RSS

Aylık arşivler: Mayıs 2019

BİLKE PAYLAŞIM PROJESİ SONLANDIRILDI

30 Mayıs 2019- Durağan Sosyal Yardımlaşma Vakfı Müdürlüğü Aracı yardım malzemelerimizi teslim aldı.

BİLKE kuruluşundan bu güne kadar, her yıl 2 kez Paylaşım Projesini gerçekleştirdi. Durağan, Saraydüzü, Dikmen ilçeleri ve köylerine, Yatılı Bölge Okullarına ve köylerde yangında evi yananlara yardım kolilerini ulaştırdı. Bu gün, Durağan ilçe ve köyleri için hazırladığımız  ev eşyası,çocuk- büyük kıyafet ve ayakkabılarından oluşan malzemeleri Sosyal Yardımlaşma Vakfı arabasına yükledik. Vakıf Müdürü Harun Bey’e ve Şoför Satılmış Bey’e katkıları için teşekkür ederiz.

10 yıldır devam eden Paylaşım Projemizi bu gün sonlandırdık. Projemize verdikleri destek için emeği geçen üyelerimize ve yardım sevenlerimize çok teşekkür ediyoruz. Uzaklarda bir köyde, sizin gönderdikleriniz kim bilir kimlerin yüzünü güldürdü. Sağ olun var olun. Bundan sonra yeni projemiz var sırada. “ÇOCUK KÜTÜPHANESİ” Projesi için çalışıyoruz. Her zaman olduğu gibi hedef kitlemiz yine kırsallarımız ve köylerimiz. Yeni proje için bizi takip ediniz. BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Mayıs 2019 in PROJELER

 

Etiketler: , ,

OYA İP ATLA

Şafak Gündüz SARIKAYA 28 Mayıs 2019

Aamir Khan’ı tanır mısınız bilmiyorum? O, Hindistan ve dünyada tanınan Hint bir oyuncu, yapımcı ve yönetmendir. İstanbul’a geldiğinde sevenleri karşılamış, büyük izdiham olmuştu. Sanatçı, çok sayıda başarılı filme imza atmıştır. “Yerdeki Yıldızlar”, “Her Çocuk Özeldir “(Taare Zamaen) filmleri bunlara örnektir. Eğer Bu filmleri izlemediyseniz, izlemelisiniz.

Ben, Taare Zamaen filmi sayesinde, son birkaç yıl gündemde olan disleksi rahatsızlığını öğrendim. Disleksi, en sık rastlanan öğrenme bozukluklarından biridir. Sorun, hafıza ve dil ile ilgilidir. Disleksi olan kişiler her şeyi unutur ve dil ile ilgili öğrenmelerde sıkıntı çekerler. Bunun yanı sıra disgrafi (el yazısı), diskalkuli (sayı saymada sorun ve rakamları yanlış okuma), dispraksia (Beden hareketlerini planlarken ve koordine ederken güçlük çekme) gibi farklı öğrenim bozuklukları da vardır.

İstiklal İlk Okulu birinci sınıfa gidiyordum.  Öğretmenimiz okuma yazmada geciken 3 öğrenciyi bir kenara ayırmıştı. Tecrit edilen o üç kişiden biri de bendim. Aradan geçen o kadar seneye rağmen, bu zaman dilimi hafızamda tazeliğini korudu. Çünkü insan, yaşanmışlıkların tadını, acısını, hüznünü, sevincini aynı derece, aynı ağırlık, aynı renk ve kokuda belleğinde saklıyordu.

Biz okuma yazmayı öğrenirken, cümle eğitimi vardı, bütünden parçaya gidilirdi.  O günlerden aklımda kalan, “Oya ip atla” cümlesini hiç unutamam. Ben cümleyi “Oya pi totla” olarak yazıyordum. Doğru yazdım diye de ısrarla inatlaşıyordum. Abim o zaman benimle dalga geçer ve gülerdi. O, zamanlı zamansız Oya pi totla der ve beni kızdırırdı. Ben de hayır sen yanlış okuyorsun, ben Oya ip atla yazdım derdim.

İlkokulu bitirdiğimde 1. Sınıf defterimi buldum. Babam, anılara değer verir ve defterlerimizi saklardı. Defterimde cümleyi” Oya pi totla” diye yazdığımı gördüm ve güldüm. O zaman, defter sayfaları kırışmasın diye kenarlarına mandal tuttururduk. Çünkü dirseklerimiz, sayfaları kırıştırırdı. Kalem tutuşumuza öğretmen çok müdahale ederdi.  Bu da öğrenme isteğimizi olumsuz etkilerdi. İşin garibi öğretmenim beğenmese de ben kalemi yine aynı şekilde tutuyorum ve öyle rahat yazıyorum. Okumaya geçince ilk Çizmeli Kedi hikâyesini okudum.  O nedenle bu karakteri çok severim.

Okuma- yazma öğrenirken yaşadığım güçlüğü, resim dersinde de yaşadım. Ortaokulda tüm derslerde başarılı iyi bir öğrenciydim. Ama resim çalışması dersinden bütünlemeye kalmaktan kıl payı kurtulmuştum. Babam ve ablam resme yetenekliydiler, ama ben değildim. Daha sonraları, çok başarılı olduğum farklı alanları keşfettim ve o alanlarda yoluma devam ettim.

Aamir Khan’ın “Her Çocuk Özeldir” filmini izleyince bu anılar gözümün önünde canlanıverdi. Mohammed Aamir Hussain Khan,  usta dokunuşları olan bir sanatçıdır.  Başarılı sanat kariyeri boyunca, Hint sinema tarihinin en etkileyici ve popüler aktörü olmuştur. Her Çocuk Özeldir filminde, fantastik bir öğretmenin öğrencisine yön veren özel dokunuşlarını anlatıyor. Her çocuğun olduğu gibi, aslında her bireyin de özel dokunuşlara ihtiyacı vardır. Keşke herkesin hayatında, karşısına böyle öğretmenler çıkabilse. Disleksi özel öğrenme bozukluğu gibi daha nice güçlükler, tıp dünyası tarafından keşfedilse ve çözülse.

Bir eğiticinin size, sadece okulda değil normal yaşamda da kılavuzluk yaptığını düşünün. Öğrenmek sadece kara tahtaya bağımlı olmamalı. Hayatın içinde okunacak çok motif, sayısız karakter, o kadar olay var ki, anlatmakla, yazmakla bitmez.

Bunları ifade ederken gözümde yine bir anı canlandı. Ablam, uzun yıllar uzak köylerde öğretmenlik yaptı ve hayatı boyunca çok sayıda öğrencisi oldu. Onun öğretmenlik hayatının kesitleri ailemiz içine de yansıyordu. Bir tatilde eve geldi, elleri dikkatimi çekti. Parmaklarının ucu patlak patlaktı. Nedenini sordum, o da “köyde dikiş makinesi yoktu ev sahibinin kızına, ellerimle gelinlik, öğrencilerime ront kıyafeti diktim, iğne elimi parçaladı” dedi. Anladım ki okul dışında da öğretmenlik yapıyordu.

Bir hafta sonu da, köyden bir öğrencisini gezmek için Sinop’a getirmişti.  O gün hava soğuktu. Kuzinede pişen yemeğin kokusu mis gibi etrafa dağılıyor, kavrulan gürgen fıstıkları da ye beni diyordu. Ablam o zaman hafta sonu Sinop’a geliyor, otobüse ulaşmak için 8 km yolu, orman içinden kestirme yürüyordu. Ormandan topladığı gürgen fıstıklarını da bize getiriyordu.

Misafir öğrenci ilkokulda idi ben de ortaokulu bitirmek üzereydim.  Farklı kültürlerde yetişmiş iki ayrı insandık. O bana sessiz sakin biri gibi gelmişti. Oysa kent ortamında bir aile yapısını ilk gördüğünü düşünememiştim galiba. Akşam yemeğini yedikten sonra, sıra gürgen fıstıklarına geldi. Rengi, şekli ve kokusu ilginç fıstıkları afiyetle yedik. Küçüklerdi, kırılması da zaman alıyordu ama çok lezzetliydi.

Ablam ertesi günü, misafirimize denizi göstermemi istedi. Denizi göstermek olayını anlayamamıştım. Ben, 3 tarafı denizle çevrilmiş Sinop’ta doğup, büyüdüğüm için “denizi göstermek” bana garip gelmişti. Sonra birlikte iskeleye gittik. İskeleye kadar sessiz, sessiz yürüdük. İskeleden denizi seyrederken öyle bir tepki verdi ki, sanki annesini yıllardır arayıp bulamayan ve en sonunda kavuşan bir çocuğun hasreti gibiydi. Gözlerini elleriyle kapatıyor, bağırma, haykırma sesleri çıkarıyordu. Çocuğun tepkilerine o kadar şaşırmıştım ki, ne yapacağımı bilemedim, şaşkın şaşkın onu izledim. Nasıl yani hiç deniz görmedi mi, köyde televizyon var, televizyonda da mı görmedi derken, çocuğun ritüeli devam ediyordu. Elleriyle gözünü kapatıyor, Gerze istikametindeki dağlara bakıp, hayır olamaz dercesine şaşkınlık ifadelerini haykırıyordu. Bir iki adım atıyor geri çekiliyor, yüzünü kapatıyor, tekrar bakıyor, olmaz ya olamaz der gibisinden kendi kendine gülümsüyordu. Ben de bu davranışı başkası görüyor mu diye çaktırmadan etrafı kolaçan ediyordum.

Biz onlara, onlar da bize kilometrelerin ötesinde, çok uzaktık belki de. Belki de yakınlık için, zamanı ve yaşamı paylaşmalıydık. Birbirimizi anlamak için onların denizi bizim de dağları yaşamamız gerekiyordu. Toplumda, birbirimizi anlayamama sorununun en dibiydi bu galiba.  Empati kurmalıydık, yaşamımıza girmeliydi küçümsemeden insanca. Herkesin ilgisinin, önceliklerinin, sevdiklerinin ve sevmediklerinin farklı oluşu hayatın gerçeği değil midir?  Birbirimizi anlamak, egoların ördüğü surlarla, duvarlarla mümkün olabilir mi?

Birbirimizden uzaklaşıyoruz zamanla, kendi egomuza hapsolduğumuz gibi mevcut değerleri de yitiriyoruz galiba. Anlamak için topraktan, tarımdan, köyden başlamalı. Yoksa köyler denize biz toprağa hasret kalır gideriz. Kalkınmak için, bu noktalara değmek lazım belki de. Ablam, köylerde yaşadıklarından etkilenmiş olacak ki,  BİLKE 4K (Köy Kent Kültür Köprüsü ) Projesini bu nedenlerle başlattı sanırım.

Yapboz tahtası gibi bir eğitim sistemi mi? Ya da eskiden olduğu gibi köy enstitüleri kurmak mı? Bilmiyorum ama bir öneri de benden gelsin. Telekomünikasyon firmalarının sponsor olduğu bir proje ve bilgisayarsız ya da notebook olmayan köy kalmasın gibi, uzaktan erişimli bir proje neden olmasın. Eğiticiler de atanamayan öğretmenlerden, işsizlerden oluşan gönüllü ya da ücretli bir kadroyla çok da güzel yapılabilir. Sadece çocuklar değil, gençler, yetişkinler, okuma yazma öğrenmek isteyen yaşlılar da bu projeye dahil edilebilir. Olur mu demeyin, neden olmasın?

Belki biraz daha fazla anlasaydık birbirimizi, denizin toprağı, toprağın da denizi anladığı gibi. Belki de duvarlar örülmezdi arada o zaman. Oradaki köy, uzak ta olsa bizim köyümüz ve onlar da bizim köylümüzdür.

Yaşanılır, sevgi ve saygı çerçevesinde üreten güzel bir dünya için.

 

ŞGS

 
 

Etiketler: , , , , ,