RSS

Aylık arşivler: Ocak 2015

SİNOP TOPRAĞI

25.OCAK.2015

şafak piza

İtalya Pisa’da SİNOPİE MÜZESİ- Şafak Sarıkaya müze önünde

Adnan PEKMAN, SİNOPİTİS ve SİNOPİS HAKKINDA “SİNOPELİLERE AİT TOPRAKLARI İÇEREN BÖLGE”AÇIKLAMASINI GETİRİYOR.(Strabon Coğrafyası-Adnan PEKMAN)

pisada andl

İtalya’nın Pisa şehrinde SİNOPİE adında bir müze vardır ve bu bilgiye ulaşmamın da bir hikâyesi. Fransa’da yaşayan Türk vatandaşı foto- grafik sanatçısı Turhan Doyran, 1993 yılında Sinop müzesini ziyaret etmiş. Müzede çalışan Hale OĞUZ’ a, İtalya’da bulunan Sinop Müzesini ve bu konuda yaptığı araştırmayı anlatmış. Ben de Hale Hanım ile görüştüm ve detaylı bilgiye ulaştım. Yardımları için Hale OĞUZ’a teşekkür ediyorum.(Yaşar SARIKAYA- Bir İnci Memleketim)

PİSA MUZE22

Turhan Doyran İtalya’nın Pisa şehrinde “Museo delle Sinopie”’yi geziyor. Sinop adının bu müze ile ilgisini merak ediyor. Müzenin SİNOPİA’lar adını almasının sebebini öğreniyor. 1993 yılında Sinop’tan toprak örnekleri alarak İtalya’ya götürüp müzedeki toprakla eşleştiriyor. Araştırması, Haziran- 1996 Kültür ve Sanat Dergisinde aşağıdaki ifadelerle yayınlanıyor.

Burada sergilenen yapıtların, Sinop’tan getirilen özel bir toprakla yapılmış olmasıdır. Bu yapıtlar ise daha sonra tamamlanacak fresklerin eskizleri, hazırlayıcı taslaklarıdır. Bunlar bu müzenin hemen yakınındaki “Camposanto”dan 1944 yangınından sonra getirilmiştir. Taslak ve tek renkle yapılmış olmasına rağmen ‘sinopia’lar, tarihsel belge olarak değil, yeni açığa çıkan, ilginç sanat verimi olarak değerlenmektedirler. 14. ve 15. yüzyıllarda, belki de uzun sürelerce Sinop toprağı Pisa’ya gelmiş, freskin en büyük ustalarınca kullanılmıştır. Temmuz 1944’te savaş süresinde Pisa’da Camposanto’ya düşen bir bomba yangına neden oluyor. Yangında damın alt yapısı olan tüm kurşunlar eridi. Bunlar duvarlara, yani o ünlü fresklerin üzerine aktı. Freskler duvarlardan sökülerek yere düştü. İşte onların sıyrıldığı bu yerlerden Sinop toprağı ile yapılmış taslaklar beliriyor. Duvarlarda kalıyor, onlara sinopia adı veriliyordu. Yangın sonunda harap olan, zarar gören kurtarılması gereken bu fresklerin ardından sanatçıların kullandıkları yöntemler, kullandıkları nesneler de belli oluyordu. Sinopia’lar tek, tek duvarlardan çıkarılarak panolara aktarıldı ve onlarla oluşan müzeye Sinop’un adı verildi.

Biz bu toprağı gidip Sinop’ta bulduk. Sinop’a ilk gidişimiz olduğu için güçlük çekmedik demeyelim ama öyle sanıyorum anlatamamıştık pek derdimizi. Yaşlı bir taksi şoförü anladı. Önce karakuma, sarı toprağa ve onun çıkarıldığı yere götürdü bizi. Bu toprak gittiğimiz ocakta işletiliyor Samsun’da bakırcılara gidiyormuş. Oradaki ocaktan çıkan bu topraktan bizi ilgilendiren örnek bulduk. Pisa’ya gittik, eşliği onaylattık. O zamandan beridir ki “Museo dele Sinopie”ye ilgimiz arttı. Karadeniz’e ise bir gözle mavi, bir gözle sarı baktık.[1]

Bu yazıyı okuduğumda heyecanlandım. Yazıya “Pisa’da Anadolu Toprağı- İlk Defa Açıklanan Bir Sanat olayı” başlığı atılmış; İş Bankası Kültür ve Sanat Dergisinde 1996 yılında yayınlanmıştı. Tarihte birçok zenginliklerle dolu olan Sinop şehri, tanınmalıydı. Bu gün de toprak altı, toprak üstü değerleri gün yüzüne çıkmalı, bu değerler keşfedilmeliydi.

Sinop toprağının eşleştirilmesi, fresklerde kullanılan kırmızı mürekkep gibi olma özelliği taşıması,toprağın numunelerinin SİNOP’tan alınması dikkat çekicidir.

[1] Turhan DOYRAN- Pisa’da Anadolu Toprağı- İlk Kez Açıklanan Bir Sanat Olayı-Haziran 1996- Kültür ve Sanat Dergisi s,33- 37

 

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Ocak 2015 in Sinop Toprağı

 

Etiketler: , ,

SİNOP SERAPİS KÜLTÜ-KARADENİZ’DE DİNSEL YAŞAM VE KÜLTLER

16 Ocak 2015-AyşeYaşar SARIKAYA

YEN KAL

Sinop kale duvarlarında rastladığım büyük hayvan başı kabartmalarının, acaba SERAPİS’in anlamları ile ilgisi var mıdır? Bu anlamlar arasında, “Kutsal Boğa”, “Güneş Boğa Burcunda”, “Osiris’in Ruhu”, “Kutsal Yılan” ve “Boğanın Dönüşü”teorileri bulunmaktadır. Sinop’ta bulunan aslan heykelleri ve kale duvarlarındaki boğa ya da öküz kabartmaları, dikkat çekmektedir.

YN KALE

Milli Kütüphanede 1934 yılı Sinop Gazetesine ulaştım. Sinop’tan Mısır’a götürülen SERAPİS heykeli ile SİNOP adı arasındaki benzerlik konu ediliyordu. (Tarihi Umumi, cilt 2: sad, 437 )

“Mısır’da yegane kuvvet din ile kaimdi. Batlamyos’lar, bu kuvveti ellerine geçirmek, Yunanlılarla Makedonyalılar ve Mısırlıları aynı ibadethaneye toplayabilmek için bir mabut icat etmişler, buna da Serapis namını vermişlerdi. Serapis’in menşei Sinop’tur. Sinop o zamanlar Karadeniz’in cenup sahilinde en işlek bir ticaret şehri olduğu gibi ahalisi de akvamı samiye ile Yunanilerden mürekkepti. Yunaniler de şarklılar gibi asumani bir kuvvete itikat eyliyorlardı. İşte bu tesirle her şehirde bir mabut vücuda getirilmişti. Sinop mabudu da bunlardan biri idi. Serapis, tıpkı Yunanlıların toprak mabutları “hadis” gibi idi.

Serapis heykeli, Karyalı  “Biryaksis” tarafından vücuda getirilmişti. Bu heykel tıpkı meşhur “zeus” heykeline benzerdi. Yalnız başında üstüvani (dik silindir, içi boş sütun)bir mihfer vardı. Mısırlılar bu mabudu kendi mabutları arasından birine benzetmişlerdi. “Apis” vefat edip de Oziris’in ruhuna intikal eylediği zaman buna “Usarhapi” namı verildi. Bu sebepten Serapisi Mısırlılar Usarhapi addederler. Bu mabudun menşei olan şehre de “Apisin Makarri” manası olmak üzere “hapi-nse”namı verilirdi. Sinop lafzının esasını “Hapi-n-se” tabiri teşkil eder. [1]

“Sine-i ab” ile “hapi-nse “sözcükleri arasında geçen ab ve hapi arasında benzerlik açıkça dikkat çekmektedir.

Rüzgar, hava, ırmak, su, ateş, toprak gibi hayatı oluşturan elementler, tarihin ilkel  dönemlerinden beri tanrılaştırılmıştır. Koç başı, öküz başı,boğa başı, kartal başı gibi hayvan kabartmaları ve heykelleri inanç kültüründe yer almaktadır. Anadolu coğrafyası uygarlıklar yatağıdır. Sinop da bu zenginliklerin kültür mirasını taşır. Kültür mirasımızı, SİNOP için en güzel biçimde değerlendirmek umudunu taşıyoruz. Sinop tarih boyunca farklı kültürlerin yaşadığı bir deniz ticaret şehridir. Tarih evrelerinde, halkın geçirdiği inanç aşamalarını belge ve bulgulardan tespit ediyoruz.  Konu iki başlık altına alınabilir. Halk inancı  ve siyaset ve ekonomik hakimiyetin sergilendiği KÜLTLER. İkisinin ortak paydası İNANÇTIR. Konu, akademik bir çalışmada şöyle değerlendiriliyor:

 

Bülent Öztürk, Karadeniz’de Dinsel Yaşam ve Kültler (Religious Life and Cults in the Black Sea Region of Turkey), Aktüel Arkeoloji 18 (2010), 36-49[1]

[1] http://www.academia.edu/1428564/B%C3%BClent_%C3%96zt%C3%BCrk_Karadenizde_Dinsel_Ya%C5%9Fam_ve_K%C3%BCltler_Religious_Life_and_Cults_in_the_Black_Sea_Region_of_Turkey_Akt%C3%BCel_Arkeoloji_18_

Tabiat ve tabiat olaylarının olağanüstülüğü ve mucizevî karakteri karşısında kendisini çaresiz ve güçsüz hisseden ilkçağ insanı, bu duyguların uyandırdığı korkusunu gidermek adına tabiata dair her şeyi tanrılaştırmıştır. Bununla da yetinmeyerek, yarattığı bu tanrısal güçler için mitolojik hikâyeler çerçevesinde tapınaklar veya kült mekânları inşa etmiş ve böylece dinsel hayatının temelini meydana getirmiştir. Bu çoktanrılı inanış sistemi hemen hemen tüm ilkçağ toplumlarında benzer bir gelişim göstermişse de, coğrafi koşulların ve farklı etnik unsurların, dinsel inanışların farklılaşmasında ve çeşitlenmesinde en önemli etkenler olduğu bilinen bir gerçektir. Bu gelişimin izlenebildiği bölgelerin nadir örneklerinden biri de Karadeniz Bölgesi’dir. Bilindiği üzere denize paralel uzanan dağlar, bölgeyi “kıyı” ve “iç” kesim olarak birbirinden ayırır. Bu coğrafi ayrılma, bölgenin kendi içinde nüfus, kültür ve inanış bakımından farklılıklar oluşmasında en önemli nedenlerden biri olarak görülür. Zira kıyı kesimlerinin deniz yoluyla gelen dış kültürlere açık olmasına rağmen, iç kesimler daha çok organik bağlantısının bulunduğu Phrygia (Frigya), Kappadokia(Kapadokya) ve Armenia gibi bölgelerden taşınan kültürlerle etkileşim halinde kalmıştır. Bunun yanı sıra siyasi, askerî,ticari ve dinî sebeplerle bölge üzerinden gerçekleşen nüfus hareketleri, zamanla kentlerde farklı etnik unsurların oluşmasını sağlamış böylece hem yeni kültürler bölgeye taşınmış, hem de zamanla yeni ortak kültürlerin doğuşuna zemin hazırlanmıştır. Bu durumun en belirgin göstergesi de dinsel yaşamda olmuştur. Karadeniz insanının bilinen ilk dinsel inanış biçimi; yerel kavimler/kabileler, Hititler ve Friglerin etkisinde şekillenmiştir. Bu inanış, Anadolu’nun diğer bölgelerinde de sıkça rastladığımız, doğanın verimliliğinin bir ifadesi olan Anat anrıça/Bereket Tanrıları’na; doğanın gazabından, kötü güçlerden, hastalıklardan ve savaşlardan koruyan Koruyucu/Savaşçı Tanrılara ve tabiat olaylarının kişileştirilmesi olan Doğa Tanrı ve Tanrıçalarına tapınımı şeklinde olmuştur.

Hellenler, koloniler kurmak üzere anayurtlarından Karadeniz kıyılarına geldiklerinde, beraberlerinde çok tanrılı Olympos tanrı sistemlerini de taşımışlardı. Ancak, ulaştıkları çoğu bölgede yerel halkların kendi yerel inanışlarıyla karşılaşmışlardı. Böylece, zaman içinde Hellen dini ve yerel inanışlar arasında doğal bir dinsel kaynaşma süreci yaşanmıştır. Ortak bir dinsel paydada buluşmak zaman almış; ancak çok da zor olmamış olsa gerekir. Zira tapınım şekli, tanrı/tanrıça adları gibi noktalarda farklılıkları bulunsa da her iki inanışın da temelde aynı özellikleri taşıdığı aşikârdır; hepsi yaşamın içinden çıkmaktadır ve doğaya yöneliktir.

Olymposluların baştanrısı Zeus, Karadeniz Bölgesi’nde tapınım gören ve en yaygın kültü bulunan tanrı olmuş ve neredeyse hemen her yerleşim yerinde bu tanrıya ilişkin izler bulunmuştur.

Bölge için diğer önemli bir kült, Üzüm ve Şarap Tanrısı Dionysos kültüdür. Tanrının ve kültün bölgedeki etki-sini, MÖ 88’de “Küçükasya’daki Hellenler adına” Roma’ya karşı büyük bir mücadele başlatan Pontus Kralı VI.Mithridates Eupator’un (MÖ 133-63), Hellenler tarafından“Euhios”, “Nysios”, “Bacchus” ve “Liber” olarak nitelendirilerek Dionysos ile bir tutulmasında görebilmekteyiz. Sinope, Dionysos tapınımına ilişkin kanıtların bulunduğu diğer Karadeniz kentlerinden biridir.

Şiddetli fırtınaları ve tehlikeli dalgaları ile korku yaratmış ancak; ulaşım, ticaret, ekonomik, askerî anlamda özellikle kıyıdaki kentler açısından büyük bir öneme sahip Karadeniz, kaçınılmaz olarak kıyı bölgelerde Deniz Tanrısı Poseidon kültünün güçlü olmasında en büyük etken olmuştur. Tanrının en önemli kült alanlarından birisi Amisos’ta bulunmakta olup; bunu, gemi ticareti ve denizciliğin kent ekonomisinin belkemiğini oluşturmasıyla açıklayabilmekteyiz. Amisos kentinin yanı sıra Amastris, Tios/Tieion, Abonouteikhos/Ionopolis ve Sinope kent sikkelerinde tanrının betimlerine rastlamaktayız.

Denizin yanı sıra, yaşamsal önemi büyük olan su kaynaklarını da tanrılaştırmıştır Karadeniz insanı; ırmaklara ayrı bir önem vermiş, onlar adına kült oluşumları gerçekleştirmiştir. Bu sayede, yaşamsal ve ekonomik faydalar sağlayan ırmaklara şükranlarını sunmayı amaçlamıştır. Bununla birlikte sel gibi zararlara maruz kalmamak adına onları yatıştırmak da bu tapınımın bir gereğidir.

Sinope’de iki kahraman, adlarına oluşturulan kültlerle onurlandırılmaktaydı: Genellikle elinde Medusa’nın kestiği başı ile tasviredilen Argoslu kahraman Perseus ve kentin kurucusu olarak bilinen Hermes’in hırsız oğlu Autolykos. Antik Çağın en ünlü kahramanlarından Herakles, kendi adıyla anılan iki Karadeniz kentinin kurucu tanrısı olarak tapınım görmüştü

PERS, MISIR, YAHUDI VE ANADOLU KÖKENLI KÜLTLER

Bölgeye dışarıdan gelen kültler, sadece Hellenlerinkiyle sınırlı kalmamış; Perslerin bölgede görülmeye başlamalarından itibaren, özellikle Pontus Krallığı Döneminde, onlara ait inançlar bu coğrafyadaki güçlü etkisini göstermeye başlamıştır. Buna deniz ticaretinin yarattığı kültürel etkileşim ve siyasi ilişkiler yoluyla gelen Mısır, Sami ve Yahudi inanışları da eklenince bölgedeki dinsel zenginlik iyiden iyiye artmıştır: Pers kökenli Anaitis, Mithras, Baal Gazur ve Ahura-mazda; Mısır etkili Sarapis/Serapis ve Isis; Yahudi inancının tanrısı Teos Hypsistos bu tapınımların bilinen en önemlileri olarak kabul edilmektedir. Anadolu kökenli Ana Tanrıça Kybele ve onun diğer bir yansıması olan Meter Teon(Tanrıların Anası) ile Ma ve Men kültlerinin Karadeniz’deki varlıkları da bölgenin dinsel açıdan arz ettiği çeşitliliği açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zeus Ahuramazda, Zeus Sa-rapis/Serapis veya Zeus Hypsistos örneğinde görüldüğü gibi söz konusu bu tanrılarla, Hellen tanrıları arasında zaman içinde bir kaynaşma dönemi yaşanmış, kentlerde yaşamını sürdüren birden çok etnik unsur, birbirinin içine karışan ortak tanrı anlayışlarına yol açmıştır. Karadeniz’in dinsel olarak asıl önemi de bu dönemden sonra ortaya çıkmaya başlamıştır; zira hem Persler hem Pontus kralları siyasi egemenliği altındaki kült merkezlerine çok önem vermişler, bunların gelişmesi için her türlü maddi katkıyı sağlamışlardı. Çünkü biliyorlardı ki, dinsel otorite siyasi otoriteyi de beraberinde getirecekti.

TAPINAK DEVLETLERİ

Hem ticaret hem de dinsel turizmin merkezleri haline gelen Karadeniz’in tapınak devletleri, bu özellikleriyle Anadolu’daki diğer kült yapılanmalarından farklılık göstermektedirler: Hakkındaki bilgileri Strabon’dan öğrendiğimiz Komana Pontike, “Yenilmez” ve “Zafer getiren” Savaş Tanrıçası Ma’ya adanmış tapınağı ile Pontus Krallığı’nın dinî merkezi konumundaydı. Arazisinde yaklaşık 6 bin kutsal kölenin çalışıp yaşadığı tapınağın başrahibi de burada yaşamaktaydı. Tanrıçanın yılda iki kez gerçekleştirilen eksodosu’nda(kutsal prosesyonları) kral tarafından atanan söz konusu başrahip, krali soyluluğu temsil eden bir taç giyer ve onur sırasında kraldan sonra gelirdi. Bu dönemde kentlerden ve kasabalardan erkekler ile kadınlar burada toplanırlar, şenlik havası içinde tapınımlarını gerçekleştirirler ve kutlamalarını yaparlardı. Ayrıca kendini tanrıçaya vakfederek, vücutlarından kazanç sağlayan kadınlar, kutsal fahişeler olarak hizmet veriyorlardı; anlaşılan o ki dinsel fuhuş bu çarkın önemli birparçasıydı. Kappadokia Komanası ile birlikte Anadolu’dakiiki Ma Tapınağı’ndan biri olan bu kutsal mekânın kutlama ve ibadet yöntemleri Kappadokia’daki ile benzerlik göstermekte idi. Hatta Strabon’a göre, Komana Pontike Kappadokia’daki mabedin bir kopyasıydı. Tapınak kentinin, MS 2. yüzyılda“kutsal” sıfatıyla dokunulmazlık hakkı (asylia) elde etmiş olması, Ma kültünün ve tapınağın, Roma yönetimi nezdindede önemini koruduğunu gözler önüne sermektedir.

Pontus Kralı I. Pharnakes (MÖ 185-170) tarafından Kabeira (sonradan Neokaisareia) antik kent alanındaki Ameriakomopolis’inde (köy-şehir/kasaba) Friglerin Ay Tanrısı Men(Men Pharnakou) adına bir tapınak inşa ettirilmişti. Karadeniz Bölgesi için üçüncü bir tapınak devlet örneği olabileceği düşünülen bu yerleşim, günümüzde Tokat’ın Niksar İlçesi’nde konumlanmaktadır. Tapınak aynı zamanda Ay Tanrıçası Selene’nin tapınağı olarak da kullanılmıştır. Tanrı Men tapınımı zaman içinde Pontus Krallığı nezdinde oldukça önemli bir kült haline gelmiştir; öyle ki Pontus kralları göreve geliş yeminlerini dahi burada ediyorlardı. Amisos,Amaseia ve Pharnakeia kentlerinde de bu külte ilişkin izleri bulabilmekteyiz. Tapınağın bir deprem sonucu yıkılmış olması ihtimaller arasındadır.

Mısırlı bir tanrı olarak gösterilen Sarapis/Serapis kültü ise Karadeniz için ayrı bir önem taşımaktadır: Antik edebiyatçıların verdiği bilgiye göre, Mısır Kralı I. Ptolemaios Soter (MÖ367-283) gördüğü bir rüya uyarınca, Mısır’a yerleşmeye gelen Hellenler ile yerel halkı ortak bir inanç altında kaynaştırmak amacıyla Mısır’da yeni bir tapınak inşa etmeye karar vermişti.İşte bu sebeple Sinope’de bulunan Zeus Dis Tapınağı’ndaki heykeli büyük bir para ve hediyeler karşılığında satın alarak Aleksandreia’ya getirmiştir. Tanrıyı ise Sarapis/Serapis olarak adlandırmıştı. Bazı antik kaynaklarca Sinope’nin yerli tanrısı olarak gösterilen yeraltı tanrısı Sarapis/Serapis’e adanmış tapınak kalıntıları bugün Sinop Müzesi’nin bahçesinde görülebilmektedir. MÖ 4. yüzyılda inşa edildiği düşünülen tapınaktan ortaya çıkarılmış Sarapis/Serapis, Isis, Kore, Dionysos ve Herakles betimli pişmiş toprak adaklar ve diğer buluntular ise müze içinde sergilenmektedir. Ayrıca Amaseia’da bugün arkeolojik izlerine rastlanamayan bir Sarapaion/Serapaion’un (Sarapis/Serapis Tapınağı) varlığını gene antik kaynaklardan öğrenmekteyiz. Amisos,Diakopene ve Trapezous kentleri de tanrının tapınım görmüş olabileceği diğer yerleşimler olarak dikkat çekmektedir.

Karadeniz’de görülen Pers kökenli kültlerin en önemlilerinden biri de, birçok özelliği bünyesinde barındıran Mithras kültüdür: Hellenistik bir tanrı olarak ortaya çıkmış Mithras’ın, Hellenistik Dönemde Karadeniz’de egemen olan Mithridatesler’e adını verdiği zannedilmektedir ki eğer bu doğruysa, kültün bölgede gücünün ne derecede olabileceğine açık bir kanıttır. Roma’ya Kilikialı korsanlar aracığıyla gelmiş olan bu kült, bu dönemden itibaren Romalı askerler arasında bir gizem dini olarak yaygınlık kazanmış; Karadeniz’de bulunan bu askerlerin sayesinde de, bölgedeki varlığını sürdürmüştür. Özellikle Trapezous’ta kültün rağbet gördüğü, Tanrı’nın at üzerinde veya at ile birlikte tasvir edildiği, askeri niteliklerinin öne çıkarıldığı Roma Dönemi kent sikkelerinden anlaşılmaktadır.

Zeus ile eş görülen Ön Asya’nın Samikökenli halkların yerli koruyucu ve bereket tanrısı Baal Gazur, Kappadokia SatrabıI. Ariarathes Döneminde (MÖ 330-322)Gazioura kentinde önem kazanmıştır. Tanrı kent sikkelerinde kartal, buğday başağı ve üzümle birlikte betimlenmektedir. Yahudi inancının soyut tanrısı olarak bilinen ve tek tanrı inanışının öncüsü olarak görülen TeosHypsistos’a (En Yüce Tanrı) sunulmuş Roma Dönemi Hellence yazıtlı adaklar ise, hem Tanrı kültünün hem de Yahudi cemaatlerinin bölgedeki varlığına işaret etmektedir. Adakların bulunduğu başta Sinope olmak üzere Amastris ve Tios/Tieion kentleri, kült ve cemaat yayılımının gerçekleştiği alan hakında ipucu vermektedir.

SERAPİS hakkında bir çok teori öne sürülmüştür:

“İsis ve Osiris” isimli eserinde Plutarch, İskenderiye’de Serapeum’da bulunan devasa Serapis heykelinin kökeniyle ilgili olarak özetle şunları anlatmıştır; Ptolemy Soter, Mısır firavunu iken tuhaf bir rüyada devasa bir heykel görür. Bu heykel bir anda canlanarak firavuna kendisini bir an evvel İskenderiye’ye götürmesini emreder. Heykeli nerede bulacağını bilmeyen Ptolemy Soter, çaresizdir. Firavun rüyasını anlatırken Sosibius isminde bir seyyah yaklaşarak Sinop’ta böyle bir şey gördüğünü söyler. Firavun hemen Soteles ile Dionysius’u heykelin İskenderiye’ye getirilmesi için görevlendirir. Heykelin bulunması 3 yıl sürer. Firavunun elçileri onu çalarlar ve heykelin canlanarak limandaki bir gemiye bindiğini, Mısır’a doğru yolculuğa çıktığını söyleyerek hırsızlıklarını gizlerler. Mısır’a getirilince heykel iki inisiyenin önüne getirilir ve her ikisi de bu heykelin Serapis olduğunu söylerler. Rahipler daha sonra onun Plüton’a denk olduğunu ilan ederler. Bu çok önemli bir harekettir çünkü bu Serapis’te Yunanlılar ile Mısırlılar ortak bir tanrı bulmuşlardır.

Serapis kelimesinin kökenine dair en yaygın teori, onun bileşik Osiris-Apis kelimesinden geldiğini söyler. Bir zamanlar Mısırlılar ölülerin Ölüm Tanrısı Osiris’in doğasınca yutulduğuna inanırlardı. Doğanın maddi bedenine Apis denilirdi, ölüm sırasında bedenden kurtulan, ancak fiziksel yaşam boyunca cisimle iç içe geçmiş olan ruh ise Serapis’ti.

Serapis verilen tariflere göre uzun boylu, güçlü bir figürdür ve aynı anda hem erkeksi güce hem de kadınsı zarafete sahiptir. Yüzü düşünceli, neredeyse üzüntülü bir ifadeye sahiptir. Her zaman dökümlü kıyafetlerle resmedilir. İnisiyelere göre bunun nedeni androjen bir bedene sahip olmasıdır.

C.W. King, Serapis’in Brahmanik bir kökene ait olduğuna ve isminin Hindu Ölüm Tanrısı Yama’nın isimlerinden biri olan Ser-adah yani Sri-pa kelimesinin Yunanlaştırılmış bir hali olduğuna inanır. Serapis’in bir boğa cismi içinde Baküs tarafından Hindistan’dan Mısır’a sürüldüğüne dair bir efsane var olduğu için bu teori akla yatkındır. Hindu Gizemlerindeki önceliği de bu teoriyi destekler.

Serapis kelimesi için önerilen diğer anlamlar arasında şunlar vardır; “Kutsal Boğa”, “Güneş Boğa Burcunda”, “Osiris’in Ruhu”, “Kutsal Yılan” ve “Boğanın Dönüşü“. Son isim Kutsal Apis’in her 25 senede bir Nil sularında boğulması seremonisi ile ilgilidir.

İskenderiye Serapeum’daki ünlü Serapis heykeline daha önce Sinop’ta başka bir isimle tapınıldığına ve heykelin buradan İskenderiye’ye getirildiğine ilişkin hayli kanıt mevcuttur. Ayrıca Serapis’in Mısırlıların bilimsel ve felsefi güçlerini borçlu oldukları eski krallarından biri olduğuna dair bir teori daha vardır. Ölümünden sonra bu kral tanrı mertebesine yükseltilmiştir.

Yunanlı-Mısırlı Serapis’in (Mısır’da Asar-Hapi adıyla bilinir) kimliği nüfuz edilemez bir gizem perdesiyle örtülüdür. Bu tanrı, Mısır’ın gizli erginleme ritüellerinin bilinen bir figürü olmasına rağmen, onun doğasının sırrı sadece Serapis kültünün şartlarını yerine getirenlere ifşa edilmiştir. Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle, inisiye rahipler dışında hiçbir Mısırlı onun gerçek karakterini bilmiyordu. Bugüne dek Serapis ritüelleri hakkında hiçbir orijinal metin bulunamamıştır; fakat tanrı ve onunla birlikte kullanılan semboller analiz edildiğinde bazı harici noktalar ortaya çıkar. Kıbrıs Kralı’na yapılan bir kehanette, Serapis kendini şu şekilde tanımlar;

“Sana göstereceğim nasıl bir tanrı olduğumu,

Yıldızlı gökler benim başım, deniz gövdemdir,

Yer ayaklarımı oluşturur, madenler kulaklarımdır,

Güneşin uzaklara eren parlak ışıkları benim gözlerimdir.”

.”[1] http://www.gnoxis.com/asar-hapi-gizemleri-51077.html

[2] M.Şakir ÜLKÜTAŞIR, Sinop Halkiyat ve Harsiyat. 23 Ağustoğ 1934 Sinop Gazetesi-Bir İnci Memleketim-Y.SARIKAYA

3-Manly P. Hall’un “Tüm çağların gizli öğretileri” kitabı( Özlem isimli yorumcumuzun bilgisi)

 
2 Yorum

Yazan: 16 Ocak 2015 in eski sinop

 

Etiketler:

“YENİ YILDA YENİ UMUTLARA”- BİLKE KAHVALTI

DSCF2241

BİLKE, 10 OCAK 2015 Cumartesi günü saat 10.30’da ” KUZEY YILDIZI PROJESİ” kapsamında kahvaltı düzenledi. BİLKE , “YENİ YILDA YENİ UMUTLARA” amacıyla,projeye destek veren yardımseverleri buluşturdu. ELİKA‘da düzenlenen kahvaltıya 50 kişi katıldı. Kahvaltı, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ayşe CENGİZ organizasyonunda gerçekleştirildi, Denetleme Kurulu üyesi Şenhaz TEZCAN, dernek çalışmaları hakkında bilgi veren açılış konuşması yaptı.

DSCF2257

DSCF2259

 

Karlı ve soğuk bir  günde,, sıcak mekanda toplanan yardımseverler, ELİK’nın hazırladığı nefis kahvaltıda birbirleri ile sohbet ettiler. Kuzey Yıldızı Projesi, okumak için mücadele veren köy çocuklarına öncelik tanımaktadır. Yazın çalışan, kışın üniversitede okuyan çocuklarımıza başarılar diliyor, bu projeye destek veren herkese teşekkür ediyoruz.

DSCF2260

 

Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ayşe CENGİZ,Yönetim Kurulu Üyesi Zülfiye ŞANLI, Denetleme Kurulu Başkanı Gülhan UĞUR ve Denetleme Kurulu Üyesi Şehnaz TEZCAN kahvaltıda,

 

DSCF2261

 

Yönetim ve Denetleme Kurulu üyeleri bir arada

KAHVALTIDAN KARELER


DSCF2245

DSCF2246

DSCF2248

DSCF2249


DSCF2253

 
1 Yorum

Yazan: 10 Ocak 2015 in Etkinlik

 

Etiketler: , ,

SİNOP’TA AĞAÇ KÜLTÜ

SİNOP’TA KORUNAN AĞAÇLAR

kestane ağaç

Sinop ili, Erfelek ilçesi, Salı Köyü, Sökü Mahallesi’nde bulunan kestane ağacı; Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 30.01.2008 tarih ve 1524 sayılı kararı ile anıt ağaç olarak belirlenmiştir.

AĞAÇ MİT VE RİTÜELLERİ

Kült ve kültürler, toplumun sosyolojik gelişimi ve değişimi ile paralellik gösterir. Kültür ve uygarlık bilimsel olarak ilişkilendirildiği zaman, kültürel gelişimin uygarlığın gelişimine bağlı olduğu görülür. Kültürel araştırmalar, toplumun sosyolojik, ekonomik, psikolojik ve tarihi evrelerine ayna olur.

Derleme ve araştırma çalışmalarımı yaparken,  köy kadınlarımızın ne kadar derin, ne kadar engin bir derya olduklarına tanık oldum. Fakat onlar, “güçlü kadın” figürünü bir sürü katmanlar ardında saklıyorlardı.

Gerze Başsökü köyünde kültürlerimiz hakkında konuşurken, bir efsane anlatıldı:

“1 Kasım 2007 tarihinde, Gerze- Başsökü köyünde araştırma yapıyordum. Kadınlarla eski giysiler hakkında konuşurken, Hamide Burma, elinde bir torba ile odaya geldi. Köyün eski kadın giysilerini getirdi. Merakla açtım. Üç etek, paça ve şal kuşak vardı. Hamide teyzem anlatsın diye bekliyorum ama o hiçbir şey anlatmadı. Kadınlarımızın sus pus olduğu konulara gelmiştik. Eski giysi, eski adet önemsiz gibi geliyordu onlara. Üç etek, Sinop ortak üç eteğiydi. Boyabat, Gerze, Dikmen ve Durağan’da kullanılmıştı. Kuşak,  Durağan ve Boyabat’ta kullanılan şal kuşaktı. Israrla Hamide Teyzeyi konuşturdum. Konuşmalarında yöre aksanı vardı, bozmadan aynen yazı diline aktardım. Köknar ağacı kelimesini, küknar diye telaffuz ediyordu:[1]

“Bu paçayı anam dokudu. Paçada nakış yok. Dizden aşası çubuklu dokuma. Anam da bu köylü, eşim üçgüvey. Anam peşkir dokurdu,  o peşkirleri ben gelinlere vedim.

Kıyafetlerden sonra, sıra yaşayan efsane ve hikayelere gelmişti. Hamide Burma heyecanla, çocukluğunda yaşadığı bir olayı anlattı:

“Eskiden erenler yanı diye bi türbe varıdı, kükner ağaçları ile çevriliydi. Orada geyik boynuzları elik boynuzları küknerde asuluydu, ben çocukken gittim. Elik boynuzları 5- 6 tene varıdı, uzun uzundu. Boynuzla küknarın ağacındaydı. Boynuzla nasıl duruyo bakamadım. İnsan çekiniyodu. Anam ip bağlan derdi. Dua okur, ip bağlarduk. Orada dalları böyle yere iniyodu. Çadır gibiydi, içine girdük baktık. Küknar ağacının ara yerindeydi boynuzla. İşte orada bi türbe varıdı. Başınsa saruğu, mezar taşı varıdı. Sonradan oraya hususi gittim baktım gine, vallah o taşları kaybetmişle. Yaşlı bir kadın eskiden oradaki geyikleri elikleri sağar gelirimiş. Oralarda ağaçlar yıkıldı, define kazdıla bişeyle yaptıla. Bulup bulmadıklarını bilemiyoz ki. Alt üst ettile.”

Hamide BURMA, erenler yanı diye anlatmaya başlayınca, yüzünün rengi değişmiş, sararmıştı. Onu bu kadar heyecanlandıran efsanenin arkasında ne olduğunu merak ettim. 1560 yılı belgelerinde, BAŞSÖKÜ köyünde “SULTAN HATUN MESCİDİ” buldum. İsfendiyar Bey’in annesi yaptırmıştı. Efsanenin çok eski tarihlerden beri geldiği anlaşılıyordu. Hamide teyze köknar ağacını, çadır gibi ulu bir ağaç olarak anlattı. Ağaçtan çadırın içine girmiş ve tepesindeki elik boynuzlarından etkilenmişti.

Kült konusuna sosyolojik bakmamız, geçirdiği evreleri gözler önüne serecektir:

Kült kelimesi Fransızca “culte” kelimesinden Türkçeye geçmiştir. Kelimenin aslı Latincedeki “cultus” yani tapınma anlamına gelmektedir. Kült kelimesi, tapma, tapınım, din, dini merasim ibadet, ayin gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Türk kültüründe kültler, doğrudan tanrılarla bağlantılı unsur olmamış ve tanrı ile irtibatı sağlayan vasıtalar olarak algılanmıştır ki bunun bariz örneği ağaç kültünde karşımıza çıkmaktadır. TUBA ağacı, İslam öğretisinin cennet ağacıdır.

erfelek ağaç

Sinop ili, Merkez İlçe, Kozcuğaz Köyü Çalı Mahallesi’nde bulunan kestane ağacı; Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 22.03.2007 tarih ve 1123 sayılı kararı ile anıt ağaç olarak belirlenmiştir.

[2]AĞAÇ KÜLTÜ MİTLERİ:

***Yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü olmak üzere 3 kozmik düzey vardır. Bunlar birbiriyle iletişim halindedir. Bu üç düzey arasında iletişimi sağlayan çoğunlukla “hayat ağacı”dır.***

***Kozmik Ağaç, ya da Hayat Ağacı denilen ağaç ilk insanın yaratılışıyla doğrudan bağlantılıdır.***

***Yakutların ünlü Er Sogotoh destanında Hakan Ağaç, “Er Sogotoh” destanında, Er Sokotoh’un ablası sekiz budaklı ağaç, kardeşine yenilmez güç vermek için onu emzirir.***

***Hayat Suyu, göğün on ikinci katına kadar çıkan Dünya ağacının üzerinde bulunan kayın ağacının dibindedir. Yani bu kayınlar bir çeşit Gök Kayındır. ***

***Kutup Yıldızı Mitolojik ağacın tepe noktası(nirengi noktası)olarak kabul edilir. “DemirTerek” olarak değerlendirilir. ***

***Bazı kültürlerde ağaç, beşinci yaratıcı unsur olarak düşünülür.***

***Altaylılara göre insanlar yaratıldıklarında ilk Kayın ağacı Umay Ana ile birlikte yere inmiştir. Toprağın ruhunun da kayın ağacında olduğu düşünülmüştür.***

***Oğuz Kağan Destanı’nda yaşam ağacı teması, kozmik ağaç temasıyla karışır. ***

***Kafkas bölgesinde genel olarak, tepesi göğe değen yaşam ağacın kökünden bir pınar fışkırdığı düşüncesi vardır.***

***Şamanist geleneğe göre, Dünya, “Göğün göbeği” ile yaşam ağacı sayesinde irtibat halinde olup, bu ağaç ile beslenir.***

***Yakutlara göre kayın, ayağı güzel bir genç kıza benzemekte olup ülkenin güney tarafında bulunmakta ve geniş yayılımıyla bir adayı andırır.***

***Germen Mitolojisi’nde evren ve dokuz dünya, dünya ağacı Yggdrasil’in dalları ve köklerinde yer alır.***

***İbrani geleneğine göre yaşam ağacı, meyvesi ölümsüzlük sağlayan öyle bir ağaçtır ki, kendisinden semavi tesirin tüm alemlerle temasını sağlayıcı bir çiy çıkar.***

***Eski Mısır geleneğinde de yaşam ağacı ruhların kuş biçiminde tünedikleri bir ağaçtır.***

 

AĞAÇ KÜLTÜ RİTÜELLERİ

*** “Kaba Ağaç” anlayışı, Dede Korkut’ta da geçer.“Kaba” sıfatı, ağacın ululuğuna, kutsallığına işaret olarak görülebilir.***

***Anadolu Alevileri ise ağaçları ziyaret etmektedirler, görkemli ağaç karsısında baş eğip, yılda bir kez orada tören yaparak kurban keserler.***

***Türk kültüründe ağaç unsurunun sihirli gücünü yansıtan kutsal davul ve tokmak önemli yere sahip olan araçlardır. Kutsal olarak algılanması sebebiyle şeytan ya da kötü ruhları kovma törenlerinde ağaç kullanılmaktadır.***

***Ağaca bez bağlama (dilek ağacı) olgusu birçok bölgede yaygın olarak icra edilir. Özellikle Hıdrellez ve Nevruz’da bu bağlamda ritüeller bolca uygulanır. Örneğin, Hıdrellez’de pırasa yapraklarının bağlanıp dilek dilenmesi bununla ilgilidir.***

***Ağaç kültünün uzantısı olarak birçok yerleşim yerine ağaçla ilgili adlandırmalar yapılmıştır. Çamaltı, Dutözü, Elmadağ, Çamardı, Gürkavak ve Söğütlütepe bunlara örnektir.***

***Kayın ağacından dolayı “kayın ana (kaynana)” ve “kayın ata (kaynata)” gibi adlandırmalar vardır.***

***Kazaklarda, kırlarda tek başına biten bir ağaç ya da pınar veya büyük taş bulunursa kısır kadınlar bunları ziyaret eder, kurban kesip geceyi orada geçirirler.***

[1] Yaşar Sarıkaya, Bir İnci Memleketim, s: 415- 416

[2] http://www.academia.edu

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Ocak 2015 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , ,