RSS

Aylık arşivler: Şubat 2021

SİNOP AMFORALARI

28.02.2021-BİLKE

Batıdaki bir çok merkezde, mühürlü 20.000 Sinop Amforası bulunuyor. Sinop değerlerinden nerede ne varsa gündemimize almaya devam ediyoruz. Kentimizin, TURİZM şehri olması hedefleniyor. Biz de bu konuda araştırmalar yapıyoruz.

Fotoğrafta damgalı Sinop Amforası, altına düşülen notta şu yazıyor:

Not: Sinop Amforalarının büyüklüğünü göstermek için bana modellik yapan ve yazılarımı bilgisayarda temize çeken Gazeteci kızım Doğa Desen Aydemir’e teşekkür ederim.

   Sinop tek başına Karadeniz’in en büyük amfora üretim merkeziydi. Bunu da öncelikle limanının doğal avantajına borçluydu. Tarihin babası Herodot, “Herodot Tarihi”nde Sinop’u Karadeniz’in en büyük ve önemli kentlerinden biri olarak anar. “Antik Çağda Amforalar” adlı ciddi bir kitabı bulunan Sn. Ersin Doğer ise bu kitabında Batıdaki bir çok merkezde mühürlü 20.000 Sinop amforasının bulunduğunu belirtir.

Strabon’sa coğrafyasının Anadolu bölümünde Sinop’u uzun uzun anlatır ve aynen şöyle der: “Sinope dünyanın o kısmındaki kentlerin en önemlisidir. Bu kent Miletoslular tarafından kurulmuştur.”  (Benim görüşüme göre Strabon yanılmaktadır. Çünkü Sinop’ta yerleşim bronz çağında başlar. Strabon ancak “kuruldu” kelimesiyle kolonileştirmeyi kastediyor olabilir.)  Burada bir deniz üssü kuran kent Kyaneai (İstanbul Boğazı) berisindeki denizlere egemen oldu. Sonra kenti Romalılar ele geçirdi. Sinope hem doğa hem de insanlar tarafından çok güzel bir şekilde süslenmiştir. Şehir bir yarımada üzerine kurulmuştur. İç ve dış limanları ve olağanüstü iyi palamut dalyanları bulunur. ( Herhalde Azak denizinden çıkan kefallerde bu ağlara giriyordu.)

    Roma İmparatoru Hadrianus anılarını yazdığı kitabında M.S. 2. yy.da ekonomik ve stratejik önemi olan Sinop Limanı’nı genişlettiğini ve bizzat gidip denetlediğini anlatır.

Sinop amforalarıyla M.Ö.4.y.y. dan itibaren başta Avrupa ve Rusya İçleri olmak üzere çok çeşitli mallar gönderilmiştir. Şehir zaten aynı zamanda büyük bir Pazar yeriydi. Sinop amforalarının ortak özelliği bana göre son derece iri ve diri oluşlarıdır. Bu amforalarda ağızlar geniş, işçilikler ustacadır. Ben şahsen Sinopluların ünlü Kos çömlekçilerine fark attıklarına bile inanıyorum. Sinop amforaları büyük kulplu , geniş karınlı ,  aşağıya doğru incelen formdadır. Bazı amforalarda dipler aşağıya doğru bir mızrak gibi iner.

Arkeolog Dr. Sn. Selin Tezgör ‘ün 1998/ Skylife da çıkan makalesinde ise Sinop Amforalarıyla ilgili şu bilgiler yer almaktadır:

   “1993 yılında Türk ve Fransızlardan kurulu bir ekip Sinop tarihinin bu bölümüne ışık tutmak amacıyla amforaların yapıldığı atölyeleri araştırmaya girişti. Ekip, Sinop ve çevresindeki 20 km çapında bir arazide yaptığı bir haftalık çalışma ile 8 atölyenin yerini buldu.

   O zamandan beri Boztepe Yarımadasında yapılan kazılarda Helen Dönemine ait 3 atölye tarihin derinliklerinden çıkartıldı. Fırınlarda bir kulpunda çömlekçinin veya şehrin hakiminin adını taşıyan, damgalı amforalar bulundu. Bazılarında, paraların üzerinde de görülen ” yunusun üzerinde kartal” sembolü vardı.

Diğer büyük bir atölye de, Sinop’un 13 km. doğusunda  bulunan Demirci Limanındaydı. Bu atölyenin M.Ö. 3. Yy. dan, 7. Y.y.’a kadar faaliyette olduğu sanılıyor. Sözünü ettiğimiz önemli araştırmalar sayesinde ondan fazla fırının yeri tam  olarak belirlenerek gün ışığına çıkarıldı. Pek çok amfora çeşidi şimdi Sinop yapımı diye ayırdedilebiliyor. Örneğin “havuç amfora” olarak adlandırılan kırmızı kilden yapılmış,uzun boyunlu, ince gövdeli, minik kulplu amforalar da bulunuyor. ”  (M. Aydemirin notu: Sn. Oğuz Alpözen’in ” Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Ticari Amforaları/ 1995 ” teki kitabında bu amforalar  (Zemer1997/49 , Siciallano- Sibella/1991/105’teki teşhislerine dayanarak M.S. 3.-4. Yy./ Lübnan -Tripoli kökenli olarak verilmişti. Bu tahmine ben zaten hiçbir zaman katılmadım.

Çünkü koleksiyonuma bu amforalar hep Karadeniz’den geldi. Kökenini Sinop ve İğne ada arasında aradığım bu amforaların gerçekten Sinop’ta imalat fırınları bulunmuşsa ben de rahatlamış olacağım.) “

Amfora atölyeleri Sinop’ta artık tespit edilmiş durumdadır. Yeni kazılar yapılırsa mutlaka daha başka atölyelerin de var olabilir. Sinop amforalarının Türkiye’de farklı müzelerinde olduğu da biliniyor. Ticaret merkezi dönemlerinde dünyanın her yerine mal taşıyan amforalar, dünya müzelerinde de tespit ediliyor.

Her ilimizin değerleri korunsun ki, içte güçlenelim.

BİLKE-BİLKE-BİLKE

 

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Şubat 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , ,

SİNOP HALKOYUNARI

26.02.2021- Ayşe Yaşar SARIKAYA

HORONUMUZ DA VAR KARŞILAMAMIZ DA

1981 yılında, Sinop’ta Uluslararası 23Nisan Şenlikleri düzenlenmeye başlamıştı. Bahri KALINDAMAR (Allah rahmet eylesin), Valilik ve Milli Eğitim Müdürlüğü ile anlaşır, tüm öğretmenleri ve kamu çalışanlarını projeye dahil ederdi. Projede resmi olarak ben de görevlendirilmiştim.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen öğrenci grupları Sinop’ta ağırlanırdı. Sinoplu aileler, çocukları ile birlikte aylarca önceden, konuk öğrenci alacaklarını resmi olarak bildirirdi. Şenlik zamanı geldiğinde kimin nerede kalacağı belli olurdu. Çocuklar, birbiri ile dillerini bilmeden “ÇOCUKÇA” konuşarak anlaşırlar biz de buna bayılırdık. 23 Nisan haftası tam anlamıyla evlerde, sokaklarda, mahallelerde bayram havası eserdi. Kortej günü, her ülke geçitte yöresinin kostümleri ve müzikleri eşliğinde halkoyunlarını oynar, kültürlerini tanıtırlardı. Bulgaristan, Ukrayna, Romanya, Çekoslovakya, Gürcistan ve daha hatırlayamadığım bir çok ülke.

Ben, Erfelek ilçesinde görevliydim o zaman. Kadrom da köyde idi. Bizim ilçeye verilen iller arasında Adıyaman- Yozgat- Çorum grubu vardı. Ben de bu grupların rehberliğinde görevlendirilmiştim. Her gün önceden hazırlanmış etkinliğin içinde buluyorduk kendimizi. 32 kişilik Adıyaman Ekibinin mükemmel oyunlarını unutmak mümkün mü? Muhteşem oynuyorlardı. O zaman, Sinop yöresi olarak kendimize ait ekibimizin olmamasına çok üzülmüştüm.

Derlemelerim o yıllarda başladı. Sinop halkoyunları doğru temsil edilmeli diye kolları sıvadım. Yöremizde tütün tarımı geçmişi vardı. Çocukluğumda da halk kültürleri ile ilgilenmeyi çok severdim. Hastanenin üst tarafındaki evimizden, annem görmeden komşunun salaşına tütün dizmeye kaçardım. Tütün dizerken türkü, bilmece gırla giderdi. Benim de hiç kız kardeşim yok. Erkek kardeşlerimle tıkıt, teksas tommiks kovboyculuk oyunları oynamaktan bıkmıştım. Tütün dizen kızlarla yarenlik etmek bu nedenle çok hoşuma gidiyordu. Annem ellerin ve üstün zifir oldu diye kızsa da azar yemeye değiyordu.

78- 80 yıllarında öğretmenlik yaptığım köyde, tütün imecesine katıldım. Her ayrıntıyı öğrenmek istiyordum. Tütün tohumunu çiğnerken Nuriye Teyze türkü söyler, ayakları ile de ritim tutardı. Tütün tohumunun saçılması, karıkların açılması, fidelerin dikilmesi, kazılması, sabah gün ışımadan tütün tarlasında tütün kırılması hepsi kafamda halkoyunu olarak canlanıyordu. Ama ” BELİM BIKINIM DA KIRILIYORDU”. Olsun, belim bıkınım kırılsa da insanların ne çektiğini yaşayarak öğrenmiştim.

Oyunları derledim, 1997 yılında TRT Halk Dansları Genel Sanat Yönetmeni Sayın Suat İnce’yi bin bir gayretle Sinop’a getirme çabalarımın sonucunda, oyunlarımıza onun da eli değdi. İzleyeceğiniz ekiplerin öğretmenlerini, Kültür Müdürlüğünde Kurs açarak yetiştirdim. O kursa Suat İNCE geldi ve 2 gün ders verdi. Artık derlediğim Tütün, Leylim, Nay Niya, Düz Horon(Gürcü Horonu), Dağbaşı Karşılaması oyunları literatüre geçmiş oldu. Halkoyunlarına değer verenler için, 1997 Sinop İl Yarışmalarında derlediğim oyunların kaybolmaması, geleceğe kalması amacıyla öğrencilerimin yarışma ekiplerini izleyin:

Ilk Uluslararası Sinop Çocuk Şenliğine, 1981 yılında Türkiye’den 13 ayrı ilden okul, yurt dışından da bir tek Libya katılmıştı. Bahri Kalındamar, bu etkinliği daha özgür ve özgün yapabilmek için 1984’te Sinop Çocuk Kulübü’nü kurdu. 1985’te bu kez 30 ilden 35 ilkokulun katılmasıyla Sinop Çocuk Şenliklerinin ikincisi gerçekleştirildi.

Bahri Kalındamar’ın, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği ropörtaj ve bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum:

Kalındamar, gazetemize, kulüp ve şenlik hakkındaki bilgileri içeren belgeleri verdi. Sonra ısrarla, “bunları sakın benim yaptığımı yazmayın. Çünkü bunların hepsini Sinop halkı yaptı” dedi. 30 il, onlarca öğrenci ve ekip görevlileri, müzisyenler, şoförler hepsini Sinoplu aileler ve Sinoplu esnaf konuk etti” dedi. Sinop’tan kalkıp gazetemize gelmesinin nedeniyse, Sinop Çocuk Kulübü’nün ülke çapında başlattığı kitap toplama kampanyasını duyurmaktı.

Çok emek verdiğimiz halkoyunlarımız, Sinop’ta durgun çağını yaşamaktadır. Yeniden canlanması dileğiyle. Y. SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Şubat 2021 in Sinop Halk Oyunları

 

Etiketler: , , , , , ,

SEN GÖRMEZSEN BEN GÖRMEZSEM

23.02. 2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

80’lerde başladı arşivleme çalışmalarım. Erfelek’te öğretmenlik yapıyorum. Derlediğim yöre halkoyunlarından ekip oluşturmuşum, yarışmalara hazırlanıyoruz. Oyunlar ve müzikleri ilk olarak sunulduğu için derleme zorunlu. O zaman bilgisayar yok, okulda oturdum daktilonun başına. Elimden geldiği kadar kaynak kişilerle görüşüyor, ses kaydı alıyor, fotoğraflıyordum. Sadece o işi yapıyor sanmayın, sınıfım da var. Ayrıca diğer sınıfların müzik derslerine de giriyorum, bir de Halk Eğitimi Merkezinde Bağlama kursu veriyorum.

Neden diye bir sorun da, ben de cevap vereyim isterseniz. Atamalar konusunda hiç sansım olmadı; merkez ilçeye alındım ama kadrom köyde görünüyordu. Merkezi hak etmem için de verilen işleri yapmam gerekiyordu. Kolay yolunu bulan buluyordu da, bu kolay yolları ben hiç bulamamıştım.(!)

Ben yine de çalışmalarıma devam ediyordum. 1994 yılında emekli olduktan sonra araştırma çalışmalarıma daha fazla zaman ayırdım. İlimiz turizmi için önemli gördüğüm, soyut ve somut kaybolan kültürler hakkında kurumlarla görüşmelere başladım. Ben tüm kurumlara yardım ediyordum.

Bu süreçte, hiç de kolay olmayan çalışmaların içinde yer aldım. Gördüm ki, sosyal dengesizliklerin yarattığı sonuçların bedeli, toplumdaki bireylerin sırtına yükleniyordu. Köy- kent arasındaki dengesizliği görmezden gören bir sistem, kaçınılmaz olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Bu nedenle, köylerde değerli olan ne varsa gözler önüne sermeliydim.

İşte, o zor çalışmalardan biri olan, dağların tepesindeki tarihi bir dokuyu kurtarmak için çok uğraştım. Milli Parklar Müdürlüğü bölgeye geldi, incelemeler yapıldı. Milli Park olması için rapor hazırlandı.

Milli Park Görevlilerinin tespit ettiği görüntülerden bir kaya

Müze görevlisi arkeolog, son kalan dağın tepesindeki kalıntıyı incelemeye gelene kadar alan talan edilmiş.

Çektiğim görüntüler için o kadar zor bir yokuş yürüdük ki. Tam 3 saat yürüdük sanıyorum. Sonra da bir başka köye derleme için gittik. Karşılık beklemeden canla başla yapılan işleri, topluma anlatmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Menfaat dünyası olmuş dünya, niye bu kadar emek ediyorsun, sen ne kazanacaksın diyorlardı. Haydi buyur bir de bunu izah et.

Konu uzun ve detaylı, uzatmadan görüntülere geçelim diyorum. 2 video halinde youtube kanalımda izleyebilirsiniz. Çekimlerim arasında, yayınlanmayan bu görüntüleri buldum. Araştırmacılara kaynak olması ve kaybolmaması için paylaştım. Değerlendirildiğinde, doğal güzelliği, tarihi dokusu ve şelaleleri ile ileride 5 köye mutlaka faydası olacaktır.

Bir ucundan tutan bulunacak bir gün umuduyla…

 

Etiketler: , , , , , , ,

ÇOBAN DEDE EFSANESİ

21.02.2021-BİLKE

Atasözlerimiz, efsanelerimiz, halk hikayelerimiz, zamanda süzülerek su gibi akmış ve günümüze ulaşmışlardır. İçlerinde güzel önermeler vardır. Zevkle okumak bir yana, onlar ibret vericidirler. İnsanın hem aklına, hem de yüreğine kazınırlar.

Kent ve Köy kültürleri konusunda yaptığımız çalışmaları sizlerle sık sık paylaşıyoruz. Anlamaya ve anlatmaya çalıştıkça, en ücralara ulaştıkça, hep yeni gerçeklerle yüz yüze geliyoruz. Yeni ve eski, köy ve kent, büyük ve küçük, üstün ve alçak kavramlarının tam yerini bulduğu bir efsaneyi paylaşacağız bu gün. Var sayımlarla tanımladığımız BEN ile, gerçek BEN arasındaki farkı anlatan.

Deneyimler, insan hayatında önemlidir. Yaparak yaşayarak öğrenme biçimidir. Toplum içinde farklı kültür ve değerler arasında kendi yerimizi görmemizi sağlar. Bize, aklımızı ve yüreğimizi birlikte kullanmayı, mukayese yapmayı ve mantıklı olmayı öğretir. Dar açılı bakarak, kendi baktığı açıdan kendini bir yere konumlamak yerine, mukayese ve muhakeme yaparak hayatı kavramak hepimiz için olumlu olacaktır.

Gelelim efsanemize:

Ali Dede Adana’da yaşar, geçimini ayakkabı imalatı ile sağlarmış. Kardeşi Çoban Dede ise dağda yaşar, geçimini hayvancılıktan sağlarmış.

Bir gün Çoban Dede koyunlarını sağmış, sonra sütü bir mendilin içine koyup kardeşi Ali Dede’nin ziyaretine gitmiş. Çoban Dede kardeşinin yanına varınca, içinde süt olan mendili bir çiviye asmış. Süt mendilin içinde, hiç akmadan duruyormuş. Kardeşi ayakkabıcı olduğu için, o sırada bir kadının ayakkabı ölçüsünü alıyormuş. Çoban Dede kadının çıplak topuklarına bakınca kerameti sona ermiş ve mendildeki sürt akmaya başlamış.

Bu durumu gören Ali, Dede kardeşine “sen git dağda çobanlık etmeye devam et. Dağda koyunların içinde keramet sahibi olmak kolay, zor olan insanların içinde olmaktır “demiş.

Spor, Tiyatro, müzik, güzel sanat etkinlikleri, insanın eğitim hayatında sosyalleşmesi ve kendini tanıması açısından ne kadar önemlidir. Her birimiz kafamızda bir BEN kurarız. Toplumda karşılaştığımız olaylar, insanlar ve farklı fikirler arasında o ben aynı olur mu bilinmez. Ama her an öğrenme sürecimiz devam eder.

Toplumda bilinç seviyesinin yükselmesi umuduyla… BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 21 Şubat 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , ,

HATALARDAN DERS ÇIKARMAK

20.02.2021-BİLKE

DİN KİSVESİ ALTINDA YAPILAN YANLIŞLAR

Tarih, bu yanlışları örneklerle gözümüzün önüne sermektedir. Halife padişahlar, çocuklarını boğazlatıp, dinen caiz fetvasını din adına vermişlerdir. Bilim adamları, her an padişahın “BOYNU VURULA” emri ile muhatap olmuş, matbaa, sümme haşa günahtır diye fetva verilmiş, matbaayı savunanlar ise kafir ilan edilmişlerdir.

Padişahın, çıkardığı kanun, ferman veya kanunnameleri İslam hukukuna uygunmuş gibi göstermek için devlet içinde en nüfuzlu kişi olan Şeyhülislam’dan şeriata uygundur diye fetva alınmıştır.

Fatih sultan Mehmet, kendi adına yaptırttığı Fatih Camiini görünce dehşete kapılmış ve camiin mimarı Sinaüddin Yusuf Bin Abdullah’ın (Atik Sinan) Cami Ayasofya’dan daha alçak olduğu için, ellerini kestirerek cezalandırmıştır.  Örneklerin ne kadar çok olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bu günkü yazımıza esas olan konu “yanlış uygulamalara DİN KILIFI giydirilmesidir. Halkın bu uygulamaları sorgulamadan kabullenmesi insanlık ayıbıdır. Bir insanın her dediğini Allah demiş gibi kabullenmek, dinen şirktir. Din adına kafa kesmek, din adına kan dökmek, terör örgütü kurmak, kan dökmekten zevk almak insanlık dışı davranışlardır. Geçmişten ders çıkarmak zorundayız.

1930 yılının son günlerinde, Derviş Mehmed, ben mehdiyim diyerek etrafına topladığı insanlarla birlikte Menemen’e gelerek halkı kışkırttı.

Meydanda toplanan ahaliyle birlikte, her geçen dakika kargaşa büyüdü. 43. Piyade Alay Komutanlığı emrindeki Asteğmen Kubilay, olaya müdahale için emrindeki askerlerle bölgeye ulaştı. Fakat çatışma sırasında yaralanan Kubilay Asteğmen, güçlükle sığındığı Gazez Camiinin bahçesinde isyancılar tarafından yakalandı ve başı kesilerek şehit edildi.

Tarihte yaşanan bu örnekler bir daha yaşanmasın. Halk olarak dikkatli olmak, doğruyu görmek zorundayız. Herkes, attığı adımlardan sorumludur. Yurdumuz, olumsuzlukların yaşanmadığı bir ülke olsun, geleceğimiz aydın olsun. BİLKE

 
1 Yorum

Yazan: 20 Şubat 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , ,

GERÇEK BİR BAŞARI HİKAYESİ

16.02.2021-BİLKE

Renkler ve zevkler, belki de dünyadaki insan sayısı kadar çoktur. Bir bardak çay içme konusunda bile yüzlerce seçeneğin karşımıza çıktığını görürüz. Alışkanlıklar, zevkler, renkler ve sayamadığımız daha nice dünya çoklukları arasında, ÇALIŞMAK ve ÜRETMEK eylemini tam anlamıyla gerçekleştiren örnek insanlarla söyleşi gerçekleştiriyoruz.

Köy Enstitüsü mezunu MÜDÜR BABA ile 30 Mayıs 2012 tarihinde söyleşi gerçekleştirmiştik. O, yüzlerce kız çocuğunun meslek sahibi olmasına vesile oldu.

Aydın Ortaklar Köy Enstitüsü öğrencileri 1952
D.Ali Çevik, Turgut Köz ve Fehmi Aydın Arşiv: Tevfik Fikret Çevik

SÖYLEŞİ-1. BÖLÜM-30 Mayıs 2012

Konuğumuz FEHMİ AYDIN 

Çağımızda tüm değerler çok hızlı değişiyor, dünya küreselleşiyor. Yaşamı güzelliklerle dolu örnek insanlar, tahtadan yazı siler gibi siliniveriyor. Başarı, saygı, sevgi, çalışkanlık, güç, üretim gibi kavramlar, yerini içi boş anlamsız olanlara bırakıyor. Bu hızlı değişim sahnesinde, unutulan farklı yaşam örneklerine yer vereceğiz. Zaman, zengin halk kültürlerimizi yok etse de belleklerde yaşatmaya, korumaya, taze tutmaya çalışacağız.

BİLKE- A.Y.SARIKAYA- 1976-1978 yıları arasında Sinop Kız Yetiştirme Yurdunda öğretmen olarak çalışırken, konuğumuz Fehmi AYDIN çocukların, öğretmenlerin hepimizin müdür babasıydı. Müdür Babayı hepinize tanıtmak istiyorum. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Fehmi AYDIN: Göller Köyü’nün Şerbetli Mahallesinde 1935 yılında dünyaya geldim. Köyümüz, Sinop merkeze bağlı en uzak köydür. Babamın iki hanımı, 15 çocuğu vardı. Ben 15 çocuk arasında 5.çocuktum.

Şerbetli mahallesi 6 hanedir. İçinden yol geçer. Yolun bir tarafı 2 hanedir, Gerze Türkmen köyü sınırları içinde, diğer 4 hane de Sinop Göller köyü sınırları içindedir. Böylelikle biz, Sinop ve Gerze kültürü arasında büyüyüp, beslendik.

6 kardeşim öğretmen, 1kardeşim imam, 1 kardeşim ebe, diğer kardeşlerim de rençperdir.  Evliyim 5 çocuğum var; muhasebeci, hemşire, Fizik Doçenti, Doktor-Kadın doğum uzmanı ve biyolog olarak çalışıyorlar. İsimleri; Ceyhan, Seyhan, Reyhan, Feyhan, Beyhan.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Çocukluk yılarınızda sizde iz bırakan olaylara yer vermek isterim. Bu günün anlayışı ile eski günlerin yaşamı arasındaki farkı görmemize yardımcı olur.

Fehmi AYDIN:  Köyümüz tamamen orman içinde bir köydü. Babam köyde eğitmendi.  1941’de okula başladım. 3. Sınıfta şahadetname aldım.  Bizim köyde 5 sınıflı ilkokul yoktu. Sinop’un Dizdaroğlu köyüne geldim,  5. Sınıf diplomamı oradan aldım.

Babam, eğitmenlik yaparken deste çubuklarını kullanırdı. Sayıları ve alfabe harflerini onları kullanarak öğretirdi.  O zaman derslerde kullanılacak materyal yoktu. Çubuklar çok işe yarıyordu.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Bu çubukları babanızın yaptığını tahmin etmek zor değil. Bu gün ise her şey renkli, albenili ve fabrika yapımı; kar amaçlanarak üretiliyor. Sizin unutmadığınız o baba yapımı çubuklar ise yalnızca öğrenme- öğretme amaçlı.

Çocukluk ve köy size neler hatırlatıyor:

Fehmi AYDIN:  Tatillerde kuzu çobanlığı yapardım. Sonraları koyun çobanlığı yaptım. Çobanlık yaparken kurt görürdüm. Kurt görmek bana heyecan verirdi.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Hayatı hayatta öğrenmek ne güzel. Çobanlık yaparken, yaparak- yaşayarak hayatı öğrendiniz. Mukayese yapma, sorumluluk alma, küçük yaşta karar vermeyi deneyimlediniz.    Günümüz çocuklarının durumu düşündürücü!

Eğitiminize nasıl devam ettiniz?

Fehmi AYDIN:  5. Sınıf diplomamı alınca 1947 yılında Kastamonu Göl Köy Enstitüsüne girdim. Bir yıl hazırlık okudum. 1-2-3. Sınıfları Kastamonu’da okudum. Sonra bir yıl prevantoryumda tedavi gördüm. “Daha mutedil bir iklimde tahsiline devam edebilir” gerekçesi ile raporla Aydın Ortaklar Köy Enstitüsüne naklim yapıldı. 4-5-6. Sınıfları Aydın’da okudum. Sonra köy enstitüleri kapatıldı, yerine öğretmen okulları açıldı. Öğretmen Okullarının ilk mezunlarındanım.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Yetiştirme Yurdunda çalışırken yönetim anlayışınız, çocuklara yaklaşımınız ile köy enstitüsü eğitimi aldığınız çok belliydi. Bu eğitimi hepimize verdiniz, biz de bu görevi taşıyabildikse ne mutlu.

Babanızın öğretmenlik birikiminden size neler yansıdı?

Fehmi AYDIN:1955’te mezun oldum. İlk görev yerim kendi köyümdü. Babam Şakir AYDIN’ın yanında Başöğretmen olarak göreve başladım. 1957 yılında evlendim.

Babam derdi ki: öncelikle okuma- yazma ve zihinden hesap yapmayı öğretelim. Bu çocuklar çok uzaklardan geliyorlar,  onları boş koymayalım; resim- yazı, müzik, beden eğitimi derslerini de teneffüslerde yaparız, eğlenceli olur derdi.

Bir gün müfettiş geldi. Okulda amir kim dedi? Babam okulla evin arasında bulunan yaşlı bir meşe ağacını göstererek:” Okul tarafı Fehmi’ye ait, ev tarafı benden sorulur” dedi. Babam benden izinsiz okuldan ayrılamaz, gecikince gerekçesini açıklar, çocuk- veli tartışmalarımızı dinler, müdahale etmezdi.  Ben yöneticiliği babamdan öğrendim.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Köy Enstitüsü anılarınızdan bahseder misiniz?

Fehmi AYDIN: Bize devamlı vatan ve millet sevgisi anlatıldı, hizmet öğretildi. Her vesile ile bu duygular perçinlenirdi. Sabah- akşam, merasim yerlerine milli marşlarla toplanırdık.  Yiyecek ve giyeceklerimizi devlet verirdi ama lüks- konfor bilmezdik. Şendik, toktuk, mutluyduk. Ufukta her şeyi mutlaka zaferde görürdük.

Hepimiz, gideceğimiz köyde okulu ilk açan öğretmen olmayı hayal ediyorduk.  Öyle güzel yetiştirilmiştik ki. Köyde okulu açan ilk öğretmen olmak düşüncesi ile doluyduk.

Enstitüde öğretmenlerimiz nöbetçi olduklarında, sabahlara kadar dolaşırlar ve akıllarından fazla mesai geçmezdi.  Hala hayranlıkla hatırlarım.

Üç karne alırdık. Marangozhanede, demirhanede, inşaatta çalışır üçünden ayrı karne alırdık. Mezun olurken gideceğimiz okullar için ders araçlarımızı marangozhanede yaptık.

Kültür derslerimiz, fizik- kimya laboratuarlarımız dolu dolu geçerdi. Resim atölyemiz, müzik salonumuz devamlı açıktı. Tarım derlerimizin farklılığını okul değiştirince anladım.

Türkiye o zaman 63 ildi. Her üç ile bir tane olmak üzere 21 köy enstitüsü kurulmuştu.

Kastamonu çevresi:   Elmacılık- Meyvecilik

Antalya- Adana çevresi: Pamukçuluk

Aydın- Balıkesir çevresi: Üzüm- şarapçılık

Erzurum- Kars çevresi: Hayvancılık

Tarım öğretileri uygulaması yapılırdı.

Enstitü yıllarımdan unutamadığım bir anı: Kastamonu Göl Köy enstitüsündeyim.  Bir akşam, yarın sabah kahvaltıda çay var dediler.  O zamana kadar kahvaltıda hep şehriye çorbası çıkardı. Gece düşündüm, o gün başçavuş mevcudu 1315 kişi olarak tekmil vermişti. Okulda görevli olan öğrenciye başçavuş denirdi.  Acaba bu kadar bardağı nereden bulacaklardı? Gece bu konu beni meşgul etmişti.

Sabah kahvaltıda merakımı yendim. Her birimize bakır kupada çay verildi.

söyleşimizin devamı var……..

2. BÖLÜM

Uzun bir aradan sonra konuğumuz Fehmi AYDIN ile söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Yetiştirme yurtlarında çalışırken ilginç olaylar yaşadığınızı biliyorum. Müdür Baba bu anılar içinden sizi en çok etkileyen hatıraları bizimle paylaşır mısınız? Biliyorum anıları deşifre etmeden önce, şöyle bir süzgeçten geçireceksiniz.

Fehmi AYDIN: Yetiştirme yurtlarında geçirdiğim 14 yıl, inanın 14 ciltlik kitabı doldurur. Yaşadıklarımızın bazıları çocuklara ve ailelerine özel hatıralardır. Hepsini açıkça anlatmak mümkün değil. Beni etkileyen bir olayı hatırladım şimdi, onu paylaşayım.

Erkek yetiştirme yurdunda çalışırken, bir akşam sınıfa girdim. Çocuklar beni fark etmediler, hepsi pencerelerden dışarıya bakıyorlardı. Çok merak ettim, ben de baktım ama dikkat çekecek bir şey göremedim. Beni görünce herkes yerine geçti. Durumu anlamak için ısrarla ne var diye sordum. Sonunda birisi açıkladı. Hocam orada ev var dedi.

Baktım, akşam vakti 33 evler mahallesinde bir evin ışıkları yanmıştı. Perdeler açık olduğundan evin içi görünüyordu. Baba dışarıdan gelmiş eş ve çocuklar babayı karşılamışlardı, normal bir aile görüntüsüydü bu…

Bu aile görüntüsü çocuklarımızın özlemiydi. Bazılarının hiç tatmadığı bir hayattı. Şunu anladım ki, limon yememiş bir kişiye limonu anlatamadığımız gibi biz bu çocuklara aile hayatını anlatamayız.

Hele doğumdan önce babayı, doğum anında anneyi kaybeden, çocukluğu yuvalarda gençliği yurtlarda geçmiş çocuklara aile ne ifade eder acaba?. Bu konu beni bir hayli düşündürdü.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Müdür Baba, biliyorsunuz mesleğimin 3.ve 4. yıllarında kız yetiştirme yurdunda birlikte çalıştık. Bildiklerim, yaşadıklarım yurt ortamında çalışmaya başlayınca hafızamdan sıfırlanıvermişti. Hayatın bilinmeyen çok yüzünü görmüştüm. Siz ise 9 yıl yurt ortamında ne çok olaylara şahit oldunuz, ne çok problemi çözdünüz, ne çok deneyimler yaşadınız. Bize bir anı daha anlatabilir misiniz?

Fehmi AYDIN: Bir gün Sinop Kız Yetiştirme Yurduna, Yozgat Çocuk Yuvası Müdürü Şahin Bey gelmişti. Yanında bazı çocuklar da vardı. Onları Samsun’a götürüyordu. Bizim kızlarımızdan Perihan YAVUZ yanımıza geldi ve Yozgat yurt müdürüne “siz Yozgat’ın babası mısınız dedi? Benim orada kardeşim var, ona mektup yazdım verebilir misiniz diye sordu. Müdür bey olur kızım, kardeşinin adı ne dedi. Kardeşimin adı Orhan dedi Perihan. Onların şoförü de yanımızda idi. Arabadaki çocuklardan birinin adı Orhan dedi şoför.

Çocuklar bahçede oynuyorlardı. Biz merakla dosyaları getirdik, inceledik ve o anda ikisinin kardeş olduğunu öğrendik. Çocukları getirdik ama o kadar etkilenmiştik ki, hiç birimiz siz kardeşsiniz diyemedik. Öyle etkili bir duygu yoğunluğu yaşamıştık ki, odadan dışarı çıktık. İçeride Şahin Bey’in hanımı kalmıştı. O çocuklara kardeş olduğunu nasıl söyledi görmedik ama geri döndüğümüzde ablanın küçük kardeşin ellerini öptüğünü gördük. Kardeşini nasıl seveceğini bilmeden, hasretle ellerini öpüyordu. Bu tabloyu hiç unutamıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Müdür Baba söyleşimizi takip edenler için şu açıklamayı yapmam iyi olacak. Perihan benim grubumun öğrencisiydi. O, yazları da hep yurtta kalırdı. Gidecek kimsesi yoktu çünkü. İki kardeş bebekken yuvaya verilmişler, ilkokul çağında Perihan Sinop’a yerleştirilmişti. Kardeşi de ilkokul çağına gelince Yozgat yurduna gönderilmiş demek ki. Ne tesadüf, kardeşi Yozgat’a giderken ablasının yurduna uğramış ve karşılaşmışlar. Perihan da kardeşinin Yozgat’a gideceği bilgisine ulaşmış, konuyu sorup araştırdığı anlaşılıyor. Sizin sayenizde bu bilgiye ulaşmıştır mutlaka.. Ben çalışırken Perihan 5. Sınıf öğrencisiydi ve kardeşi ile yazışıyorlardı………………

Aradan çok zaman geçti….Hayatta çok şey değişti. Şimdi yıl 2012.

O günlerden bu günlere 30- 35 yıl geçti. Görüştüğümüz çocuklarımız var. Hepimiz onlarla gurur duyuyoruz. Birçoğu öğretmen, memur, yönetici, hemşire. Hepsinin hafızasına BABA olarak kazındınız, Sinop’a geldiklerinde hemen sizi buluyorlar. Bizlerle de görüşüyorlar. O günleri bu günlere bağlayan köprü nasıl oluştu?

Fehmi AYDIN: Kız yetiştirme yurdunda 9 yıl çalıştım. Mesleğinde başarılı olmak için mücadele eden öğretmen arkadaşlarım, canla başla çalıştılar, yurtta çocuklara aile havası yaşattılar. Birbirlerine güveniyorlar, çocuklara şefkatli yaklaşıyorlardı. Öğretmen arkadaşlarımız iyi çocuklar yetiştirdiler, her şeyi birlikte başardık. Onlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Onlarla karşılaştığım zaman, kendimi minnet borçlu hissederim. Hayattakilere sağlıklı uzun ömürler diliyor, kaybettiğimiz arkadaşları da rahmetle anıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Arkadaşlarım ve kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Yoğun çalışma temponuzdan sonra emekli oldunuz, emeklilikte neler yapıyorsunuz?

Fehmi AYDIN: Bana göre hayat üç perdelik bir tiyatrodur:

  1. Perde çocukluk ve gençlik: hazırlık dönemi
  2. Perde yetişkinlik: iş- meslek- çalışma- başarma dönemi
  3. Perde emeklilik:  inziva dönemi.

Çocuklarımın hepsi tahsil yaptı. Eşim ev hanımı olduğu için tek benim kazancım aileye yetmedi. Hayatımın 3. Perdesinde yeni bir çalışma ortamına adım attım. Kendimi tekrar çalışma ortamında, 2. Perdede buluverdim. 20 yıl esnaflık yaptım. Çocuklar yetişip iş-meslek sahibi olunca esnaflık hayatım sona erdi. Şimdi emekliliği yaşıyorum. Kitap okuyorum, bilgisayarda oyalanıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Bugün yetiştirme yurdunda müdür olsanız neler yapmak istersiniz?

Fehmi AYDIN:  Geçmişe baktığımda noksanlarımı görüyorum. Keşke şimdi yurtta olsam da şunu şöyle, bunu böyle yapsam diyorum. Zaten çoğu kez rüyalarıma giriyor.

Yatılı okulda okumam, yetiştirme yurdunda rahat görev yapmama yardımcı oldu. Yatılı okulda tatilden dönerken annem çantama 2 takım yedek çamaşır koyardı. Onun bir takımını uzun zaman giymez yastığımın altında saklardım Geceleri koynuma alır, annem yıkadı diye koklayarak uyurdum. Bu nedenle annelerinden ayrılan çocukların geceleri nasıl uyuduklarını iyi bilirim.

Yatma saatlerinde hiçbir şekilde çocukları kırmazdım. Aynı titizliği yemek saatlerinde de gösterirdim. Kırgın bir çocuğun karnını doyuramayacağını bilirdim.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Her sabah kahvaltınızı çocuklarla yapardınız. Onların yemek masalarını sırası ile dolaşır hepsinin gönlünü alırdınız.

Fehmi AYDIN:  Bunu severek yaptım. Yurtlarda çocukların problemleri ile karşılaştığımda, hep kendimi onların yerine koydum. Kendi çocuk hallerimi hatırlayıp, onları anladım. Bu yöntem, çözümü kolaylaştırdı. Olayları daha anlayışla, tebessümle karşılama vesile oldu. Bu gün mesleğime geri dönsem, daha da anlayışlı olmaya çalışırdım diyebilirim.

Burada hatırladığım bir anıyı anlatmak isterim. Bir müfettişin teftiş raporumda benim için “öğretmeni RAÇİNSKİ’ye benzetmem isabetli olur demişti. RAÇİNSKİ, bir eğitim kahramanı Rus profesörmüş.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Benzetme isabetli olmuş. Sizin anlayışınızdaki insanların çoğalmasını istiyoruz. Bu söyleşinin amacı da tam buydu:

“Çalışan, üreten, başaran bireylerin süreklilik kazandığı, özgür ve uygar bir Türkiye Cumhuriyeti”..

Söyleşimize katıldığınız için derneğimiz adına size çok teşekkür ediyorum.

 
2 Yorum

Yazan: 16 Şubat 2021 in KÖY ENSTİTÜLERİ

 

Etiketler: , , , , , ,

BİZ NEREDE HATA YAPIYORUZ?

15.02.2021-BİLKE

Etik değerleri kazanmadan her şey oluyoruz maşallah. En iyi muhalefet, en iyi yandaş, en iyi eleştirmen gibi daha birçok şey. Bu kadar EN İYİ varken, acaba neden başaramıyoruz? İşsizlik çok üretim yok; tarım alanları çok, tarım yok. Olaya bütünsel baktığımızda, ne sadece iktidarları, ne de sadece muhalefetleri suçlamak doğru görünmüyor.

Finlandiya Eğitim Sistemi dünyaya örnek bir eğitim sistemi. Küçük yaşta çocuğa bilinç eğitimi veriliyor. Bu, farkındalık eğitimidir. Biz bu noktada hata yapıyor olmalıyız. Aile kendi başaramadıklarını çocuklarında uygulayarak meslek seçiminde bile kendi istediği mesleği dayatıyor. Baskıcı ve dayatmacı eğitim ne kadar başarılı olabilir ki?

Liselerde, öğretmenlerin siyasi eğilimlerine göre gruplaşmalar yapılıyor. Karşıtlıktan beslenen, düşmanlık duygularını geliştiren bu yöntem de başarı sağlamıyor. Öğrenci bilinçli olmadığından bu kesinlikle FARKINDALIK EĞİTİMİ olmuyor. Eğitim sistemimizdeki düzenlemeleri yapacak iktidarlara ihtiyacımız var.

Çocuklar ve gençler, önce kendinin farkında olmalı ve özgür karar verme yetisini kazanmalıdır. Farkındalık sahibi özgür bireyler, kendine ait hayat görüşüne sahip olurlar. Kendileri üretmeyenler, başkalarının ürettiği verilerin, fikirlerin etkisi altına girerler. Toplumda değer gören culuk, cılık, cilik gibi akımlar da bireyi aidiyet baskısı altına alan akımlardır. Etik değerleri kazanan bireyler ise seçme hakkının kişi ve toplum için ne kadar değerli olduğunu bilir. Kendini doğru ifade ederler.

Eğitim sistemindeki hatalar, kişinin tüm seçimlerine yansımaktadır. Eğitim sistemimiz, bireylere ETİK DEĞERLER kazandırmalıdır. Y.SARIKAYA

Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’den ‘’İnsanca Yaşam için Değerler Eğitimi’’

“Mesleki normlar, günlük hayatında insan davranışlarında kullandığı, yalnızca onu gerçekleştiren için anlamlı olan eylemler, toplumun veya geleneklerin getirdiği eylemler evrensel etik değerler olarak kabul edilemez. Burada tüm toplamda bir kavram karmaşası oluşmuştur. Felsefik etik değerler ile ahlaki normlar birbirleri ile karıştırılmamalı”

“Kişilerin değerleri yani dürüst olmak, adil olmak, doğruluk değerleri kişilere ilişkin normlar olurken etik sevgi, anlayış gibi değerler evrensel nitelikte olabilmelidir. Ahlaki normlar yasaların yapılmasında, meslek normlarının belirlenmesinde kullanılır. Ancak etik değerler, insan hakları örneğinde olduğu gibi, ırklardan, dillerden mezheplerden kültürlerden bağımsız değerler bütünü olarak karşımıza çıkar. Bu değerler ile davranılmaması bizi toplumda zor durumda bırakmaz veya yasaya aykırı olmaz. Ancak etik değerlerin dışında olabilir. Etik değerler insanın onurunu oluşturur. İnsan onuru ise, insan türünün en başta etik başarıları ve bilincini oluşturur.”

“Birey, çocukluğundan itibaren etik değer bilgisi ile eğitilebilir ve yaşamında bu değerleri kullanmaya alıştırılabilir. Eğer yaşamı etik değerler ile  sürdürmeye karar verdiyseniz gerekli olan bu bilgidir. Normlara göre hareket etmenin ötesinde değerler bilinci ile hareket edebilecek bir eğitim verilmelidir. Ancak bunun için bu eğitimi verecek olan öğretmenlerin de etik değerler bilinci ile yetiştirilmeleri gerekmektedir”

 
Yorum yapın

Yazan: 15 Şubat 2021 in Eğitim

 

Etiketler: , , , ,

UYKUMU GÖRECEĞİM TAKTIM KAFAYI

14.02.2021-BİLKE

11-12 yaşındaki çocukların, kafasından benimle aynı düşünceler geçmiş mi hep merak etmişimdir. Uykumu göreceğim diye yataktan kalkıp, gece yarılarına kadar gözlerini ıslamak gibi. Küçük ve büyük kavramlarının kafada oluşturduğu ile insanların yüklediği anlam arasındaki fark gibi. Tatlı ve acı kavramları gibi. Peki, ama kim karar vermiş bunların taşıdığı ağırlığın oranına ölçüsüne? Çocukluk işte taktım kafayı.

İstiklal Okulu ya da ortaokul birinci sınıf öğrencisiyim. Bir kavram deneyeceğim ama evde kimsenin olmaması gerek. Annem evden pazara ya da komşuya gitsin diye bekliyorum. Acı biberleri test edeceğim, bakalım acı kavramının eni boyu ağırlığı ne?

Ve annem komşuya gitti. Hemen dolaptan biberleri çıkardım, içlerinden acı olanları seçtim. Nasıl heyecanlıyım, sanki atomu parçalayacağım. Biberleri kızarttım,  mutfak mutlaka dağılmıştır tabi. Biberlerin acı olmadığını düşünerek yemeye başladım. Hepsini bitirdim.

Ağzım alev, alev yanmakta, ne su içtim, ne bir şey yedim. Etkisi ne kadar sürecekti onu da test ettim. Ortalığı becerebildiğim kadar topladım. Annem gelince hiçbir şey olmamış gibi davrandım. O mutlaka kokudan anlamıştır, ama o kısmını hatırlamıyorum. Acı denen kavram ACI imiş gerçekten.

Gelelim 2007 yılına. İzleyeceğiniz video, 2007 araştırmalarımdan. Kaynak kişilerim KUYULAR diye bir tarihi kalıntıdan söz eder de ben gidip bakmaz mıyım? Arabamız Eltiyeri tepesine kadar gitti. Devamında traktörle dereye kadar gittik. Sonra yamaca doğru yürü bakalım. düşme kayma tehlikesi cabası. Kaymakamlıktan gelen 2 arkadaş sonradan bana kızmamışlardır umarım. Zor bir yürüyüşten sonra dağların en tepesine ulaştık. Çekimleri bitirmeden kameram bozuldu. Kameramdan çok detay alamadığım için üzüldüm. Araştırmalarımda tam 3tane kamera eskittim.

Bakanlığa ve ilgili kurumlara durumu ilettim, foto ve görüntüleri gönderdim. Onlar gelene kadar son kalan kalıntı da yok edilmişti. Ama bölgenin tarihi dokusu kesinlikle zamanı geldiğinde araştırılacak, bundan eminim. Benim görüntülerim ve belgelerim de işte o zaman işe yarayacak sanırım. Ayşe Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Şubat 2021 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , ,

BIÇAK SAPLI DURUR GÖĞSÜNDE

06.02.2021-BİLKE

Ahmet Muhip Dranaz’ın şiiri ile yazımıza girelim dedik. Hayatın içinde her gün, belki de her an yaşadığımız gerçekleri şiirle ne güzel betimlemiş şair.

Bilmediğimiz için mi, yoksa çok bildiğimiz için mi yanlışlar ayyuka çıkıyor dersiniz? Yoksa herkesin çok iyi bildiği gerçekleri birbirimize tekrar edip duruyor muyuz? Aslında “bile bile lades” deyimi ile iç içe yaşadıklarımız.

BİTMEZ TÜKENMEZ CAN SIKINTISI

Bir bıçak saplı durur göğsünde,

Hangi su tasına uzansan boş;

Hangi pencereye koşarsan koş

Aynı siyah güneş gökyüzünde.

Aynı siyah güneş, aynı siyah,

Aynı susayış, aynı koşuş, aynı…

Of… Hep aynı şey, aynı şey, aynı şey,

Aynı, aynı, aynı, aynı, aynı…[Ahmet Muhip Dıranas]

Sorunlar, her dönemde aynı olmuş. Şair, bu gün yaşadıklarımıza da ayna tutuyor. Boşuna Ahmet Muhip Dranaz olunmuyor. Düğümlerin karmakarış olduğu noktaya parmak basıyor. Gerçek olan, bu noktayı aşmada ortak toplum bilinci geliştirebilmemiz.

Ama toplum bilinci konusunda hep sınıfta kalıyoruz. Güne birlik ve kısa vadeli çözümlere seviniyoruz. Seçtiklerimizden fabrika talep edip onu yaptırana kadar ısrar etmek yerine, 6 aylık geçici işe yerleşince seviniyoruz. Topraklarımız boş kalınca üzülmüyor, dışarıdan ithal edilen mallara seviniyoruz.

Uzun vadeli planlar yapmak konusunda çok değerli bilim adamlarımız ve iş adamlarımız var. Onları dinlemek yerine, yetki sahibi olanları yüceltmenin, kraldan çok kralcı olmanın yaygın olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Ata sözlerimiz eksiklerimizi bize bir bir anlatıyor.

Bal tutan parmağını yalar,

Çok söyleme arsız, aç bırakma hırsız edersin,

Tutulmayan hırsız beyden büyüktür,

 Rağbet güzel ile zenginedir

Yavuz hırsız ev sahibini bastırır,

Adamakla mal tükenmez.

Yüz verme arsız olur, az verme hırsız olur,

Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır

Ağlayanın malından gülene hayır gelmez.

Zengin kesesini döver, züğürt dizini

Akılsızın şaşkını beyaz giyer kış günü.

Adamak kolay, ödemek güçtür.

Yaşadığımız toprağa borçluyuz, havaya ve suya… Kim yanlış yaparsa, görmek erdemine erişebilmeli ve yurdumuzu düşünmeliyiz.

BİLKE-BİLKE-BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 06 Şubat 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

AHŞEP EVLER VE GİYLE KÜLTÜRÜ

05.02.2021- A. Yaşar SARIKAYA

BAŞSÖKÜ YOLUNDA

Sekiz aylık bebekken beşikte geldiğim Sinop, çocukluğumun, öğrenciliğimin, gençliğimin geçtiği ve hala yaşadığım bir kent. Tıkıt, dokuztaş, saat kaç, cicoz, ara sıçanı, yakan top oynadığımız mahallem ise belleğinde sanki o güzel anılarımı saklıyor. Bahçesinde güller, kasım patı, sarmaşıklarla dolu evimizde geçirdiğim anlar, zaman gergefinin örgüsü içinde hücrelerime işliyor gibi.

Annem ve babam da çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği memleketlerine hasretti. Köylerde doğal yaşamda kazanılan kültür ve kültürün sanata dönüşmesinin ne kadar değerli olduğunu onlardan öğrendim.  

Sinop’ta yetişen bana gelene kadar, yaşamı köyde geçenler kültür araştırması yapmışlardır belki. Belki büyük şehirlerdeki köy dernekleri, KÜLTÜR MÜZELERİ yapmıştı da benim haberim yoktu. Belki de kültürlerimizi daha güzel arşivleyenler de olmuştu.  

Biliyoruz ki, değerler kaybedilmeye başladı mı mutlaka yerine yenileri dolar. Doğal gıdalar kaybedilir yerine yapay gıdalar gelir. Komşuluk yok olur, yerine internet arkadaşlığı dolar. Doğal olandan uzaklaştıkça, yapaylara ve yapaylıklara kölelik başlar.

Babam bir gün eve Ermenistanlı bir turist ile geldi. Üniversite doktora çalışması için kaynak kişi arıyormuş. Babam “ benim kızım kültürle, müzikle ilgili bir araştırmacı” demiş ve getirdi eve. Sinop’tan giden Ermenilerden birinin torunuydu. Az da olsa TÜRKÇE konuşuyor ve “MEY” çalıyordu ve Sinop’ta MEY kültürü olup olmadığını araştırıyordu. Kendisiyle bildiklerimi paylaştım ve başka kaynak kişilere yönlendirdim. Üzülüyordum, bizim köylerimizden göçenler, kültürlerini hemen unutuyorlardı. Bir tek MEY kültürü için kilometrelerce yol kat eden bu doktora öğrencisi, kendi kültürlerini unutanlara örnek olur mu bilmem.

Neden ahşap evler, samanlıklar, ambarların maketleri yapılmaz, neden fotoğraflanıp, derneklerde sunulmaz? Köy evlerinden oluşan bir kamera çekimimi izleyin. Önceden 2 ayrı video hazırlamış yayınlamıştım.  

2007 BAŞSÖKÜ köyü çekimlerimden yeni bir video hazırladım. Ahşap evler ve GİYLE kültürünü detaylı olarak izleyin.   Her zamanki gibi kameraman ben, montaj ben, arşivleyen ben… Kıymet bilenlere SELAM DOSTLAR…

 
2 Yorum

Yazan: 05 Şubat 2021 in köylerde yatan tarih

 

Etiketler: , , , , ,