RSS

Aylık arşivler: Aralık 2016

HELESA GELENEĞİMİZ

BİR SENKRETİZM ÖRNEĞİ OLARAK SİNOP’TA HELESA GELENEĞİ VE MİTİK NİTELİKLERİ ***Yrd.Dç.Dr. Songül ÇEK**

Giriş

Mitik anlatılar ve buna bağlı törenler öncelikle sözlü kültür ortamında gelişen ve daha sonraki dönemlere değişerek aktarılan olgulardır. Bu nitelikleri bakımından mitlerin bugünün koşullarında yaşamaya devam etmeleri mümkün olmuştur. Sosyal hayatta ve inanç sistemi içerisinde ritüel olarak devam ettirilen mitler sayısız davranışın ve bilginin temelinde yer almaktadırlar. Çünkü “kutsal gelenek, en eski vahiy, örnek gösterilecek model” anlamına gelen mitlerin işlevlerinden biri insana, nesnelerin/varlıkların kökenini göstermesidir. İnsan, miti yeniden anımsatılan ve yeniden gerçekleşme aşamasına getirilen olayların kutsal, coşku verici gücünün etkisine girmek anlamında yaşar (İçli, 2012:1499). Bascom, halk bilimi ürünlerinin işlevlerini değerlendirirken onların eğlendirme, hoş vakit geçirme işlevlerinin en sık karşılaşılan olduğunu, ancak sadece bununla sınırlı olmadığını vurgular (Bascom,2005:226).Toplumsal işlevleri bakımından halk bilimi unsurları katılımcıları eğlendirmeye, tek düze yaşamdan uzaklaştırmaya, olumsuzlukları yok etmeye yönelik işlevleri vardır. Ancak bunlar kadar önemli diğer işlevleri arasında toplumun ortak paylaşımlarının değer ve inançlarının sürdürülmesini sağlamak yer alır. En ilkelinden en modernine her toplumda kutlamalar, şenlikler, törenler aslında kollektif düşüncede toplum olmanın bir ön koşulu olan birliktelik duygusuna cevap olurken topluluğa ait bilgi inanç ve değerlerinde sürdürülmesini güncellenmesini sağlar ( Erginer, 2005: 32). Tüm dünyada olduğu gibi Türklerde de kökleri çok eskilere uzanan, çeşitli evrelerden geçerek yeni anlamlar kazanan, farklı adlar alan işlevsel uygulamalar vardır. Bunlardan biri Sinop’ta uzun yıllardan beri devam edegelen “Helesa”/ “Sellime Çıkma” geleneğidir. Burada üzerinde durulmak istenen konu Helesa geleneğinin ne tür mitik ögeler üzerine inşa edildiğini ortaya koyma denemesidir. Eski Türk inanç sistemi içerisinde dünyanın yaratılışına dair anlatılar çeşitli araştırmacılar tarafından tespit edilmiş ve değerlendirilmiştir(1). Bugün gündelik yaşamın içerisinde var olan birçok uygulamanın temelinde bir tufanın hikayesi olan mitlerin izleri görülmektedir. Sinop’ta yaşatılan bir geleneksel tören olan “Helesa”, diğer adıyla “Sellim” özü itibariyle tufan mitinin yeniden üretimidir. Bu yazıda Helesa töreninin öncelikle mitolojik kaynağı belirlenmeye çalışılacak daha sonra Türk sosyo-kültürel yapısı ve inanç sistemi içerisinde aldığı yeni şekiller üzerinde durulacaktır. “Helesa” – “Sellim”in senkretik niteliği belirlenerek sosyal yaşam içinde kazandığı anlam ve fonksiyon değerlendirilecektir.

1.Helesa’nın Mitik Niteliği

Sinop’ta her yıl geleneksel olarak yapılan “ Helesa/ Sellime Çıkma” Ramazan ayında iftardan sonra gerçekleştirilen bir törendir.(2) Sinop halkı ramazan ayının on beşinden sonra akşamları, süslenmiş bir küçük filikayı mahalle aralarında gezdirerek evlerden bahşiş toplarlar. Her evden filikaya atılan bahşiş belli olsun, bahşişin sarılı olduğu mendilin ucu gece karanlığında görülebilsin diye yakılır. Toplanan yiyecek ve para gençler arasında paylaşılır. Gemi dolaştırılırken topluluğa önderlik eden kaptan mani söyler, diğerleri bir ağızdan maniyi tekrar eder. Yapılan törende söylenen maniler, denizcilik ve denizcilerle ilgidir. Sinop’a özgü olduğu tespit edilen bu geleneğin ne şekilde ortaya çıktığına dair anlatı şöyledir:

“Karadeniz’de temmuz, ağustos ve Sinop haricinde tüm zamanlar fırtınalı geçmektedir. Denizciler, yelkenli gemiler şiddetli fırtına zamanlarında Sinop’a sığınmaktadır. Bu fırtınalı günlerden birinde Sinop’a sığınan bir gemi birkaç hafta burada mahsur kalır. Geminin tayfaları yiyecek erzak bittiğinde açlık yaşamaya başlarlar. Halktan dilenmek de istemezler. Geminin kaptanının önderliğinde bir “filikayı/ küçük bir gemiyi” süslerler ellerine fenerler alarak şehre girerler Kapı kapı dolaşarak, maniler söyleyerek yiyecek toplarlar. Her evden filikanın içine yiyecek atılır, daha sonra toplananlar paylaşılır.” (K.K.1)Geleneğe ait yukarıdaki, anlatı tufan mitine dair birtakım ip uçları içermektedir. Tufan mitleri mevsimlik törenlerin ya da başka deyişle yeni yıl törenlerinin makro kosmik örneğidir (Eliade, 1994: 61). Bu nedenle daha büyük bir çerçeveden bakıldığında Helesa töreni tufan miti çerçevesinde ele alınıp mevsimlik bereket törenleri olarak incelenebilecek bir rütüeldir.

Hemen hemen tüm dünya mitlerinde var olan tufan olayı, yaratılışın ve bunun sürekliliğinin bir aşamasıdır. Tufan mitleri kaostan kosmosa geçişi simgelemektedir. Mircae Eliade’ye göre kötülüklerin ve günahların arttığı kaosta Tanrı, insanları cezalandırır, yer yüzünü sularla kaplar. Onun elçilerinden biri bir gemi yapar hayvan ve bitkilerden gemiye alır böylece türlerin devamı sağlanmış olur. Yaratılış yeniden gerçekleştirilmiş olur( Eliade, 2001:77).

Türklerin mitik anlatılarında, efsanelerinde tufan mitleri yaygın olarak kullanılır. Dünyanın sonu veya kıyamet için Altay Türkleri arasında “ Kalgançı Çak” adı kullanılmaktadır. Buna göre dünyada iyilikler azalacak günah ve fenalık artacak; kötü tanrı Erlik ile iyi tanrı Ülgen savaşacak,sonunda bir tek Ülgen kalacak ve insanlar onun sayesinde yeniden dirilecektir. 19. yüzyılda Verbitsky tarafından tespit edilen Altay Türklerinin tufan efsanesine göre de tufandan önce yer yüzünün hakimi Tengiz Han( deniz han)’dır. O zamanda “Nama” adlı meşhur kişiye Tanrı- Ülgen tufan olacağını insanları hayvan ve bitkileri kurtarmak için bir gemi yapmasını buyurur. Nama gemiyi Tanrı Ülgen’in istediği gibi yapar ve insanları, hayvanları gemiye alır.Yer yüzünü karanlık kaplar, yer altından denizlerden sular fışkırır, karalar sulara gömülür. Gemi yüzmeye başlar, gök ve sudan başka bir şey görünmez sular çekilmeye başlayınca gemi Tuluttu ve ve Çomgaday dağlarında karaya oturur. Tufandan sonra Nama( Nuh) Yayık Han( tufan han) adıyla tanrılar arasına katılır. Yeni nesiller onun için kurban keserek onun koruyuculuğunu kazanırlar ( İnan, 2006:22-26). Tufana ait bu mitik anlatı ile bugün Helesa geleneği arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Denizde fırtınaya yakalanan gemiciler, tufandan sonra Sinop limanına sığınma ve tufan sonrası dinginlik kaostan kosmaosa dönüşü hatırlatmaktadır. Tufan mitlerinde yaygın olan diğer bir nokta yaşanan kıtlıktan kurtulma çabaları, yani yeniden hayata dönüştür. Bu nedenle Helesa’da çıkılan kara parçasından yiyecek toplama bu yolla bolluğun düzenin sağlanması evreleri tufan mitleriyle ortaklık gösterir. Zaman içinde değişimlere uğrayarak ancak mitik kökenini koruyarak ritüelistik yapı içinde varlığını sürdürmüştür. Bugüne kadar devam edegelmiş bu törenin sürekliliğini sağlayan temel işlev, topluluğun yaşayacağı düşünülen olumsuzluklardan, kötülükten, kıtlıktan sakınmaktır. Tufan mitlerinin ve buna bağlı anlatıların varlığının nedeni onların olumsuz etkilerinden sakınmaksa eğer Sellim’de de böyle bir amaç olmalıdır. Helesa’nın tekrar ediliş nedeni kötülükten, kıtlıktan uzaklaşmayı sağlamaktır, denebilir.

Metin And’ın belirttiği gibi Kuttören( rütüel), genellikle toplumun kaygı verici bir durumda kendiliğinden ortaya çıkan bir duruma karşılık bir tepkidir. Gennep’e göre bunlar geçiş kuttörenleridir. Toplum bireylerinde bir çağdan ötekine geçiş bir uğraştan ötekine geçişler dizisidir. Doğum, evlenme, erginlik, esnaf loncalarında çıraklıktan ustalığa geçiş, bir durumdan ötekine geçiştir. Bir eşiktir. Bu nedenle geçiş kolaylaştırma töreni yapılır, böylece toplum düzeni sağlanır (And,1985:53). Çoğunlukla dinî karakterli olan ritüeller, bireysellikten öte grup bilincini ve birlikteliğini ortaya koyan duygusal bir kanal, yeni bilgi ve tecrübeler için bir rehber olarak geçmişi günümüze, günümüzü de geleceğe bağlayan bir bağdır( Değerli,2013: 573-587).

Doğaya bağlı yaşam sürdüren toplulukların yaşadığı olumsuzluklarla baş edebilmesinin yolu, olumsuzluğun nedeni olarak gördüğü durumu, inançları doğrultusunda ortadan kaldırmaktır. Frazer’a göre kimi ilkel topluluklarda kötü ruhların kovuluş tarihi tarım dönemlerine göre saptanır. Yeni Gine’nin doğusunda Kiriwina’da taze yer elmaları toplandığında halk günlerce şenlik yapar, dans eder, pazıbentler ve birçok yerli para ve benzeri birçok eşya bir tezgahta sergilenir. Eğlenceler sona erince bütün halk toplanır bağırarak ev direklerini döverek kötü ruhları köyden kovarlar. Halkın düşüncesine göre ruhları eğlendirmiş karınları doyurulmuş, onlara para pul verilmiştir. Tüm istekleri yerine getirildiği için artık köyü terk etmeleri gerekir. Bazı Hindikuş kabilleri arasında ise kötülüklerin kovulması hasattan sonradır. Son ürün alındıktan sonra su ve sütle pişirilmiş bir tür lapa yenir, ardından ailenin reisi tarafından tüfekle dışarıya ateş edilir. Ertesi gün eğlenceyle geçer buna “şeytan kovma” denir( Frazer, 2004: 230-231).

Her yerde biyokozmik ritimlere dayalı ve daha büyük bir sistemin – periyodik arınmalar (temizlenme , oruç, günah çıkarma vb)- bir parçasını oluşturan bir zamansal periyodun başlangıcıyla bitişi ve yaşamın periyodik yenilenişi kavramı bulunmaktadır. Hemen tüm dünya mitlerinde bu, yeniden doğuş ve arındırmadır. Eski olan her şey, günahlar, kötülükler, ifritler kovulur. Her yeni yıl, zamanın baştan başlaması yani kozmogoninin tekerrürüdür. Yaratılış anını yeniden kurma çabasıdır (Eliade, 1994:63-64). İnsanlar hangi dinden olursa olsun zamanı algılarken ve yorumlarken dinsel, mitsel ve kültürel birçok faktörün etkisi altında kalmıştır. Özellikle kutsalın belirlenmesinde zamanın nasıl algılandığı çok önemlidir. Zaman hem kişisel hem de toplumsal açıdan farklı algılanan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır ancak zamanın dinîleştirilmesinde (kutsallaştırılmasında) söz konusu kutsal zaman ile kendisine gizli güçlerin yüklendiği kutsal varlıkla iç içe bir durum söz konusudur (Dölek,2014:371-390). Türk kültüründe de başlangıç, tufan ile iç içedir; yeryüzünün yeniden ilk başlangıçtaki sularla kaplı haline dönmesidir. Tufan yenilenmenin sembolüdür, fakat yenilenme bir çeşit devrim ile ortaya çıkmaktadır. Çünkü tufan ile eskimiş olan her şeyin sonu gelir ancak dönülen yer ise başlangıç yani öz’dür. Bu bağlamda yaşamın bir çember olduğu inancını benimseyen ilkel toplumların düşünce sisteminin en güzel örneğidir. Kötülük yüzünden kaos ortaya çıkar ancak sonradan yeniden dinginleşir ( Karakurt, 2011).

Görüldüğü gibi tufan miti bir sondan çok dünyada yeniden hayatın başlangıcına referans etmekte buna bağlı olarak düzenin korunmasına yönelik bolluğun bereketin artması için bir takım uygulamalar gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda Sinop’ta gemiciler tufana ve sonrasındaki bereketin artması beklentisine yönelik uygulamaları Helesa töreni ile gerçekleştirmektedirler. Helesa, Tufan miti ile yeni yıl mitinin ve buna bağlı mevsimlik törenlerin iç içe geçmiş halidir.

Gemicilerin yakalandığı fırtına Nuh Tufanının başlangıcını anımsatır. Tanrının dünyayı cezalandırışı gibidir. Geminin Sinop limanına sığınışı ve bir süre sonra tayfaların yiyecek erzakının tükenmesi ile anlatılan, yaratılışın yeniden başlamasına geçişin ilk evresidir. Kötülüklerin, günahların artması, kıtlığın yaşanması gemicilerin fırtınaya tutulmasıyla birleşmiş görünmektedir. Bundan sonrasında yaşanan olumsuzluktan kurtulmak için halk arasında gemi dolaştırarak yiyecek toplanır ki bu, kötülüklerin kovulması için evlerden çıkarılan “günah keçisi” olarak adlandırılabilecek olan kurban etmeye referanstır; bolluğun artması için gerçekleştirilen uygulamalardandır. Mevsimlik törenlerde görüldüğü gibi ürünün bol olması için köylerde ev ev gezen halk yiyecek toplar, bunları topluluk hep birlikte yer. Böylece hasatın bereketli olacağına inanılır. Sellim’e çıkan gemiciler kurban kesmenin farklı bir şeklini uygulayarak halktan yiyecek toplama ya da bahşiş alma yoluna gitmektedirler.

İlkel topluluklarda mevsimlik törenler çözümlendiğinde iki ayrı bölüğe ayrılır: kenosisi veya boşalma; plerosis veya doldurma. Birincisi yaşamın dirliğin sonudur, dönem sonunda kemerleri sıkma , kaçınma oruç perhiz ölüm sıkıntı canlılığın sona ermesidir. İkincisi ise yeni dönemin başlaması kuraklığa karşı yalancı savaş, yağmur yağdırma için büyü, canlanma (And,1985:57). Helesa’da evlerden yiyecek toplanması ve bunların topluluk tarafından yenmesi plerosis dönemini karşılar. Bu bir eşiktir, yeni duruma uyum sağlama için gereklidir ( Van Gennep 1909, Akt. And1985: 53). Dolayısıyla eskiyi temsil eden simge ( direk, kukla, kral) yeni duruma geçişi sağlamada törenin merkezinde yer alır. Balıkçılığın, denizciliğin yaygın olduğu toplumlarda bereketin artmasına yönelik uygulamalarda simgesel olarak geminin kullanıldığı görülür. Gemi, toprağa bağlı geçinen topluluklarda dahi bolluk sağlayıcı bir rol oynamaktadır. And’a göre tarımla geçinen kültürlerde yine gemi, bir geçiş alayı ile tarlalardan ve köyün sınırlarından geçirilir. Sadece denizci uluslarda değil Yunan, Mısır’da da vardır. Mısır’da Usis gemisi Yunan’da toprak tanrıçası Demeter gemisi eski örneklerdir. Gemi uygulaması Cermen kabilelerinde görülür. Gemi birçok tanrıçanın simgesidir. Tarımsal kuttörenlerde saban ve gemi birbirinin yerine kullanılmıştır (And,1985:57). Bu alamda karaya çıkan gemicilerin kaptanın önderliğinde küçük bir gemiyi dolaştırarak yiyecek toplamaları kıtlıktan sonra bolluğun başlaması anlamına gelmektedir. Deniz ve denizciliğe dair Anadolu’da çok sayıda mit yaşamaktadır ve bunların bugün hâlâ dönüşerek devam ettiği gözlemlenmektedir. Sinop’ta Helesa da bunun tipik örneğidir.

2.Helesa’nın Senkretik Niteliği

İslamiyeti kabul eden Türkler, bilindiği gibi yeni bir kültürle karşılaşmışlardır. Var olan kültürün birden yok olup yeni kültürün aynı şekilde tümüyle uygulanır olması mümkün değildir; bir süreç gerektirir. Eski kültürde ve inançta yer alan uygulamalar yeni kültürün ve inancın gerekleriyle bütünleşir. Bir takım değişimlerle varlığını sürdürür. Helesa’nın bugünkü işlevi eğlenme, hoş vakit geçirme gibi görünse de yukarıda söz edildiği gibi tufan ve bereket artırmayla ilgili mitler Altay Türkleri arasında yaygın olarak yer almaktadır. Bu anlatılar ve uygulamalar eski inanç sisteminin motifleriyle bezenmiş olarak sürdürülmüşlerdir.

İslami inançla birleşen Helesa ritüeli, Ramazan ayı içerisinde iftardan sonra gerçekleştirilen bir törendir. Anlatıda olduğu gibi kıtlık yaşama ve sonrasında yiyecek bolluğu tam olarak Ramazan ayına uygun düşmektedir.

Farklı geleneklerin birbirini etkilemesi sonucu oluşan yeni kültürel yapıları, gelenekleri veya düşünce ekollerini ifade etmede kullanılan bir kavram olarak tanımlanabilen senkretizm yukarıda ileri sürülenlerin karşılığı bir terimdir ( Gündüz,1998:39-52). Ramazan ayında oruç tutmak ve ayın sonunda bayram yapmak, bolluk ve bereket yaşamak eski Türk inancında var olan günahlardan Tanrıların gazabından korunmak için gerçekleştirilen uygulamalar ile paralellik gösterir. Modern yaşam içinde semavi dinlere geçişle birlikte önceki uygulamaların yerini İslamî inanç ve uygulamalar almıştır. Tayfun Atay’ın da belirttiği gibi farklı dinsel inanç ve geleneklerinin etkileşime girerek karışması sonucunda yeni inanç ögelerinin ya da örüntülerinin ortaya çıkmasına senkretizm adı verilir (Atay,2005:38). Helesa geleneği bu anlamda bir senkretizm örneğidir

Sinop’ta Ramazan ayında eğlenmek amacıyla gerçekleştirilen tören Ramazan ayının temel özellikleri ile birleşir. Oruç tutma ve iftar sonrası yiyecek bolluğu, törenin kıtlık ve bolluk (yukarıda söz edildiği gibi) olgusuyla örtüşmektedir. Öte yandan Helesa’da topluluğun mâni söyleyicisi “kaptan” ile Ramazan davulcuları arasında işlevsel uyum söz konusudur. Ramazanın 15’ inden sonra her ikisini bir arada görmek mümkündür. Konuyla ilgili olarak Ülkütaşır’ın aktarımı şöyledir:

“…Ramazan davulcuları ise mahalleleri aralarında taksim ederek bayram da dahil olmak üzere davulculuk yaparlar. Davulcular on beşinden başlayarak mahalleleri gezer herkesin haline göre çeşitli beyitler söyleyerek evlerden para toplarlar. Davulcunun söylediği maniden sonra evden bir bez içine sarılmış bahşiş atılır. Davulcuların çıkmasından iki üç gece sonra helesacılar kasabanın kahveci tulumbacı kayıkçıları tarafından küçük bir yelkenli kayığı renkli kağıt, yanan mumlarla süsleyip ellerinde gezdirirler. (Ülkütaşır, 1931:63-72).

Yine Ülkütaşır’ın belirttiğine göre Helesacılar “sellim sayma” adı verilen bir beyit ya da bir çeşit tekerleme söylerler topluluk her beyitten sonra “Helasa Yaleysa” sözlerini tekrar eder. Manilerin sözleri zaman içinde az çok çeşitlense de tekrar kısımları sabittir. Bugün söylenen maniler şöyledir:

Bismillahla başlayalım

Ayva dalı taşlayalım

Bu yıl burda kışlayalım

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Altımızda çürük minder

Altını üstüne dönder

Aman beyim bahşiş gönder

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Ahçımızın adı Tayyar

Bir kepçe koyar iki sayar

Bununla gemici doyar

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Gemi geldi duydunuz mu

Selam verip aldınız mı

Bu gemiyi tanıdınız mı

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Kaptanımız fener taşır

Uyuz olmaz durmaz kaşır

Tayfalarım hamsi taşır

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

İnce burundan geçerken

Sırmalı sancak açarken

Biz doldurup biz içerken

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Bir gemim var çift direkli

Tayfası aslan yürekli

Filikası çifte kürekli

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Elimde şimşir sopası

Olduk çocuk maskarası

Sonumuz mektep hocası

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Aşağı hamamın yokuşu

Söküldü mestin dikişi

İlle de kocakarıların cümbüşü

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Dal budarım dal budarım

Bahçede bülbül güderim

Sizleri her yerde methederim

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Bahşişi almamış olmaz

Gemi düzenini bulmaz

Tayfalar buna razı olmaz

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Sıçan gelir takur tukur

Ben sanırım düze dokur

Komşu bizden fakir

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Büyük cami direk ister

Söylemeye yürek ister

Arkadaşlar bahşiş ister

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Aşağları geze geldim

İnci mercan dize geldim

Bakın beyim size geldim

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Bir gemim var boyda bosta

Baş üstüne kurdum posta

Bizden selam olsun eşe dosta

Helesa yelesa Heyemola yusa hop

 

Hasan ağbi geldik size

Hatırın kalmasın bize

Bahşişi çok gönder bize

Helesa yelesa Heyemola yusa hop. (K.K.)

Ali Duymaz, törenlerde söylenen sihri şiirlerin büyüsel ve şifreli olabileceğini ileri sürmektedir. Manilerde geçen kalıplaşmış tekrar sözlerin aslında eski kutsal törenlere ait olduğunu belirtir. Helesa’da söylenen manilerin kalıplaşmış tekrar sözleri “ heyamola heleysa/ heyalesa yusa hop” biçimindedir. Bu sihri sözler koro halinde ve ezgi ya da ritimli söylenmektedir (Duymaz,2002:2). Bu sözler M. Şakir Ülkütaşır’a göre “eyyam ola” “yel ese” biçimindedir ki gemicilerin rüzgar dileğini ifade eder. (Ülkütaşır 1931, 64) Gemiciler için bol rüzgar dileği bu sözlerle ifade edilmektedir denebilir. Maniyi oluşturan asıl yapıyı gemicilerle ilgili tabirler oluşturmaktadır. Tayfaların durumu, kaptanın geminin nitelikleri dile getirilirken halihazırda bu mesleğe ait sözler söz dünyalarına yansıtmaktadır. Sefere çıkan denizci, balıkçılar için rüzgarın gerekliliği aşikardır. Bu sayede kazasız felaketsiz rahat bir sefer yaşanacaktır. Tören esnasında kaptan, halkın “mani” tabir ettiği sözleri söyler, ardından gelen tayfalar bu sözleri tekrar ederler. Bu şekilde denizden bolluk ve bereket sağlanabilecektir. Törendeki manileri bu bakımdan yalnızca edebi metin olarak değerlendirmek yetersiz olur

Sonuç

Halk tarafından gerçekleştirilen törenler şenlikler yalnızca eğlendirme işlevleriyle değerlendirilemezler, onlar aynı zamanda toplumun inancı, üretim- tüketim çabaları ve yaşam kaygılarıyla yakından ilişkilidir. Halk hayatının bütüncül olarak ele alınması hem edebi ürünlerin hem törensel uygulamaların daha doğru anlaşılmasını sağlar. Sinop’ta her yıl Ramazan ayı içerisinde tekrar edilen Helesa töreni de aynı biçimde yalnız eğlenmek maksadına yönelik değildir. Helesa’da üç ana unsur dikkat çekicidir. Törenin kaynağı ile ilgili anlatı, törenin uygulanışı ve törenin sözel boyutu. Helesa’nın ortaya çıkışına dair rivayet eskatoloji mitleriyle uyumlu bir yapı gösterir. Yaşanan felaket ve sonrasında yeniden düzenenin sağlanması kaostan kosmosa geçişi anlatır. Uygulanışı bakımından bolluk törenlerine kaynaklık eden yeni yıl mitleriyle bir düşünülmelidir. Evlerden gezdirilen küçük gemiyle yiyecek toplayıp topluluk tarafında paylaşmak en eski riüellerden biri olan mevsim törenlerini hatırlatır. Yaşamın canlanışı sembolik olarak gösterilir. Törende söylenen maniler yine inanç kalıntısı olarak denizde bereketin artması dileğini içeren, anlamsız gibi görünen “sihri sözler” içerir. Helesa/Sellim, eski inançların izlerini taşıyan aynı zamanda bugünün koşullarıyla uyumlu kültürel dayanışma unsurudur. Bugün, geçmişteki amacından uzaklaşmış ve daha çok “hoş vakit geçirme işlevi” üstlenerek sosyal bir organizasyona dönüşmüş olsa da topluluğun bir araya gelmesi ortak paylaşımlarda bulunması bakımından önemli bir kültürel ihtiyacı karşılamaktadır. Belli bir süre kesintiye uğramış olsa da Sinop Belediyesi’nin katkılarıyla bugün de devam ettirilen gelenek, Sinop’un ana geçim kaynağı olan deniz balıkçığının sembolü durumundadır. Toplanan bahşişlerin vakıflara dağıtılması özgün halinden farklı olsa da yerel halk kültürü unsurlarının korunması adına önemli bir çabadır.

NOTLAR

1.Bkz.Bilge Seyidoğlu,Mitoloji Üzerine Araştırmalar, Dergah Yayınları,İstanbul,2005; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I-II,Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1993; Yaşar Çoruhlu Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınları, 2012 İstanbul

2. Ali Duymaz’ın belirttiğine göre Anadolu sahası dışında benzeri bir törene Kıbrıs Türkleri arasında da rastlanmaktadır. Sinop’ta gerçekleştirilenden farklı olarak törenin bir çocuk oyununa dönüştüğü gözlemlenmektedir. Buradaki törenin varyantlarında “mart dokuzu” adlandırmasıyla da karşılaşılmıştır; “mart dokuzu” Nevruz’a karşılık gelmektedir.

ORİJİNAL MAKALE VE KAYNAKÇA ADRESİ

http://turkishstudies.net/Makaleler/606926937_17%C3%87ekSong%C3%BCl-edb-349-362.pdf”

 

 
Yorum yapın

Yazan: 31 Aralık 2016 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , ,

  KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ ve KETENDEN COTONA YOLCULUK

ARAŞTIRMA

YAŞAR SARIKAYA -2006

KETENDEN COTONA

             Karadeniz kıyı şeridinden içerilere doğru giderseniz, dağların ötelerinde zor koşullarla karşılaşırsınız. Halkımız, bu zor koşullarda, günün teknolojisinden uzakta yaşarlar. Aynı zaman diliminde yaşamın bu zıtlığı, insanı gerçekten hayretlere düşürür. Yolunuz bir gün oralara düşerse, sizi içten karşılayan, lokmasını paylaşan dost yüzler bulursunuz. Karşılık beklemeden, tanrı misafiri diye içten konuk ederler, giderken çantanıza azık da koyarlar. Yoksundurlar ama, gönülleri zengindir.

Yaşamlarının içindeki her ayrıntı, ayrı bir inceleme ve araştırma konusudur. Türküleri, oyunları, ritmleri; giyimleri, konuşmaları….tüm folklorik özellikleri  ile, eski zamanlardan günümüze değin Anadolu kültürlerinin izlerini taşımaktadırlar. Zengin kültür birikimi, araştırma, inceleme ve derleme çalışmalarının, bilimsel olarak yapılması gereğini ortaya koyar. Kültür değerlerimizi korumak için, ciddi ve kalıcı çözümlere ihtiyacımız vardır.  Yıllardır, her ilimizin geniş bir halk kültürü arşivine sahip olmasını hayal eder dururum. Bilgilerin yıllara göre tasnif edildiği, sözlü tarih, ses ve görüntü kayıtlarının olduğu çok geniş kültür bilgi bankası, yani kültür belleği. Buna ihtiyacımız var. Artık kaynak kişilerimiz yaşamamakta, sorularımızın cevaplarını alamamaktayız.  Değerlerimiz, kaybolmakta, yok olmakta, sandıklarda bile eser bulamamaktayız. Anadolu coğrafyası, eski çağlardan beri kültür yatağıdır. Halk kültürlerimiz korunmalı ve yaşatmalıyız.

tatlicak-ayar-40

img_0167

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gerze ve Dikmen yöresi göynek nakışı fotoğrafları

         Sinop ilçe ve köylerinde 1970li yıllardan beri araştırmalar ve derlemeler yapıyorum. Araştırmalarımdan, keten üzerine yaptığım çalışmaları paylaşmak isterim. Eskiden, yöremizde giysi için kullanılan ana malzeme ketendir. Keten tarımı, Sinop köylerinde 1940lı yıllara kadar yapılmış, şimdi  yapılmamaktadır. Köylü keteni önce tohum olarak tarlaya eker, uzun işlemlerden sonra da keten bezi haline getirir. Kumaş kelimesi yerine, bez kelimesi kullanılır. Çok uzak köylerde yaşlılar, hala keten dokumadan giysiler giyerler.   Keten dokumadan çarşaf, örtü, giysi, heybe, peşkir, havlu; liflerinden ise ip, urgan yapılır. En ince eğirilmiş keten ipinden dokunanlar, gelin çeyizi olarak kullanılır. Ata yadigarı eski giysiler, sandıklarda saklıdır. Şimdi keten tarımı yapılmadığı için, yeni üretim yoktur .  Kültür Müdürlüğü, Halk Eğitimi Merkezleri ve Kız Meslek Liseleri, köylerde olan keten kumaşları ve ipleri toplayarak, el sanatlarımızı yaşatmaya çalışmaktadırlar. Modernize edilerek tasarlanmış kıyafetler, otantik desenlerin kullanıldığı pano, heybe, terlik gb ürünler bu çalışmalardandır. Ayancık ilçe Belediyesi KETEN FESTİVALİ düzenleyerek, keten dokumasını canlandırmaya çalışmıştır. Ama bu çabalar, Sinop ketenini ekonomik pazarlara çekememiştir.

dscf6197


                                             Dikmen yöresi paça nakışı fotoğrafı, sandıklarda kalan son örneklerden

Şimdi bir köy sandığını açalım. Sandık kokusu, bizim bildiğimiz parfüm kokularına benzemez.  Her sandık açıldığında, geniş zaman yoğunluğunun içine girip, zamanlar arası kokuyu hissederim. Sandıklardaki eserlerin değeri kadar, onu açan kişinin yüzündeki ifade de çok değerlidir. Sandığın kapağını değil de, sanki yüreğindeki sırların kapısını açar. Birer, birer tanıtır. Sandıkta yıllarca saklanmış keten eserler, kimlerin emeğidir kim bilir? Keten tohumundan tarlaya, tarladan hasada, hasattan dokuma tezgahına kadar, hangi eller değmiş, emeği ile bezemiştir. Kök boyaları ile boyayıp, tel, tel sayarak işlemiştir. Onları, dikişi ve moda tasarımı ile ayrı; el nakışı, deseni, renkleri ve kök boyası ile ayrı incelemek gerekir. Özenle işlenen nakışlarda, yıllar öncesinin umutlarını, sevdalarını buluruz Teninde toprak kokan nasırlı ellerin,  hünerlerini işin aritmetiğini bilircesine hesapla keten bezine yerleştirdiğini görmek, insanı düşündürür.

aynckyaka

aynck-gysi-on

Ayancık ve Türkeli  yöresi yaka nakışı

GÖYNEK: Kadınların iç entari olarak kullandıkları giysinin adı göynektir. Göynek kelimesini incelediğimizde, kökünün GİY olduğunu buluruz. Giyinilen anlamında yani giyinek, göynek olarak yerini almıştır. Etekleri diz altına kadar uzanan, uzun kollu bu entarinin önü 20- 25 cm açıktır. Ayancık ve Türkeli köylerinde göynek yakası nakışla işlenmiştir. Dikmen ve Gerze köylerinde, bu nakış göyneğin arka ucundadır. Çok ender olmasına rağmen arkada, sırt ortasına da işlendiği tespit edilmiştir. Keten yetişmeyen yüksek köylerde, göynek ve paça pamuklu dokumadan yapılmıştır.

Türkiye’nin dört bir yanını dolaşalım, dokuma tezgahlarına, keten, ipek veya pamuk dokumasına mutlaka rastlarız. İpinin kalınlığı, kalitesinde işlenen desenlerin çeşidi ve renklerin kullanımında farklılıklar göze çarpar. Sinop ilimizin ulaşım sorunu olan  köylerinin bazılarında, el dokuması giysiler hala kullanılmaktadır.  Kadın ve erkek iç giysisi olarak hazırlanan kumaşlar, el nakışı ile süslenmiştir.   1981 yılında Gerze- Küplüce köyünde öğretmenlik yaparken, okul öğrencilerim,  POÇA denilen dokuma bezinden başörtüsü kullanıyordu. Bu gün de keten çarşaf, peşkirler, çemberler sünnet yatakları hazırlığında aranan  malzemelerdir.

KETENİN ANAVATANI

Çok eski çağlarda Asya’nın batı kesimlerinde kendiliğinden yetişen keten bitkisi, daha sonra Anadolu ve Mezopotamya’da, Mısır’da tarımı yapılarak, Asya,Avrupa,Amerika kıtalarına yayılmıştır. Her yöre, tohuma coğrafyasından özellikler, insanından yenilikler katmış ve keten günümüzde çok değişik amaçlarla kullanılan bir bitki olmuştur.

Latince ismi’’Linum usitatissimum olan keten, Latince’de çok faydalı bitki anlamına gelmektedir. Orhunca’da ‘KUUTY’ kelimesi kumaş anlamında kullanılmıştır. Bu kelime, zamanla Anadolu’da kadınlarımızın kullandığı üçeteğe kutni olarak verilmiştir. Kutninin, sözlük anlamı, pamuktan yapılmış, pamuk cinsinden olan, pamuk gibi demektir. İngilizce’de ise, cotton(koton)pamuklu, pamuklu bez anlamına gelmektedir

İnsanın yaşamına çok eski çağlarda giren keten, sağlıklı kumaş olma özelliği ile tüm dünyaya yayılmıştır. Kumaş, ip, halat olma özelliğinden başka,ketenin tohumu da sağlığımızı ilgilendiren özellikler içermektedir. Vücudumuzun kendisinin üretemediği yağ asitlerini, keten tohumu yağı içermektedir. Keten tohumunun içerdiği bu yağ asitleri ( omega 3-6-9),vücut sıcaklığının korunması, sinir kılıflarının yapılması(miyelin kılıfı),dokuların korunması ve enerji üretimi için hayati önem taşımaktadır.  Kalp hastalıklarına karşı koruyucu, kolesterol ve tansiyon düşürücü etkiye sahiptir. Yakın zamanda yapılan araştırmalarda, keten tohumunun kabuklarında lignan isimli çok önemli ve faydalı özellikleri olan bir madde bulunmuştur.  İşin bu boyutu başlı başına yeni bir araştırma konusudur. Bu araştırmalardan habersiz olan köylümüz, keten tohumunun sırrını kendi yöntemleri ile keşfetmiş ve şifa için kullanmıştır. Keten tohumunu toz haline getirip, ağrılı hastalar için, kaynatarak kullanmışlardır.

Yaşar SARIKAYA-2006

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Aralık 2016 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , ,

GELENEKSEL MOTİFLER

YANIŞLAR- Yaşar SARIKAYA

Giysilerimizi, örtülerimizi, halı ve kilimlerimizi süsleyen geleneksel motifler, renkleri ve çizimleri ile geçmişin gizemli izlerini taşırlar.  Araştırmalar bu kültürün, önce Anadolu ve Mezopotamya’dan yayıldığını belgeler. Desen ya da motiflerin, tarihin hangi döneminde başladığını araştırdığımızda, eski çağlara doğru bir gezinti yapmamız gerekir.

??????????????

Motif ve desen kelimesi dilimize Fransızcadan yerleşmiştir. Motif bu dilde tema anlamına gelir. Anadolu köylerinde ise süs, nakış, işleme yerine yanış/yaneş/yanğış sözcüğü kullanılmış, günümüzde de hala bazı yörelerde kullanılmaktadır.[1] YAN hecesi, taraf anlamını ifade eder.  At-atış, kaç -kaçış, dur-duruş sözcüklerinin atmak, kaçmak, durmak eylemini anlattığı gibi, “yanış” sözcüğü de bir eşyanın herhangi bir yönüne (kenarına, sağına, soluna, ucuna…) işlenen, süslenen, dokunan, boyanan ya da damgalanan işi ifade eder. Sinop’un dağlık köylerinde yaptığım araştırmalarda, entarinin kol altına veya altta giyilen keten şalvarın ağ kısmına konan ek parçaya, YEN denir. Bu sözcük esvap ve çamaşır kolu anlamında da kullanılmıştır. Giysinin kolu yan tarafındadır, yan sözcüğünü yen olarak benimsemiş ve kullanmışlardır. Ayancık ilçemizde de tepelik olarak işlenen nezgepe sağ ve sol tarafından ( tepeliğin iki kulak tarafından çene altına geçer) takılıp çeneden geçirilen 1 cm enindeki işlemeye YENGİL adı verilir. İki yandan geçtiğini ifade eden YEN kökü kullanılmıştır..

img_0227

 

Anadolu köylerinin bazılarında ise, toplulukların işaretlerini bildiren ev eşyası ile el dokumalarının üzerine yapılan işleme, nakış, dokuma temalarına da “ im “denilir. “İM” sözcüğünde ise, aidiyet belirtilmiştir. Topluluğa ait damga, ya da arma, işaret anlamındadır.[2]

Bu işaretlerin, insanın yaşamına ok ile yayın kullanmasıyla girdiği bulgularla doğrulanıyor. Araştırmalar, kökü çok eskilere uzanan ok-yay, yaba şeklindeki işaretlerin, duvar kabartmalarında, çanak-çömlek, madeni eşyada, hiyerogliflerde, çeşitli el sanatlarında, giysilerde ve parada hayvan ve insan figürleri ile birlikte kullanıldığını gösteriyor. Asya’dan Anadolu ve Avrupa’ya kadar mağaralar, kayalar, mezar taşları, hanlar, kervansaraylar, dinsel mekanlara işlenen damga ve işaretler, bu geleneğin yaygın olduğunu göstermektedir.  Çember, ok-yay şekillerinin örneklerini, Anadolu Medeniyetler Müzesinde sergilenen Hititlere ait eserlerde görmek mümkündür.

İnsan toplulukları binlerce yıl avcılık ve toplayıcılıkla geçimini sağlamıştır. Dünyanın çeşitli yerlerinde eski dönem mağaralarının duvarlarında, hayvan ve insan figürleri bulunmuştur (kabataş devri 60- 70. bin ). Bu dönem kabartmalarında insan üstünde tanımlanan giysilerde, motif anlamında işlemelere rastlanmamaktadır. Konu av sahneleri, savaşlar, doğadan kopyalanan figürlerdir Elde edilen arkeolojik verilere göre, neolitik devrim (cilalı taş devri) ilk kez Ortadoğu’da M.Ö. 9000- 7000 yılları arasında uzun bir süreç sonunda gerçekleşmiştir. Bu tarih, 2006 yılı son arkeolojik araştırmalara göre Anadolu topraklarında M.Ö. 11 bin olarak verilmiştir ( Bilim Teknik Dergisi- Ağustos sayısı).

Anadolu’nun güney kesimlerinin uygun coğrafyası, bitki ve hayvan türlerinin doğal yaşam alanı olması nedeniyle, Neolitik Çağın ilk kez burada başladığı düşünülmekte ve bu düşünce de arkeolojik verilerle desteklenmektedir. Bu dönemde göçebelikten yerleşik düzene geçilerek, tarım ve hayvancılık başlamıştır. Güneşte kuruyan çamurun sertleşmesinin öğrenilmesiyle ilk evler, daha sonra da kilin pişirilmesiyle çanak çömlek yapımı gelişmiştir. Bu döneme ait eserler üzerinde çizgisel şekil hakimdir. Kronolojik sıra ile Anadolu ve Mezopotamya’da M.Ö. kurulan en eski uygarlıklar Sümerler, Akadlar, Hurriler, Hititler, Urartulardır. Bu medeniyetlere ait eserler arkeolojik kazılarla araştırılmış, hala da araştırılmaktadır. Dünya üzerindeki medeniyetlerde neolotik devrim aynı zamanda yaşanmamıştır. Cilalı taş devrinden sonra(neolitik dönem),  maden kullanımını öğrenen insanoğlu, medeniyete büyük adımlar atmaya başlamıştır. Tarih bu alanda atılan ilk adımların Anadolu ve Mezopotamya’da olduğunu gösteriyor.

DSCF6179

Anadolu’da neolitik dönem M.Ö.9.000 de Çatalhöyük’te başlatılır. Anadolu’daki ilk bulgularda, geometrik şekil ve simgelerin belli bir motif haline gelmesine, Çatalhöyük ve Alacahöyük kazılarında çıkarılan küp, çanak, çömlek üzerinde rastlanır. Bu döneme ait kumaş kültürünün varlığı karbonlaşmış bulgularla tespit edilmektedir. Arkeologlar Çatalhöyük’te çıkarılan eserlerin, M.Ö. 6.250- 5400 yıllarına ait olduğunu tespit ediyorlar. Bulunan duvar resimleri paleolitik (taş devri) insanın mağara duvarlarına yaptığı resimlerin bir gelenek olarak devamıdır. Bu duvar resimlerinde av sahnelerinin azaldığı ve kuş motifleri ile geometrik desenlerin ortaya çıktığı görülür. Yine bu yapılarda Ana tanrıçanın doğa üzerindeki egemenliğini simgeleyen aslan, boğa, geyik gibi vahşi hayvan figürleri ve kabartmalarına da rastlanıyor. Alacahöyük’te çıkarılan Hitit-uygarlığına ait( M.Ö.3000 )altın kaplar üzerinde geometrik şekilleri net olarak görüyoruz.

MÖ 4. binde ise Mezopotamya’da Sümerler tarafından resimyazısı olarak icat olunan ve zamanla gelişerek basitleşip, resim biçimlerini kaybederek, dış görünüşü bakımından çiviye benzedikleri için zamanımızda çiviyazısı adı takılan, hece işaretlerinden kurulu bir yazı sistemi tabletlerde karşımıza çıkıyor. Yaşadıkları olayları anlatmak için kullanılan bu yazı sistemi, el sanatlarında daha da geliştiriliyor ve yerini alıyor.

Asur medeniyetine ait (M.Ö.2.bin) duvar kabartmaları, yazıtlar, tabletler; çanak-çömlek, madeni araçlar ve pişmiş toprak heykelcikleri üzerinde geometrik şekiller insan ve hayvan figürleri bulunmuştur. Asur döneminde dokumacılık gelişmiş olmasına rağmen ilk dönemlerindeki heykel figürlerinin giysileri üzerinde, işleme nitelikli motifler bulunmamaktadır. Bu bulgular motiflerin ya da geometrik şekillerin kumaşa yapılmadan önce kabartma, çanak-çömlek gibi eşyalara uygulandığını gösteriyor. Bu dönem tarih devirlerinden Kabataş ve yontmataş devrine karşılık geliyor. Yerleşik düzen kültürü olgunlaştıkça dokumacılık gelişiyor el sanatlarında ilerleme dönemi başlıyor. Bu da neolitik dönem yani taş devrinin sonlarına denk geliyor.

Eski Mısır kültüründe papirus üzerine yapılan şekiller de motif niteliği taşımamakla birlikte, hayvan figürleri ve çizimlerin işlendiği önemli bulgulardır. Yakın tarihte Mısır’ın nakış sanatında usta olduğu bilinmektedir. Doğu uygarlıkları da, yıllar boyu ince el işleri yapmışlar, el sanatlarının gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Japon ve Çin ipekleri üzerine ince el nakışları yapılmış, parlak renkli ipliklerle insan ve ejderha motifleri işlenmiştir.  Bu gün Kuzey Afrika el sanatları ürünlerinde renk ve motif bakımından zengin sayılabilecek örnekler vardır. Afrika yerlilerinin de eşya ve giysilerinde motif kullandıkları görülür. Amerika kıtasının Meksika bölgesinde uygarlık kuran Aztekler, süslemelerde motif zenginliğine sahiptirler. Aztek medeniyetinin tarihi de 12.-16. yüzyıldır, yani yakın bir tarihtir. Amerika yerli halkı olarak bilinen Kızılderililer ise çadırlarında, giysilerinde ve eşyalarında kullandıkları canlı renkleri ve çarpıcı desenleri ile dikkati çekerler. Asya’dan Amerika’ya geldikleri düşünülen Kızılderililerin 17 bin yıllık geçmişi olduğunu savunan görüşler vardır. Arkeolojik bulgular Amerika Yerlilerinin M.Ö.2. binde kumaş dokuyup, pamuk yetiştirdiklerini vurguluyor. Ancak arkeolojik araştırmalar bu gelişmeleri Anadolu ve Mezopotamya’da başlayan neolotik devrimden daha sonraki dönemlere tarihliyor.

Kumaş üzerinde rastlanan çok eski motif çalışmasının tarihini Sergei I. RUDENKO M.Ö. V. yüzyıla tarihlendirmiştir.[3] 3 500 m. Yüksekliğindeki Altay Yaylalarında, kurganlar (höyükler) buzul altında kaldıklarından, içindeki eşya donarak bozulmadan günümüze kadar gelmiştir.  Doğu Altay Yaylalarında Pazırık Kurganlarından çıkan eşya arasında, yanışın işlendiği bir çocuk önlüğü bulunmuştur. Rudenko, yaba yanışlarını at nalına benzetmiş ve bu eşyayı M.Ö. V. Yüzyıla tarihlendirmiştir. Keçeden yapılmış bu önlüğün üzerinde, deri aplike ile işlenmiş bir hayat ağacı yer almıştır. Hayat ağacının gövdesinde boydan boya, altın kaplama yaba yanışları sıralanmış, yanlarını ve ağacın dallarını altın kaplama kabaralar süslemiştir. Önlüğün çevresi de altın kaplamadan yapılmış ceylan kafaları ve kabaralarla çevrilmiştir.

Güney Sibir’de bulunan ve Karasuk Kültürü’ne ( M.Ö. 1200- 1800) atfedilen bir dikili taşta, büyük yay  ile ok-yay” ”olduğunu bildiğimiz tarzda, bir küçük yay ile oktan meydana gelen bir damga tespit edilmiştir. er-ile-el-damgaasi

er-ile-el-damgaasi-kopya

koken_aciklama_5  Burada küçük ok-yay bir büyük yayın içine yerleştirilmiştir””. [4] İlerleyen yıllarda Oğuzlar, boy damgalarında bu temanın değişik biçimlerini geliştirerek uygulamışlardır. Anadolu’ya göçen boylar, kendilerine ait damgaları geliştirerek, dokumalarda ve diğer el sanatlarında kullanmışlar ve kimi peşkir, kimi im, kimi de yanış diye isimlendirmişlerdir. Eskiden Anadolu’da yaygın olan bu kültür günümüzde teknolojiye yenik düşmüştür. El sanatlarımız modern makinelerde üretilmekte ama otantik yapısını koruyamamaktadır.

Anadolu’nun neresine giderseniz gidin YANIŞLARIN olduğu bir nesne mutlaka bulacaksınız. Kilim, halı olup ayağınızın altına serilecek, havlu olup elinizi silecek, örtü olup eşyanızı, giysi olup sizi giydirecek. Renkleri ve şekilleri ile sarıp, sarmalayarak içinizi ısıtıp, gönlünüzü ışıtacak.  Kültürlere ANA olan bu coğrafyada araştırılmayı bekleyen o kadar çok değer var ki.

Yaşar SARIKAYA

 

[1] Prf. Dr Neriman GÖRGÜNAY – Oğuz Damgaları ve Göktürk Harflerinin El Sanatlarımızdaki İzleri, s: 2

[2] Prf. Dr Neriman GÖRGÜNAY –     “           “                   “                 “           “          “                   “       “

[3] Sergei I RUDENKO ( Rusçadan çeviri M. W. THOMPSON ), Frozen Tombs of Siberia The Pazırık

[4] Neriman GÖRGÜNAY- O. Damgaları Ve G. Harf. El San. S: 5, 6

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Aralık 2016 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , ,