16 Ocak 2015-AyşeYaşar SARIKAYA
Sinop kale duvarlarında rastladığım büyük hayvan başı kabartmalarının, acaba SERAPİS’in anlamları ile ilgisi var mıdır? Bu anlamlar arasında, “Kutsal Boğa”, “Güneş Boğa Burcunda”, “Osiris’in Ruhu”, “Kutsal Yılan” ve “Boğanın Dönüşü”teorileri bulunmaktadır. Sinop’ta bulunan aslan heykelleri ve kale duvarlarındaki boğa ya da öküz kabartmaları, dikkat çekmektedir.
Milli Kütüphanede 1934 yılı Sinop Gazetesine ulaştım. Sinop’tan Mısır’a götürülen SERAPİS heykeli ile SİNOP adı arasındaki benzerlik konu ediliyordu. (Tarihi Umumi, cilt 2: sad, 437 )
“Mısır’da yegane kuvvet din ile kaimdi. Batlamyos’lar, bu kuvveti ellerine geçirmek, Yunanlılarla Makedonyalılar ve Mısırlıları aynı ibadethaneye toplayabilmek için bir mabut icat etmişler, buna da Serapis namını vermişlerdi. Serapis’in menşei Sinop’tur. Sinop o zamanlar Karadeniz’in cenup sahilinde en işlek bir ticaret şehri olduğu gibi ahalisi de akvamı samiye ile Yunanilerden mürekkepti. Yunaniler de şarklılar gibi asumani bir kuvvete itikat eyliyorlardı. İşte bu tesirle her şehirde bir mabut vücuda getirilmişti. Sinop mabudu da bunlardan biri idi. Serapis, tıpkı Yunanlıların toprak mabutları “hadis” gibi idi.
Serapis heykeli, Karyalı “Biryaksis” tarafından vücuda getirilmişti. Bu heykel tıpkı meşhur “zeus” heykeline benzerdi. Yalnız başında üstüvani (dik silindir, içi boş sütun)bir mihfer vardı. Mısırlılar bu mabudu kendi mabutları arasından birine benzetmişlerdi. “Apis” vefat edip de Oziris’in ruhuna intikal eylediği zaman buna “Usarhapi” namı verildi. Bu sebepten Serapisi Mısırlılar Usarhapi addederler. Bu mabudun menşei olan şehre de “Apisin Makarri” manası olmak üzere “hapi-nse”namı verilirdi. Sinop lafzının esasını “Hapi-n-se” tabiri teşkil eder. [1]
“Sine-i ab” ile “hapi-nse “sözcükleri arasında geçen ab ve hapi arasında benzerlik açıkça dikkat çekmektedir.
Rüzgar, hava, ırmak, su, ateş, toprak gibi hayatı oluşturan elementler, tarihin ilkel dönemlerinden beri tanrılaştırılmıştır. Koç başı, öküz başı,boğa başı, kartal başı gibi hayvan kabartmaları ve heykelleri inanç kültüründe yer almaktadır. Anadolu coğrafyası uygarlıklar yatağıdır. Sinop da bu zenginliklerin kültür mirasını taşır. Kültür mirasımızı, SİNOP için en güzel biçimde değerlendirmek umudunu taşıyoruz. Sinop tarih boyunca farklı kültürlerin yaşadığı bir deniz ticaret şehridir. Tarih evrelerinde, halkın geçirdiği inanç aşamalarını belge ve bulgulardan tespit ediyoruz. Konu iki başlık altına alınabilir. Halk inancı ve siyaset ve ekonomik hakimiyetin sergilendiği KÜLTLER. İkisinin ortak paydası İNANÇTIR. Konu, akademik bir çalışmada şöyle değerlendiriliyor:
Bülent Öztürk, Karadeniz’de Dinsel Yaşam ve Kültler (Religious Life and Cults in the Black Sea Region of Turkey), Aktüel Arkeoloji 18 (2010), 36-49[1]
[1] http://www.academia.edu/1428564/B%C3%BClent_%C3%96zt%C3%BCrk_Karadenizde_Dinsel_Ya%C5%9Fam_ve_K%C3%BCltler_Religious_Life_and_Cults_in_the_Black_Sea_Region_of_Turkey_Akt%C3%BCel_Arkeoloji_18_
Tabiat ve tabiat olaylarının olağanüstülüğü ve mucizevî karakteri karşısında kendisini çaresiz ve güçsüz hisseden ilkçağ insanı, bu duyguların uyandırdığı korkusunu gidermek adına tabiata dair her şeyi tanrılaştırmıştır. Bununla da yetinmeyerek, yarattığı bu tanrısal güçler için mitolojik hikâyeler çerçevesinde tapınaklar veya kült mekânları inşa etmiş ve böylece dinsel hayatının temelini meydana getirmiştir. Bu çoktanrılı inanış sistemi hemen hemen tüm ilkçağ toplumlarında benzer bir gelişim göstermişse de, coğrafi koşulların ve farklı etnik unsurların, dinsel inanışların farklılaşmasında ve çeşitlenmesinde en önemli etkenler olduğu bilinen bir gerçektir. Bu gelişimin izlenebildiği bölgelerin nadir örneklerinden biri de Karadeniz Bölgesi’dir. Bilindiği üzere denize paralel uzanan dağlar, bölgeyi “kıyı” ve “iç” kesim olarak birbirinden ayırır. Bu coğrafi ayrılma, bölgenin kendi içinde nüfus, kültür ve inanış bakımından farklılıklar oluşmasında en önemli nedenlerden biri olarak görülür. Zira kıyı kesimlerinin deniz yoluyla gelen dış kültürlere açık olmasına rağmen, iç kesimler daha çok organik bağlantısının bulunduğu Phrygia (Frigya), Kappadokia(Kapadokya) ve Armenia gibi bölgelerden taşınan kültürlerle etkileşim halinde kalmıştır. Bunun yanı sıra siyasi, askerî,ticari ve dinî sebeplerle bölge üzerinden gerçekleşen nüfus hareketleri, zamanla kentlerde farklı etnik unsurların oluşmasını sağlamış böylece hem yeni kültürler bölgeye taşınmış, hem de zamanla yeni ortak kültürlerin doğuşuna zemin hazırlanmıştır. Bu durumun en belirgin göstergesi de dinsel yaşamda olmuştur. Karadeniz insanının bilinen ilk dinsel inanış biçimi; yerel kavimler/kabileler, Hititler ve Friglerin etkisinde şekillenmiştir. Bu inanış, Anadolu’nun diğer bölgelerinde de sıkça rastladığımız, doğanın verimliliğinin bir ifadesi olan Anat anrıça/Bereket Tanrıları’na; doğanın gazabından, kötü güçlerden, hastalıklardan ve savaşlardan koruyan Koruyucu/Savaşçı Tanrılara ve tabiat olaylarının kişileştirilmesi olan Doğa Tanrı ve Tanrıçalarına tapınımı şeklinde olmuştur.
Hellenler, koloniler kurmak üzere anayurtlarından Karadeniz kıyılarına geldiklerinde, beraberlerinde çok tanrılı Olympos tanrı sistemlerini de taşımışlardı. Ancak, ulaştıkları çoğu bölgede yerel halkların kendi yerel inanışlarıyla karşılaşmışlardı. Böylece, zaman içinde Hellen dini ve yerel inanışlar arasında doğal bir dinsel kaynaşma süreci yaşanmıştır. Ortak bir dinsel paydada buluşmak zaman almış; ancak çok da zor olmamış olsa gerekir. Zira tapınım şekli, tanrı/tanrıça adları gibi noktalarda farklılıkları bulunsa da her iki inanışın da temelde aynı özellikleri taşıdığı aşikârdır; hepsi yaşamın içinden çıkmaktadır ve doğaya yöneliktir.
Olymposluların baştanrısı Zeus, Karadeniz Bölgesi’nde tapınım gören ve en yaygın kültü bulunan tanrı olmuş ve neredeyse hemen her yerleşim yerinde bu tanrıya ilişkin izler bulunmuştur.
Bölge için diğer önemli bir kült, Üzüm ve Şarap Tanrısı Dionysos kültüdür. Tanrının ve kültün bölgedeki etki-sini, MÖ 88’de “Küçükasya’daki Hellenler adına” Roma’ya karşı büyük bir mücadele başlatan Pontus Kralı VI.Mithridates Eupator’un (MÖ 133-63), Hellenler tarafından“Euhios”, “Nysios”, “Bacchus” ve “Liber” olarak nitelendirilerek Dionysos ile bir tutulmasında görebilmekteyiz. Sinope, Dionysos tapınımına ilişkin kanıtların bulunduğu diğer Karadeniz kentlerinden biridir.
Şiddetli fırtınaları ve tehlikeli dalgaları ile korku yaratmış ancak; ulaşım, ticaret, ekonomik, askerî anlamda özellikle kıyıdaki kentler açısından büyük bir öneme sahip Karadeniz, kaçınılmaz olarak kıyı bölgelerde Deniz Tanrısı Poseidon kültünün güçlü olmasında en büyük etken olmuştur. Tanrının en önemli kült alanlarından birisi Amisos’ta bulunmakta olup; bunu, gemi ticareti ve denizciliğin kent ekonomisinin belkemiğini oluşturmasıyla açıklayabilmekteyiz. Amisos kentinin yanı sıra Amastris, Tios/Tieion, Abonouteikhos/Ionopolis ve Sinope kent sikkelerinde tanrının betimlerine rastlamaktayız.
Denizin yanı sıra, yaşamsal önemi büyük olan su kaynaklarını da tanrılaştırmıştır Karadeniz insanı; ırmaklara ayrı bir önem vermiş, onlar adına kült oluşumları gerçekleştirmiştir. Bu sayede, yaşamsal ve ekonomik faydalar sağlayan ırmaklara şükranlarını sunmayı amaçlamıştır. Bununla birlikte sel gibi zararlara maruz kalmamak adına onları yatıştırmak da bu tapınımın bir gereğidir.
Sinope’de iki kahraman, adlarına oluşturulan kültlerle onurlandırılmaktaydı: Genellikle elinde Medusa’nın kestiği başı ile tasviredilen Argoslu kahraman Perseus ve kentin kurucusu olarak bilinen Hermes’in hırsız oğlu Autolykos. Antik Çağın en ünlü kahramanlarından Herakles, kendi adıyla anılan iki Karadeniz kentinin kurucu tanrısı olarak tapınım görmüştü
PERS, MISIR, YAHUDI VE ANADOLU KÖKENLI KÜLTLER
Bölgeye dışarıdan gelen kültler, sadece Hellenlerinkiyle sınırlı kalmamış; Perslerin bölgede görülmeye başlamalarından itibaren, özellikle Pontus Krallığı Döneminde, onlara ait inançlar bu coğrafyadaki güçlü etkisini göstermeye başlamıştır. Buna deniz ticaretinin yarattığı kültürel etkileşim ve siyasi ilişkiler yoluyla gelen Mısır, Sami ve Yahudi inanışları da eklenince bölgedeki dinsel zenginlik iyiden iyiye artmıştır: Pers kökenli Anaitis, Mithras, Baal Gazur ve Ahura-mazda; Mısır etkili Sarapis/Serapis ve Isis; Yahudi inancının tanrısı Teos Hypsistos bu tapınımların bilinen en önemlileri olarak kabul edilmektedir. Anadolu kökenli Ana Tanrıça Kybele ve onun diğer bir yansıması olan Meter Teon(Tanrıların Anası) ile Ma ve Men kültlerinin Karadeniz’deki varlıkları da bölgenin dinsel açıdan arz ettiği çeşitliliği açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zeus Ahuramazda, Zeus Sa-rapis/Serapis veya Zeus Hypsistos örneğinde görüldüğü gibi söz konusu bu tanrılarla, Hellen tanrıları arasında zaman içinde bir kaynaşma dönemi yaşanmış, kentlerde yaşamını sürdüren birden çok etnik unsur, birbirinin içine karışan ortak tanrı anlayışlarına yol açmıştır. Karadeniz’in dinsel olarak asıl önemi de bu dönemden sonra ortaya çıkmaya başlamıştır; zira hem Persler hem Pontus kralları siyasi egemenliği altındaki kült merkezlerine çok önem vermişler, bunların gelişmesi için her türlü maddi katkıyı sağlamışlardı. Çünkü biliyorlardı ki, dinsel otorite siyasi otoriteyi de beraberinde getirecekti.
TAPINAK DEVLETLERİ
Hem ticaret hem de dinsel turizmin merkezleri haline gelen Karadeniz’in tapınak devletleri, bu özellikleriyle Anadolu’daki diğer kült yapılanmalarından farklılık göstermektedirler: Hakkındaki bilgileri Strabon’dan öğrendiğimiz Komana Pontike, “Yenilmez” ve “Zafer getiren” Savaş Tanrıçası Ma’ya adanmış tapınağı ile Pontus Krallığı’nın dinî merkezi konumundaydı. Arazisinde yaklaşık 6 bin kutsal kölenin çalışıp yaşadığı tapınağın başrahibi de burada yaşamaktaydı. Tanrıçanın yılda iki kez gerçekleştirilen eksodosu’nda(kutsal prosesyonları) kral tarafından atanan söz konusu başrahip, krali soyluluğu temsil eden bir taç giyer ve onur sırasında kraldan sonra gelirdi. Bu dönemde kentlerden ve kasabalardan erkekler ile kadınlar burada toplanırlar, şenlik havası içinde tapınımlarını gerçekleştirirler ve kutlamalarını yaparlardı. Ayrıca kendini tanrıçaya vakfederek, vücutlarından kazanç sağlayan kadınlar, kutsal fahişeler olarak hizmet veriyorlardı; anlaşılan o ki dinsel fuhuş bu çarkın önemli birparçasıydı. Kappadokia Komanası ile birlikte Anadolu’dakiiki Ma Tapınağı’ndan biri olan bu kutsal mekânın kutlama ve ibadet yöntemleri Kappadokia’daki ile benzerlik göstermekte idi. Hatta Strabon’a göre, Komana Pontike Kappadokia’daki mabedin bir kopyasıydı. Tapınak kentinin, MS 2. yüzyılda“kutsal” sıfatıyla dokunulmazlık hakkı (asylia) elde etmiş olması, Ma kültünün ve tapınağın, Roma yönetimi nezdindede önemini koruduğunu gözler önüne sermektedir.
Pontus Kralı I. Pharnakes (MÖ 185-170) tarafından Kabeira (sonradan Neokaisareia) antik kent alanındaki Ameriakomopolis’inde (köy-şehir/kasaba) Friglerin Ay Tanrısı Men(Men Pharnakou) adına bir tapınak inşa ettirilmişti. Karadeniz Bölgesi için üçüncü bir tapınak devlet örneği olabileceği düşünülen bu yerleşim, günümüzde Tokat’ın Niksar İlçesi’nde konumlanmaktadır. Tapınak aynı zamanda Ay Tanrıçası Selene’nin tapınağı olarak da kullanılmıştır. Tanrı Men tapınımı zaman içinde Pontus Krallığı nezdinde oldukça önemli bir kült haline gelmiştir; öyle ki Pontus kralları göreve geliş yeminlerini dahi burada ediyorlardı. Amisos,Amaseia ve Pharnakeia kentlerinde de bu külte ilişkin izleri bulabilmekteyiz. Tapınağın bir deprem sonucu yıkılmış olması ihtimaller arasındadır.
Mısırlı bir tanrı olarak gösterilen Sarapis/Serapis kültü ise Karadeniz için ayrı bir önem taşımaktadır: Antik edebiyatçıların verdiği bilgiye göre, Mısır Kralı I. Ptolemaios Soter (MÖ367-283) gördüğü bir rüya uyarınca, Mısır’a yerleşmeye gelen Hellenler ile yerel halkı ortak bir inanç altında kaynaştırmak amacıyla Mısır’da yeni bir tapınak inşa etmeye karar vermişti.İşte bu sebeple Sinope’de bulunan Zeus Dis Tapınağı’ndaki heykeli büyük bir para ve hediyeler karşılığında satın alarak Aleksandreia’ya getirmiştir. Tanrıyı ise Sarapis/Serapis olarak adlandırmıştı. Bazı antik kaynaklarca Sinope’nin yerli tanrısı olarak gösterilen yeraltı tanrısı Sarapis/Serapis’e adanmış tapınak kalıntıları bugün Sinop Müzesi’nin bahçesinde görülebilmektedir. MÖ 4. yüzyılda inşa edildiği düşünülen tapınaktan ortaya çıkarılmış Sarapis/Serapis, Isis, Kore, Dionysos ve Herakles betimli pişmiş toprak adaklar ve diğer buluntular ise müze içinde sergilenmektedir. Ayrıca Amaseia’da bugün arkeolojik izlerine rastlanamayan bir Sarapaion/Serapaion’un (Sarapis/Serapis Tapınağı) varlığını gene antik kaynaklardan öğrenmekteyiz. Amisos,Diakopene ve Trapezous kentleri de tanrının tapınım görmüş olabileceği diğer yerleşimler olarak dikkat çekmektedir.
Karadeniz’de görülen Pers kökenli kültlerin en önemlilerinden biri de, birçok özelliği bünyesinde barındıran Mithras kültüdür: Hellenistik bir tanrı olarak ortaya çıkmış Mithras’ın, Hellenistik Dönemde Karadeniz’de egemen olan Mithridatesler’e adını verdiği zannedilmektedir ki eğer bu doğruysa, kültün bölgede gücünün ne derecede olabileceğine açık bir kanıttır. Roma’ya Kilikialı korsanlar aracığıyla gelmiş olan bu kült, bu dönemden itibaren Romalı askerler arasında bir gizem dini olarak yaygınlık kazanmış; Karadeniz’de bulunan bu askerlerin sayesinde de, bölgedeki varlığını sürdürmüştür. Özellikle Trapezous’ta kültün rağbet gördüğü, Tanrı’nın at üzerinde veya at ile birlikte tasvir edildiği, askeri niteliklerinin öne çıkarıldığı Roma Dönemi kent sikkelerinden anlaşılmaktadır.
Zeus ile eş görülen Ön Asya’nın Samikökenli halkların yerli koruyucu ve bereket tanrısı Baal Gazur, Kappadokia SatrabıI. Ariarathes Döneminde (MÖ 330-322)Gazioura kentinde önem kazanmıştır. Tanrı kent sikkelerinde kartal, buğday başağı ve üzümle birlikte betimlenmektedir. Yahudi inancının soyut tanrısı olarak bilinen ve tek tanrı inanışının öncüsü olarak görülen TeosHypsistos’a (En Yüce Tanrı) sunulmuş Roma Dönemi Hellence yazıtlı adaklar ise, hem Tanrı kültünün hem de Yahudi cemaatlerinin bölgedeki varlığına işaret etmektedir. Adakların bulunduğu başta Sinope olmak üzere Amastris ve Tios/Tieion kentleri, kült ve cemaat yayılımının gerçekleştiği alan hakında ipucu vermektedir.
SERAPİS hakkında bir çok teori öne sürülmüştür:
“İsis ve Osiris” isimli eserinde Plutarch, İskenderiye’de Serapeum’da bulunan devasa Serapis heykelinin kökeniyle ilgili olarak özetle şunları anlatmıştır; Ptolemy Soter, Mısır firavunu iken tuhaf bir rüyada devasa bir heykel görür. Bu heykel bir anda canlanarak firavuna kendisini bir an evvel İskenderiye’ye götürmesini emreder. Heykeli nerede bulacağını bilmeyen Ptolemy Soter, çaresizdir. Firavun rüyasını anlatırken Sosibius isminde bir seyyah yaklaşarak Sinop’ta böyle bir şey gördüğünü söyler. Firavun hemen Soteles ile Dionysius’u heykelin İskenderiye’ye getirilmesi için görevlendirir. Heykelin bulunması 3 yıl sürer. Firavunun elçileri onu çalarlar ve heykelin canlanarak limandaki bir gemiye bindiğini, Mısır’a doğru yolculuğa çıktığını söyleyerek hırsızlıklarını gizlerler. Mısır’a getirilince heykel iki inisiyenin önüne getirilir ve her ikisi de bu heykelin Serapis olduğunu söylerler. Rahipler daha sonra onun Plüton’a denk olduğunu ilan ederler. Bu çok önemli bir harekettir çünkü bu Serapis’te Yunanlılar ile Mısırlılar ortak bir tanrı bulmuşlardır.
Serapis kelimesinin kökenine dair en yaygın teori, onun bileşik Osiris-Apis kelimesinden geldiğini söyler. Bir zamanlar Mısırlılar ölülerin Ölüm Tanrısı Osiris’in doğasınca yutulduğuna inanırlardı. Doğanın maddi bedenine Apis denilirdi, ölüm sırasında bedenden kurtulan, ancak fiziksel yaşam boyunca cisimle iç içe geçmiş olan ruh ise Serapis’ti.
Serapis verilen tariflere göre uzun boylu, güçlü bir figürdür ve aynı anda hem erkeksi güce hem de kadınsı zarafete sahiptir. Yüzü düşünceli, neredeyse üzüntülü bir ifadeye sahiptir. Her zaman dökümlü kıyafetlerle resmedilir. İnisiyelere göre bunun nedeni androjen bir bedene sahip olmasıdır.
C.W. King, Serapis’in Brahmanik bir kökene ait olduğuna ve isminin Hindu Ölüm Tanrısı Yama’nın isimlerinden biri olan Ser-adah yani Sri-pa kelimesinin Yunanlaştırılmış bir hali olduğuna inanır. Serapis’in bir boğa cismi içinde Baküs tarafından Hindistan’dan Mısır’a sürüldüğüne dair bir efsane var olduğu için bu teori akla yatkındır. Hindu Gizemlerindeki önceliği de bu teoriyi destekler.
Serapis kelimesi için önerilen diğer anlamlar arasında şunlar vardır; “Kutsal Boğa”, “Güneş Boğa Burcunda”, “Osiris’in Ruhu”, “Kutsal Yılan” ve “Boğanın Dönüşü“. Son isim Kutsal Apis’in her 25 senede bir Nil sularında boğulması seremonisi ile ilgilidir.
İskenderiye Serapeum’daki ünlü Serapis heykeline daha önce Sinop’ta başka bir isimle tapınıldığına ve heykelin buradan İskenderiye’ye getirildiğine ilişkin hayli kanıt mevcuttur. Ayrıca Serapis’in Mısırlıların bilimsel ve felsefi güçlerini borçlu oldukları eski krallarından biri olduğuna dair bir teori daha vardır. Ölümünden sonra bu kral tanrı mertebesine yükseltilmiştir.
Yunanlı-Mısırlı Serapis’in (Mısır’da Asar-Hapi adıyla bilinir) kimliği nüfuz edilemez bir gizem perdesiyle örtülüdür. Bu tanrı, Mısır’ın gizli erginleme ritüellerinin bilinen bir figürü olmasına rağmen, onun doğasının sırrı sadece Serapis kültünün şartlarını yerine getirenlere ifşa edilmiştir. Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle, inisiye rahipler dışında hiçbir Mısırlı onun gerçek karakterini bilmiyordu. Bugüne dek Serapis ritüelleri hakkında hiçbir orijinal metin bulunamamıştır; fakat tanrı ve onunla birlikte kullanılan semboller analiz edildiğinde bazı harici noktalar ortaya çıkar. Kıbrıs Kralı’na yapılan bir kehanette, Serapis kendini şu şekilde tanımlar;
“Sana göstereceğim nasıl bir tanrı olduğumu,
Yıldızlı gökler benim başım, deniz gövdemdir,
Yer ayaklarımı oluşturur, madenler kulaklarımdır,
Güneşin uzaklara eren parlak ışıkları benim gözlerimdir.”
.”[1] http://www.gnoxis.com/asar-hapi-gizemleri-51077.html
[2] M.Şakir ÜLKÜTAŞIR, Sinop Halkiyat ve Harsiyat. 23 Ağustoğ 1934 Sinop Gazetesi-Bir İnci Memleketim-Y.SARIKAYA
3-Manly P. Hall’un “Tüm çağların gizli öğretileri” kitabı( Özlem isimli yorumcumuzun bilgisi)