RSS

Aylık arşivler: Temmuz 2022

SİNOP VE BANDIRMA VAPURU

28.07.2022-BİLKE

BİLKE, SİNOP için 18 Mayıs 1919 tarihinin önemini sürekli hatırlatıyor. 2016 HALKBİLİM ÖDÜL TÖRENİMİZ

Alpay TIRIL akademik dalda ödülünü alırken

İsyan Benim Adımdır Kitabı- Ergun HİÇYILMAZ

BÖLÜM:19 Mayıs 1919…

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı ve Milli Mücadele ışığını yaktığı tarih…

Peki ama bu ışığı kimler yakmıştı? Sadece Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkanlar mı? Kimler Bandırma’ya “Tam Yol” vermişti? Özetle 19 Mayıs’tan önce ve 19 Mayıs’tan sonra neler olmuştu?

Şimdi Bandırma Vapuru nasıl demir almış onu görelim.

Yazı, Harbiye Nezareti’nden Sadaret’e yazılmıştı: İlga edilen Yıldırım Orduları Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Dokuzuncu Ordu Kıt’aları Müfettişliğine tayin olunmuş ve tayin keyfiyeti padişah huzuruna arz edilmek üzere, Sadaret makamına arz kılınmıştır. Adı geçen zatın emri altında bulunacak olan Üçüncü ve Onbeşinci Kolorduların mıntıkalarını ihtiva eden Sivas, Van, Trabzon, Erzurum vilayetleri ile Samsun Sancağı mülki memurlarının Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebliğleri icra etmelerinin emir buyrulmasını istirham ederim.” (30 Nisan 1919)

Harbiye Nezareti’nin bu yazısı ile Mustafa Kemal Paşa’ya Sivas, Amasya, Tokat, Şebinkarahisar, Van, Hakkari, Trabzon, Dize, Gümüşhane, Samsun, Erzurum, Erzincan, Hınıs ve Şarki Beyazıt sancaklarının bütün askeri ve mülki idaresi tam salahiyetle verilmişti. Sadaretin müspet cevap verdiği bu tezkireden sonra Harbiye nezareti, Erkan-ı Harbiye-i Umumi’ye yaptı tamimde “tayinin aynı gün Zat-ı Şahanenin (Padişahın) irade-i seniyelerine arz kılındığını ve İstanbul’da bulunan Paşa’ya tebliğ edildiğini” bildirmişti.

Harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşa ile Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya vazife ve salahiyetlerini gösteren bir talimat yazısı vereceklerdi. Bu talimat yazısında yukarıdaki sancakların Paşa’nın emrinde olduğu teyit ediliyor, ayrıca Diyarbakır, Mardin, Ankara, Kayseri, Kastamonu, Malatya gibi vilayetlerin Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’nin her türlü müracaatına cevap vermesi isteniyordu.

Buraya kadar olan gelişmeler göstermiştir ki, Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu müfettişliğine tayin edilmiş ve hem Harbiye Nazırı Şakir Paşa hem de Sadrazam Damat Ferit Paşa’dan salahiyetine dair “talimat tezkiresi” almıştır. Yani Paşa’nın gideceğinden, hem aralarında geçen konuşmadan, hem de verdiği “irade”den dolayı Padişahın haberi vardır. Bu derece geniş ve mühim bölgeler üzerinde o döneme kadar çok az kişiye verilen bu salahiyetle, Harbiye Nezaretine sadece bilgi vermek kaydıyla bütün nezaretlere hitap edebilecekti. Açıkçası Mustafa Kemal Paşa bütün orta, doğu, kuzey ve güneydoğu Anadolu üzerinde muvafık gördüğü işleri yapabilecekti. Padişah’ın bu tayin meselesine irade çıkarması bazı çevrelere göre “lütuf” gibi irdelenmektedir. Bu kadar geniş yetkiye sahip kumandana bu irade hak ettiği için verilmiştir. Ülkeyi düze çıkaracak “tek adam” odur. Önemli olan bu tayinle milli mücadeleyi başlatmaktır. Ve başlatmıştır.

Samsun’a hareket öncesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a hareketinden önceki görüşmelerinde hem silah arkadaşları hem de Sadrazam ve Padişah Vahdettin de vardır. Paşa 15 Mayıs 1919’da Damat Ferit Paşa’nın, Nişantaşı’ndaki evinde kendisine verdiği özel akşam yemeğine, yeni Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ile birlikte katılmıştı. Sadrazam, Mustafa Kemal’in salahiyetlerini hangi ölçüde ve nasıl kullanacağını merak ediyordu. Sadrazamın bu konuda tereddütlerinin olduğu anlaşılıyordu. Mustafa Kemal Paşa, “İngiliz raporlarına göre Samsun ve havalisinde bazı karışıklıklar varmış. Yerinde yapacağım tetkikat ile hallederiz” demişti. Sadrazam bu defa Cevat Paşa’ya dönerek “Siz ne dersiniz?” diyecekti. Cevat Paşa bu soruyu, tereddüdü ortadan kaldırmak gayesiyle şöyle cevaplayacaktır: “Efendim, Paşa tabiî o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecek, zaten nerede kuvvet kaldı ki?”

Sabah Genelkurmay Başkanlığı’na giden Paşa, Cevat Çobanlı ve Fevzi Çakmak ile vedalaşmış, oradan Babı-ali’ye geçerek, İzmir’in işgali üzerine toplanan kabinenin, Dahiliye ve Hariciye nazırlarıyla vedalaşmak imkanını bulabilmişti (15 Mayıs 1919).

Padişah’a veda için Yıldız Sarayı’na da giden Mustafa Kemal, bu buluşmayı şöyle anlatacaktı:

“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Padişah’la adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Padişah hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: ‘Paşa, Paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir.’ O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum. “Bunları unutun.” dedi. “Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin.” Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? Kendisine, “Merak buyurmayın efendim. Nokta-i Nazar-ı Şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an olsun unutmayacağım.” (İstiklal Savaşı, Ömer Sami Coşar)

Mustafa Kemal Paşa “Muvaffak ol” diyen Padişah’a veda ederek, derhal Şişli’deki evine dönerek hazırlıklarını tamamlayacak, Akaretler’e giderek annesi ile vedalaşacaktır. Hareket saati gelmiştir. (16 Mayıs 1919)

Paşa ve refakatindekiler Galata Rıhtımı’na otomobil ile inmişler ve açıkta demirli bulunan Bandırma Vapuru’na sandalla geçmişlerdi. Önceden kararlaştırıldığı gibi rıhtımda herhangi bir uğurlama merasimi yapılmamıştır. Vapur işgal kuvvetlerinin mutat kontrolü için Kız Kulesi açıklarında demir atmış bir İngiliz binbaşısı komutasındaki heyet tarafından araştırmaya tabi tutulmuştur.

Bandırma Vapuru’nun hareket halinde olduğu tarihte İngilizler 100 kadar asker ve harp malzemesini Samsun’a çıkarmıştı (17 Mayıs 1919).

Bandırma Vapuru önce Sinop’a gelmiş ve Samsun’a karayolu ile geçilmesinin imkanı aranmıştı (18 Mayıs). Ancak güvenlik sebebiyle tekrar vapura dönülecek ve Bandırma, Samsun’a müteveccihen demir atacaktı.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Temmuz 2022 in 18 Mayıs 1919

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

SİNOP LAVANTA KOKULARI DOLACAK

25.07.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Aşkların, aşıkların kenti Sinop. Ceziretül Uşşaki, Suyun Sinesi Sinop. Zeus’un aşkını, Sinope ile birlikte getirip kentin belleğine bıraktığı SİNOP.

Güzel kentimin güzellikleri artsın istiyor yüreğim. Yolara düşmem, çalıp söylemem, yazıp çizmem işte bu yüzden. Toprağının sesini duyar, boş toprakların göz yaşlarını içime akıtırım. Bizimle konuşur havası, suyu yani doğası; yok olmak istemiyor, hayat bulmak istiyorlar. Canlanmak, canlara can olmak istiyorlar.

17. Temmuz, yine yollara düştüm. Lavanta kokuları yayıldı içime, gidiyorum Lala Köyü Tavukçu Mahallesine. Nursel EKİCİ ve eşi Ergün EKİCİ beni Lala’da karşıladılar. Lavanta tarlasını göreceğim için heyecanlıydım. Sinop’ta Lavanta Tarımı neden olmasın diye sitemizde bir söyleşimiz olmuştu. EKİCİ ailesi de bu yazıyı okumuş ve bizimle irtibata geçmişlerdi.

Yıllar önce gündeme taşıdığımız konu tohum olmuş, o tohum filizlenmiş ve sonunda lavanta tarlasına dönüşmüştü. Nasıl heyecanlanmazdım. Birlikte köye geldik ve ilk işim hemen tarlaya gitmek oldu.

Anne, baba ve torunu lavantalar arasında gördüm. Lavantalar, beklediğimden daha çok, daha gür ve düzenliydi. Ergün EKİCİ’YE, bu sürecin nasıl başladığını ve hikayesini sordum:

Ergün EKİCİ”

Arı yetiştirmek istiyorduk. Arıcılık için araştırma yaparken arıların  sevdiği çiçeklerin en başında gelen bitkinin Lavanta olduğunu okuduk ve konu dikkatimizi çekti. Hem tarlalarımızı değerlendirmek, hem de arı yetiştiriciliği ile tarım arasında eko zincir oluşturmak fikri aklımıza geldi. Bilgi almak için internette gezinirken, Lavanta yetiştiriciliği konusunda “SİNOP BİLKE” sitesinde detaylı bir yazı gördük. Lavantanın Karadeniz ikliminde de yapılabileceğini, lavantanın sadece arıcılıkta değil birçok alanda değerlendirildiğini öğrendik. Bu şekilde lavanta yetiştiriciliği yapmaya karar verdik” dedi.

Biz konuşurken, lavanta kokusu etrafa yayılıyor, toprağın neşesi, havanın sevinci içimize işliyordu. Bu hikayenin en başında yer almak, BİLKE olarak mutluluk verdi açıkçası. Ergün Bey’e lavanta tarımına ne zaman başladıklarını sordum.

Ergün EKİCİ “Lavanta yetiştiriciliğine Mart 2021 de 1000 kökle başladık. Lavantalarımız bir buçuk yılda şimdiki görselliğinin yarısına ulaştı” dedi.

Lavantalar şu anda çok güzel büyümüşler, elinize emeğinize sağlık. Anne, baba, oğul, gelin, torunlar hep birlikte iyi iş çıkarmışsınız. Bu kadar emek boşa gitmemeli, bundan sonraki hedefleriniz nedir diye sordum.

Ergün EKİCİ “Bundan sonraki planlarımızın içinde Lavanta  fidesi yetiştiriciliğini sürdürme ve  arıcılığı artırma var.  Lavanta yetiştiriciliği yapmak isteyenler için de fide temininde  yardımcı olarak  Sinop ilinde Lavanta üretiminin artırılmasını planlıyoruz. Lavantadan katma değer elde etmek için distilasyon ünitesi  kuracağız. Lavanta yetiştiriciliğinin artırılması ile boş araziler  değerlendirilir, yetiştirmek isteyenlerin gelir elde etmesi sağlanabilir” diye cevap verdi.

Ne kadar iyi olur, lise torna tesviye bölümünü bitirmişsiniz. El beceriniz de var, bahçedeki kamelya, sera ve diğer güzellikler dikkatimizi çekti. Size başarılar diliyorum. Şimdi sizleri tarlaya alalım ve lavanta görüntüleri arasında bilgilerinizden faydalanalım.

İşte video görüntümüz:

Çalışmalarımız halk için, insanlık için olmaya devam edecek. Tarım İl Müdürlüğümüzün de konuya dikkatini çekmek istiyoruz. Mutlaka bu güzellikleri değerlendirecek, bir ucundan tutacak belki de hibe desteği vereceklerdir. SELAM memleketime, SELAM memleket severlere. A. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Temmuz 2022 in sinop tarım

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

TELEFON-SEYFULLAH ÇALIŞKAN

23.07.2022-AH KADINLARIMIZ

Biraz rüzgar, biraz deniz, biraz yıldız ve ağaçlarda usul usul salınan yapraklar. Bir çay çek bana. Mavi demlikten. Dertli falan değilim ama tadım yok işte. Ağzımın tadı sası, paslı demir yalamışım sanki. Körfezin üzerinde hala tek tük martılar uçuyor. Bardağın yanına iki de şeker bırak ustam. Çay harareti kesermiş. Kesmiyor. Boynum sırılsıklam ter içinde… Oradan inen damlalar tenimde gezinerek gömleğimin yakalarına, omuzlarına iniyor.

Meltemi yüzümde gezdirmek, gömleğimin kollarından içeri almak için kalkıyorum. Telefonum çalıyor, cebimde, kıpır kıpır. Abla diyor biri, bir şey söylememe bile izin vermeden sayıp dökmeye başlıyor. Bilmem hangi turizm şirketinden arıyormuş. Bana başka bir otel ayarlayacakmış. Bodrum’un bilmem hangi büklü yerinde. Beş yıldızlı, her şey dâhil… İşini yapmayı otomatiğe bağlamış bir genç kız. Olur diyorum. Erkek esi duyunca kısa bir tereddüt yaşıyor. Bir kaç saniye susuyor. Ben Selma Abla’yı aramıştım, diyor. O isimde birini tanımadığımı söylüyorum. Otel, tatil, turizm işim de yok diyorum. Özür dileyip kapatıyor. Azıcık sabretsem kızcağız beni tatile gönderecekti, diyorum. Kendi kendime gülüyorum.

Bu akşam eve hiç gitmesem, diyorum. Bu sahilde, çimenlerin üzerinde yatıp uyusam… Her geçen dakikada hava sanki azıcık daha serinliyor. Ya da ben kendimi kandırıyorum. Bekçiler rahat bırakmazlar ki adamı. Sivrisineklerle birlikte… Belki de küp gibi içmeli önce. Sarhoşlarla kimse uğraşmak istemez. Ben böyle saçma sapan düşüncelerle yürürken on metre önümde kavga başlıyor. Bir kadın, erkek… Az önce önüme geçmişlerdi. Birbirlerine sıkı sıkı sarılarak yürüyorlardı. Onları görünce mutlu olmuştum. Bu kentte hala aşıklar var diye düşünmüştüm. Ne güzel.

Kadın çığlık çığlığa;

-Benim yanımda bari yapma. Şu telefonuna iki saat bakmazsan ölmezsin ya… Azıcık dürüst ol be adam. Biraz insan ol. Ver şu telefonu bana. Ver diyorum, ver. Cebine koyma sakın, elime ver. O şıllığa iki laf söyleyeyim de görsün gününü.

Adam telefonu vermedi. Hatta daha çok gizlemeye başladı. Kadın adamın üzerine atladı. Adamın ellerini, kollarını tutup telefonu almak istiyor ama gücü yetmiyor. Kadın telefonu alamayınca iyice öfkelendi. Erkekler gibi küfür etmeye başladı.

– Senin, ananı, avradını, yedi ceddini…. O… pu çocuğu. Benim yanımda bari yapma…

Adamın sabrı tükenmeye başladı. Etrafında toplanan insanlardan utandığı açıkça belli oluyordu. Üzerine tırmanmaya çalışan kadını iterek uzaklaştırdı. Kadın istediğini alamayınca öfkeden deliye döndü. İşte şimdi, bu kadının bir tabancası olsa, diyorum. Bu adamı gözünü bile kırpmadan vurur. Kadın telefonu almak için bir hamle daha yaptı. Adamın sabır pili tükendi. O da kadın gibi ağzına geleni sayıp sövmeye başladı. Kadının ne o…puluğu kaldı. Ne şerefsizliği… Üzerine gelen kadını savurup itti. Kadın çimenlerin ve bodur bitkilerin üzerine düştü. Sahile dolaşmaya çıkmış herkes aniden oraya birikiverdi. Bir erkek kavgaya müdahale edip erkeği uyardı. Kadına el kaldırılmaz, dedi. Polis gelirse seni hapse atar. Adam yüzünde ben bir şey yapmadım ifadesi ile kalabalığa baktı. Sonra aniden bir mucize oldu. Her zaman olay bittikten sonra gelen polisler şıp diye oraya damladılar. Sıcağı sıcağına…

Ne oluyor burda, dediler. Adam ezik, büzük “ bir şey yok, dedi. Eşimle tartışıyorduk. Polisin genç olanı adama “hakkınızda şikayet var,” dedi. Kadına vuruyormuşsunuz. Adam yeminler etmeye başladı. Diğer insanlardan yardım bekleyen gözlerle kalabalığa baktı. Vurmadı desinler istedi. Ama kimsenin sesi çıkmadı. Sadece azıcık ittim. Yere düşüverdi, dedi. Polisler için iş ciddileşiyormuş gibi bir hal aldı. Sanki suçüstü yapmışlar gibi davranıyorlardı. Adam iyice köşeye sıkışmış gibiydi. Karakola götürmeleri an meselesi gibiydi. Kadın birden sessizliğini bozdu. Adam ile polislerin arasına girdi. Kocam bana vurmadı, dedi. Sadece tartışıyorduk. Meraklı kalabalığı baktı. Eşimle aramızda geçenler bizim özelimizdir, dedi. Bu hiç kimseyi ilgilendirmez. Ben kimseden şikâyetçi değilim. Hadi evimize gidelim kocacığım. Kalabalığı yarıp iskeleye doğru yürümeye başladılar. Polisler toplanan meraklı insanlara döndü. Herkes işine gücüne baksın, diye bağırdı. Hadi, dağılın, ayı mı oynuyor burda?

Biraz rüzgar, biraz akşam, körfezde uyuklayan gemiler… Tadım tuzum eksik bu akşam. Canım Karataş’a kadar yürümek istiyor. Bacaklarım itiraz ediyor. Ayakkabılarım da ayaklarıma ağır geliyor. Yalın ayak olmak istiyorum. Denize bakan bir banka oturuyorum. Bir otobüse atlayıp Varyantı mı çıkmalı? Metroya inip Üçyol’a mı gitmeli? Karar veremiyorum. Arkamdaki balık lokantasından televizyonun renkleri zaman zaman sulara yansıyor. Yüzümü çevirip televizyona bakıyorum. Ulusal Arap Orkestrasında Mai Farouk İnta Omri’yi okuyor. Orkestra şefi kuyruklu frakı ile ritimlerin içinde kendini kaybetmiş. Çekirge gibi sıçrayıp duruyor. Neden ayakkabıları turuncu ve kahve diyorum, kendime. On beş dakika kadar bir süre televizyonu bakıyorum. Kalkıp yürümeye devam ediyorum. Ama şarkı arkamdan hala sürüyor…

Temmuz 2022

İzmir Seyfullah

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Temmuz 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

DEDE KORKUT VATİKAN VE DRESTEN NÜSHASI

22.07.2022-BİLKE

Toprağımızın, ormanlarımızın, sularımızın, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın değerini bilerek tam kapasite işletebilseydik. Kendi ürünümüzü kendimiz üretir, ithal eden değil ihraç eden olurduk.

Kültür ve sanat değerlerimizi ne kadar koruduk? Kırsallardaki ahşap evler, ambarlar, kapı tokmakları, ağaç ile yapılan el sanatları, ileride bir yabancının çektiği fotoğraflarla torunlarımızın önene gelmemeli. Bu duyarlılıkla, bir yüksek lisans tezinin bazı bölümlerinin ilginizi çekeceğini düşündük. Elif ÖZKAN ve tez danışmanlarına teşekkürler.

foto: türkedebiyatı.org

DEDE KORKUT KİTABI’NIN VATİKAN NÜSHASININ TARİHÎ ve ETİMOLOJİK SÖZLÜĞÜ
YÜKSEK LİSANS TEZİ Elif ÖZKAN

………………………….

Eserin Ortaya Çıkışı ve Nüshaları

Dede Korkut Kitabı‟nın elde bulunan iki nüshası vardır. Bunlardan biri Dresden ötekisi Vatikan nüshasıdır. Dresden nüshasında on iki, Vatikan nüshasında ise biri eksik olmak üzere toplam altı hikâye bulunmaktadır. Bu nedenle bilimsel çalışma ve incelemeler yapılırken genellikle Dresden nüshası esas alınmıştır. Vatikan nüshası ise pek dikkate alınmamıştır.

Dresden Nüshası: Oğuzlar‟ın sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik faaliyetlerini destansı bir Ģeklilde anlatan Dede Korkut Kitabı‟nın bu nüshası on iki hikâyeden oluşmaktadır. Nüsha, “Almanya‟nın Dresden Ģehri Kral Kütüphanesi‟nde bulunmaktadır. İlk defa gören ve kayda alan Alman araştırıcısı Jacop ReyĢke (1716- 1774)‟dir” (Sakaoğlu, 1998: 7).Fakat, “19. Yüzyılın başlarında aynı kütüphanedeki yazmaları yeniden düzenleyen H. O. Fleischer, bu yazmanın üzerinde yer alan, Osman Paşa‟nın 993/1585 vefat ettiğini gösteren kaydı dikkate alarak eseri 16. Yüzyılın yazmaları arasında göstermiştir” (Sakaoğlu, 1998: 7). Bu nedenle eser Fleischer kataloğunda yer almış ve nüshayı ilk defa bulan olarak H. O. Fleischer kabul edilmiştir.

Fleischer 1831‟de Dresden‟de yayımladığı Catalogus Codicum Manuscriptorum Orientalum Bibliothecae Dresdensis adlı kataloğunda eserle ilgili Bu bilgileri vermektedir: “152 yapraklık Türkçe mecmua, küçük 4˚, nesih yazılı, eski Doğu Türkçesi veya Oğuz şivesi ile yazılmış Kitab-i Dede Korkut‟tur. İç Oğuz ve Taş Oğuz kabilelerinin Muhammed devrindeki maceralarının hikâyeleridir.

Kitabın adı bütün hikâyelerde Korkut adında birinin büyük rolü olmasından ileri gelmektedir. Korkut‟un dindar, akıllı ve Oğuz kabileleri mensupları arasında büyük itibar sahibi olduğu rivayeti ilk araştırmacı Heinrich Friedrich von Diez‟dir. Türkiye‟de yapılan ilk çalışmalar onun elde ettiği bilgiler ışığında gerçekleşmiştir.

Bugün elimizde fotokopisi bulunan Dresden nüshasının dış görünümünü ve çerçevesini Orhan Şaik Gökyay şöyle anlatır: “Dede Korkut kitabının bilinen ilk yazması Dresden Krallık Kütüphanesi, Fleischer külliyatı arasında 86 numaradadır. Bu yazma 153 yapraktır ve Avrupa rakamlarıyla numaralanmıştır. İlk yaprakta kitabın ünvanı Kitâb-ı Dedem Korkut âlâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan diye verilmiştir. Pek güzel olmayan bir nesihle yazılmış olup sayfada 13 satır vardır. Pek az yerde konmuş olanlar bir yana, kitap baştanbaşa harekesizdir. Birçok yaprakta lekeler vardır. Gerek hikâyelerin başlıkları gerekse manzum parçalar ayrılmaksızın, bütün kitap düz-ara yazılmıştır. Yalnız hikâye başlıklarının yazısı ve tek tük kelimeler belli olacak denli büyük ve koyu yazıyladır. Boydan boya satırların içine serpilmiş iri noktaların gelişigüzel konduğu ve metnin okunuşunda bunların yararı olmadığı görülür” (Gökyay,2007: 643).

Sözlükten AYA kelimesini okurlar için seçtik. Kelimelerin diller arası etkileşim ve geçişlerine rastlarız. Ayasofya Aya irini, Ayandon isimlerinde Rumca olarak kullanıldığını sözlükler kaydeder.

Aya, sapanın taş konan yeri a.-sına 85b-3, 85b-6

“Çoban sapanınun ayasına ṭaş ḳodı atdı.”

aya DLT ata: avuç içi, aya, 2006: 53; Gülensoy KBS

aya < ET. aya (Uyg.); OT. aya (DLT)

*hāya (T. Tekin.), 2011: 91.

Çalışmanın tamamı:

 

Etiketler: , , , , , , ,

YOK SAYILAN HİKAYELER

20.07.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Suyu metre ile, ağırlığı litre ile ölçme alışkanlığımız var mı nedir, ölçemiyoruz bir türlü. Ölçü şaşıyor, tartı tartmıyor. Şöyle bir düşünüyorum da, güneş milyarca yıldır hiç ölçüsünü şaşmadan döngüsünü sürdürüyor.

İnsanoğlu, hep üstün varlık olarak övünür de, bu ölçme işini bir türlü beceremez, ne dersiniz. Üniversite sınavında iyi koşullarda yetişen ve özel ders alan öğrenciyi, çobanlık yaparak sınavlara hazırlananla aynı kefeye koyarız. Sınav sorularını çalanla, çalışarak başaranı da. Böylelikle başarıyı ölçmek şöyle dursun, sistemi üst sınıflara fırsat sunmak için kullanırız.

Nedense, yurdumun göz ardı edilen yaşam kesitleri, gazete sütunlarının kıyısında köşesinde kalmış haberlere benzer. Bürokratın, dizi dizi konvoylarla açılışlara katılması her zaman flaş haber olurken, yanlış uygulamalara kurban edilen insan haberleri unutulur.

Siyasi partilerin, varlıklarını korumak için kıran kırana yaptığı yarışlar da aynı. Gereksiz kavgalar, münazara benzeri tartışmalar ülkeye ve halka bir şey kazandırmadığı halde gündemden düşmez. Ana temadan ayrılmak gibi bir alışkanlığımız var. İşin özü, halkın refah düzeyinin artması olmalıydı. Ana öge HALK, ana tema HALKIN RAFAHI olmalıydı, baskın lider siyaseti yerine.

2016 baskılı kitabımdan bir bölüm sunmak istiyorum. Kahramanı babamın anneden kardeşi olan amcam. O çocukluğumuzda evimize geldiğinde hepimiz bayram ederdik. Alnının teri ile kazanılan bir başarı öyküsüdür hayatı. Yıl 1969, evimizin bahçesi, fotoğrafta amcam ve kardeşlerim. En küçük kardeş henüz dünyaya gelmeden önce.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

GÜNAYDINNNN…!! //Ayşe’ce//

14.07.2022- Ayşe EKŞİ ELMACI

Doğduğum evde güneş denizden doğardı. Şehir ayaklarımızın altında, taa şirin Gerze’sine kadar görünürdü. Rüzgara karşı mavilerin içinde beyaz kelebekler gibi yelkenliler süzülürdü.

Nevzer Yenge inekleri sağmış, Zeki dayım da önüne katmış adaya götürüyor. Biz incir ağacının tepelerinde. Selver anane bağırıyor:

”sabah sabah rüyanızda mı gördünüz incirleri” .

Şimdi önümüzü binalar kapattı. Gökyüzümüzü bile çalıyorlar. Selver ananenin evi çökmüş, tarihi eser diyorlar, ama bakan yok. Bahçeler de yok oldu, iki bina fazla olsun, üç beş dairem daha olsun. Yılların parkı dümdüz olmuş. Benim şehrim, güzelleştirme adına kelaynağa dönmüş.

Baba evinden bir seyreyleyeyim dedim şehrimi, kahve uzatsa alabileceğim mesafede binalar. Küçük bahçemiz de olmasa, dut ağacı dallarını nazlı nazlı sallamasa, taş duvarlara sıkışmış gibi hissedeceğim kendimi. Serin ve güneşsiz Sinop sabahından, GÜNAYDINNNN…!!

11 Temmuz 2022- Ayşe EKŞİ ELMACI

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Temmuz 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

PROBLEM ÇÖZMEK VE EİNSTEİN GİBİ KARŞI DURMAK

12.07.2022-BİLKE

“Sosyal çevrenin önyargılarına aykırı fikirleri çok az kimse ılımlı bir şekilde ifade edebilir.
Çoğu insan bu tür fikirleri’ üretmekten bile acizdir. “ALBERT EINSTEIN

Bu gün değerli bilim adamı EİNSTEİN’in sözü ile başladık yazımıza. Neden biliyor musunuz, problem çözmek mi, problem yaratmak mı konusunu gündeme taşıyalım istedik. Toplumda tartışmalar, kavgalar, kadına şiddet, eşitsizlik git gide daha da artıyor. Eğitim problemleri, KPSS engeli, sözlü sınavlardaki torpiller aileleri ve öğrencileri keskin bir kıskacın içine almış durumda. Hayat pahalılığının boyutları artık her kesimin boyunu aşıyor. Problem çözme aşamasına kadar her şey mükemmel, fakat çözüme sıra geldiğinde ise sonuç alamıyoruz.

Aynı problemleri, her gün yüzlerce belki de binlerce kez yazıyor çiziyor, konuşuyor, tartışıyor, itiraz ediyor, eleştiriyoruz. Siyaset arenası, çözüm yerine inatçı tartışmalar, karalamalar, aklamalar, yalan dolanla işgal edilmiş durumda. Toplum ve bireye ÇÖZÜM adımlarını atma yolunda, EİNSTEİN’ın tavsiyelerini sayfamıza taşımayı düşündük.

Kavga değil barış, karalama değil yapıcı eleştiri, inanç sömürüsü değil, bilinçli iman. Doğayı egolara kurban eden değil, kendi varlığını eko sisteme kurban eden siyasetçi, zengini zengin eden değil, dengeli ekonomi uygulayan iktidar beklentimizle bilim adamımızın yöntemlerini birlikte okuyalım diyoruz.

A.Yaşar SARIKAYA

Einstein Gibi DüşünmekScott Thorpe
Kitabın Özgün Adı: How to Think Like Einstein © 2000 Scott Thorpe

Einstein ‘ın Sırrı

Einstein dünyanın kurallarını gayet sakin bir şekilde çiğneyen insanlardan biriydi. James Dean’in sinemada
yaptığı şeyin aynısını bilimde yapmıştı. Sadece fizik yasalarına meydan okumakla kalmadı; gelenekleri yıktı,
hükümetleri çileden çıkardı. Kuralları çiğnemek başını devamlı olarak derde soktu, fakat Einstein’ın kurallara karşı çıkma yürekliliği dehasının özüydü. Einstein büyük bir problem çözücüydü, çünkü kuralları hiç oralı olmadan çiğneyiveriyordu. Bu, dahilerin ortak bir niteliği ve becerisidir; öğrenilip geliştirilebilir. Hepimizin Einstein gibi düşünebilmesi için sadece kuralları çiğnemeyi öğrenmesi yeterlidir.

KURALLARIN İZİ
“Sosyal çevrenin önyargılarına aykırı fikirleri çok az kimse ılımlı bir şekilde ifade edebilir.
Çoğu insan bu tür fikirlert’ üretmekten bile acizdir. ” ALBERT EINSTEIN
Eğer bir problemi çözemediyseniz, büyük bir ihtimalle bir kuralın tekerlek izine takılmışsınızdır. Hepimiz belli kurallara uyarız. Kurallar, gerçeği bulmamızı engelleyen kemikleşmiş düşünce kalıplarıdır. Kurallarımız doğal olarak şekillenir. Fikirler tekrarlanarak kural haline gelir. Bir kural izi oluştuğunda, bununla çatışan bütün fikirler görmezden gelinir.
Kurallar her zaman kötü değildir. Bunlar tren rayları gibidir. Eğer rayın götürmek istediği yere gitmek istiyorsanız mükemmeldirler. Ama ıaylar sizin gideceğiniz yere gitmiyorsa, kurallara uyarak bazı çözümlere ulaşmazsınız. Oraya ulaşabilmenin biricik yolu, raydan çıkmak olur.
Kurallar çok doğru göründükleri için yenilikçi düşüncenin gelişmesini önlerler. Bizim uyduğumuz kuralların
dışında kalan çok sayıda önemli çözümü gizlerler. Bu büyük çözümler sadece kuralları çiğneyerek bulunabilir. Hiç kimse kuralların izlerine karşı bağışık değildir.

Kitabın pdf okumak isteyenler için:

https://docplayer.biz.tr/57974193-Einstein-gibi-dusunmek.html

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Temmuz 2022 in Bilim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

NEMRUT DAĞI VE ÇİĞ KÖFTE EFSANESİ

09.07.2022- BİLKE

Zamanımızdan 4000 yıl önce, İbrahim Peygamberin kabede putları kırması, insanların elleriyle yaptığı putlara tapmamasını öğrettiği bilinen bir gerçektir. İbrahim peygamberin kurban kesilmesi ile ilgili yaşadığı ise dünya insanlarının İNSAN KURBAN ETME ritüeline son vermesi dönemini başlatmıştır.

Adıyaman’da (eski adıyla Komegene Krallığı) Nemrut harabelerini gezenler yöredeki tarihi olayları da bilirler. İbrahim peygamber ve ÇİĞ KÖFTE arasındaki ilgiye değinmek istiyoruz bu gün. Doğanın hafızası, insan hafızası gibi her şeyi çok güzel kaydediyor. Yaşanmış gerçek bu güne kadar nasıl gelmiş, akademik bir makaleye bakalım isterseniz:

Çiğ köftenin ortaya çıkış hikâyesi inanışa göre şöyledir:
“Adıyaman yöresinde eski bir medeniyetin kralı olan Kral Nemrut, Hz. İbrahim’i tek tanrıya inandığı için yakmaya karar verir. Halkına verdiği emir ile krallıktaki bütün ağaç ve odun parçalarını büyük bir meydanda toplatır. Evlerde yemek pişirmek için odun parçası kalmamıştır ve ateş yakılmasını yasaklamıştır. Hz. İbrahim’i yakmak için meydana toplanan ağaç ve odun parçaları yakılacak tek ateştir. Halk kralın emriyle günlerce tahta parçalarını meydanda toplamıştır. Dağda avlandığı için bu emirden habersiz olan bir avcı, avladığı geyiği evine getirerek eşinden pişirmesini ister. Eş, kralın ateş yakma yasağını anlatır. Avcı da çaresiz emre itaat eder. Avcı geyiğin sağ arka budunu ayırır, ince ince taşla döverek ezer. Bulgur, biber ve tuz katarak, ezdiği et ile bunları iyice yoğurur. Çiğ köftenin ilk kez bu avcı ve ailesi tarafından yapıldığı rivayet edilir”(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1254209) (Cilt:17 Sayı: 2 / Ekim 2020- İnönü Üniversitesi, Doç. Dr. Muhammet Fatih ALKAYIŞ)

Okurlarımıza, takipçilerimize ve herkese huzurlu, mutlu, sevgi dolu bayram geçirmelerini dileriz. BİLKE


 
Yorum yapın

Yazan: 09 Temmuz 2022 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , ,

DEĞERLER VE TOPLUMSAL YAPIDA SOSYAL DEĞERLERİNYERİ

05.07.2022- Doç. Dr. Mehmet YAZICI

DEĞER KAVRAMI VE DEĞERLER
Değer ve değerler; hem felsefede hem de başta sosyoloji, psikoloji ve antropoloji olmak üzere
diğer sosyal bilimler literatüründe sıkça tartışılan konulardan biridir. Değerler, üzerinde çok
durulan bir konu olmasına rağmen henüz kavramsal olarak yeterince açıklığa kavuşturulmuş
değildir (Anar, 1983:8; Dilmaç, 2002). Değerlerle ilgili tartışmalar; değerlerin tanımı, kaynağı, relativ mi yoksa mutlak mı oldukları, önem sırası, kim tarafından ve nasıl korunması gerektiği, birey ve toplum yaşamı için önemi ve nihayetinde bireylere değerlerin öğretilmesi, benimsetilmesi
ve içselleştirmeleri amacıyla izlenecek doğru metodun hangisi olduğu vb. konularda devam
etmektedir.

Buna rağmen, yapılan bir araştırmaya göre Milli Eğitim Sistemimizde tarihsel süreç
içerisinde değerlerin öğretim programlarında yeterince yer almadığı sonucuna varılmıştır
(Yaşaroğlu, 2013).
Sosyal bilimlerin sosyal değerlere ilgisi, “birçok sosyal bilimcinin değerlerin insan davranışını
açıklamada temel bir öneme sahip olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, değerlerin,
araştırmacılara hem birey, hem de grup düzeyinde bilgi sağlayabilen bir kavram olması da söz
konusu ilginin nedenleri arasında sayılabilir (Feather, 1975; Zavalloni, 1980). Değerler konusu
kuramsal yönden olduğu kadar hızla değişen dünya içinde yerini arayan toplumumuzu yakından
ilgilendirmesi açısından da önem taşımaktadır.

Sosyo-ekonomik gelişmelerin kaçınılmaz sonucu (ve, kimi zaman da, aracı) olarak ortaya çıkan yeni toplumsal düzenlemelerin bu türden düzenlemelerle uyumlu olmasıyla yakından ilişkilidir. Bu uygunluk sorunu, toplumsal siyasaların başarı için toplumun iyi tanınmasını, dolayısıyla da değerlerin ayrıntılı bir biçimde incelenmesini gerekli kılmaktadır.” (Kuşdil ve Kağıtçıbaşı, 2000: 60). Bu gerekliliğin bir sonucu olarak “değerler, bireylere olduğu kadar, toplumsal sisteme de mal edilmiştir. Değerler, bireysel değerler,
tutumlar, tercihler ve inançlar çerçevesinde ele alındığı kadar, toplumsal değerler, toplumsal
normlar çerçevesinde de ele alınmıştır.” (Anar, 1983: 9).
Sosyoloji ise, bir taraftan ilgilendiği olguları (sosyal ilişki, norm, kurum, grup vb.) tanımlamada ve açıklamada değerleri de kullanırken, diğer taraftan değerlerin betimlenmesini, meydana
geliş biçimlerini, toplumsal olgu, kuram ve süreçlerle olan etkileşimlerini, tipolojilerini ve bu
tiplerin teşkil ettikleri çeşitli sistemleri, belirli somut durumlarda rastlanan değer çatışmalarını
incelemeyi kendine görev haline getirmiştir (Anar, 1983: 8)

Makalenin tamamını okumak isteyenler için:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/157368

foto-indigo dergisi

NOT: Toplumu tanımak, sadece hakkında bilgi toplamak olmamalı. Bilgi hafızası, hiç bir zaman turşu küpü değildir. Bilgi kullanıldıkça yenilenir. Felç geçiren bir yaşlının nöron hücreleri bile egzersizle yenileniyor, buna tanık olan ve uygulayan biri olarak, deneysel çalışmanın doğru yöntem olduğunu vurgulamak istiyorum. Denenmiş ve yarar sağlamamış yöntemleri tekrar kullanma inadında olmak sonuçsuzluğu doğurur. Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

ESKİ SİNOP FOTOĞRAFLARI

03.07.2022-SİNOP BİLKE

KAYNAK: Ç etin KOŞAR, Sait BEYDEŞ VE Y. SARIKAYA ALBÜMÜ

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Temmuz 2022 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,