RSS

Aylık arşivler: Mart 2012

TOPRAĞIMIZ DÜNYADA TANINIYOR, AMA BİZ TANIMIYORUZ

22 MART 2012

IMG_0260Sinop toprağı, ilin coğrafi konumu ve geçirdiği jeolojik evreler nedeniyle çok özellik içermektedir. Bu özelliklerden bazıları:

SİNOP TOPRAĞI VE ÇAMUR BANYOSU

VOLKANİK YAPI

Çocukluğumda kara kum sahil yolu üzerinde kadınlar denizi vardı. Her gün denize giderdik. Kap kara kumsalı, güneşte cam kristaller gibi ışıl, ışıl parlardı. Bir gün kardeşimin cebindeki mıknatıs kuma düştü. Kara kumun minik taneleri salkım, salkım mıknatısa yapışmıştı. Olay hepimize eğlenceli geldi. Mıknatısı kapan, kum tanelerinin çekilişini tekrarlıyordu. Evet, mıknatıs kara kumu çekiyordu. Çocukluk günlerinden edindiğimiz bu tecrübe, çalışmalarıma ışık tuttu.

Kara kum, eskiden mıknatıs ile daha fazla çekiliyordu.  Olay manyetik alan etkisinin azalması ile mi, yoksa kumun yapısının değişmesi ile mi ilgiliydi? Ya da başka sebepler mi vardı? Bunların ciddi anlamda bilimsel olarak araştırılması artık bir ihtiyaç oldu.  Kara kuma manyetik alan ölçümü yapıldı. Ölçüm %70 bulundu. Toprak analizi yaptırmaya ihtiyaç vardı. Çamur banyosu ve kum kaplıcası olarak ne sonuç vereceği Sinop için çok önemliydi.

Deniz kumu kara olan yerler, volkanik coğrafyalardır. Sinop da volkanik bir yarım adadır. İşte 1903 yılında Sinop coğrafyasının yapısı hakkında yazılanlar: “Yapısı volkaniktir. Volkanik depozitlerin üzerinde bulunan tebeşirlere bakılırsa burası önce deniz seviyesinden aşağıda olup sonradan şimdiki seviyesine yavaş, yavaş yükselmiş bulunduğu görülür. Kayalar volkanik yapıdadır ve Doğu Anadolu’da bulunan kayalarla aynı özelliktedir. Tepenin üzerindeki düzlüğün doğuya doğru ortasında hala sığ bir göl vardır ki, bunun eski bir volkan krateri olması muhtemeldir. Bu türlü jeolojik oluşumdaki topraklar, havanın etkisiyle çeşitli haller geçirerek verimli hale gelir. Adanın dik ve sivri kıyıları taş olmuş bir kirpiye benzer. Trachite, siyah volkanik sünger taşı, kırmızı tebeşirli mermer gibi muhtelif sertlikte ve sedefle karışık kireçli ve kumlu taşlar gibi çeşitli özelliklerde taşlardan meydana gelmiş kayalara, denizin tesiri sahili çıkıntılar kütlesi haline getirmiştir. ” [1]

Bu anlatımlardan yarımadanın yapısının, önce deniz seviyesinin altında iken daha sonradan yükselmiş olduğunu öğreniyoruz. Jeolojik araştırmalara göre de, yarım adanın yapısı ile anakaranın yapısı farklılıklar arz etmektedir. Bu da Sinop toprağına, ilginç özellikler kazandırmaktadır.

Adadaki gölün,  krater ağzı olma ihtimali güçlüdür. Volkanik atıklar etkisiyle çeşitlenen Sinop toprağı, bu gün değerlendirilmeyi beklemektedir. Volkanik çamur banyosu, dünyada bilinen ve değer verilen bir uygulamadır. Şehrimiz, yapısında var olan bu özellikten faydalanılmalıdır.

[1] D.Robinson J. HOPKINS ÜNİVERSİTESİ- 1903 araştırması

 

Toprağımız zengin özelliklere sahiptir. Eski çağlarda bu nedenle Sinop toprağı dünyaca ünlüdür. Bu gün ise özellikleri tam anlamıyla bilinmemektedir.

Kayısı ve kiraz Sinop sahillerinde çıkmıştır İtalya ve başka memleketlere buradan götürüldüğü anlatılır. Eski çağlarda Sinop’un kolonisi olan Cerasus, ismini kiraz ağaçlarının çokluğundan alır. Sinop toprağının birçok faydaları vardır. Kırmızı mürekkep gibidir. Madeni boya gibi diğer boyalara karıştırılarak evleri, gemileri ve sair eşyayı boyamada kullanılmıştır. Tıbbi bir madde olarak işe yarayan bu toprakla çamur banyosu da yapılmıştır. Çeşitli hastalıklar için kullanılmış, eski ilaçlar listesinde de önemli yer tutmuştur.[1]

IMG_0283

1903 yılında, Amerika’dan (Amerika Hopkins Üniversitesinden) Sinop’a gelen D.Robinson, Sinop’ta üç ay araştırma yapmıştır. Araştırmalarını, American Journol of Hilology dergisinde yayınlamıştır.

Yazının Nazlı Tengirşek tarafından yapılan çevirisinde, o zamanlar Sinop’ta çamur banyosu uygulamasının olduğunu öğrendim. Karakumun, romatizma ağrılarına uygulandığını ve olumlu sonuçlar alındığını biliyordum.  Fakat Sinop’ta tedavi amaçlı çamur banyosu hakkında bilgim yoktu.

Bir yaz günü Karakum sahilinde denize girdim. Kumsalda, birkaç kişi sapsarı çamuru vücuduna sürüyordu. Robinson’un anlattığı çamur banyosu, acaba bu mu diye düşündüm?  Niçin ve ne zamandan beri yapıldığını sordum. Emekli astsubay Mehmet Aygan, yaşadığı önemli bir olayı şöyle anlattı:

Karakum yol çalışmaları, yanlış yapılaşmalar sebebiyle yok oluyor. Biz Sinop Ada Mahallesi yerlileri, sahildeki karakumu korumak istedik. Arkadaşlarımızla tepeden inişi kolaylaştırmak için merdiven yaptık. Birlikte sahilin taşını temizledik kumu ortaya çıkardık. Bu kum şifalıdır. Romatizmaya iyi gelir. Önce arkadaşlarımızla her yaz burada denize girdik, sonra herkesin ilgisini çekti. Aile kampı haline geldi. Artık çeşitli illerden yerli turist de gelmektedir.

Bir gün eklem yerlerinde mantar hastalığı olan bir hanım geldi. Türkiye’de birçok hastanede tedavi olduğunu, fakat vücudunun tedaviye cevap vermediğini anlattı. Ben de ona, sahilde keşfettiğim sarı çamuru tavsiye ettim. Sahili kara, yamacı sarı kumun ikisi de şifalı. Kumdan aldı gitti.  Aradan bir yıl geçti kadın bizim sahile tekrar geldi.  Neredeyse boynuma sarılacaktı, hastalığı geçtiği için bana teşekkür etti.  Biz de bu çamuru denedik, sivilcelere, cilt güzelliğine, çeşitli mantarlara, saç dökülmesine iyi geldiğini gördük. Artık içinde neler var bilmiyoruz. Buralara binalar, taş yapılar konmaz da değerlendirilir inşallah.” 

Robinson’un anlattığı toprak kırmızı, burada uygulanan toprak ise sarı idi. Sinop’un farklı yerlerinden çeşitli renklerde toprak örnekleri aldım. Bu toprakların günün koşulları içinde analiz edilmesi gerekiyordu. İlaç listesinde önemli yeri olan hangi topraktı. Sinop toprağı, acaba bu gün de aynı özellikleri taşıyor muydu?

Elimde kilolarca toprakla, birçok kurumu dolaştım. Daha sonra, toprak analizinin Sinop’ta yapılamadığını öğrendim. Büyük şehirlerde, özel olarak yaptırmak istedim. Özgehan ve Bilgehan, bu proje üzerinde çalıştılar. Ölçümler, denemeler yapıldı. Bilgiler ve toprak numuneleri, bilimsel projeler için ilgililere verildi.


[1] D.Robinson J. HOPKINS ÜNİVERSİTESİ- 1903 araştırması

2-Y.SARIKAYA, Bir İnci Memleketim, S, 61-63

 
4 Yorum

Yazan: 22 Mart 2012 in Sinop Toprağı

 

Etiketler:

SİNOP DÜNYA TİCARET MERKEZİYDİ

DÜNYA DENİZ TİCARET MERKEZİ SİNOP(3)

Arkeologlar ve okyanus bilimcilerden oluşan güçlü bir ekip, 1996’da Sinop’ta çalışmalar yaptı. Çalışma raporunda, antik dönemde Sinop’tan Kırım’a zeytinyağı, bal ve demir ihraç edildiği, karşılığında da şarap alındığı yazıyor. O dönemde demirin, havuç inceliğindeki amforalara yerleştirilerek ihraç edilmesi dünyadaki ilk paketleme teknolojisi olarak niteleniyor. [1]

Antik çağlarda önemli ticaret merkezi olan Sinop, demir ticaretini bugün neden yapmamaktadır? Önceden bu topraklarda demir vardı da şimdi ne oldu? Sinop toprağı ve Sinop çamurunu ele aldığım bölümde, konu hakkında detaylı bilgi bulacaksınız.

1996 Sinop Hinterlandı Araştırmasına göre Sinop Limanı, Karadeniz Ticaret sisteminin üç açıdan merkezi olmuştur.

1.    Karadeniz’in güney sahilinde seyahat eden gemiler için başlıca üst rolünü üstlenmiştir.

2.    Karadeniz’in güney yakasındaki limanlar arasında Kırım’a en yakın limandır.

3.    Anadolu’nun kuzey-güney ve doğu-batı ticaret hatlarının mal aktarım noktasıdır.  Liman ayrıca Sinop Hinterlandına da hizmet etmiştir.

Tarih boyunca bölge insanı, gözünü denize çevirmiştir. Bu sayede Sinop, Anadolu’nun karışık tarihsel yapısının dışında kalmıştır. Tarihsel ve arkeolojik bulgular bölgenin konumu ve doğal kaynakları sayesinde Karadeniz ticaretinin başlıca merkezi olduğunu göstermektedir.  [2]


[1] 1996- Sinop Hinterlandı Araştırması

[2] 1996- Sinop Hinterlandı Araştırması raporu- Robinson- 1906, Bryer- Winfield-1985

3 – Yaşar Sarıkaya, Bir İnci Memleketim, s, 36-37

 

Etiketler: ,

GELENEKSEL SİNOP KADIN GİYSİLERİ

Bu giysilere ulaşmak ve kaydetmek yıllarımızı aldı. Yüzlerce yıl önce bunları diken, işleyen ve giyen kadınlarımızı saygı ile anıyoruz. Bu gün, yıllar öncesine özgü geleneksel giysilerin işleme tekniği, rengi, kumaş kalitesi ve dikimini orijin halini koruyarak  yaşatmaya çalışan başarılı öğretmenlerimize teşekkür ediyoruz. Giysilerimizden dağ köylerinden toplanarak ulaşılan örnekler.

Dikmen İlçesi SARAY Köyü Nahide GÖKDEMİR’e ait gelinlik. Giysiyi kızı Hamdiye Şahin sunuyor:

  

Gelin giysisi olarak kullanılan cepken- önlük- üç etek- başlık. Tamamı eskiden kalan, sandıklarda korunmuş otantik giysi.

 

Aynı giysi genç mankenin üzerinde. Paçadaki ve elbisedeki nakış özenle işlenmiş. Gelinin, önlüğün altına ellerini saklaması o günün modasıdır. Gelinlerin başında yazma, abane, poça da kullanılmış.

Mankenin üstünde gördüğümüz yöre giysisi, 2008 yılında kitre bebek yarışmasında Türkiye 3. oldu. O zaman Kız Meslek Lisesi Müdürü Fatma ARSLAN- Belma EROL-Dilek PAKSOYLU ekip halinde yarışmaya katıldılar ve Sinop’u başarıyla temsil ettiler. Kitre bebek üzerinde, bu giysi o kadar güzel tasarlandı ki, otantik tavrı hiç bozulmadı. Ekibe halk kültürüne hizmetlerinden ötürü teşekkür ediyoruz.

Bu giysi, Erfelek Çayır köyünden. Sinop dağ köyleri göçer Türkmen yerleşimi olduğundan, farklı boyların köylere yerleştiğini  görürüz. Bu nedenle Erfelek yöresi giysisi, oraya göç eden yürüklerin özelliğini yansıtıyor.

Giysi 1985 yılında, Erfelek Halk Oyunları ekibinde kullanıldı. Ayaktaki çarığa varana kadar bütün parçalar orijinal. Ekipte en iyi oyunculardan Sibel YAŞAYANCAN bu gün nerelerde kim bilir.

 
4 Yorum

Yazan: 21 Mart 2012 in Sinop Halk Oyunları

 

Etiketler: ,

TERSANE KAPISI YAZISI

Sinop Tersane Kapısında bir yazıt olduğunu biliyor muydunuz?

Tersaneye gittiğinizde, tersane kapısı üstündeki kemer taşına bakmalısınız. Eminim oradaki figürler her geçişinizde sizleri de bir hayli düşündürecektir.

 

Araştırmacılar, bu simgelerin harflerden oluşabilme ihtimali üzerinde duruyorlar. Herkesin de fark edebileceği gibi O, P, Y, K, I harfleri açıkça görülüyor. Çözümlenmesi için, bu harflerin dizilişinin, düz ters oluşunun, metin mi, yoksa simge mi olduğunun cevapları tam alınamamıştır. Dünya ticaretinde ortak bir işaret mi, yoksa çok eskilerden kalma bir damga mı?

Kaynak araştırırken, Sinop tarihinin bilinenden çok eski olduğunu belgeleyen kaya yazıtı bilgisini okudum. Sinop’ta kaya yazıtları olduğu hakkında bir kaynağa rastlamadığım için, konu ilgimi çekti. Kitabın kaya yazıtları ile ilgili bölümde Sinop hakkında şu bilgiler yer alıyordu:

Anadolu Kaya Resimleri ve Yazıtları

– Kuzey Anadolu(176)

– Oy-önul (oy-ongul) Trabzon mağara yazıtları -2 bin 2 yazıt.

– Sinop Tersane Kapı Üstü Yazıtı, ( – 2 bin belki daha da eski)[1]

Bu kitapta anlatılan kaya resimleri ve yazıtları, henüz resmi araştırması yapılmamış tarihi belgelerdi. Kitapta, Sinop ile ilgili yazı sadece bir cümleydi. Yazıyı okuduktan sonra hemen Tersane Kapısına gittim ve bu kaya yazıtını buldum. Senelerdir geçtiğim yerde bu yazıtı nasıl görmemiştim, hayretler içindeydim. Yazıt, Tersane Kapısı üstüne kiriş olarak yerleştirilen, siyah taş üzerine ustalıkla kazınmıştı. Kaya üzerindeki figürler mükemmeldi. Yıpranmadan günümüze kadar gelmişti. Yazıdaki figürler yatık ve sanki kiriş altına doğru devam ediyordu. Figürler çok net ve pürüzsüzdü. İnce uçlu metal ile mi kazınmış, yoksa damga olarak mı basılmıştı? Hitit hiyerogliflerine benzemiyordu. Net olarak ayırt edilebilen iki insan figürüydü. Konu, uzmanlarca incelendiğinde cevapları bulabilecektik. Kim bilir, belki de çok eski tarihlerde sadece Sinop’a özgü olan bir amblemdi.

Bu konuda internette araştırma yaptım ve yeni bir kaynağa ulaştım. Yeni kitabı aldım. Sinop’taki bu eski yazıtı bulan kişinin, kimyacı bilim adamı Kazım MİRŞAN olduğunu öğrendim.

Kazım Mirşan, dünyadaki kaya yazıtları hakkında araştırmalar yapan, Asya Türk dillerini bilen bir bilim adamıdır. Onu TV programlarında, Hulki Cevizoğlu’nun konuğu olarak izlemiştim. Kitapta bulduğum Sinop ile ilgili bölüm:

  “Sinop Kalesi Tersane Kapısı Yazıtı( KM)

Bizzat Kazım MİRŞAN bulmuştur. Tersane kapısının, lento taşı olarak kullanılmıştır. ONUY ERAT, (onguy erat) başarısı nedeniyle takdir ediliş.

Yazının şekli, onun 2 binlerden daha eski ve Ön-Türkçe yazının henüz petroglif dönemine ait olduğunu göstermektedir. Bu konuda düşünülebilecek en üst çizgi, yani zamanımıza en yakın tarih 6 binler olacaktır. Yeni bulguları bekleyeceğiz.

Sinop Karadeniz’in en büyük ticaret merkezidir ve Karadeniz’in Venedik’i sayılır(Archeo. 308). Kentin Yunanlılar tarafından kurulduğu ön fikriyle hareket edilir, bu yöredeki amforaların yazısının Grekçe olduğu iddia edilir.

NERİK; Sinop yöresinde M.Ö 2000’lerde bu adda bir siyasal kuruluşun varlığını – önünde bir soru işareti ile – Anadolu Uygarlıkları ansiklopedisinin 19. sahifesindeki haritada gördük. (Dç. Ali Dinçol, Görsel y. 1982)

Bu ad ON- ERİK olmalıdır. Erik, ermiş, O’na ermiş, On olmuş, ON’LAR anlamını verebilir.

Kendilerini ON (hun) diye adlandırılan bir Ön-Türk krallığı olmalıdır.

Sinop yazıtları ve Erzurum’da CUNNİ mağarasında bulunan ONLAR, bu konudaki şüphelerimizde haklı olduğumuzu göstermektedir.[2]

Tersaneye gittiğinizde, tersane kapısı üstündeki kemer taşına bakmalısınız. Eminim oradaki figürler her geçişinizde sizleri de bir hayli düşündürecektir. 

Kim ya da kimler yazdı ise, zaman bu günlere taşımış. Yağmur, kar, fırtınalar geçirmiş ama yine de sapasağlam…


[1]Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin etnik yapısı, sayfa:72

[2] Ön- Türk Uygarlığı -1B- Haluk TARCAN. CAFT EDITIONS PARİS

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Mart 2012 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: ,

AMAZONLAR

Amazonlar Karadeniz Bölgesine nereden geldi, kimdir bu Amazonlar? Bilinenlerin dışında bize yeni ufuklar açacak bilgilere bu kategoriden yakında ulaşacaksınız.

***    ****    ***   ****    ***    **** ****    ******     *******     *******     *******    ******

SİNOP VE AMAZONLAR(2)

Tarih sayfalarında, Amazon’larla ilgili birçok efsane yer almaktadır. Amazonların M.Ö. 2000 yıllarında, Anadolu sahillerinde yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Sinop Müzesinde, Amazonlara ait paralar ve Sinope başı heykeli sergilenmektedir. 1972 yılında, Gerze Tilkilik köyü Kabaağaç mahallesinde bulunan Amisos parası da müzededir. Gerze’den36 kmuzaklıkta ve denizden yüksekliği 1800- 2000m olan köyde Amisos parası bulunması dikkat çekicidir.

Kimdir bu Amazonlar? Amazonların varlığına, hem efsanelerde hem de tarihçilerin anlatımlarında rastlıyoruz. M.Ö. 2. yüzyılda yaşayan Skaymnos’un şiirlerinde,  Sinop adının SİNOPE isimli bir Amazon kraliçesinden aldığı işaret edilmektedir.

“Amazonlar yaşadı mı sorusuna bugün kuşku duymaksızın evet yanıtı verilebilmektedir. Söz konusu olan Amazonların izlerine yalnızca destanlarda değil tarih kitaplarında da rastlanır. İlk çağ insanlarından kalan eselerde Amazonlardan bir şeyler bulunur. Homeros, onların Truva savaşlarına katıldıklarını yazar. Heredetos, Diyotoros ve coğrafyacı Strabon da yazılarında Amazonlardan bahseder. Strabon, şimdiki Amisos’un ( Samsun) bulunduğu yerdeki Themiskyra’yı (Terme) Amazon’un en birinci arazisi olarak vurgular. Herakles ve Achilleus efsanelerinde de Amazonlardan söz edilir. Sokrates ve Platon Amazonların Atina’ya saldırdıklarını bir gerçeklik olarak kabul ederler. Mitolojide Amazonlar, mitoloji kahramanlarına denk savaşçı kadınlar olarak anılır. Edebi metinlerde Amazonların kuruluş yeri Sinop’tur.

Server Tanilli M.Ö. 3. 000 yıllarındaki Anadolu Hatti kabilelerinin dilleri ile Kafkasya dillerinin benzediğini ve kültürlerinin de çok noktada birbirlerine benzediğini kaydetmektedir. Şemseddin Günaltay proto- hattiler, Luviler, Huriler ve Kafkasların Hazar Denizi ötelerinden aynı zamanda batıya göçen gruplar olduğunu belirtmektedir. Bu görüşü destekleyen ve kabul eden başka tarihçiler de vardır. Altın post efsanesinde, altın postu aramaya giden Argonaut’ların Anadolu’nun kuzey doğusunda Amazonlara rastlamaları, Amazonlar efsanesinde aynı bölgenin Amazonların ana yurdu olarak gösterilmesi, Amazonların başkenti olarak gösterilen Themiskyra’nın aynı bölgede olması, Amazonların adıyla Kafkas dillerinden birinde “ay” anlamına gelen ‘maze’ kelimesi arasındaki benzerlik, gibi nedenler uzmanları böyle düşünmeye yöneltmiştir

İlkçağlarda 2.000’li yıllarda Amazonların tarih sahnesine çıktığı dönemde İzmir civarında Amazonların kurduğu söylenen devletin adı Aşuva’dır. Lidyalıların da atası olan Aşuva’lar, Kas- Abhazların bir koludur. Halen Anadolu’da ve Kafkasya’da, kendilerine Aşuva diyen insanlar yaşamaktadır. Kas- Abhaz Aşuva dilinde  “mzı”, ay anlamına gelmektedir. Article olan’a’ ile birlikte A mzı, Amzı biçiminde hala kullanılır. Ay adının mis, mıs biçiminde kullanıldığı da olur. Bazı şahıs isimlerinde de halen Dinamis, Feramis, Ramis kullanılır.  Amazonlar kendilerini ayın kızları olarak görmüşlerdir. Ana tanrıçanın hizmetkarıdırlar. Kendi dillerinde Amız, Amıs adını takmışlardır. Latinler daha sonra amız-on takarlar ve amazon olur. O çağda Samsun kentinin adı da aynı dilde Amıs’dır. Yunan etkisi ile Amisos’a dönüşmüştür.” [1]

Aşuwa dilinde “mzı” ay anlamına geliyor. Mis, miz, hecelerindeki “s, z’ nin” aktif olarak bu gün kadına ait olan kelimelerde yaşadığını görüyoruz. İngilizcede, mss, mrs bayana ait isimlerin başına getirilir. Amazonlar, mzı sözcüğünü ayın kızları için kullanırken, İngilizcede de mss biçiminde yine kadına özel kullanıldığını görüyoruz. Aşuva dilindeki “mzı”, yani ay sözcüğünün bu gün Sinop’ta yaşayan Abazalar tarafından kullanıp kullanılmadığını araştırdım. ERFELEK İncemeydan köyünde, 90 yaşındaki Selahattin DEĞER ile görüştüm, Abazaca ay kelimesi nedir diye sordum. Ay sözcüğünün Abaza dilinde “amıs” olarak telaffuz edildiğini söyledi. Bu kelime, o köyde ve diğer Abaza yerleşimlerinde ay olarak hala kullanılıyormuş.

Dünya kültürleri birbirinden etkileşiyor, kaynaşıyor ve öyle güzel uyum sergiliyor ki. Okyanus ötesinden gelen bir kültür, başka kıtalara uzak diyarlara taşınıveriyor. Kültür nereden gelirse gelsin insan aklı, işine yarayanı alıyor kullanıyor ve yaşatıyor. Aşuwa kültürünün, Sinowa ve Boyowa isimlerinde yaşadığı gibi.


[1] www/Antoloji.com/ Amazonlar, Ada Kültür Sanat Edebiyat Dergisi- Çeviren- Nurettin Taşçı

2- Y.SARIKAYA, Bir İnci Memleketim, s,53-55

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Mart 2012 in eski sinop

 

Etiketler: ,

TÜRKÜLERİMİZ -Kaynak:Bir İnci Memleketim, Y.SARIKAYA, s,263-266

YÖRE TÜRKÜLERİMİZ

Sinop yöresi türküleri kırık havalardır. Asker uğurlamada, gelin kınasında, ölüm gibi olaylarda, çok güzel ağıt yakıldığına tanık oluruz. Ağıtların bazılarında uzun hava etkisi görülür. Öğretmenlik yaptığım yerlerde çok etkileyici ağıtlar dinledim. Acıyı yaşayan kişi, solo ağıt yakarken sözleri doğaçlama olarak sıralayarak ağıtlanır. Sözler eski bilinen manilerden olduğu gibi, ağıtı yakan kişiye özel de olur. Solo ağıt yakanın sözlerinden, ağlayışından etkilenen yakınları da onun yasına eşlik ederler.  Grup olarak ağlayanlar, solo makamının 3. ve 5. sesinde gezinerek oğul, ay anam, yandım, vay gibi sözlerle vokal yaparlar. Bu icrada 2 ses, uyumla yayılır. Sağa sola sallanarak ağlayanlar, elleri ile dizlerine veya göğüslerine vururlar. Dövünme dedikleri bu eylem ile ağıta uygun tempo tutulur. 100’lerce yıl öncesine ait olan bu gelenek, günümüzde de yaşatılmaktadır.

Sinop türküleri okunduğunda, Ege tavrı hissedilir.  Doğu Karadeniz yol havası da, köy kadınlarımızın söyleyişiyle benzer özellikler taşımaktadır. Erfelek Hürremşah, Dikmen Küplüce- Çorak, Gerze Başsökü- Çağlayan- Tatlıcak türkülerinde, aynı tavrın varlığına tanık oldum.

Şehir merkezinde söylenen türkülerde, daha çağdaş bir tavır vardır. Eskiden şehir ve ilçe merkezi düğünlerinde, radyodaki parçalar söylenirmiş. Bugün 80 yaşında olanlar, eski düğünlerde kadınların ut çalıp şarkı söylediğini anlatırlar. Sinop, Cumhuriyetin ilanıyla, yenilikleri uygulayan örnek illerden birisi olmuştur. Kızlar okullarda eğitime katılmış, sosyal etkinliklerde rol almışlardır. Kadınların ut çalması o günlerde yaygınlaşmıştır. Çocukluk yıllarımda Sinop’ta def, şişe ve kaşık çalarak düğün yapanları hatırlıyorum. Boş sirke şişesi, bacak arasına yerleştirilir ve iki demir kaşıkla ritim atılırdı. Demir kaşık cama vurdukça güçlü bir ses çıkardı. Söyleyen, çalan kadın ve kızlar grup halinde bir arada otururlardı. Türk sinemasının sevilen şarkı ve türküleri söylenir, güncel danslar yapılırdı.

Büyükler, “Sinop eskiden, zamanın İstanbul’a ayar bir şehriydi” derler. Gerçekten şehir merkezi her dönemde, yenilikleri takip eden çağdaş yapısıyla dikkati çeken bir il olmuştur.

TÜRKÜ YAKMA VE ATMA ATMA

Köy kadınları yabancı yanında türkü söylemek ve oynamak konusunda çekince gösterirler. Birbirleri arasında rahatça türkü söyleyip oynamalarına rağmen, bir yabancı konu hakkında soru sorduğunda, hiçbir şey bilmediklerini söylerler. Eğer bu eserlerin değerli olduğunu bilselerdi, eminim ki Sinop arşivi bu gün çok daha zengin olurdu.

Öğretmenlik yaptığım bütün köylerde, kültür birikimlerini ortaya çıkarmaya çalıştım. Kadınların hemcinsiydim, ben de çalıyor oynuyor, söylüyordum. Bu yüzden benimle çok şey paylaştılar. Düzdükleri manileri, kerem ayağının çeşitleri içinde seslendiriyorlardı. Bu tavır, âşık atışmalarına benziyordu. Bir olay hakkında hiciv dolu maniler söylüyorlar, buna“ATMA” diyorlardı. Âşıklar arasında atışma adı verilen sanat türüne, bizim kadınlarımız atma diyordu. Olay anında doğaçlama gelişen bu mani zenginliği, beni hayran bırakmıştı. Tarlaya giderken, bostanda iş yaparken, yolda yürürken anında mizahi değerleri yakalayıp ezgilendiriyorlardı. Atmaya ilk başlayan hangi makamı tutturduysa, cevap veren de aynı makamla devam ediyordu. Ezgiler çoğunlukla garip, müstezat ve kerem ayağında idi.

Köylerimizde yeni sözler düzerek, bilinen türkülerden türkü üretme geleneği vardır. Buna “türkü düzme” derler. Olaya, kişiye ve zamana göre türkü düzülür. Bir kişi için özel olarak beste- güfte üretmeye ise “ TÜRKÜ YAKMA “adı verilir. Bu türküler kız kaçırma, aşk, kahramanlık, ölüm gibi özel olaylarda yakılan türkülerdir. Hürmüz Gelin, Şaziye (Karasu’da Pazar Var), Cemile, Munise türküleri gibi. Duygu ve düşüncelerini ezgisel anlatma geleneği, köylerde yaşayan halkın kullandığı anlatım biçimidir. Serbest ölçüde, sesli harfleri yerel bir tavırla uzatıp, gırtlak nameleri yaparlar. Anlatımları kestirmedir ve sade bir dil kullanırlar. Yaşadıkları olayın karakterine uygun ezgiyi, anında düzüverirler. Manilerle taşlama yapar, karşısındakini zekice hicvederler.

İçinde bulundukları acı, sevinç, duygu durumuna göre maniyi besteli söylerler. Bir de ritimle konuşarak maniler söylenir. Nükteli, kafiyeli ve ritmik olarak sözcükleri sıralarlar. Aslında köylümüz, bu günün REP adı verilen ritmik konuşma müziğini, asırlardır kullanmaktadır.

Türkülerin nakaratlarında nay niye, ninnani, niriyah gibi sözcükler vardır. Gittiğim bütün köylerde bu nakaratların söylendiğini gördüm. Türküye önce nakaratla başlanır. Mani düzen kişi, etrafında konu yakalamaya çalışırken, nakaratlarla süre kazanır. Sonra konu yakalar ve mani üreterek devam eder.

Kadınlarımız türküleri söylerken def çalarlar. Bir el defi tutar, boştaki el düm- te vurur; “ke” ise defi tutan elle vurulur. Her düm vuruşunda, def yana doğru savrulur “te- ke vuruşunda yerine gelir. 2/4, 4/4 ölçülü türkülerde “düm- te- ke” temel vuruştur. 9/8 ölçülü türkülerde ritim yöreye hastır.  Def düm( 1+2), te- ke(1+2), düm(1+2), te- ke(1+2+3) şeklinde çalınır. Üçlü genellikle sondadır. Sondaki 3, vurulmaz, 2’nin süresi uzatılır.

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Mart 2012 in Sinop Türküleri

 

Etiketler: ,

18 MAYIS 1919

Sinop için önemli bulduğumuz bir ziyaret. Kurtuluş Savaşı dönemleri ve Atatürk Bandırma vapuru ile Sinop’ta.

30 Nisan 1919 tarihinde merkezi Erzurum’da bulunan 9.Ordu Kıtaatı Müfettişliğine tayin olunan ,eski Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın tayin kararnamesi 15 Mayıs 1919 da , Vükela Heyetince tanzim ve Padişah Mehmet Vahdettin tarafından da tasdik olunmuştu(1). Mustafa Kemal Müfettişlik Teşkilatına ait bütün hazırlıklarını daha önceden ikmal etmişti. İstanbul’dan bir an evvel uzaklaşmak ,Anadolu’nun vefalı sinesine atılmak istiyordu. Bahriye Nazırı Ali Rıza Paşa’nın delaletiyle kendisi ve birlikte gidecek arkadaşları için hazırlanan Bandırma adındaki küçük ve köhne bir vapur ,Galata Rıhtımı açıklarında demir atmış ,emre hazır bulunuyordu. Ordu Müfettişliği karargahını teşkil eden zatlarla beraber 16 Mayıs 1919 Cuma günü saat 16.40 da İstanbul’dan hareket edildi. Paşaya Galata rıhtımında Rauf(Orbay) ve Fethi(Okyar)beyler ile bir iki arkadaşı uğurladı.

         İşgal makamları tarafından kontrolü bitirilen Bandırma vapuru , akşam sularında boğazdan çıktı. Az sonra Karadeniz’in sessiz karanlıkları içine dalarak KEFKEN istikametinde yol almaya başladı. Karadeniz’in poyrazdan gelen sert dalgaları ,bu küçük ,bozuk pusulalı ,  köhne ve yolsuz gemiyi bir beşik gibi sallıyordu. Bandırma’nın 27 yıllık kaptanı , tuhaf bir tesadüf eseri olarak ,daha ilk defa Karadeniz seferine çıkıyordu. Kaptan İsmail Hakkı (Durusu) bozuk pusulalı bu köhne tekne ile yola nasıl devam edeceğini düşünüyordu. Mustafa Kemal , kaptanın bu endişesini sezdi ve ona:

         -Kaptan efendi! Telaş etmeyiniz  , kıyı kıyı gidersiniz. Bundan sonra maksat , Anadolu’nun her hangi bir noktasına ayak basmaktan ibarettir ,dedi.

         17 Mayıs 1919 Cumartesi sabahı İnebolu’ya varıldı. Fakat Mustafa Kemal kasabaya çıkmadı. 18 Mayıs Pazar günü öğle vakti Sinop limanına giren gemi , alelusul pratika verdikten biraz sonra , Mustafa Kemal şehre çıktı ve burada Sinop’un ileri gelenleriyle görüştü. Sinop’ta Pontus Cemiyetinin bir şubesi vardı. Başlarında eczacı Vasil bulunuyordu. Paşa bunların faaliyeti hakkında malumat aldı. Konuşmalar sırasında müstakbel bir mukavemet için ,  huzurundakileri uyarıcı bazı sözler de söyledi. Çok heyecanlı idi. Bir an evvel Samsun’a varmak istiyordu. Akşam saat 20 den sonra Sinop limanından demir alan , yani kalkan Bandırma vapuru , Gerze ve Bafra sahilleri boyunca Samsun’a doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Bütün gece seyrine devam etti. Mustafa Kemal , gemide   iki gece hiç uyumamıştı. Üstelik pek az şey yemiş ve mutadı veçhile mütemadiyen sigara içmişti.” (2)

(1)-Atatürk hareketinden önce Yıldız Sarayına giderek Vahdettin’e veda etmişti. Bu esnada aralarında geçen konuşmayı,Atatürk’ün hatıralarından naklen,Enver Behnan Şapolyo  Türkiye Cumhuriyeti Tarihi adlı eserinde (s:26-27)aynen kaydetmektedir.

( 2) -Türk Kültürü 5. cilt , sayfa: 30….. M.Şakir ÜLKÜTAŞIR

(3)-  F. Rıfkı Atay, Atatürk’ün hatıraları (1914-1919) s:125,  İstanbul 1965

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Mart 2012 in 18 Mayıs 1919

 

SEYAHATNAMELERDE SİNOP

Anadoluyu gezen seyyahların gözünde SİNOP nasıl anlatılıyor. Yıllar yüzyıllar hatta binlerce yıl önce güzel SİNOP.

İBN BATUTA (XIV.yy)

Kastamonulu Nizamettin’in, yüksek bir dağın doruğuna yaptırdığı zaviyesinden yola çıkarak  Sinop’a vardık.

Nüfusu oldukça kalabalık bir kent olan  Sinop, doğal güzelliği, yapıları ve özellikle camileriyle dikkati çeker. Yalnız doğudan karaya açık olan Sinop’un öbür üç yanı denizle çevrilidir. Doğudan kente bir kapıyla girilir. Kentin beyinin izini olmadan bu kapıdan hiç kimse alınamaz.

Yörenin yöneticisi Pervane Süleyman’ın oğlu İbrahim Bey’dir. İbrahim Bey’in izini ile kente alındık.  İzzettin Ahi Çelebi’nin zaviyesine konuk olduk. Buradan Septe’deki Minaburnu Dağına çıkılır. Buruna doğru yükselen dağ etekleri,bağ,bahçe ve bostanlarla donalıdır. Yörenin en bol meyvesi incir ve üzümdür.

Dağ hem çok sarp,hem de yüksek olduğu için doruğuna çıkılamaz. Dağ eteklerindeki 11 köyün tümünde Hristiyanlar oturur. Hızır ve İlyas peygamberlerden kaldığı söylenen dağ eteğindeki tapınak çok ziyaretçi çeker. Bu tapınağın yakınındaki çeşme üstünde  dua edenlerin arzu ve isteklerine ulaşacaklarına inanılır. Yine dağ eteğinde Veli Salih Seyit Bilal türbesi vardır.

Sinop’un görkemli bir camisi,caminin ortasında üstü kubbeli havuzu vardır. Kubbe,mermerden 4 sütun üstüne oturtulmuştur. Kubbe altı mahfeline ahşap bir merdivenle çıkılır. Pervane Gazi’nin Cuma namazlarını bu mahfelde kıldığı söylenir.

Yöre halkı,Hanefi Mezhebine bağlıdır. Şiileri hiç sevmezler. Maliki Mezhebinden olan bizlerin ellerimizi iki yanımıza alarak namaz kıldığımızı görünce ;bizi Şii sanarak sorguya çektiler. Maliki olduğumuza inanmamış olacaklar ki,bize tavşan eti ikram ederek sınavdan geçirdiler. Yediğimizi görünce de bizden özür dileyerek gönlümüzü aldılar.

Sinop’a gelişimizin   dördüncü günü,Emir İbrahim’in anneleri öldü. Cenaze törenine katıldık. Törene katılanların giysilerini ters giydiklerini ve başlarının açık olduğunu hayretle gördüm. Meğer yörenin cenaze töreninin belli başlı geleneği imiş.

KATİP ÇELEBİ (XVII.yy)

Karadeniz sahilinde,kareyi andıran,tek yanıyla karaya bağlı kalesiyle güzel bir kenttir.   Sinop’un Karakapısı ‘ndan girerek kaleye ve adaya varmak için Adakapısı’na gidilir,oradan da adaya geçilir.

Bu kentin çevresi kumsallıktır. Kuzeydeki ada benzeri bölge dağlıktır. Buraya Boztepe derler. Bol akarsularıyla güzel bir mesireliktir. Mesirelikte olağanüstü bir kaynak,bir de göl vardır. Sinop kesimi, taşlık yarlardan oluşan engebelik bir görünüm sunar.

Sinop Samsun’un batısına düşer. Araları beş günlük yoldur. Kent 500 akçe mevleviyettir. Bostanı ve meyvesi  de boldur.

Yeni bir camisi vardır. Minberinin tavanı ve döşemesi,kapısı ve kapısının korkulukları tümüyle yekpare mermerdir. Duvarları baştanbaşa ayet ve hadislerle bezelidir.

Sinop Kalesi dört kapılıdır. Karaya açılan kapısına bir mil boyundaki kumsal bir yoldan varılır. Doğu kapısı limana açılan İskelekapıdır.

Kuzeykapısı kaleyle deniz arasındaki ovaya açılır. Adası kaleye bitişiktir. Kaleyle adanın çevresi 9 mildir. Bu alanın bitek toprağı bağlık ve bahçeliktir.

Batıkapısı denize açılır. İçkalesi yüksek,sarp ve sağlamdır. İçkaleye asma köprü ile geçilir. İçkalenin kara yanında  görkemli Alaaddin Camisini görürsünüz.

EVLİYA ÇELEBİ (XVII.yy)

Sinop Kastamonu Eyaletinde  bağımsız,eski iktadan bir zeamettir. Kalenin dizdarı,serdarı,nakib-ül eşrafı,300 akçe payeli müftüsü ayanı vardır.

Halkı avam, bilginler ve şeyhler biçiminde gruplanır. Giysileri, çuha,ferace ve hilaftır. Bilim adamları bu kentin 17. paralele bağlı iklim kuşağında olduğunu buldular. Doğu ve güneyi dağlık,öbür kesimleri tümüyle bağlık ve bahçeliktir. Kastamonu’ya uzaklığı üç günlük yoldur. Kent Karadeniz’in Anadolu yakasında “Sinop Burnu “diye anılan yerde kurulmuştur.  Karadeniz’in batısında ve Rumeli tarafında “Sinop Burnu “ile Gülfeza Sultan Kayaları” arasındaki deniz,boğazı andırır.

Kalenin Samsun’la arası dört konaktır. Yüksek bir tepe üzerinde üç katlı bir rıhtımdır ki;Rum Kayzeri’nin oğlu “SİNOBE” adlı kralca yaptırılmıştır. Taştan yapılmış, çok sağlam bir kaledir. Çevresinde 6.100 tabya ve beden vardır. Kumkapısı, Meydankapısı,Tersanekapısı,Yenicekapı,Dabakhanekapısı ve içhisarların Loncakapısı  dünya çapında sanat ürünlerindendir. Ayrıca Oğrukapı ve Aşağıkalede Denizkapısı adlı iki kapısı daha vardır. Tümü çift kanatlı demir kapılardır ki, her biri kahkaha kapısına örnek oluşturur. Kale düz bir yerdedir. İki duvarını deniz döver. 1. Ahmet döneminde bir gece,Kazakların baskınıyla elden çıkar. Olayı padişahtan gizleyen Sadrazam Nasuh Paşa,hemen idam edilir. Sonradan kurtarılan kale, yeniden berkitilir. Ayrıca kalenin çeşitli yerlerine  küçüklü,büyüklü bin kadar top yerleştirilir. O günden beri her gece her gece 200 kişilik devriye kolu sabaha dek kaleyi bekler. Davul zurna eşliğinde bir tekerlemeyi de yüksek sesle yineler dururlar. 1V.Murat döneminden beri kale,hiçbir saldırıya ve baskına uğramamıştır.

Kentin kale içinde ve dışında olmak üzere,24 mahallesi vardır. Deniz kenarındaki Hıristiyanlar,1.060’a yakın çok katlı eski evlerde otururlar. Evlerinin kapıları batıya açılır,hepsi de denizi görür.

 
 

Etiketler: , ,

DİKMEN EL NAKIŞI KURSU

2011 Aralık ayında BİLKE ve İŞKUR işbirliğinde açılan kurs, Dikmen’e özgü nakışları gün yüzüne çıkarıyor.  El nakışı öğretmeni Tuğba Atasoy Aksu,  yöreye özgü desenleri yeni tasarımlarda uygulayarak kursiyerlere öğretiyor. Kursa katılanlar, sergi için canla başla çalışıyorlar. Yaptıkları ürünler, el nakışı dünyasına  DİKMEN ilçemizi tanıtacak. Dikmen yöresi nakışları turistik tanıtımlarda artık biz de varız diyecek.

Yöremiz kültürleriyle öyle zengin bir coğrafya ki. Her ilçe, her köy kendi değerlerine sahip çıkmalı ve onları ortaya çıkarmalı. Dikmen’de bu kursa katılanlar, çalışmaları ile yörenin kültürünü korumada öncülük etmiş oldular. çalışmalarında başarılar diliyoruz.

    

Kasnaklarda işlenen nakışlardan örnekler

     

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Mart 2012 in PROJELER

 

Etiketler: , ,

UNUTAMADIM

02. MART.2012- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Yaşım 19, Ordu ili Fatsa ilçesi Yeniköy-Sarıyakup Mahallesinde öğretmenim. Okul mevcudu 90, yeni  öğretmen atanana kadar tek öğretmenim. Okul iki derslikli olduğu için, öğrencileri sabahçı öğlenci yaptım. 1-2-3 sabah, 4-5 öğleden sonra devam ediyoruz. Eğitim öğretime sabah 8.30 başlıyoruz ve akşam 17.00′ de bitiriyoruz. Öğle arası da bayram için koro, halkoyunları çalışmaları yapıyoruz.

Gönlümde,  öğretme aşkının ışığı  yanıyor. Bu ışığın sorumluluğu omuzlarımda kendimce çalışıyor, çabalıyorum.  Ev sahibimin kızı Gülsüm evlenecek. O zamanlar köylerde gelinlik adeti yok. Nasıl cesaret ettim bilmiyorum, ona gelinlik diktim. Maaş günü ayda bir Fatsa’ya iniyorum. ÇAMAŞ henüz nahiye, yürüyerek Çamaş’a oradan da jeep ile Fatsa’ya gidiyorum. O zaman bu günün yolcu minibüsleri yok, 5 kişilik jeepe  9- 10 kişi biniyoruz.

gelinlik dikmek için Manifaturacıdan gerekli malzemeleri aldım. Dikiş makinesi buldum, teyel, prova derken makinada diktim.    Köyde ilk defa bir kız, düğününde gelinlik giymiş oldu. İlçeden etamin de almıştım, genç kızlara etamin üzerine kanava işlemesini öğrettim. Sabahtan akşama kadar okuldayım, akşamı da boş geçirmiyorum. Okulda tiyatro, koro, halk oyunları çalışmayı da sürdürüyoruz. Köylünün ilgi ile katılım sağladığı çok güzel 23 Nisan Bayram kutlaması yaptık.

4. sınıfta gözleri şimşek gibi pırıl, pırıl parlayan Ali ve tatlı kız kardeşi Ayşe, bu gün de gözlerimin önünde. Ayşe’ye bayram için prenses giysisi dikmiştim. Ali, sobaların yanmasında, odunların kesilmesinde, okul nöbetlerinde, bir yerden alınması gereken ihtiyaçlarda en yakın yardımcımdı.

Bir gün biz sınıfta ders yaparken, dışarıdan sesler geldi. Dışarı çıktım ve baktım.  Köyün adamları, hep beraber hasta taşıyorlardı. Ali ve Ayşe’nin annesi fındık bahçelerken kaza geçirdiğini öğrendim. Dere tarafında bir tarlada fındık diplerini kazarken, tepeden üstüne kocaman bir kaya yuvarlanmış. Tarladan alınıp dereden köye gelene kadar aradan 2 saat geçmiş. İlçeye götürülecek, köyün ileri gelenleri, sen de bizimle gel dediler. Bindik cipe gidiyoruz. İlk hastaneye gidene kadar 1 saat daha geçti, yani 3 saat zaman kaybedildi. Hastada hareket yok, sadece nefes alıp veriyor. Çocuklar gözümün önüne geliyor, ne yapsam da anneleri kurtulur, kime gitsem ne yapsam diye düşünüyorum. Hastaneye geldik, atladım hemen acili harekete geçirdim, sedye geldi, hastayı içeri aldılar. Hastayı röntgene, gerekli tahlillere hazırladım. Hayatımın ilk deneyimlerini yaşıyordum. Sonra doktor, ameliyata alacağız, üstündekileri çıkar ameliyat giysisini giydir dedi. Ameliyata hazırlarken hastanın yarasını çok yakından gördüm, yüzünde kocaman bir yarık vardı. Giysisini çıkarırken yarık açıldı. Çok etkilendim, daha ok gençtim. İyi olmasını umut  ederek hazırladım. Hastanın eşi, annesi ve ev sahibimle birlikte sonucu bekliyorduk.  15-20 dakika sonra çıkardılar. Bize  tam teşekküllü bir hastaneye götürün dediler.  Artık anlaşılmıştı, hasta beyin kanaması geçiriyordu. Hastayı tekrar giydirdim ve hazırladım.

Eşi hastayı doktorun tavsiyesi üzerine Samsun Hastanesine götürdü, ben akşam köye döndüm. Ali ve Ayşe’ye ne diyecektim. İçim sızlıyor, yüreğim dayanmıyordu. Onlar benden iyi haber bekliyordu. Eve gittim, gözlerimin içine bakıyordu çocuklar.

Çocuklar, anneniz güzel bir hastaneye gitti, baban ilgileniyor, bize haber verecek. Bekleyelim, dua edelim iyi haber gelsin dedim. Hayatımın en zor anıydı.   Sanıyorum hepsi 6 kardeştiler. Çocuklarla göz göze geldikçe içim yanıyordu.

Ertesi günü köye cenaze geldi……….

Ali ve Ayşe ile bu gün karşılaşsam, zaman sıfırlanır ve ben o günlere geri dönerim eminim. Ali şimdi İstanbul’da iyi bir işte çalışıyor. Telefonla bana ulaştı, konuştuk. O beni unutmamış, ben de onu unutmamıştım. Öğretmenim sizi unutmadım dediğinde sesi, eski acı anıları saklayamıyordu. Yaşadığımız olay, ikimizde de derin izler bırakmıştı.

Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,