SİNOP’TA SAFİYE KALFA-05.11.2019-BİLKE
İlimiz ile ilgili göç ve savaş öykülerini ararken internette bulduğum bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Bu bir üniversite öğrencisinin yöresel derleme çalışması. Derlemelerin önemi, kaynak kişilerin özelliği ve derleme yapmanın aşamaları bu çalışmada açıkça göreceğiz. İşte benim çalışmalarım da aynı aşamalardan geçen çalışmalardır. Köylerimizde kaydedilecek ne hikayeler, nice yaşanmış anılar var. Aşağıdaki hikaye yaşanmış bir olaydır. Hikayenin son bölümü Sinop Avdan Köyünde yaşandığı için buraya aldım. Olayı, derleme çalışmasını yapan üniversite öğrencisinin kaleminden aktarıyorum:
“Ben Bora Altan, 22 yaşındayım, Ondokuzmayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 3.sınıf öğrencisiyim. Geçen sene bir gün sınıfta hocayı beklerken kıdemli asistanlardan (araştırma görevlisi) biri gelip bize “derleme” diye bir şeyler anlattı. Herkes kendi bölgesinde ya da Samsun yöresinde ağız özelliklerini derleyecekti. Bunun için de önce en az 60 yaşında bir-iki kişi bulunacak, onlara sorular sorup konuşturulacak, konuşmaları kasete kaydedilecek ve kaydedilenler tez şeklinde aynen söylendiği gibi yazıya geçirilip teslim edilecek. Aklıma birden Şakir Tolun dede geldi. Hemen torunlarıyla ilişkiye geçip bir randevu aldım. Onayı alır almaz da evde aldım soluğu. Gürül, gürül yanan bir soba, mutfakta bulaşıkla uğraşan Fatma nine, divanda pijamalarıyla oturan Şakir dede ve her zaman yanında el pençe divan duran Taylan ve Şakir (küçük ağa). Dede biraz rahatsızdı, galiba üşütmüştü, hasta olduğunu bilseydim belki rahatsız etmezdim. Biraz da şaşırmıştım doğrusu, sürekli yolda sokakta takım elbisesi, başında şapkası, elinde baston, boyalı ayakkabıları ve her zaman tıraşlı yüzüyle alışageldiğim adam şimdi karşımdaki sedirde, yatmasa da pijamalarıyla biraz da yorgun oturmaktaydı. Hemen elini öpüp halini hatırını sordum. O da hemen tanıdı beni, eskiden beri bana takılırdı; “Sen ufasın, muzur oğlanı, de mi?” diye sordu. Benim niye geldiğimden pek de haberi yoktu. Ses cihazını, müsveddeleri görünce bir şeyler döndüğünü anladı. Ben olayı anlattım. Rahat olmasını, aklından ne geçiyorsa anlatmasını istedim, “söylediklerinin değil, söyleme şeklinin önemi var” dememle fırçayı yemem bir oldu: “Olur mu öyle şey canım, koskoca okul bunu istediyse öyle ıvır zıvır şey anlatılır mı!” diyerek beni susturdu. Benim de canıma minnetti doğrusu. Bu yaptığım şeyi biraz da kendim için istiyordum. Yani öyle okula vereyim gitsin, işim görülsün diye anlamsız şeylerle doldurmak istemiyordum. Amacım Şakir Tolun denilen canlı tarihi kaynaktan bir şeyler koparıp, geriye bırakmaktı. Tabii olay böyle olunca bizim ödev biraz revüzyona uğramış oluyordu ya neyse. Adamın biri Samsun ağzı hakkında kitap yazacak, benim gibi onlarca enayi derleme yapacak, adam bunları alıp sınıflandıracak, sonra da doçentlik tezi diye verecek, belki bir yerine de benim ya da başkalarının adını dipnot düşecek. Adam doçent olacak bense dersi geçeceğim.“O zaman seçmeseydin kardeşim bu bölümü”. Sınıf öğretmenliğini neden seçtin? Uzatmayalım fazla, ben doğal olmasını isterken o daha iyi olsun, düzgün olsun, anlaşılır olsun diye önceden anlatacaklarının provasını yapıyor ve bana anlatıyordu. Bu arada kayıt cihazını kesinlikle açtırmıyordu. Ama asıl güzellik, doğallık ve sadelik o provalardaydı. Hem kayıtta artık heyecandan mı desem yoksa tekrar etmekten mi bazı yerleri unutuyordu. Baktım olacak gibi değil, kaçırmamak için provaları çektim yani bir nevi gizli ses çekimi yaptım.[1]
“Ben Şakir Tolun. 1335 rumi doğumlu. Atatürk’ü Samsun’dan Havza’ya getiren müfreze kumandanı Şükrü Tolun’un oğluyum. Kökenimize bakarsak; Tolunoğulları hükümdarlık yapıyorlarmış, ondan sonra bizi Memluklular mağlup etmişler. Yenilgi sonrası kılıçtan kurtulmak için Trabzon Pontuslu gemicilere para vermişler getirmek için, oradan Anadolu’ya gelmişler. Gemilerden biri Rize’nin Ardeşen kazasına, diğeri Kalkandere’ye gitmiş. Sonra dedem Tahir Ağa denilen adam bundan 150 sene evvel, Alaçam’a gelip yerleşmiş. Bafra’da dayısı varmış; Malmüdürü Mehmet Efendi. Orada çalışmış çabalamış, mütaahitlik yapmış zengin olmuş. Sonra dedemin babası da meşhur bir pehlivanmış. Tercüman gazetesinde Sertoğlu, O’nu ‘Karadeniz Fırtınası’ diye tam bir sene tefrika etti. Şöyle ki: Sultan Abdülaziz’in son başpehlivanı ünvanını aldı.
Hancoğlu diye biri varmış bu Aliço’nun yeğeni, kız kardeşinin oğlu, bu Hancoğlu ile iki kişi dedemi öldürmeye kalkmışlar. Yani, bu adam ve diğer pehlivanlar dedeme komplo hazırlamış.
Dedem de bahriye zabiti, kılıcı varmış, bunlar hançerle öldürmeye kalkınca kılıcını çekip onlara karşı koymuş ve yaralamış. Sultan Abülaziz dedemi asmaya kalkınca, Halil Pehlivan Mabeyin Paşası: “Bir kere mahkeme edilmeden bu adamı asarsanız millet gözünde kötü duruma düşersiniz sultanım” demiş. Bunun üzerine mahkeme kurulmuş. Hancoğlu da iyi olmuş. Hancoğlu: “Biz Ali Ahmed Pehlivanı hançerleyip öldürecektik. O da bize kılıcıyla karşılık verince” diye olayı anlatıyor. Dedem asılmaktan kurtuluyor. Sonra dedemi tutuyorlar, Sinop’ta bulunan Osmanlı donanmasının bir küçük gemisine ikinci kaptan veriyorlar. Bir gece Ruslar baskın yapıyor. İşte tarihte meşhurdur Sinop baskını. Dedemin gemisini de Rus topları parçalıyor. Dedem bir ambar kapağının üzerinde yirmi dört saat denizde kalıyor. Gerze ile Sinop arasında Çakıroğlu diye bir yer vardır oraya çıkıyor. Oradan Bafra’nın Gazibey köyünde bizim akrabalarımız varmış onlara gidiyor, onlardan para alıyor tekrar İstanbul’a kıtasına dönüyor. Bu arada İtalyan Harbi başlamış. Şimdi ki Kaddafi’nin bulunduğu memleket, Trablusgarb’a gidiyor. Atatürk ve arkadaşlarıyla beraber Trablusgarp harbinde bulunuyor. Bir rivayete göre de orada, bir rivayete göre de İstanbul’da öldü denildi. Mezarı nerede bilmiyoruz.
1845 senesinde Elburz Dağlarında Ruslara karşı İstiklal savaşı veren İmam Şamil, Ruslara esir düşer. Esir düştükten sonra Çerkezlerin bir kısmı katledilir, bir kısmı da Türkiye’ye yani Anadolu’ya gelirler. Gemilerle yola çıkan Çerkezler Anadolu’nun muhtelif yerlerine iskan edilirler. Mesela Kabertay Kabileleri şimdiki Sivas’la Kayseri’nin arasında olan Uzunyayla denilen yere yerleşir. Gelen 1600 köy hiç birbirleriyle ne kavga ne dövüş olmadan yaşamışlardır. Zaten büyük Çerkez adamları da çıkmıştır bu köylerden.
Bizimkiler de bu yöreye (Samsun, Sinop) yerleşir. Bizim kabilemiz ‘Ubıh’ kabilesidir. Annemin babasının adı İslam Bey’dir. Dedemler, Kafkasya’dan yola çıktıklarında vapurda bir de 5- 6 yaşlarında bir kız kardeşi varmış. Adı Safiye. Onu Trabzon’da vapurdan çalmışlar. Dedemler, onu çok aramışlar fakat bulamamışlar. Sonra Sinop’a gelmişler, Avdan Köyü Sarıdüz mahallesine yerleşmişler. Rençberlik yaparak hayatlarını sürdürmeye başlamışlar. Dedem bir de tütün kaçakçılığı yaparmış. Kastamonu’ya kıyılmış tütün kaçırırmış, satmak için. Bir keresinde atları yüklüyorlar bu arada çatışma çıkıyor, dedem kolcunun birini vuruyor. Bunun üzerine dağa çıkıp eşkiya oluyor.
Dedemin kız kardeşi Safiye ise hırsızların elinden Valide Sultan Sarayına satılıyor. Safiye, Valide Sultan Sarayı’nda büyümüş. Şimdiki Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi olan yerde cariye oluyor. Buraya gelen Çerkez cariyeler birbirleriyle sohbet ederken, “Sen nereden geldin? Hangi kabiledensin?”diye konuşurlarmış. Safiye, “Ben Ubıh kabilesinin Tojk boyundanım” demiş. Oradakiler de: “Sinop’un Avdan köyünde senin anlattığın gibi İslam Bey diye biri var. Bir de Testekul adında (onun ismi çerkezce) kardeşi var” diyorlar. Bunun üzerine Valide Sultan’dan da izin isteyip dedeme mektup yazıyorlar, “İstanbul’a gel” diye. Dedem eşkiya. Ayancık’tan gizlice vapurla İstanbul’a gidiyor. Orada Çerkez paşalarının birinin konağına misafir oluyor. Dedem çok güzel ‘Capşin’ çalarmış -bir tür kemençe-. Ayrıca sesi de çok güzel olduğu için Kafkas ağıtlarını çok güzel söylermiş.
Saraya haber vermişler, dedem saraya gitmiş. Padişahın kalfası olan Safiye kalfa ile kafes arkasından konuşmuşlar. Dedem; “Eğer sen benim Trabzon’da çalınan kız kardeşimsen sırtında -anam seni yıkardı- siyah bir leke olacak. Bir de sağ ayağını köpek ısırmıştı, köpek ısırığı kolay kolay geçmez” diyor. Der demez kafesi açıyor Safiye halamız, dedemin boynuna sarılıyor. Kardeşi olduğunu anlıyor. Dedem de orada biraz misafir kaldıktan sonra tekrar Sinop’a dönüyor.
Sultan Hamit tahtan düştükten sonra, sarayda ne kadar cariye varsa azad ediliyor. Safiye halamız azad olunca kardeşi gidip onu alıp Sinop’a getiriyor. Padişahın annesi Dilşat Sultan, Safiye halamıza “kalfa” dermiş. Halamız Sinop’un Avdan köyünün Sarıdüz mahallesinde yaşamış ve orada da ölmüş ve mezarı da oradadır.[2]
[1] Not: Hazırladığım ödevde aslında ‘ağız’ önemliydi fakat Şakir dedenin atlattıklarının da önemli olması nedeniyle söyleşimizi yazı diliyle düzenledim. Bora Altan-(Kuzeyde Tütün, mektup:10)
[2] Kafkas göçmenleri Sinop merkezde Bektaşağa, İncirpınarı, Dağyeri, Şamlıoğlu, Ahmetyeri, Lala, Tangal, Akkıraç, Avdan, Karapınar köylerine, ilçelerde, Gerze- Acısu, Ayancık- Ömerdüz, Büyükdüz, Küçükdüz, Armutdüzü, Erfelek- İncemeydan, Veysel, Değirmencili, Abdurahmanpaşa köylerine yerleşmiştir.
KAYNAK- Y.SARIKAYA-Bir İnci Memleketim-2010, sayfa, 27-31,