılaşmıştı. Nutuklardan sonra geminin burnunda şampanya şişesi patlatılmadan İngiliz denizcileri kendi milli marşlarını okuyunca bizimkiler de mukabele etmeye mecbur kalmışlardı. Söylenecek bir milli marş olmadığı için önce birbirlerine bakıştılar, sonra müstakbel çarkçıbaşı durumun önemini hissederek:

– Arkadaşlar, “Entarisi ala benziyor”u biliyor musunuz?
– Biliyoruz.
– O halde hep beraber:
– “Entarisi ala benziyor

Sultan Reşat bana benziyor”

**

Birinci dünya savaşının son yıllarında, merhum Abdulkadir Karamürsel, bir askerî temsilcimizin yaveri olarak teğmen rütbesiyle Brest-Litowsk’ta bulunduğu sırada gar kumandanlığından aranarak kendisine şu haber bildirilir:

“37 kişilik bir Türk Subay kafilesi Rusya’dan esaretten kurtularak memleketlerine dönmek üzere buradan geçiyorlar. Burada bir gece kalacaklar, sizden bahsettik, pek sevindiler. Hemen geliniz. İaşe ve ibate (barınma) işlerini beraberce tanzim edelim.”

O gece misafir Türk kafilesinin bütün ihtiyaçları temin edildikten sonra gecede bir ziyafet tertip edilir. Yenilir, içilir. Karşılıklı nutuklar söylenir. Bu sırada orada bulunan Almanlar hep bir ağızdan Alman milli marşı (Deutschlan uber alles)’nı iki sesli okuyunca bizimkiler soğuk terler dökmeye başlarlar. Bir ara merhum A. Karamürsel yavaşça subaylarımıza eğilerek:

– Ne biliyorsunuz? Ordumuz etti yemin?
– Unuttuk.
– Kalkın ey ehli vatan.
– ??????

Arkadaşlar, Tekbir’i hepiniz bilirsiniz. Benim sesime uydurarak söyleyeceğiz. Benim işaretime dikkat ediniz.

Biraz sonra 38 Türk’ün Tekbir nidaları salonu çınlatıyordu:

“Allahü Ekber!.. Allahü Ekber!..”




İstiklâl Marşı’mızın besteleniş hikayesi

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir milli marşı olmalıydı. Daha Cumhuriyet kurulmadan İstiklâl Savaşı sırasında, Garp Cephesi Komutanlığı’ndan bu arzu doğmuştu. Durum, sonradan Maârif Vekili olan Hamdullah Suphi’ye havale edildi. Böylece Türk milli marşı olarak “İstiklâl Marşı” adı ile yaptırılacak marşın hazırlıklarına girildi. Beste ve güfte için beşer yüz lira armağan kararlaştırılarak genelge ve mektuplarla bütün yurda duyuruldu.

Önce şiir seçilip sonra beste yarışması açılacaktı. Şiir yarışmasına yurdun dört bir yanından tam 724 şiir gönderildi. Komisyon bunlardan yedisini seçerek bastırdı ve meclis üyelerine dağıttı.

Atatürk’ün başkanlığında TBMM’nin 12.03.1921 günkü celsesinde Mehmet Akif Ersoy’un şiiri defalarca okutturularak alkışlar arasında milli marş olarak bestelenmek üzere seçildi.

Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Beste yarışmasına ancak 24 besteci katılmıştı. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Giriftzen Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör. Ahmet Muhtar Ataman, Bimen Şen, İsmail Fehmi Ertuuğrul, İzzettin Hümayi Elçioğlu, Kazım Karabekir, Leyla Saz, Muhlis Sabahattin, Musa Süreyya Bey, Mustafa Nezihi Albayrak, O. Şevki Uludağ, Santuri Ethem Efendi, Sedat Öztoprak, Suphi Ezgi.

Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır.

O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında bir çok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi.
        Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekaletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir. Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir. Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikayesini şöyle anlatmıştır:
“İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi.
Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyordum. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum.

İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: “Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak.” Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtiş¤¤¤¤¤ yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum.

Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelendi.”

Bestekarın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitlerin başlıcası olmuştur. Bestekar yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, “Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim” diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekarın kusuru başta gelmektedir. Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:

“Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.

Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; “Sahibi’nin Sesi” stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey geldi: “Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter” dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”

Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu.

Plak yayıldıktan sonra ağır ritim de hafızalara yerleşti ve besteci ölümüne kadar bu ağır ritmi yürüğe götürmeye uğraştı durdu.

Ayrıca, marşın Türk temlerini ifade etmediği ve hatta “Karmen Silva” isimli bir operetten alındığı da iddia edilmiştir.

Daha sonra marşın değiştirilmesi aaai ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır.

Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkansız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır.

KAYNAK:Devamı: http://www.yenimakale.com/istiklal-marsinin-tarihcesi-tarihi.html#ixzz2NDSQybli

 

Etiketler: , , , , , ,

AZMAN DEDE- BALIKESİR

18.03.2021-BİLKE

Bu gün için anlamlı olan bir hikaye paylaşalım:

Azman Dede Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi’nin Mallıcaköyünden 104 yaşında idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.

Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Sorduklarımı cevapladı . Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı :

-“Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum.Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu; “Yavrum siz kimsiniz?”, içlerinden biri; “Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!..” diye cevap verdi.

Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. “Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!..” diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar.

Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı “Azman yandık!..” diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı.

Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana

Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha… Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak… Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı . O an geldi. Birden yüzbaşı “Hücum!..” diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..”Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; “Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı .” Dedi.😥Rabbim bize bizim için mücadele veren şehitlerimizi geçmişteki kahramanlarımız unutturmasın 🇹🇷🇹🇷🇹🇷

ALINTI

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

CORONALI GÜNLERDEN CUMHURİYETE

04.05.2020-BİLKE

İki aydır, gündemimiz korona. Bu süreçte evde kalırken, hepimiz özgür olmanın kıymetini daha çok anladık. Görünmez korona askerleri, kapıları, sokakları, caddeleri tuttu sanki. Özgürlük sen bizim için ne kadar önemlisin. 

Özgürlük denildiğinde, Fransızlar, İngilizler, Yunanlılar tarafından işgal altında kalan yurdum geldi aklıma. Giriş çıkışlar yabancı askerlerin kontrolünde, sokaklarda işgal güçleri devriye geziyor ve halka göz açtırmıyorlar….

Korona tedbirleri, kazandığımız Kurtuluş Savaşını, Cumhuriyetimizi ve özgürlüğümüzün kıymetini hatırlatmıyor mu?

O günleri hatırlatan kitabımdan bir  bölüm:

SÖZLERİME BAŞLARKEN 

Değişen ve gelişen dünyamızda yerini alan Türkiye Cumhuriyeti, bu günkü varlığını kurtuluş mücadelesine borçludur. Önce bu bağımsızlık savaşının önderi Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve bu toprağın isimsiz kahramanlarını saygı ve rahmetle anıyorum. Cumhuriyet yönetiminin kadına getirdiği haklardan faydalanan bir birey olarak, yüreğimin sesini dinleyip sözlerime o günlerden başlamak istiyorum.

Yokluk ve işgal günleriydi. Haberleşme ve ulaşım sağlanamıyordu. Yaşam zordu. Kurtuluş savaşı başlamıştı. Halk bağımsızlık için canla başla, omuz omuza, onurla savaşıyordu. Köylü-şehirli, erkek- kadın,  çoluk- çocuk,  yaşlı-genç hepsi bu mücadeleye canını koymuştu. Cephelerde askerler, günlerce aç susuz dövüşüyordu. Yorgunlardı, dinlenmeden uyumadan savaşıyorlardı. Yazın sıcak kavuruyor, kışın soğuk donduruyordu. Battaniye yok, su yok, yiyecek yok; toz toprak içinde perişandılar. Hastaneler yaralılarla doluydu. Eli kolu, bacağı kesik genç askerler inliyordu. Çocuk yaştaki erlerin ağlamaları, dayanılır gibi değildi. Yarasını sardıran, aşkla şevkle yurdun özgürlüğü için cepheye koşuyordu. On üç on dört yaşındaki çocuklar, cephelerde savaşıyordu. Ayakları çıplak,  giysileri yırtık, yaraları açıktı. Kanayan yaralar parçalar, bezlerle sarılmış onlar da toz topraktan kirlenmişti. [1]

Halide Edip Adıvar, o günlerin unutulmaz kahramanlarından biridir. Kurtuluş Savaşında cepheye kabul edildiğinde, heyecanla trene binip karargâha gelir. Atatürk’ün kendisini beklediğini öğrenir ve yanına gider. O sırada Atatürk’ün kaburga kemikleri kırıktır, doktor dinlenme tavsiye ettiği halde o cephede göreve gelmiştir. Karşılaşmalarını H. E. Adıvar şöyle anlatır:

Mustafa Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi. M. Kemal Paşa’ya doğru, kalbimde gerçek bir saygı ile gittim. O kendi halindeki odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun bu odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim elini öptüm…”[2]

Bu bağımsızlık savaşı, enteresan gelişmesiyle tarihe damgasını vurdu. Anadolu insanı kurtuluş destanını, tarih sayfalarına kanıyla yazdı. Savaş bitmiş, zafer kazanılmıştı. Cumhuriyetle, gelecekteki UYGAR TÜRKİYE’NİN temelleri atılmıştı. Bu temeller umutla yükselmeliydi, gelecekten bu bekleniyordu. Nice şehitler verilmiş, çocuklar anasız babasız, kadınlar eşsiz kalmıştı. Açlık, yokluk çekilmiş, kanlar oluk gibi akmıştı. Bu nedenle Cumhuriyet sadece bir söz, bir söylem değildi. O gün var gücü ile savaşan, Atatürk’e destek veren halkın emeği boşa çıkmamalıydı. Çalışan ve başaran, bilimsel alanda dünyaya sesini duyuran insanlar yetişmeliydi. Toplum aydınlanmalı, bu bilimin aydınlığı olmalıydı.

Cumhuriyet inançla gençliğe emanet edildi. Her zaman genç ve dinç kalacak, çünkü onu gençlik ilelebet taşıyacaktı. Cumhuriyeti sözden öze anlayarak, özden uygarlığa taşıyacak kuşağa SELAM olsun.

[1]Bu paragrafı, Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabından etkilenerek yazdım.

[2] H. Edip Adıvar

Yaşar SARIKAYA- Bir İnci Memleketim/2010- sayfa:6,7

 

Etiketler: , , , , ,

23 NİSAN KUTLU OLSUN

Ülke işgal altındadır

Tüm kontroller yabancıların elindedir.

Sinop merkezde de İngiliz işgali vardır,

ZOR GÜNLERDEN BU GÜNLERE

KUTLU BAYRAMLAR

DEĞERİNİ BİLENLEREDİR

Sinop’ta yaşananları biliyor muyuz acaba? İşte küçük bir bölüm:

Sinop’tan yazılan resmi mektup ve o mektuba yazılan resmi cevap:

Sadrazam Ferit Paşa Hazretlerine ( sureti)

İngiltere Devleti Fahimesi İstanbul Mümessili Siyasisi asaletlü amiral cenaplarına:

Dün limanımıza gelen Amerika devleti fahimesinin iki sefinei harbiyesiyle Samsun İngiliz mümessili vekili ihtiyat yüzbaşısı mister Solter ve diğer bir zabit ile üç nefer geldi

…………………….

İngiliz yüzbaşısı ise kendi ikametine tahsis edilen haneye bir İngiliz bayrağı keşide etmiş ve hükümeti ziyaret etmeden mutasarrıfı livanın oraya gelmesini istemiştir. Mutasarrıf bey tarafından lazım gelen mukabelei nazikanede bulunulduğu halde mumaileyh bu gün mutasarrıf beyin ikamet ettiği haneyi beraberindeki dört nefer kuvvei musallaha ile basarak orada bulunan muhasebeci beyi dışarı koymuşlar ve mutasarrıfı da beraber alıp cebren götürmek istemişlerdi. Mutasarrıf beyin bittakrib oradan firarı üzerine mumaileyhim, mutasarrıf beyin hamile bulunan zevcesinin bulunduğu odaya girmiş ve orada bulunan kadınları birer birer muayene ederek ve evin diğer taraflarında da taharriyatta bulunarak kendisini bulamayınca evden dışarı çıkmışlardır. Bilahare doğruca daire-i hükümete gelerek bayram tatili münasebetiyle mesdud olan hükümetin cümle kapısını kırarak içeri girmişler ve mutasarrıflık makamına oturmuşlar ve pencereden beraberlerinde getirdikleri İngiliz bandırasını asmışlardır.

Bu hali gören ahali galeyana gelmiş ve fevc fevc hükümet önünde toplanmışlardır. Ahali namına yanlarına giden belediye reisinin vuku bulan ısrar ve ibramı üzerine bir hadisei müessife zuhuruna ramak kalmışken, bandra yine mister Solter tarafından içeri alınmıştır. Hukuku düvel ve mütareke ahkamına külliyen mugayir olan bu ahval ahalinin son derece teessüratını mucib olmuş ve bir hadisei müessifenin önüne güç hal ile geçilebilmiştir.

Umumi Sinop ahalisi namına şu harekatı keyfiyeyi şiddetle protesto eder ve ahalinin tamamıyle teskini kulubu için Yüzbaşı Mister Solter hakkında muameleyi lazimenin icrasına makine başında intizar eyleriz.”

ATATURK ARASTIRMA MERKEZI BASKANLIGI (ATAM), ARSIVLERDE YER ALAN, ARALARINDA DAHA ONCE PEK BILINMEYEN KARELERIN DE BULUNDUGU KURTULUS SAVASI’NA AIT FOTOGRAFLARI, 23 NISAN ULUSAL EGEMENLIK VE COCUK BAYRAMI NEDENIYLE AA ILE PAYLASTI. OZEL TEKNIKLERLE KORUNAN VE GELECEK NESILLERE AKTARILMAYA CALISILAN FOTOGRAFLARDA ADI, YASI BILINMEYEN KINALI KUZU MEHMETLER, HASANLAR DA VAR, KUCUCUK YASTA “COCUK OLMADAN” ANNE OLAN AYSELER, FATMALAR DA… 1923 YILINDA CEKILEN BU FOTOGRAFTA, SAVASTA OLDUGU GIBI ZAFER SONRASI DA ATATURK’U COSKUYLA KARSILAMAYA GELEN USAKLI COCUKLAR YER ALIYOR. (ANADOLU AJANSI – ATAM) (20130422)

Gece 8- 9 Eylül 1335 Kastamonu vali vekili jandarma kumandanı Osman bey, mutasarrıfı makine başına çağırarak İstanbul’dan aldığı emir üzerine derhal İngilizlerin ikametgahına giderek tarziye vermesini bildirmiştir. Mutasarrıfın, yaptıkları harekat karşısında asıl onların kendisine tarziye vermeleri lazım geleceğini beyan ile vali vekilinin tebligatını reddetmesi üzerine muvakketen işten el çektirildiğini ve mutasarrıf vekaletini Binbaşı Şevket beyin deruhte etmesini ve onun bu tarziyeyi vermesini bildirmiştir.

Şevket bey telgrafhanede bu emri alınca,”bir Türk binbaşısı olarak gidip de bir İngiliz yüzbaşısına tarziye veremem. Eğer bu emri bana asker sıfatıyla veriyorsanız, omuzlarımdaki apoletleri asabiyetle koparıp masanın üzerine fırlatarak şu dakikadan itibaren askerlikten dahi istifa ediyorum “  diye sert bir mukabelede bulunmuştur.”

Yazının tamamı aşağıdaki linkte

https://sinopbilke.wordpress.com/2013/07/21/kurtulus-savasi-yillarinda-sinop/

Kaynak: Bir İnci Memleketim-Y.SARIKAYA s,84-117- TBMM KÜTÜPHANESİ- H.H.Uluğ, 1956- Ocak Vakit Gazetesi

 

1938 YILINDA ÇOCUKTUM

10 KASIM 1938’de,  köyde yaşayan bir çocuktu Kezban Sarıkaya. Kendisi ile o günler hakkında konuştuk:

dscf2813

“Atatürk öldüğünde, köyde 7 -8 yaşlarında idim. O zaman köyde radyo yok, yol yoktu. Ölüm haberinin nasıl geldiğini hatırlamıyorum. Mutlaka acı haberi ilçeye gidenler getirmişlerdi. Köyümüzde Karahasanoğullarından Gofgof Ali lakaplı bir amcamız vardı. Filistin Cephesinde savaşmış ve 3 yıl İngilizlerin elinde esir kalmıştı. O, Atatürk’ün ölüm haberine çok üzülmüştü. Bize:

” Ah bilseniz çocuklar, Atatürk öldü diye şimdi dağlar taşlar kuşlar bile ağlıyorlar. Biz savaşlarda, esir kamplarında neler çektik bilemezsiniz. Bu vatanı  düşmanlardan temizlediğimizi unutmayın, çoluğunuza çocuğunuza da öğretin, hainlik etmesinler. Atatürk’ün ömrü cephelerde geçti, biz onun ne kahraman olduğuna şahit olduk. Ben Filistin’de İngilizlerin elinde 3 yıl esir kaldım. Esir mübadelesinden sonra vatanıma geri dönebildim. Yıllar sonra Atatürk’ün kıymetini unuturlar diye çok kahırlanıyorum.   dedi.

Ali amcanın üzüntüsü ve yası hala aklımdan çıkmaz. Atatürk ölünce köyde herkes ağladı, ben de ağladım. Herkeste, düşman tekrar ülkeyi işgal eder, savaş olur endişesi vardı.  Köy halkı savaş yıllarından bezgindi. Benim dedem, Kafkas cephesine gidip geri dönmeyen askerlerdendir. Annem, ölene kadar babasını gelir diye bekledi. Ben bu gün 85 yaşındayım, bu vatanı bize armağan ettiği için Atatürk’ü rahmetle anıyorum. Bu vatan için emek veren kahramanların hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. “

Kaynak kişimiz Sayın SARIKAYA’YA verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Bu ülke kolay kazanılmadı, mirasyedi mantığı ile bakamıyoruz. Toprağın her karışı kıymetli, ülkenin her bireyi çok değerlidir. Popüler siyaset oyunlarına, dış kaynaklı örgütlenmelere pabuç bırakacak lüksümüz yoktur.

10 KASIM’I SAYGI İLE ANIYORUZ ATAMIZIN RUHU ŞAD OLSUN.

 
 

Etiketler: ,

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA SİNOP

KURTULUŞ SAVAŞINDA SİNOP

Eski konular, belgeler derken gelelim 1918- 20’lere. Kurtuluş Savaşında Sinop halkının mücadelesini merak ediyordum. Köylü, kentli neler yapmıştı? İnebolu o yıllarda, asker ve cephane sevkinde önemli bir merkezdi. Sinop buraya çok yakın olmasına karşın, ilimiz ve köylerimizin kurtuluş mücadelesi hakkında yazılı kaynak yoktu. Sinop ve köylerinden Kastamonu, Çankırı, İnebolu’ya ulaşmak kolaydı. Buralardan Sakarya, Ankara ve Eskişehir’e sıklıkla asker ulaştırılmış olmalıydı.

Bekir Başoğlu’nun Sinop Tarihi kitabının 129. sayfasında konu hakkında şu bilgi var:

Sinop İstiklal Savaşına bütün gücüyle katılmıştır. Sinop Sancağının Ayancık, Boyabat ve Merkez olarak üç ilçesi vardı. Bu üç ilçe, İstiklal savaşında en çok şehit vermiştir. Bu yüzden askeri belgelere göre bu çevre takdirle anılır.

Köylerdeki görüşmelerimde anlatılanlar da, İstiklal savaşında çok şehit verildiği bilgisini doğruluyordu. Birkaç eşkıya ve asker kaçağı hikayeleri anlatılsa da, insanımız kurtuluş için her şeyini feda etmişti.

Kitabımın Atatürk ve 18 Mayıs bölümünde, H.Hilmi ULUĞ’un, 18 Mayıs 1919 gününü anlatan yazısını vermiştim. Şimdi sıra yazının tamamına geldi. Rahmetli H.H.Uluğ, yazısında yaşadığı dönemin dilini kullanmış. Olaylar anlaşıldığından, yazının orijinalini bozmadım. Hassas bir konu olduğu için, kişisel anlam yüklemekten kaçındım. Yazıda bu güne kadar duymadığım ve kaynaklarda okumadığım olaylara rastladım.  Bir gün tamamen günümüz Türkçesine çevrilir umuyorum.

İSTİKLAL SAVAŞINDA SİNOP[1]

Mazhar Tevfik Bey Hürriyet ve İtilaf Fırkasına mensup ve onun mutasarrıfı olmakla beraber, yukarıda bahsettiğim gibi vatan ve milletperver bir zat idi. Mustafa Kemal Paşanın telkinatı ona çok tesir etmiş ve onda tam bir itimat uyandırmıştı. Vapurda kendisine hususi bir şifre miftahı da verilmişti. Bu suretle hususi irtibatını da temin ve idame ediyordu. İşe başladıktan sonra bir taraftan mahalli Hürriyet ve İtilaf Fırkasının Itevdi ettiği listeye göre ittihatçı memurların tebdiline çalışırken, diğer taraftan da Mustafa Kemal Paşanın tebligat ve telkinatı dairesinde bekçi teşkilatına ehemmiyet veriyor ve milli tezahüratı teşvik ve tahrik ediyordu. Hatta Babıaliye ve İstanbuldaki galip devletler mümessillerine protesto telgrafları çektirtiyordu. Bu hususta kendisine o zaman ahzı asker şubesi reisi Binbaşı Şevket Bey, çok müzahir oluyor ve hareketlerinde onu teşci ve teşvik ediyordu.

İzmir’in ve müteakiben Manisa’nın ve Aydın’ın işgali üzerine miting yapılması ve protesto telgrafları çekilmesi hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın 28 Mayıs 1335 (1919) tarihli telgrafla yaptığı tebligat üzerine 3 Haziran 1335 tarihinde Sinop’un Seyit Bilal türbesi önünde bir miting yapıldı. Ve her tarafa protesto telgrafları çekildi. Atatürk’ün büyük nutuklarında “ ……verdiğim talimattaki noktai nazarı aleyhte kullanacak kadar maharet gösterenler oldu” diye bahsettiği telgraf işte bu mitingte çekilen telgraftır.

Mustafa Kamal Paşa’dan “Sivas’ta bir kongre toplanacaktır, üç murahhas seçip gönderiniz“ diye 18 Haziran 1335 tarihli şifreli telgraf alındı. Fakat Sinop’tan bu kongreye iltihak edebilecek kimse bulunamadı. Kastamonu vilayeti meclisi umumisinde Sinop namına aza bulunan Kastamonulu Tatlı Zade Nuri Efendi Sinop namına kongreye katılmak üzere Kastamonu’dan hareket ettirilmiş ise de bu zat da her ne dense Amasya’dan geri döndü.

Bu arada İngiliz zabitleri ara sıra Sinop’a uğrayıp teftişlerde bulunuyor Rumlardan havadis topladıktan sonra dönüp gidiyorlardı. Efradı terhis edilmiş ve dağılmış bulunan Sinop Sahil Muhafız Taburu’nun silahlarını şube riyasetine Şevket Bey gelmeden daha önce kolağası Rüştü Beyin zamanında gelen bir vapura doldurup götürmüşler ve depodan vapura kadar nakil esnasında hiçbir takyide lüzum görmedikleri gibi silahlardan arzu eden Rumlara vermekten de geri durmamışlardı. Bir gelişlerinde de metruk Rus Konsoloshanesinden konsolosun şahsına ait halı, seccade, kama ve sair kıymetli eşyaları alıp götürmüşlerdi.

Kastamonu Ermeni marhasası Dacat Efendi adlı bir ermeni papazı da mülhakatı dolaşıyor, tehcir esnasında ihtida etmiş, kalmış Ermenileri mutasarrıflık makamına celp ederek resmi dairede mühtediye kadınların çarşaflarını yırtıyor ve onları irtidat ettiriyordu. Hepimiz için, için inleyerek bu hale seyirci kalmak zaruretinde bulunuyorduk. Bu meyanda maliye katiplerinden Şahin Efendi ile Elbistan taraflarında ihtiyat zabiti bulunduğu sırada evlenmiş çoluk çocuk sahibi olmuş bir Ermeni kızının Dacat’a önf ile mukabele ederek “ pis elini çarşafıma sürme, ben arzumla İslam oldum, evlendim, bir daha bu dinden dönmem ve kocamdan ayrılmam. Sen bana artık karışamazsın” diye bağırarak ve ağlayarak mukavemet göstermesini ve Dacat’ı terslemesini bilhassa iftiharla kaydetmeden geçemeyeceğim.

4 Ağustos 1335 günü Samsun’dan gelen vapurdan çıkan bir polis refakatindeki bir zat mutasarrıf Mahzar Tevfik Bey’in yanına geldi. Kendisinin Samsun eski mebusu Osman Bey olduğunu, Samsun Rum Metrepolidinin talebi üzerine İngilizler tarafından tevkif edilerek Malta’ya gönderilmekte olduğunu, hamiyet ve milliyet namına kendisinin himaye edilmesini ve dehaletini söyledi. Bu zat sonradan Amasya ve Samsun mutasarrıflıklarında, mebuslukta bulunmuş birkaç sene evvel İş Bankası meclisi idare azası iken vefat etmiştir.

Mahzar Tevfik Bey çok müteessir oldu. Belediye reisi Rasim, Hürriyet ve İtilaf Fırkası reisi Akif, ticaret odası reisi Şükrü ve ahzı asker şubesi reisi Şevket Beyleri çağırarak onlarla da istişarede bulundu ve onlardan aldığı kuvvetle Osman Beyi vapura iade etmedi. Hükümet tabibi Doktor Kenan Beyden Osman Beyin hasta olduğuna ve derhal istirahat ve tedaviye muhtaç bulunduğuna dair bir rapor alındı. Ve muhafız polisi de Osman Beyin seyahatine devam edemeyecek kadar hasta olduğuna, Sinop’ta berayi tedavi kaldığına, iadeyi afiyetini müteakip gönderileceğine dair bir yazı vererek polisi Samsun’a geri çevirdi. Ve keyfiyeti derhal şifreli telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya, İstanbul’da Dahiliye Nezaretine, Kastamonu vilayeti vekaletine bildirdi. Ve o sırada Samsunda bulunmayan Samsun mutasarrıfı Hamit Beyden de vaziyeti sordu. Dahiliye nazırı Adil Bey imzasıyla alınan cevapta “bu gibi işlere karışılmaması ve Osman Bey’in derhal mahfuzen yola çıkarılması “ bildirildi. Kastamonu vilayeti vekaleti de hemen hemen aynı mealde bir cevap verdi. Hamit Bey de “vatanseverleri imhaya matuf bir harekettir, benim Samsun’da bulunmamamdan bilistifade yapılmıştır. Mümkün olan müzaheret ve muaveneti esirgemeyiniz” mealinde bir cevap verdi. Mustafa Kemal Paşa’dan bir türlü cevap gelmiyordu.

İki gün sonra da refakatinde Dahiliye Nezareti müdiranından Münür Bey isminde bir zat ile bir Ermeni tercuman olduğu halde Samsun İngiliz mümessili çıkageldi ve doğruca hükümete gelerek –mutasarrıf bulunmadığı için – tahrirat müdüriyeti odasına girerek beni çağırdılar ve ilk sual ”Osman Bey nerede ?” daha evvel mutasarrıf Mahzar Tevfik Beyden aldığım direktif üzerine “bilmiyorum ve tanımıyorum” diye cevap verdim. Osman Bey hakkında nerelere şifre çekilmişse müsveddelerini getirmemi istedi. Şifreler mutasarrıftadır, bende yok demem üzerine İngiliz müthiş kızdı. Mutasarrıfı şimdi çağırtınız diye emir verdi. Mutasarrıfın köylerde teftişte olduğunu ve şimdi hangi köyde olduğunu bilmediğimi söyleyince büsbütün kızdı. “Bilmam, bilmam “ diye taklit yaparak müstehziyane hiddetli, hiddetli söyleniyordu. Beni odada alıkoyarak polis komiserini, memuru Mustafa Efendiyi(merhum) çağırttı. Onlar da Osman Beyi bilmiyoruz, görmedik deyince mümessilin ne hale girdiğini tahmin edersiniz.  Bu arada müdüriyet odasından tahrirat kalemine açılan küçük evrak penceresinden kalem arkadaşlarına usulca “Osman Beyi arıyorlar, haber verin” diyebildim. Arkadaşlarım derhal koşmuşlar hiçbir şeyden habersiz kahvehanede oturmakta olan Osman Beyi haberdar etmişler, o da hemen Akif beyin evine koşmuş ve oraya gizlenmiş. Biz hala İngilizlerin yanında ayakta bekliyor ve isticvap olunuyorduk. Bu sırada bir Ermeni vatandaş geldi. Osman Beyin şimdi kahvehaneden kalkarak Akif Beyin evine girdiğini ve oraya gözcü bıraktığını haber vermez mi? Küçük pencereden dinleyen arkadaşlar yine koşmuşlar, Osman beyi arka kapıdan çarşafla Akif beyin evinin irtisalindeki bizim eve geçirmişler. İngilizlerin emri ile Ermeni muhbir ve polisler giderek Akif Beyin evini aramışlarsa da kimseyi bulamamışlardır.

İngiliz yüzbaşısının fazla hiddetlenmesi ve bağırıp çağırması üzerine Münir Bey beni alarak dışarı çıktı. Vaziyetin çok fena olduğunu, İngilizlerin hepimizi tevkif etmek istediklerini, kendisinin gizlice mutasarrıfla görüştürülmesini ve işin idare edilmesini söyledi, İngilizleri de alıp eski Rus konsoloshanesi olan şimdiki Rızanur kütüphanesine götürdü. Keyfiyeti telefonla Mahzar Tevfik Beye anlattım. Bilahare Münir Beyle görüştü, aralarında verdikleri karar üzerine öğleden sonra mutasarrıflık makamında İngilizleri kabul etti. Osman Beyin hasta olduğuna ve iadei afiyetini mütekaip sevk edileceğine dair bir yazı imzalayarak İngilizlere verdi. Bunun üzerine onlar da yine ganbotla Samsun’a dönüp gittiler.

Mustafa Kemal Paşa’dan sabırsızlıkla beklediğimiz cevap da 15 Ağustosta gelebildi. Aslı elimde mahfuz bulunan şifrenin suretini aynen yazıyorum.

 

“ Vatan ve milletimizin halası için fedakarane çalışmak, zilleti esareti kabul edemeyen her insan ve vatanperverin mukaddes bir vazifesi olduğu hakkında ……aliyeleri en celi bir hakikattir. Kıyaset ve siyasetle memzuç olan teşebbüsatı vatanperveranelerine teşekkür ederim. Nimetiyle perverşiyabı kemal olduğumuz milletimiz uğrunda duçar olunacak azlin bahşedeceği şerefi manevi erbabı basiret ve hamiyet içinde kaçınılacak bir nekbet değildir. Mukaddeletin şu hesabını göreceği gün yaklaşıyor. Veyl milleti izrar edenlere….Vaziyeti   umumiye gayet iyi ve emindir. Aydın Kuvayi milliyesi vilayetin tahliyesini temin eyliyir. İbrahim Beyin gitmesiyle Kastamonuda bir dakikai teehhür hissediyorum. Muaveneti fikriye ve müzaheretinizi rica ederim. Kongre için şimdiye kadar Ankara tarikiyle 25 zat gönderildi. Kalan Ankara ve Sinop’tur. Ankara izhar etmiştir. …hizmeti vatanperverisi tesiriyle duçarı azlü itab olanlar kurtulacak ve mahzarı takdir ve terkim olacaktır. …mevkia ve mansıba bağlı olmadığı için vazifei resmiyenin nezinden sonra da mücahede devam edebilir. İbrahim beyefendinin siyasetkarane hareket etmemesi ve bilhassa hükümeti merkeziyenin sahte vatanperverliğine aldanması kendisinin duçarı nekbet olmasına bais oldu. Bununla beraber son günlerini yaşıyan hükümeti merkeziyenin tahaddülü ile bu….dirmektedir. İnikat eden umumi kongre ise gayri mutad kuvvetsiz hükümetin bakasının şimdiden öz canibin dikkat ve rağbetini celp ile İngiltereden gayrı devletler tarafından ajan ve gazete muhabirleri gönderilerek temas arzu olunmaktadır. ….tahrik etmek üzeredir. Oraca da tacil buyurulmasını rica ile gözlerinizden öperek takdimi ihtiramat eylerim kardeşim.

                     31 Ağustos 1335                                                                                    K.20K.Mirliva Ali Fuat

Bu şifrenin bazı yerleri okunamamış ve karışmıştır. Fakat Osman Bey hadisesi bitmiş olmadı. Asıl kıyamet bundan sonra koptu. Amasya vapuru İstanbul’a varıp da Osman Bey çıkmayınca, İngilizler vapur süvarisini tevkif etmekle beraber Samsundaki İngiliz mümessili ihtiyat yüzbaşısı Mister Solder ve diğer bir zabit ve üç İngiliz neferi iki Amerikan Harp gemisiyle 7 Eylül 1335 günü Sinop’a geldiler. Amerika gemilerinin muvasalatını müteakip Amerikan Miralay Bcer ile maiyeti hükümet konağına gelerek mutasarrıfı ziyaret ettiler. Mutasarrıf da usulen gemiye giderek iade-i ziyarette bulundu. İngiliz mümessili ise doğruca eski Rus konsoloshanesine giderek harp esnasında yarısı yıkılmamış kalmış olan bayrak direğine İngiliz bandırası çekmiş ve hükümete gelmemiştir.

Akşamüzeri Amerikan gemileri hareket edecekleri sırada bando çalıyorlardı. Mutasarrıf, Binbaşı Şevket, Rasim, Akif beylerle birlikte kayıkla limanda dolaşıyor bando ve mızıkayı dinliyorduk. İskeleye döndüğümüzde polisler mutasarrıfa bir zarf verdiler. Derhal zarfı açan mutasarrıf hayretle dedi ki, “ Bu gün gelen İngiliz mümessili yazıyor: bizim geldiğimizi duymadınız mı, niçin bizi gelip ziyaret etmedin? Hep Amerikalıların peşinde dolaştınız. Şimdi gel beni ziyaret et! Diye emir veriyor dedi.” Halbuki usulen evvela kendisinin hükümete gelip ziyaret etmesi lazım gelirken bu protokola riayet etmemiş, hem de bu amirane ve muahazekarane yazıyı yazmıştı.

İngilizlerin bu yazısına mutasarrıf Fransızca olarak nazikane bir cevap yazmış, kendilerine hoş geldiniz dedikten sonra – yerine getirilmek üzere – bir ihtiyaçları olup olmadığını da sormuştur. O gece kurban bayramı gecesiydi. Daha fazla kalmayarak evlerimize dağıldık.

8 Eylül 1335 günü sabahleyin erkenden İngilizler mutasarrıfın evine gidiyorlar. İngiliz neferlerini kapıya dikiyorlar. Pijama ile oturmakta olan mutasarrıfın yanına giriyorlar. Orada bulunan muhasebeci İhsan Beyi dışarı çıkarıyorlar. Yine aynı nakaratı tekrar ettikten sonra çabuk giyinip kendilerine gelmesini emir (!)ediyorlar. Mutasarrıf işin vehametini anlayarak giyinme bahanesiyle dışarı çıkıyor ve arka bahçeden atlayarak Belediye Reisi Rasim Beyin evine iltica ediyor. Oradan bizleri haberdar etti. İngilizler bir müddet intizardan sonra mutasarrıfın gelmediğini görünce baştan aşağı evi arıyorlar. Mutasarrıfın refikasının yanında bayram münasebetiyle ziyarete gelmiş olan hanımların çarşaflarını açtırarak yokluyorlar. Evde bulunmadığına kanaat getirdikten sonra doğruca hükümet konağına gelerek kapalı olan cümle kapısını açtırıyorlar. Mutasarrıflık odasının kapısının odacı tarafından açılmasını bile beklemeden kırıp içeri giriyorlar. Odacıdan bir bayrak direği istiyorlar. Alel acele bulabildikleri bir süpürge sopasına İngiliz bandırasını bağlayarak pencereden asıyorlar.

Bizde o vakte kadar Rasim Beyin evinde, mutasarrıfın yanında toplanmıştık. Vaziyet alelacele görüşüldü. Verilen karar üzerine hemen çarşıyı ve bayram yerini dolaştık. Halka hükümet konağının İngilizler tarafından basılıp işgal edildiğini ihbar ve hükümet önünde toplanılmasını rica ettik. Bunu işiten halk fevc fevc hükümet konağının önünde toplanmağa başladı. Bir taraftan da Belediye Reisi Rasim Bey, ahali namına hükümet konağına çıkarak İngiliz mümessiline halkın heyecanını izah ile çekilen bandıranın derhal kaldırılmasını istemiştir. Solter, mutasarrıfı aradıklarını, bulamayınca boş makamı işgal zaruretinde kaldıklarını beyan ile mutasarrıfın behemehal gelmesini istemiştir.

Mahzar Tevfik Bey geldi. Solter mutasarrıflık sandalyesine oturmuş, bacaklarını masanın üzerine uzatmış olarak mutasarrıfı karşıladı. Yine o vaziyette mutasarrıfa kendilerinden niçin kaçtığını ve akabinde de Osman Beyin nerede olduğunu sordu. Mahzar Tevfik Bey kendi makamını işgal etmiş olduğunu, bu vaziyette kendisine hiçbir cevap veremeyeceğini, görüşmek istiyorsa makamını terk etmesi lazım geleceğini beyanla odadan çıkmıştır.

Hükümet konağı önündeki halk topluluğu gittikçe artmıştı. İçlerinde mavzerle müsellah kimselerin de dolaştığını pencereden gören İngilizler Belediye Reisini istediler. Rasim Bey tekrar girdi, bayram şenliğine iştirak için bandra çektiklerini, bunda heyecanlanacak bir şey olmadığını, kendilerinin ava meraklı olduklarını, beraber ava gitmek istediklerini söylemeleri üzerine Rasim Bey “halk gittikçe coşuyor, sonra başınıza bir şey gelirse benden kabahat gitti. Ava filan gitmesi sonra düşünülür. Evvela şu bandrayı şuradan kaldırın “ diye kendisine has safiyane bir lisanla yaptığı ihtar üzerine bandrayı içeri almaya mecbur kaldılar ve Belediye Reisinin koluna girerek halkın arasından geçip Belediye dairesine gittiler. Oradan da yine eski konsoloshaneye döndüler.

Vaziyet bütün tafsilatıyla mutasarrıf tarafından şifre ile Kastamonu vilayetine ve Mustafa Kemal Paşaya bildirildi. Ahali namına da şu telgraflar çekildi.

 

 

Sadrazam Ferit Paşa Hazretlerine ( sureti)

İngiltere Devleti Fahimesi İstanbul Mümessili Siyasisi asaletlü amiral cenaplarına

Dün limanımıza gelen Amerika devleti fahimesinin iki sefinei harbiyesiyle Samsun İngiliz mümessili vekili ihtiyat yüzbaşısı mister Solter ve diğer bir zabit ile üç nefer geldi. Ahali namına kendileri istikbal ve belediyece esbabı istirahat ve iaşeleri temin edildi. Amerika sefinesinden Amerikan Miralayı Mister Boer dışarı çıkarak dairei hükümette mutasarrıf beyi ziyaret etti. Haklarında lazım gelen merasim ifa edildi. İngiliz yüzbaşısı ise kendi ikametine tahsis edilen haneye bir İngiliz bayrağı keşide etmiş ve hükümeti ziyaret etmeden mutasarrıfı livanın oraya gelmesini istemiştir. Mutasarrıf bey tarafından lazım gelen mukabelei nazikanede bulunulduğu halde mumaileyh bu gün mutasarrıf beyin ikamet ettiği haneyi beraberindeki dört nefer kuvvei musallaha ile basarak orada bulunan muhasebeci beyi dışarı koymuşlar ve mutasarrıfı da beraber alıp cebren götürmek istemişlerdi. Mutasarrıf beyin bittakrib oradan firarı üzerine mumaileyhim, mutasarrıf beyin hamile bulunan zevcesinin bulunduğu odaya girmiş ve orada bulunan kadınları birer birer muayene ederek ve evin diğer taraflarında da taharriyatta bulunarak kendisini bulamayınca evden dışarı çıkmışlardır. Bilahare doğruca daire-i hükümete gelerek bayram tatili münasebetiyle mesdud olan hükümetin cümle kapısını kırarak içeri girmişler ve mutasarrıflık makamına oturmuşlar ve pencereden beraberlerinde getirdikleri İngiliz bandırasını asmışlardır. Bu hali gören ahali galeyana gelmiş ve fevc fevc hükümet önünde toplanmışlardır. Ahali namına yanlarına giden belediye reisinin vuku bulan ısrar ve ibramı üzerine bir hadisei müessife zuhuruna ramak kalmışken, bandra yine mister Solter tarafından içeri alınmıştır. Hukuku düvel ve mütareke ahkamına külliyen mugayir olan bu ahval ahalinin son derece teessüratını mucib olmuş ve bir hadisei müessifenin önüne güç hal ile geçilebilmiştir.

Yüzbaşı Solter, mutasarrıf beyin bir hareketi kanun şikenanesini görmüş ise, onu usulen merciine bildirerek hükümeti seniye nezdinde lazım gelen teşebbüsatta bulunması iktiza ederken böyle hod be hod mutasarrıf beyin ikametgahı hususisini kuvvei müsellaha ile basarak mumaileyhi tevkife kıyam etmesi ve bilahere de hükümet kapılarını kırarak makamı mutasarrıfiyi işgal ve İngiliz bandırası keşide eylemesi hükümetimizin, dolayısı ile milletimizin haysiyetine pek büyük bir darbe olduğu gibi İngiliz devleti fahimesince de katiyen kabul edilemeyeceğine emin olduğumuz Mister Solter’in şu keyfi ve indi hareketinin hukuku düvel ve mütareke ahkamına da külliyen mugayir bulunduğu şüphesizdir. Bu halden son derecede müteessir ve müteheyyic bulunan efkarı umumiye hali galeyandadır. Şimdilik bir hadisei müessife zuhuruna meydan verilmeden teskini ezhane gayret edilmektedir. Umumi Sinop ahalisi namına şu harekatı keyfiyeyi şiddetle protesto eder ve ahalinin tamamıyle teskini kulubu için Yüzbaşı Mister Solter hakkında muameleyi lazimenin icrasına makine başında intizar eyleriz.”

Gece 8- 9 Eylül 1335 Kastamonu vali vekili jandarma kumandanı Osman bey, mutasarrıfı makine başına çağırarak İstanbul’dan aldığı emir üzerine derhal İngilizlerin ikametgahına giderek tarziye vermesini bildirmiştir. Mutasarrıfın, yaptıkları harekat karşısında asıl onların kendisine tarziye vermeleri lazım geleceğini beyan ile vali vekilinin tebligatını reddetmesi üzerine muvakketen işten el çektirildiğini ve mutasarrıf vekaletini Binbaşı Şevket beyin deruhte etmesini ve onun bu tarziyeyi vermesini bildirmiştir.

Şevket bey telgrafhanede bu emri alınca,”bir Türk binbaşısı olarak gidip de bir İngiliz yüzbaşısına tarziye veremem. Eğer bu emri bana asker sıfatıyla veriyorsanız, omuzlarımdaki apoletleri asabiyetle koparıp masanın üzerine fırlatarak şu dakikadan itibaren askerlikten dahi istifa ediyorum “  diye sert bir mukabelede bulunmuştur.

Bunun üzerine Liva landarma komutanı Binbaşı Remzi beye aynı emir verilmiş ve Remzi Bey bu emri yerine getirmiştir. Ertesi günü hükümete gelerek mutasarrıf vekilini makamda ziyeret eden Yüzbaşı Solter ve refakatindeki zabit birkaç gün sonra aldıkları emir üzerine Samsun’a avdet etmişlerdir.

Eli işten çektirilen mutasarrıf Mahzar Tevfik Bey, ailesi ile birlikte Sivas’a gitmek üzere – Osman Bey dolayısıyla kendisi ile alakalanan Çerkez Hasan bey ve rüfekası ile birlikte – Sinop’tan ayrılmış ve birkaç gün dinlenmek üzere Şamloğlu Köyüne gitmiştir. Gitmeden kendi el yazısı ile bana gönderdiği varaka sureti:

“Azizim:

Kısmet olursa yarın köye gidiyorum. Bizim maaşı lütfen alınız. Bir de hadisede nezarete ve vilayete yazdığın mufassal telgrafla ikinci günü tekrar yazdığım telgrafın ikişer adet suretini kurşun kalem ile olsun bana çıkarıp vermenizi rica ederim. Kalemde yazısı okunaklı iki efendi on dakika içinde yazabilir.

İngilizlerin avdet için emir almaları şayanı dikkattir. Ağır bastık demek olur. Ne ise… Sinop’u kaybediyoruz, şerefi milli yerine gelsin de ne olursa olsun. Sinop istediğinden ala mutasarrıf bulur.”

Kastamonu vali vekili, jandarma alay komutanı Kaymakam Osman bey bu mesele hakkında halk namına çekilen telgraflara cevaben mutasarrıf vekaletine yazdığı bir telgrafta blöf yapıldığını bildirerek tehdidkar bir lisan kullanıyordu.

 

Belediye reisi Rasim Bey 12 Eylül 1335 tarihi ile Kastamonu vali vekaletine şu telgrafı çekmiştir:

“Burada son cereyan eden vakayı müessife dolayısı ile arayı umumiyeye istinaden çektiğimiz telgrafnameler makamı vilayetçe blöf telakki edilmiş ve bir nevi tehdidkar vaziyet gösterilmiştir. Ben memleketin eşraf ve kadim hanedanındanım. Hiçbir vakit blöfçü ve yarandan değilim. Milletin vekaletini haiz olarak efkarı umumiyeyi makamatı aliyeye iblağ için o telgrafları çektik. Böyle blöfçülükle ittihamın vekaletini haiz olduğum milletim ve benim için mucibi şin ve ar olduğundan bu günden itibaren makamı mutasarrıfiye istifamı veriyorum. Ciheti askeriyece tebellüğ edilen heyeti tahkikiyenin hareketini bile efkarı umumiyeyeyi hiçe sayarak henüz bildirmemiz başkaca badi teessüf olmuştur.”

18 Eylül 1335 tarihinde Kastamonu’dan vali vekili Ferit imzasıyla alınan bir telgraftan Kastamonu’da bir tebeddül olduğu anlaşılıyordu. Bu telgrafta Sivas Kongresinin İstanbul ile münasebetin kesilmesi hakkındaki mukarreratına ittiba edilmesi ve tezahüratı milliyede bulunulması bildiriliyordu. Bunun üzerine 19 Eylül 1335 tarihinde belediye reisi Rasim Bey tarafından Kastamonu vilayeti vekaletine şu telgraf verildi:

“İtimat ve teveccühatı ammeyi haiz bulunan mutasarrıfımız Mahzar Tevfik bey mahza haysiyet ve vekarı hükümet ve milleti muhafazaya gayret ettiğinden dolayı vali vekili sabıkı tarafından hod behod muvakketen işten el çektirilmiş idi. El yevm her tarafta amali milliye tezahür ettiği halde livanın reisi karından Mahzar bey gibi evsaf ve hasaili matlubeyi haiz bir zatın bulunmamasından dolayı livamız efkarı umumiyesi tamamile inkişaf edemiyerek muhtelif cereyanlar almakta bulunduğundan efkarı umumiyenin tevhidi ve umumi bir surette  tezahuru, mumaileyhin derhal işe mubaşerek ettirilmesine ve makamına iadesine mütevakkıftır. Aksi halde matlub dairesinde tezahuratı milliyede bulunmağı imkan olamıyacak bir takım makus cereyanların husulüne meydan verilmiş olacağını arz eder, cevabını bu gün intizar eylerim.”

Bu telgrafa vali vekaletinden bir cevap alınmadan o sırada telgrafhanede bulunduğu anlaşılan Kastamonu ve havalisi kumandanı miralay Osman beyden belediye reisine şu telgraf geldi:

 

“Mutasarrıf Mahzar Tevfik Bey hakkında vilayete olan telgrafınızı gördüm. Mütaleaları pek muvafıktır. Vilayetten emir verilmesinin temin edileceğini arz ederim. 19 Eylül 1335”

O akşam vilayetten de Mahzar Beyin derhal vazifeye başlatılması için emir geldiğinden gece geç vakit atla Sinop’a dört saat mesafede bulunan Şamlıoğlu köyüne gittim. Mahzar Tevfik beye mülaki olarak vaziyeti anlattım. Ertesi günü yüzlerce süvari ve müsellah çerkeslerin tezahuratı arasında Sinop’a dönüldü. Mahzar Tevfik Bey tekrar vazifesine başladı ve eskisinden fazla milli kuvvetlerin teşekkül ve taazzuvuna çalışmaya başladı. Bu mesai ve teşebbüsattan Rumların kuşkulandıkları anlaşıldığından Mahzar Tevfik Bey 24 Eylül 1335 tarihinde –mühürlü aslı yedimde mahfuz-şu beyannameyi neşretti.

“ Evvela Erzurum’da badehu son günlerde Sivas’da bütün vilayeti murahhaslarından mürekkep olarak inikad eden ve verdiği son karar ile ta nahiyelere varıncaya kadar bütün vilayetin hükümeti merkeziye ile kati münasebet ve muhaberat etmesi ile neticelenen kongre mukarreratı ile meydana çıkan şu azim hareketi milliyenin mahiyeti ve asarı filiyesi hakkında bazı vatandaşlarımızın şüphe ve tereddütlere düşerek yanlış telkinata ve sui tefehhümlere duçar olmuşlar ve ezcümle gayrimüslim vatandaşlarımızın şüphesiz bazı dedikodular tesiri ile bazı nabemahal endişelere bile giriftar olmuşlardır. Bu hareketi milliyenin mahiyeti ve esbab ve ilcaatı hakkında halkımıza bir nebze malumat ita eylemek suretiyle çıkarı umumiyeyi tenvir eylemeği münasip gördük.

1.Vatanlarının bir tehlike-i inkişam karşısında kaldığı ve buna karşı hükümetçe amal ve hukuku milliyelerinin müdafaa edilmediğini gören Anadolu vilayeti şarkiyesi ahalisi, kamilen birleşmiş ve murahhaslar izam ederek Erzurumda bir kongre akt etmişler ve bu kongrenin amal ve hukuku milliyeyi muhafazatan verdiği karar garbi Anadolu vilayeti dahi umumen iştirak ettiğinden bütün vilayetten ve hatta İstanbul ve Rumeli’den dahi murahhaslar gönderilmek sureti ile Sivas’ta ikinci umumi bir kongre aktedilmiştir. Bu kongrenin verdiği son karar üzerine, bütün vilayet mülhakatiyle birlikte hükümeti merkeziye ile kati münasebet ve muhaberat eylemiştir.

2.bütün vilayet murahhaslarından, yani umum millet vekillerinden terekküp eden bu kongrenin istihlaf ettiği gaye, tehlike-i inkişam karşısında kalan vatanın mevcudiyet ve tamamiyetini muhafazaya hadim tedabiri siyasiyeyi ittihaz edemeyen ve amal ve hukuku milliyeyi bütün cihana karşı müdafaa edemeyerek vatanımızı bir takım haksız işgallere, nareva tecavüzlere maruz bırakan ve şeref ve vekarı milliyeyi ve haysiyeti hükümeti muhil ve muzir müdahalata yol açan ve bu nabeca ahvalden izzeti nefsi cerihedar ve şikayetlerine kulaklarını tıkayan   ve mevkii iktidarda  bulunduğu  müddetçe  dahilde huzur ve sükunu ve vahdet ve ahengi bir türlü temin edemeyen ve davet edildiği sulh konferansında maharetsizliği ve beceriksizliği yüzünden hukuku milleti müdafaa edemeksizin büyük bir muvaffakiyetsizlikle avdete mecbur kalan ve intihabatı sürat ve katiyetle icra ederek meclisi mebusanı içtimaa davet ettirmekte izharıteallül ile adeta şu buhranlı devrelerde meham ve muazzemat umuru mutlakiyetle idare ve tedvir etmek tedbirsizliğinde bulunan Ferit Paşa kabinesinin mevkii iktidardan iskatile yerine amal ve hukuk ve menafi milliyeyi dahil ve harice karşı bihakkın müdafaa ve muhafaza ederek ve huzur ve sükunu, vahdet ve vifakı temin eyleyecek umum efradı milletin teveccüh ve itimadına mahzar kuvvetli ve muktedir bir hükümet tesis edecek bir kabinenin teşkil ve re’si kara getirilmesi ve intihabatın süratle icraatle mebusanın içtimaa davetidir.

3.Kongre evvel emirde zatı hazreti padişahı ve bütün milletin makamı celili saltanatı seniye ve hilafeti muazzamai islamiyeye olan fartı ubudiyet ve sadakatini bildirmek ve arzı tazimat ve ihramat eylemek ve badehu milletin amal ve metalibini atebel seniye-i mülükanelerine arz eylemek istemiş ve maalesef Ferit Paşa kabinesi padişah ile millet arasına girerek yek diğeriyle temasını men etmek sureti ile azim bir hata irtikap etmiştir.

4.Bundan dolayı kongre umum telgraf ve posta idarelerini işgal etmek ve muhaberatı resmiyeyi sansür etmek sureti ile hükümeti  merkeziye ile kati münasebet ve muhaberata karar vermiş ve bu karar bittabi kongrede toplanan umum millet vekillerinin ittifakı arasile  verildiğinden bütün mülhakatı ile beraber umum  vilayetlerce makbul ve muta olmuş ve telgrafhaneler  işgal ve muhaberat  kat edilmiş ve resmi ve hususi muhaberat sansüre tabi tutulmuştur.

5.Memurini hükümetle heyeti askeriye bitaraf ve siyasetle iştigalden muteriz olmakla beraber bir taraftan milletin eciri hassa olmak itibariyle, diğer taraftan bu hareketi milliyenin siyasetle ve fırkacılıkla münasebet ve alakası olmayıp sırf vatani ve milli ve kutsi bir gaye takip edildiğine agah olduğundan başta bütün kolordularımız olduğu halde mülhakatile beraber bütün vilayet ve evliye memurini mülkiye ve adliye ve maliyesi bu azim ve kararı milli önünde serfuruye mecbur olmuşlardır.

6.Bu hareketi milliyenin siyaset ve fırkacılıkla bir alakası olmayıp bazılarınca zannolunduğu vechile ittihatçılık amaline hizmet gibi bir maksadı hafiye dahi müstenit değildir. Mahza cebanet ve acz ve meskenetten naşi amal ve metalibi meşruai milliyeyi bütün cihana karşı müdafaa ve isma edemeyen Ferit Paşa kabinesinin şu aczinden dolayı adeta hamisiz ve hükümetsiz kalan bütün milletin yek dil ve yek vücut ve müttehidül fikir olarak bir kitlei vahide halinde amal ve metalibi meşrua ve hukuku milliyeyi müdafaa etmek gibi vatani bir  emel ve endişeden başka bir şey değildir.

7.İttihat ve Terakki idaresi mahv ve münkariz olmuştur. Artık böyle bir sülidare bu memleket ve millete musallat olamaz. Şu sulidare zamanında anasırı muhtelife arasına sokulmuş olan nifak ve bürudeti artık kaldırmağa ve mazide olduğu gibi bundan böyle kavi bir vifak ve ahenk ve muhadeneti tama halinde bir kardeş gibi yaşamaya bütün millet karar vermiştir. Binaenaleyh bazı Hıristiyan vatandaşlarımızın endişesi beyhudedir. Bu hareketi milliyede –izah olduğu veçhile – kendilerine karşı hiçbir suiniyet yoktur ve olamaz. Rum olsun, Ermeni olsun, Hıristiyan vatandaşlarımızın namusu bizim namusumuz; ırzı bizim ırzımız, canı bizim canımız, hukuku bizim hukukumuzdur. Bizim gibi aynı hukuka ve aynı musavata  mazhardırlar. Ayrımız gayrımız yoktur.  Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın mazide olduğu gibi, yakın bir zamanda vukubulan hataları ve bundan mütevellit bürydetleri, münaferetleri unutarak; bu topraklarda bizimle beraber el ele vererek kardeş gibi yaşamaya azim ve niyet ettikçe, vatanı müşterekimiz hakkında bir suiniyet ve maksat beslemedikçe, bütün Müslüman vatandaşlarından görecekleri muamele, kardeş muhabbetinden başka bir şey olamaz.

8.Memleketin her tarafında Kuvayi Milliye namı altında mevcut olan ve kuvve-i askeriyenin tahtı emir ve kumandasında bulunan teşkilat-ı milliyeden maksat ne İslam ahaliyi soymak, ne de Hıristiyan vatandaşlarımıza bir suikastta bulunmaktır. Ancak vatanımız maazallah bir tehlike-i inkısam muvacehesinde ve mesele İzmir işgali elim bir akibet karşısında kalırsa hemen silahına sarılıp; canını, ırzını, namusunu, vatanını müdafaa ve muhafaza etmek ve bu uğurda merdane ölmektir.  Zira başında hukukunu müdafaa edecek kuvvetli bir hükümetin mevcut olmamasından naşi hayatı tahtı tehlikeye giren milletimizin artık didei intibahı açılmış, zillet ve esaretle yaşamaktan ise merdane ölmeye azm etmiştir. Binaenaleyh bu teşkilat-ı milliyeden, kimsenin ve bilhassa Hıristiyan vatandaşların kuşkulanmasına, endişe etmesine mahal yoktur.

9. Hülasa: İslam ve Hıristiyan bütün bu toprakta yaşayan vatandaşların, elbirliğiyle şu vatanı harice karşı müdafaa ve muhafaza eylemekten başka bir gaye istihdaf etmiyoruz. İşte bütün milletvekillerinden mürekkep Sivas Kongresinin kararı ve bu karardan mütevellit hareketi milliye bundan ibarettir.

Cenabı hak cümlemizi tevfikatı ilahiyesine mazhar buyursun. Ecdadımızın yedi asırlık kanı bahasına muhafaza edilmiş olan şu son bakiye-i vatanı, şu elim felaketlerden kurtararak İsviçre gibi şen bir diyara kalp ve İslam ve Hıristiyan bütün vatandaşlarımızı da İsviçreliler gibi mesut eylesin.

Hak yol aramak vacibedir akl-ı selime

Tevfıkını isterse Hüda rah bey eyler.

Sinop Mutasarrıflığı 24 Eylül- 1335

Bundan sonra belli başlı hadiseler İstanbul Meclisi Mebusanına mebus intihabı mücadele ve münakaşasıdır. Sinop Livasından iki mebus intihab edilecekti. Sinoplular senelerden beri vatancüda olan eski mebusları, hemşehrimiz doktor Rıza Nur Beyle kaymakamlıktan matrut Çerkez Zeki Beyin –bilahare hademel hassa kumandanı olarak yüz elliliklerden olan Vahdetinin kayınbiraderi –mebus çıkarılmasını istiyorlardı. Yaptıkları bir mazbata ile bunların namzetlerini de koymuşlardı.

Heyeti temsiliye namına Mustafa Kemal Paşa ise o sırada Malta’da bulunan Fethi Beyin (Fethi Okyar) yahut Doktor İbrahim Tali, eski sefirlerden Alfred Rüstem Beylerin seçilmelerini istiyor ve bunları namzet göstermiş bulunuyordu. Fakat iki hemşehrileri ortada iken hiç tanımadıkları heyeti temsiliye namzetlerine kimse taraftar görünmüyordu.

Binbaşı Şevket Bey bu hususta epeyce uğraştı, tertibat aldı. Rıza Nur ve Zeki Beyler de gelmişlerdi. Mülhakatı dolaşıyor, propaganda yapıyor, icap edenlerle temasta bulunuyorlardı. Neticede; Rıza Nur ve Zeki Beyler ekseriyeti kazandılar. Heyeti temsiliye namzetleri hemen, hemen hiç rey alamadılar.

İntihap sonunda Mustafa Kemal Paşa mebusların İstanbul’a gitmeden evvel, Sivas’a Ankara’ya uğrayarak kendileriyle görüşüldükten sonra İstanbul’a gitmelerini tebliğ ediyordu. Bu tebliğ Rıza Nur ve Zeki Beylere de gösterdik, istiğfaf ettiler. Zaten kendilerinin mebus çıkarılmalarını istemeyen heyeti temsiliye ile bir alakaları olmadığını da bildirerek İstanbul’a hareket eylediler.

O sırada Mazhar Tevfik Bey de azli ile yerine Babanzade Mahmut Beyin tayin edildiği tebliğ edilmişti. Mustafa Kemal Paşanın Sivas’ta kendisine iltihak etmesi hakkındaki tebliğine rağmen Mazhar Tevfik Bey mebuslarla birlikte İstanbul’a hareket etti. Fakat İstanbul Hükümeti erkanından yüz göremedi. Zaruret içerisinde yaşadı. Milli zaferden sonra adliye mesleğine intisab etti. Kendisini 1930 senesinde müddeilumumi (savcı) olarak Urfa’da gördüm. Bandırma ceza reisi iken vefat ettiğini duydum.

Yeni mutasarrıfın muvasalatına kadar Gerze Kaymakamı Sabri Bey mutasarrıf vekaletine getirildi. Sabri Bey zavallı bir zat idi. Zaten Şevket Beyin evinde misafir kaldığı için umuru idare fiilen Şevket Beyin elinde demekti.

Bir müddet sonra yeni mutasarrıf Babanzade Mahmut Bey de geldi. Mahmut Bey eski mutasarrıflardan, ağır başlı ve oldukça mütecellit bir zattı. Onun zamanında ( Müdafaai Hukuk Cemiyeti) resmen teşekkül etti.

 

 İlk heyete şu zevat seçilmişlerdi:

 

Mütekait jandarma kumandanı Binbaşı rıza Vamık,

Müftü Salih,

Rasim,

Hacı Ömer,

Hacı Hasanzade Şükrü,

Parmaksızzade İsmail,

Hüseyin Hilmi.

Mülhakatta da teşkilat yapılmış ve faaliyete başlanmıştı. Mahmut Beyin zamanında heyeti temsiliyenin tebligatı üzerine Sinop’ta Sultan Alaaddin camiinde toplantılar yapılıyor, makamata ve İstanbul’daki işgal kuvvetleri kumandanlarına çekilecek telgrafları gizli olarak bizzat Mahmut Bey Fransızcaya tercüme ediyor ve çektiriyordu.

Fakat bu zat o zaman Kastamonu valisi Cemal Beyle uyuşamadılar. Hatırımda kalan bir iki meseleyi arz edeyim.

1. Bir gün Samsundaki İngiliz mümessilinden bir telgraf geldi. “Preveze Ganbotu Sinop’ta mıdır?” Diye soruyordu. “ Evet, buradadır “diye cevap verildi. Cemal Bey mutasarrıfın bu cevabına kızmış, “niçin buradadır diye cevap verdiniz devletin kuvayı bahriye ve bahriyesi hakkında düşmana malumat vermek, hiyaneti vataniyedir”diye yazıyordu. Mahmut Bey İngiliz deniz kuvvetlerinin sık sık uğradığı ve dolaştığı bir limanda demirli bulunan koca bir ganbotu inkar edecek bir idare amirinin birkaç saat sonra limana gelip ganbotu görecek galip devlet mümessilleri karşısında ne vaziyete düşeceğinin takdiri mealinde bir cevap yazmıştı. Ganbot İngilizlerin alıp götürmesi ihtimaline karşı –verilen emir üzerine – limanın kumluk sahiline oturtuldu.

2. Vali Cemal ve Kumandan Osman Beylerin Sinop’a geldikleri gün Kastamonulu sanatkar Hafız Hakkı da mektepte bir konser verecekti. Konserde Rumlara ve Yunanlılara tahrikamiz güfteli besteler de çalınacağını öğrenen mutasarrıf Mahmut Bey, konserde Rumların da bulunması melhuz olduğuna göre lüzumsuz yere bir karışıklık çıkması ihtimaliyle böyle güfteli bestelerin programdan çıkarılmasını istemiş. Vali Cemal Beyin aksine verdiği emre rağmen Mahmut Bey Livanın asayişinden, emniyetinden ben mesulüm diye nokta-i nazarında ısrar etmişti.

Bu ve bu gibi hadiseler Vali Cemal Beyle Mahmut Beyin aralarının açılmasına sebebiyet vermiş ve neticede Mahmut Bey, Afyonkarahisar mutasarrıflığına tahvil edilerek Sinop’tan uzaklaştırılmıştır. Yakın zamana kadar Denizli Lisesinde öğretmen iken vefat ettiğini duydum.

Bu arada Binbaşı Şevket Bey de başka bir vazifeye kaldırılmış ve yerine kayınbiraderi levazım binbaşısı Cemal Bey gelmiştir. Şevket Bey Sinop’ta bulunduğu müddetçe Kuvay-ı Milliyenin temelini atmış livanın hemen her bucağını istila etmiş olan şekaveti önlemeye çalışmış, onları istiman ettirmiş ve yirminci kolordu kumandanı Ali Fuat Paşa’dan aldığı direktif dairesinde bu uğurda tam sadakatle vazife görmüştür.

Hiç unutmam bir ara Kastamonu’daki Merci-i, umum meydanında kendisinden de padişaha sadakat yemini istemişti. Şevket Bey bu talebi şiddetle reddetti. Bir gece telgrafhaneye çağırdılar. Makine başında Kastamonu’daki kayınbiraderi Binbaşı Cemal Bey, bu hususta kendisini iknaa uğraşıyordu. Kendileri gibi sadakat yemini etmesini musırrane istiyordu. Şevket Bey kaynının ısrarlarını da sureti katiyede reddetmiş,”Allah sizi padişahınıza bağışlasın, ben de Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalara sadık kalacağım“ diye muhabere ve münakaşayı kesmiştir.

Ne yazık ki bu fedakar zatın bilahare hizmetinin mükafatını değil, takdir bile edilmeden gözlerini hayata yumduğunu esefle duymuştum. Allah rahmet eylesin.

Heyeti temsiliyenin 19 Mart 1336 tarihili tebligatı üzerine Ankara’da toplanacak meclis için intihap hazırlığına başlandı. Fakat kimse vaziyeti takdir edemediği için heveskar ve talip bulunamıyordu. Sinop merkez kazasından Müdafaayı Hukuk heyeti merkeziyesi reisi mütekait binbaşı Rıza Vamık Beyle, o sırada İzmir’den hicret etmiş ve işgalin acısını tatmış olan avukat Hakkı Hami Beyler, Boyabat’tan Mudafaai Hukuk kaza heyeti reisi (kabine namiyle maruf) Abdullah ve avukat Şevket Beylerin namzetlikleri güç hal ile ve bin münakaşadan sonra tekarrur ettirebildi. Beşinci azalığa kimse bulunamıyordu. Nihayet o sırada Sinoptaki yüzbaşı damadının yanına gelmiş olan Kastamonu maarif müdürlüğünden mütekait Şerif Bey ikna edilebildi.

Büyük Millet Meclisinin ilk açılışında ( reisi sin) olan bu zat:

 

 “Yaşımı başımı almış bir adamım. Ankara‘da aksi varid olursa ne olacak? Boynumu büker kaderime razı olur, boynumu cellada uzatırım” diye muvafakatini bildirmişti.

İntihap heyeti temsiliyeden verilen emre tevfikan  müntehibi saniler, idare ve belediye meclisleri ve Müdafaai Hukuk azaları tarafından yapılacaktı.  Güç hal ile ekseriyet temin olunarak bu zatlar intihap edildiler.

Rey sandığından çıkan pusulalar arasındaki isim yerine ( eladi esasülmülk) ( etiullahe…) gibi ibareler yazılı iki pusulanın kadı ve müftü efendilere aidiyeti yazılarından pek bariz olarak anlaşılmış idi.

Mahmut Beyin infikakinden sonra mutasarrıf vekaletine yine Gerze kaymakamı Sabri Bey geldi. Rıza Vamık Beyden inhilal eden Müdafaai Hukuk Heyeti Merkeziyesi riyasetine de askerlik şubesi reisi ve mevkii kumandanı Binbaşı Cemal Bey seçildi.

Büyük Millet Meclisinin açıldığı gün –heyeti temsiliyeden verilen emir üzerine –Sultan Alaaddin camiinde toplandılar. Dualar edildi. Oradan hükümet konağına gidilerek resmi tebrikatifa olundu.

Büyük Millet Meclisi hükümetinin teşekkülü ile Sinop’ta da, o nama iş görülmeye başlamıştı. Fakat İstanbul hükümeti; bir taraftan Hürriyet ve İtilaf kanallarından diğer taraftan Çerkesleri tahrik yoluyla ifsadat ve milli hareket aleyhinde tezvirata başlamıştı. Sinop’tan İstanbul Meclisi mebusanına mebus seçilmiş olan padişah Vahdettin’in kaynı kaymakam Zeki Beyin, Sinop Mutasarrıf ve kumandanlığına tayin edildiği ve askeri bir kuvvetle Sinop’a gelerek yerli çerkeslerden de istifade suretiyle Kastamonu üzerinden Ankara’ya doğru bir harekete girişilmesinin mukarrer olduğu haberi alındı. Müşir Zeki Paşa’nın da( Anadolu Islahat umumu müfettişliği) ne tayin olunarak Samsun’a çıkarılacağı işitiliyordu.

İşte o sırada Sinop mutasarrıflığına –indelhace mevkii kumandanlığını da deruhte etmek salahiyetiyle –Erzurum mebusu Zihni Bey tayin edilerek geldi. Zihni Beyin Sinop’a geldiğinde memleketin vaziyeti şöyle idi:

Yukarıda yazdığım Zeki Beyin ve Zeki Paşa’nın tayinleri dolayısıyla Sinop’un elde tutulması için bazı muzır propagandalar yapılıyordu. Bafralı Çerkez Yüzbaşı Şevket Bey, gizlice köyleri dolaşarak padişah lehine epeyce dil dökmüştü. Sinop’ta resmi bir beyanname verilerek çok çirkin ve muzır bir Çerkez Teavün Cemiyeti kuruluyordu. Güvaze isminde İstanbul’da münteşir Çerkezce bir gazete dağıtılıyor, Çerkez köylerinde Çerkez alfabesinin okutulması isteniliyordu. Bu cemiyetin nizamnamesinde “Çerkezler bozuk ırklara kız vermezler” diye bir madde bile vardı.

Köyler ve kasabalar asker kaçakları ile dolmuş, şekavet almış yürümüştü. Hatta Sinop kasabasının yanı başında beş kilometre mesafedeki Ordu köyünde herkesin gözü önünde ev basılmış, Gerze’de bir köyün muhtarı olan Abdi Kahya ( Celevit) jandarma karakoluna elli metre mesafede deniz kenarında evi bulunan Rizeli Mehmet’in oğlu, yeğeni ve damadı tarafından dağa kaldırılmıştı. Boyabat’ın Durağan köyünden Reşit, Ayancıklı Yaman Bey ve saire köyleri haraca bağlamışlardı.

Evvelce firari ve şaki olup Binbaşı Şevket Beyin teşebbüsü ile güya istiman etmiş olan Çerkez Uzun Musa, Dellez Hüseyinler, Kümes köylüler ve arkadaşları yine kırlarda bayırlarda dolaşıyor, karışık işlerden geri durmuyorlardı. Çerkez Şuayıp adlı bir asker kaçağı ve katil vardı. Bu tam on bir Türkü canavarcasına öldürmüştü. Limana gelen İngiliz zırhlıları evvela Şuaybin hayatını sıhhatini soruyorlardı. Çünkü Şuayb askerden kaçtıktan sonra Kastamonu’ya götürülmekte olan iki İngiliz esirini, pusudan muhafız jandarmalarımızı şehit etmek suretiyle kurtarmış, Bir yelkenliye bindirerek Odesa’ya götürmüş. O zaman müttefikleri olan Ruslara teslim etmiş. Ondan sonra da katillerine devam etmişti.

Zihni Bey cidden cesur mert, çok temiz kalpli, mütevazi, vatanperver milli harekata candan bağlı bir Türk evladı idi. Kısa bir zamanda Sinop’un vaziyetini kavradı. Ve halkçı bir zihniyetle işe başladı. Mutasarrıflık kapısındaki emir erini ve polisi kaldırdı. Müracaat eden herkesi odasına alır, karşısındaki koltuğa oturtur derdini dinler, ilgili daire müdürünü çağırtır, iş sahibi ile huzurunda konuşturur, yapılacak iş ise hemen emir verir yaptırtır, kanun nizam müsait değilse beyhude uğraşma ve uğraştırma derdi. Bu suretle tam bir demokrasi gidişi kurdu. Her Perşembe günleri köylerin uslu dedikleri ileri gelen ihtiyarlarını çağırtır, onlarla umumi hasbıhallerde bulunurdu.

İstıman ettikleri halde yine şüpheli durumda bulunduklarını yukarıda işaret ettiğim kimseleri çağırttı. Onlara açık vaziyet almalarını ihtar etti. Çaresiz olduklarını anlayarak boyun eğdiler. Onları yirmi beş kişilik bir kafile halinde Kastamonu’ya sevk ettiği gün, Çerkez Ethem’in isyanını ajans haber vermişti. Onlara “isterseniz siz de böyle isyan edebilirsiniz, hükümet aciz değildir” dedi. Onlardan sonra teşekkür mektupları geldi.

Diğer taraftan da asıl bela olan şaki Çerkez Şuayb’ın takip ve tenkıline girişti. Aldığı tedbir ve tertiplerle Şuaybı meyyiten istisale muvaffak oldu. Bu hususta Trabzonlu jandarma teğmeni Galip Beyin çok takdire değer mesaisi geçmiştir. O zaman maddi hiçbir mükafat görmeyen bu gencin hizmetini minnetle anmayı borç bilirim. Bu suretle şekavetin kökü kurutuldu.

O zaman Dahiliye ve Müdafaai Milliye Vekili bulunan Refet Paşa, birkaç gün için geldiği Ecevit’te bir sohbet esnasında “başkumandanlığın ön emri birinci derecede Sinop’ta infaz edildi “diye takdirlerini bildirmiş olduğu haber alınmıştı.

Kaymakam Zeki Bey’in enişteleri Süleyman ve doktor Şerafettin Beylerle aileleri ve Zeki Beyin Sultan Vahdettin’in kadını olan Saniye İnşirah Hanım da Zihni Beyin İnebolu’dan bindiği vapurla İstanbul’dan Sinop’a gelmişlerdi. Bunlar yakında mutasarrıf ve kumandanlığa gelecek olan Zeki Bey için evlerini tefriş ve tanzim ediyorlar ve onun geleceğini bekliyorlardı.

Zihni Bey, Zeki Beye bir mektup yazarak

“Milli harekatın maksat ve gayesini izah ve kendisinin de Sinop’ta bu uğurda çalıştığını beyan ve Sinop’a mukarrer hareketlerinden vazgeçmelerini, aksi takdirde Sinop’a kendileri ayak basmadan ana, baba ve kız kardeşlerinin hayatlarının tehlikeye gireceğini; ayrıca İstanbul Hürriyet ve İtilaf Rüesasından ve Çerkez ileri gelenlerinden olup kendisinin de şahsen tanıdığı Müşir Zeki, İstanbul muhafızı Ahmet Fevzi ve birinci Ferik Ahmet Ubuk Paşalara da, memleketin menfaati namına Zeki Beyi Sinop seyahatine mani olmalarını, aksi halde çok elim ve feci vaziyetler tahaddüs edeceğini”

Bildiren birer mektup yazarak Doktor Şerefeddin Beyle İstanbul’a gönderdi. Muayyen bir müddet zarfında bu mektuplara cevap alarak dönmesini aksi bir harekette bulunursa ailesinin tehlikede kalacağını da kendisine açıkça söyledi.

Şerefeddin Bey İstanbul’a gitti ve dürüst hareket ederek mektupların hepsini muhataplarına vermiş ve kendilerinden müsbet cevaplar alarak dönmüştür.

Zeki Beyin Sinop mutasarrıf ve kumandanlığı ve buradan yapmak istedikleri hareket de, bu suretle Zihni Beyin şahsi teşebbüs ve azmiyle akamete uğradı. Yalnız Sinop için değil, umumi vaziyet itibariyle de cidden büyük bir tehlike olabilecek bu hareket de bu suretle atlatılmış oldu. Bu arada vaktiyle Sinop’ta redif zabitliği yapmış olan Yüzbaşı Şevket ve hem palarının hususi surette gönderdikleri ve bir İngiliz torpidosu ile ve fedailerle ansızın Sinop’a baskın yapacakları ve Padişaha karşı isyan eden millicileri kurşuna dizecekleri, kesecekleri hakkında uçurdukları haberler bittabi efkar-ı umumiyeyi tehyiç ve tahrikten hali kalmıyordu.

Zihni Bey bizzat birçok geceler her ihtimale karşı kale burçlarında tarassıt nöbetçiliği yaptı. Esasen ittihat ve terakki aleyhtarı ve Hürriyet ve İtilaf fırkası taraftarı olan Sinop eşrafı da, bu haberler ve şayialar karşısında milli harekata karşı muhteriz bir vaziyet almış hatta denizden bu suretle gelecek kuvvetlerle teşriki mesai için mutasarrıf ve kumandanı aniden evlerinde basarak tevkif etmek gibi tasavvurlarda bile bulunmuşlardı. Zihni Bey yukarıda arz ettiğim merdane ve şeciane hareketi bütün bu tasavvurları suya düşürdü.

Fakat Rasim Bey ve rüfekasında Ankara hükümetine karşı yine tam bir itimat hasıl olamamıştı. Mütereddit idiler. İşin iç yüzünü kati olarak öğrenebilmek için Büyük Millet Meclisi Hükümetinde Maarif Vekaletini deruhte etmiş olan mebusumuz Dr.Rıza Nur Bey merhumu Sinop’a çağırdılar. Rıza Nur Bey geldi ve onlara gizli bir toplantıda vaziyeti anlattı. Ondan sonra Sinop eşrafı, Zihni Beyin etrafında tam bir itimatla toplanarak milli harekata müzahir oldular.

 

Rıza Nur Bey merhumun bu meseleye ait Mısır’da münteşir Türk Bilik Revüsünde neşrettiği hatırasını burada aynen iktibas ediyorum:

 

Türk Bilik Revüsünün 1Fevriye 1938 tarihli ve 8 numaralı nüshasının 2014-2016. sayfalarından:

 

Sinop isyan teşebbüsü “Akif”

Hükümete Sinop ahalisinin Ankara’ya isyan için hazırlanmakta olduğuna dair haberler geliyordu. Sinop memleketim. Bu iş herkesten ziyade beni alakadar ediyor. Sinop’tan ahali namına bir telgraf alıyorum. Sıhhatimi soruyorlar. Mana veremiyordum. Biraz sonra Sinop’tan bir adam çıkarıp bir mektup yolluyorlar. M. Kemal Paşanın hayatıma suikast etmesinden korktuklarını söylüyorlar. Beni Sinop’a davet ediyorlar. Mektubu Öküzoğlu Rasim Bey yazıyor. Bu adam, Sinop’un en nüfuzlu ve sevilen eşrafı. Milli işlerin başı. Hükümete gelen haber “Vahdettin’in adamı Miralay Sinoplu Çerkez Zeki’nin Sinop Çerkezlerini kandırdığı, bir İngiliz vapuru ile bunlara silah ve cephane gönderileceği “ merkezinde….derken, Sinop’ta ahali miting yapıp “Ankara hükümetini tanımadıklarına dair “verdikleri kararı Ankara hükümetine yolladılar. Telaş ettim. Arkadaşlardan Erzurum mebusu Zihni Bey var; binbaşı cesur, namuslu, vatanperver adam. Bu işi kökünden sökmesi için ora mutasarrıflığını kabul etmesini rica ettim. Kabul etti. Kendisine eşraftan iş başı olanlara sekiz on mektup verdim, gitti. Epeyce iş de gördü, ama isyan teşebbüsü sönmedi. Bunlar bir delilik eder Sinop lekelenir diye ödüm kopuyordu. Bir ata atladım, Sinop’a vardım. Şehre inmeden evvel Rasim Beyin çiftliğine gittim. “Haydi,atlı çıkar, Dizdarzadeleri, Hüsnü ağazade Hamdi efendiyi …..ilah buraya çağır!” dedim. Bunlar iş başları eşrafıdır. Onları çiftliklerinden getirttik. Şimdi bana: “biz 500 atlı hazırladık. Ankara’ya isyan edeceğiz. Seni başımıza geçsin diye buraya istedik. Başımıza geç, işe başlayalım” dediler. “Peki, mutasarrıfla şube reisini ve jandarmaları ne yapacaksınız “dedim. “Birden basıp evlerinden alacağız; jandarmaların da silahlarını alacağız“ dediler. “E dedim üzerinize asker yollayınca ne yapacaksınız ?” Muharebe edeceğiz dediler.

Bunlara yaptıkları işin yanlış olduğunu, vatanseverlik edeyim derken vatan hainliği edeceklerini, bu işten vazgeçmelerini söyledim. Zavallılar saf idiler. Bu iş vatana hizmet diye yapıyorlardı, kandırılmışlardı. Sabaha kadar aramızda münakaşa oldu, nasihat ettim. Vaziyeti anlattım” size baş olmak değil, isyan ederseniz Ankara’ya gidip bir ordu alıp sizi vurmaya gelirim” diye tehdit ettim. Nihayet hakikati anladılar. İsyandan vazgeçtiler; bana söz verdiler. Nikahları üzerine de yemin ettirdim. Bu iş böylece bir sakatlık olmadan bitti. Ferahladım. Yoksa bu isyan milli savaş için büyük bir tehlike olurdu. Çünkü deniz kenarındadır, daima yardım alır.

Bunlara, sonra kendilerini kimin bu yola sevk ettiğini sordum. Dediler ki: Akif İstanbul’a gitti, Miralay Zeki vasıtası ile padişaha gitmiş. Damat Ferit Paşayı, Hürriyet ve İtilafçıları görmüş, onlarla bu isyanı kararlaştırmış. İngilizler de yardım vaat etmiş, Sinop’a geldi Hürriyet ve İtilaf şubesini teşkil etti. Bizi o aldattı. İyi ki geldin de bizi bu hainlikten kurtardın.

Vakanın esası bu…Mustafa Kemal Paşa nutkunda bu meseleden biraz bahsediyor. Miting kararında dercetmiş. Bu kararda Akif’in imzası da var.

……………

Çok hürmet ettiğim rahmetli hemşehrimin bu hatıralarında bazı yanlışlıklar vardır. İhtimal ki aradan epey zaman geçmiş bulunması ve eserin ecnebi bir diyarda yazılmış ve basılmış olması bu yanlışlığı doğurmuştur. Ankara hükümetini tanımadıklarına dair Sinop’ta miting yapılmamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın nutkunda bahis mevzuu olan telgrafta da böyle bir mesele yoktur. Nutukta yazılan telgraf, yazımın ilk kısımlarında bahsettiğim, İzmir’in işgali üzerine Seyit Bilal mevkiinde yapılan mitinge ait telgraflardır ki, nutukta sarahaten işaret edildiği, tenkit olunduğu veçhile bu telgrafta mandadan bahsedilmesidir. Zaten o zaman ortada henüz milli hükümet de teşekkül etmiş değildi.

Zihni Bey şu arzettiğim şekilde dahil ve hariçteki tehlikeleri bertaraf etmekle kalmadı. Liva dahilinde bütün halkın emniyet ve itimadını da kazanarak vaziyete tamamen hakim oldu. Mevkii kumandanı ve müdafaai Hukuk Cemiyeti reisi sıfatıyla Binbaşı Cemal Beyin vazife ve salahiyeti haricinde takındığı bazı mütecaviz hareketleri de önledi.

Yunan harp gemilerinin İnebolu’ya yaptıkları bonbardımanın Sinop’un da başına gelmemesi için tedbirler aldı. Limanın tarafeynindeki metruk tabyelerde top varmış gibi mazgallar arasına mankenler koydurarak, Yunan Kılkış gemisi ile diğer gemilerin oraları saatlerce top altına alma ile onların limana sokulmalarını ve şehre tecavüzlerini önlemiş oldu.

Yunan gemilerini görünce halk bavulunu, bohçasını kapar, kasaba haricine geçerlerdı. Zihni Bey “yapmayın, beyhude gitmeyin, benim de karım, anam ve dört çocuğum var, ben bunlardan vazgeçecek değilim. Bir tehlike görürsem hep beraber çıkarız. Ben sizleri de düşünmek vaziyetindeyim” diyerek halkın lüzumsuz telaş ve heyecanını teskin ederdi.

O günlerde limandaki Preveze ganbotumuzu İngilizlerin alıp götürecekleri haber alınması üzerine hükümetle bilmuhabere ganbot Novorososki’ye yolcu edildi. Hakikaten bir gün sonra bir İngiliz kruvazörü ile Alemdar gemisi Sinop’a geldiler, ganbotu sordular. Bartın’a gittiği söylendi. Onlar da Bartın istikametine yollandılar. Bu ganbotumuz sonradan Novorososki ile Türk limanları arasında cephane ve mühimmat nakliyatında çok faydalı hizmetler görmüştür.

Bir gün Novorososki’den bizim bir yelkenli geldi. Bu yelkenlide iki kudretli top, iki teyyare, yediyüz dikenli tel kangalı ve ayrıca silah ve cephane vardı. O gün, Fransız donanmasından birkaç parça da Sinop limanında idiler. Kastamonu havalisi kumandanı merhum Muhiddin paşa bu yelkenlinin hemen Gerze’ye sevkiyle orada boşaltılmasını  hat kumandanı jandarma yarbayı Hakkı Beye emretmişti. Zihni Bey telgrafhaneden telefonla Muhiddin Paşaya “bu yelkenli Gerze’ye boşaltılırsa Gerze ile Boyabat arasında yol yoktur. Bunlar adam ve mekkare sırtında nakledilemez. Fransızlar kendi işleriyle meşguldürler. Yelkenliyi doğruca İnebolu’ya gönderelim”dedi. Muhiddin Paşa ile uzun münakaşadan sonra Paşa “mesuliyeti deruhte edersen böyle yap”dedi. Bu söz üzerine Zihni Beyin canı sıkılarak müdaheleden vazgeçti. Yelkenliyi Gerze’ye gönderip bir gecede yükünü karaya çıkardılar. Bu mühimmat bir zaman orada bekledi. Halbuki garp cephesi bunların bir an evvel sevkini istiyordu. Bolşeviklerden kaçan ve İtalyan bandralı bir motörle Karadeniz limanları arasında dolaşan ve Sinoba da uğrayan Hıristiyan gürcülerinden bir prensle Zihni Bey dostluk tesis etmişti. Zihni Bey bu prensle konuştu. Hat kumandanını ve polis komiseri Remzi Beyi alarak beraberce Gerze’ye gittiler. Oraya boşaltılan mühimmatı prensin motörüne yüklettiler. Tersane memuru Hidayet Beyi de motörün sevkine memur ettiler. Fakat ona verilecek harcırah bulamadıklarından komiser Remzi Bey bu vazifeyi üzerine aldı. Remzi Bey motör ile İnebolu’ya varıp hamulesini boşalttığını telefonla Zihni Beye haber verirken Yunan donanmasını da Kerempe’den gözüktüğünü bildiriyordu. Gürcü prens bu nakliyattan hiçbir ücret almamıştır. Bu hizmetleri dolayısı ile bu prensi ve rahmetli komiser Remzi’yi hürmet ve minnetle anarım.

İngiliz istihbaratından kapiten Benet, Yusuf Nejat isminde birisini Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere casus olarak Sinop’a göndermişti. Bu adam Paşanın sütkardeşi olduğunu söylüyordu. Yusuf Nejat Sinop’a çıkar çıkmaz nezaret altına aldırıldı ve Ankara’ya malumat verildi. Paşa Büyük Millet Meclisinde bu meseleden bahsederken Zihni Beyden “en yüksek kabiliyet gösteren bir idare adamımız”diye bahsediyordu. O sırada Sinop livası da Kastamonu’dan ayrılmış, müstakil mutasarrıflık olmuştu.

Hülasa Zihni Bey hem Sinobu ve Sinopluları, büyük vartalardan kurtardı. Hem de milli hükümetin yeni kurulduğu ve henüz taazzuv etmediği bir zamanda İstanbul’dan müteveccih büyük darbeyi ve tehlikeyi –yukarıda izah ettiğim şekilde şahsi teşebbüs ve tedbiriyle –bertaraf eylemek suretiyle milli harekata çok büyük hizmet eylemiştir.

Zihni Beyin zamanına ait bir hatırayı da şurada kaydetmeden geçemiyeceğim. Giresun’lu Topal Osman Ağa maiyetiyle motörlü takalarla İnebolu’ya geçiyordu. Gerze’ye geldiklerinde Rum ağniyasından Harbioğlu sanarak mağazasındaki tezgahtarı öldürdüler. Cinayeti yapanın Rize’li Ekşioğlu Mehmet olduğunu da bildiren Gerze kaymakamı Esat Bey, elinde hiçbir kuvvet olmadığı için bir takip ve harekette bulunamamıştı. Motörler Sinoba gelir gelmez Zihni Beyin emriyle polis arama yaptı. Ekşioğlu Mehmedi kaçırdıklarından bulunamadı. Müteakiben Osman Ağa sağ gerisinde binbaşı Cemal, sol gerisinde komiser Remzi Beyler, peşinde müsellah maiyetiyle hükümet konağına mutasarrıfı ziyarete geldiler.

Zihni Bey Osman Ağanın uzattığı elini sıkmayarak pür hiddet “ağa sen hükümeti ziyarete mi, yoksa basmağa mı geliyorsun, bu arkandakiler ne? Şimdi bunları takalara geri çevir, böyle ziyaret olmaz” diye bağırınca Osman Ağa şaşırdı. “Kızma Zihni Bey, darılma “ diyerek yalnız oğlunu yanında alıkoydu, diğerlerini gerisin geri motöre döndürdü. Sonra el sıkarak oturdu. Motörün aranmasının haysiyetine dokunduğunu bildirince Zihni Bey “senin haysiyetin varsa hükümetin haysiyeti yok mu?” cevabını verince sustu.

Bilahare yanlarına beni çağırdılar. Osman Ağa cebinden hususi şifre miftahını çıkararak Mustafa Kemal Paşaya salimen Sinoba geldiklerini yazmamı söyledi. Oradan yanına eski müftü İbrahim efendiyi alarak Seyit Bilal türbesini ziyarete gitti. Akşamüzeri hükümet yanındaki Altunoğlu Vasil efendinin eczanesinde Doktor Sait ve kaynı Abdi Beylerle oturuyorduk. Osman Ağa da o sırada ziyaretten dönmüş eczanenin önünden geçiyordu. Kapıda durmakta olan Abdi Beyi yanına çağırdı “Vasil sen misin ?” diye sordu. Abdi Bey Vasil Efendinin içeride olduğunu söyleyince “Vasil Efendi buraya gelsin “dedi. Vasil Efendi hemen koştu. Osman Ağa “sen harp esnasında Sinop’a hicret eden hemşehrilerime fena muamele yapmışsın. Şimdi bunun cezasını çekeceksin. Akşama kadar bin küsür lira getirmezsen beynine kurşunu patlatırım” diye tehdit etti. Vasil Efendi “ben harp esnasında Kastamonu’da idim, burada yoktum” diye cevap verdi ise de dinlemedi, çekildi gitti. Vasil Efendi titreyerek yanımıza döndü. Biz kendisine hemen eczaneyi kapatmasını, doğruca Zihni Beye gidip meseleyi anlatmasını söyledik. O da böyle yaptı.

Bu vaziyeti öğrenen Zihni Bey Osman Ağayı evine çağırttı. “burada hükümet vardır, bir tek jandarma ile de olsa hükümet kuvveti olarak karşına çıkarım. Benim cenazemi yere sermeden ve çiğnemeden buralarda bir tek kimsenin burnunu kanatamazsın. Hemen yoluna git, münasebetsizliğin lüzumu yok.” İhtarında bulundu.

Osman Ağa Zihni Beyin bu tecellüdü karşısında hiçbir tecavüze cesaret edemeden ertesi sabah erkenden havaya binlerce fişek atarak limandan ayrıldılar. Fakat hava müsait olmadığından yollarına devam edemeyerek Akliman’a sığınmak zaruretinde kaldılar.

Zihni Bey de o sabah Mustafa Kemal Paşa’ya Osman Ağanın gelip gittiğini, milli kuvvetlerin cephede bir tek fişek bulabilmek için bin bir müşkülata katlandıkları bir sırada Osman Ağanın nümayiş için binlerce fişek attırarak yaptıkları şımarıklığı bilhassa dikkat nazarlarına arz ettiğini bildirmiştir.

Bir müddet sonra mülki ve askeri hizmetlerde bulunan mebusların bu iki sıfattan birini tercih etmeleri tebliğ edildi. Zihni Bey de mebusluğu tercih ettiğini bildirmesi üzerine bizzat Mustafa Kemal Paşa’dan ve dahiliye vekili Doktor Adnan ve maarif vekili Doktor Rıza Nur Beylerden gelen telgraflarda, Zihni Beyi Karadeniz’de Büyük Millet Meclisinin kalesi tanıdıkları ve halk tarafından da çok sevildiği için behemehal Sinop’ta devamı memuriyetinin hükümetçe istenildiğini beyan ve ısrar ediyorlardı. Zihni Bey de bu ricalar üzerine o zaman mutasarrıflıktan eline 70- 80 lira geçtiği, mebusluk muhassasatı ise yüz lira olduğu halde büyüklerimizin ve halkın arzularına boyun eğdi ve maddi menfaatini feda suretiyle mutasarrıflıkta kaldı. Bilahare de terfian Bitlis valiliğine gönderildi.

Ne yazık ki milli harekata bu kadar fedakarane hizmeti mesbuk olan bu zat Bitlis’te bulunduğu sırada zamanın dahiliye vekiline haklı iddiasını dinletemeyerek azledilmiş ve senelerce menkup kalmıştır.

Son senelerde birinci Büyük Millet Meclisinde bulunanlar takdir olunarak kendilerine üçyüz ellişer lira maaş bağlandı. Bu mecliste bulunup da memuriyet kabul edenler bundan mahrum bırakıldılar. Bu meyanda Zihni Beyin de mahrum olduğunu işittim. Acıdım. Ben muhaberata vakıf olduğum için iyice biliyorum ki Zihni Bey arzusu ile mutasarrıflığa gelmediği gibi dileğiyle de mutasarrıflıkta kalmamıştı. Hükümetin ısrarı ve halkın ricasıyla memuriyette kaldı. Vatana ve millete bu kadar fadakarane hizmet edenlerin mükafatlandırılması adalete daha uygun olmaz mıydı?

Bu aralarda idi, yeni gelen talimata tevfikan Müdafaai Hukuk heyeti merkeziyesine eskilere ilaveten sabık Müftü İbrahim Hilmi, berber Müftüzade Osman, Dizdarzade Kemal Beyler de seçildiler.

Zihni Beyden sonra mutasarrıflığa eski valilerden olup, o sırada Malta’dan dönmüş olanlardan Samsunlu Süleyman Necmi Bey, vakasını yukarıda yazmış olduğum Samsunlu Osman Beyin ağabeyisi idi. Eski ve kuvvetli, temiz bir idareci idi. Yalnız Malta’dan henüz döndüğü için yorgundu.

Artık Milli hükümet de taazzuv etmiş olduğu için zamanında esaslı bir hadise olmadı. Sinop’taki tersane parkının tarh ve tanzimi rıhtımının yaptırılması onun hizmeti eseridir. Tarhların tanzimiyle bizzat meşgul olurlardı. Bir müddet sonra da Kastamonu valiliğine tayin edilerek ayrıldı.

Yerine rahmetli atamızın akrabasından olan Hüsnü Bey geldi. Artık milli zafer kazanılmış, Büyük Millet Meclisi hükümeti takarrur etmiş olduğu için tabiatıyla normal ahval de başlamıştır.


[1] H.H.Uluğ, 1956- Ocak Vakit Gazetesi

kaynak: Bir İnci Memleketim-Y.SARIKAYA S:84-117

 
 

Etiketler: ,