23. Ekim. 2015-BİLKE
Artvin’den yapılan göç hakkında, Sinop esnaflarından Cevdet Gündoğdu ile görüştüm. Kendisi, ilimizin en eski esnaflarındandır. Köylü, kentli herkes onun müşterisi olmuştur. Esnaf gözü ile eski günleri ondan dinleyelim istedim. Halkın yapısını, ekonomik durumunu, sosyal farklılıkları nasıl gözlemlemişti. Göçlerin yaşandığı, savaşların ölüm ve korku saçtığı yıllardan bildiği hatıralar var mıydı, Sinop’ta nelere tanık olmuştu? Bu konuda sorularımı hazırladım, kendisine cevaplar mısınız diye sorduğumda, bu bir hizmettir diyerek el yazısı ile bir ajandaya yazdı ve bana verdi. Sayın Cevdet Gündoğdu’ ya bu konudaki katkılarından ötürü teşekkür ediyorum.
CEVDET GÜNDOĞDU ANLATIYOR
Artvin’i Ruslar işgal ettiğinde, halk göç etmek mecburiyetinde kalmış. Artvin merkez köyü olan Fıstıklı halkı Sinop’un Lala, Akkıraç, ve Tangal köylerine yerleşmişler. Benim anne ve baba tarafım, Lala ve Akkıraç Musa köyüne yerleşmişler. Ruslar Artvin’den çekilince, bizim ailenin büyük bir kısmı tekrar memlekete dönmüşler. Bu ara, dedem Osman Küçük Ahmetzade’nin desteği ile babam ticarete atılmış. İstanbul’dan mal almaya gidip gelirken, Sinop’taki kalan akrabalarımızı ziyaret edermiş. Bir seferinde, yeni mahalle fırın aralığı sokak 5 nolu Rum yapısı ahşap evi satın almış. O yıllarda Rusya’da ticaret serbestmiş. Bir seferde 35 katır yükü malı, Batum’a satmak için götürmüş. Tam o sıra Rusya’da ihtilal olmuş. Babam, malları gittiği gibi, canını zor kurtarmış. Bu olay babamı çok etkilemiş. Sinop’taki almış olduğu eve yerleşmeye karar vermiş.
Ben 1934 yılı eylül ayında, cumhuriyet vapuru ile sabah yeni ışırken Sinop limanına girdiğimizi hatırlıyorum. Büyük bir kancabaş kayığa eşyalarımız yüklenerek, ahşaptan yapılmış iskeleye indirildi. Babam Ömer, annem Fatma, ablam Firdevs, abim Abbas, ablam Şadiye ve ben Cevdet Küçük Ahmetzade, o zamanki soyadıyla Sinoplu olduk. Babam sonra yeni soyadı aldı ve Gündoğdu olduk.
O yıl merkez ilkokuluna kayıt oldum. O tarihte Sinop geceleri kapkaranlık. Işıklandırmak için gece bekçileri tarafından yakılan gaz lambaları vardı. Yolların bazıları Arnavut kaldırımı, çoğu da toprak yoldu. Şimdiki hükümet binası, sağlık ocağına kadar ve İncedayı Mahallesinin olduğu yer, köy hizmetleri imam hatip okulu kum kapı denilen yer buraların hepsi mezarlık idi.
Sinop’a gelmeden önce, Rum mahallesi denilen mahalle, yani Aşıklar Caddesi tamamen yanmış idi. 1936 yılında yüksek kaldırımdan istiklal okuluna kadar bölümde 33 adet ev yandı. 1946 Eylülünde Cami-i Kebir Mahallesi yandı. Hatırladığım kadarıyla 140 adet ev bu yangından sonra yapıldı. O tarihte Cevdet Kerim İncedayı bayındırlık bakanı idi. Onun desteği ile ince dayı mahallesi yapıldı. Yangında zarar görenlere evler verildi.
Yerli halk, ada mahallelerinin tamamı ve Gelincik mahallesinde otururdu. Sinop’ta o zaman bulunan sülaleler şunlardı:
Sağıroğulları,
Gülümoğulları,
Lafçıoğulları,
Rasim Beyler,
Öküzoğulları,
Parmaksızoğulları,
Şevket Bey ( milletvekili),
Ferit Bey Köftecioğlu,
Tabak Şükrü,
Dizdaroğulları,
Hacı Marazlar,
İzzet Kocalar,
Bezircioğulları,
Saraçoğulları,
Rıza Nur,
Mehmet Bey,
Şükrü Bey kardeşleri,
Kantarcıoğulları,
Deveciler,
Min oğulları,
Turşucular,
Ekmekçioğulları,
Sipahiler,
Fevzi Beyler,
Şahinoğulları,
Hikmet ve Şevket Şekeroğlu,
Remzi Ozanoğulları,
Özbekler,
Tahir Beyler,
İlami Oğuzlar,
Karailyaslar.
Yerli halktan balıkçıları,
Topal Süleyman,
Topal Musa,
Süleyman Reis,
Tarakçılar,
Hacı Halit ve oğlu Kazım,
Tokurlar,
Sümbülüm Ahmet,
Hasan Kaptanlar,
Beyaz Hasanlar,
Dangazlar,
Öküzoğlu Hüseyin Kavakoğlu,
Kayıkçıoğulları.
Merkezde bulunan esnaflar, manifatura, tuhafiye, bakkaliye, sebzeci ve meyveciler, sobacılar, ayakkabı ve yemeniciler, demirciler, terziler, marangozlar, kahveciler, fırıncılar, nalıncılar, çarıkçılar, nalbantlar, semerciler, kalaycılardı. Şekerciler, berberler vardı. Hamamcılar, yalı hamamı, büyük camii hamamı ve tersane hamamını çalıştırırdı. Hancılar da vardı, Süleyman ağa hanı, Mahmut ağa hanı, Samanu İsmail ağa hanını işletirlerdi.
O zamanlar mısır, buğday ve keten, geniş çapta tütün, bezir yağı imalatı yapılırdı. Top deliği denilen yere, önceden boyacılı ismi verilmiş. Burada boya imalatı yapılırmış. Erfelek’te esnaf olan Hasan Boyacı’ nın büyükleri bu soyadı boyacılıktan almıştır. Meydan ateşi denilen, yani şimdiki Pazar kurulan yerin denize yakın olan yerinde kireç kuyuları vardı. Ali Borcu ismindeki şahıs kireç yaparak geçimini sağlardı. O zamanın topunu da o atardı.
Şimdiki emniyet müdürlüğü binası, tarım il müdürlüğü ve trafik müdürlüğü binasının olduğu yere, kibrit fabrikası bacası, denize de iskelesi yapılmıştı. Bitmiş durumda iken, imalata geçmeden zeminin kayması sebebiyle makineleri sökülüp İstanbul Büyükdere’ye kurulduğunu biliyoruz. Şimdiki Orman İşletmesinin plajının olduğu yerde tabakhane varmış. Sökü köyünde bezir yağı imal edilirmiş. Ayancık’ta, Belçikalıların kurduğu ZİNGAL adı altında kereste fabrikası kuruldu.
O zamanlar evlerde hamur işi, et balık, evlerde yapılan tepsi ekmek, tekne ekmek tüketilirdi. Şehirlinin uzak veya yakın köylüsü, şehirlinin velinimetidir. Atatürk’ün dediği gibi milletin efendisidir. Şehirli, her zaman köylünün sofrasına oturmuştur. Bir yumurtası, bir dilim ekmeği yemez, yedirir. Ben büyüklerimden ve babamdan şu sözü duydum” köylünün ayağının çamurunun girmediği yerde bereket olmaz”. Ben de 45 yıllık ticari hayatımda bunu yaşamışımdır. Allah köylümüze zeval vermesin inşallah. (Amin.)
Sinop’ta 1957 yılına kadar kışları kar yağışlı ve don olurdu. 1957 yılında büyük bir orman katliamı yapıldı. O zamana kadar Sinop, Bostancılı köyüne kadar ormandı. Bundan dolayı o tarihten itibaren iklim tamamen değişti. Kar yağışı ve don azaldı.
Biz Sinop’a geldiğimizde yazın çok fazla sivrisinek vardı ve sıtma hastalığı salgındı. Şehirde kanalizasyon yok, tamamen kuyular vardı. Şehir suyu, mahallelerdeki çeşmelerden temin ediliyordu. 1950 yılından sonra, adadaki sülük gölünün su men bağındaki terkos şebekesi yapılarak evlere verildi. Fakat kifayetsizdi. Aynı yıl kanalizasyon şebekeleri yapılmıştı. Su için aynı zamanda, tarihini bilmediğimiz çok eski kuyulardan istifade edilirdi. Gelincik mahallesi, tersane, park ve âşıklar buralarda çok kuyu vardı.
Milli mücadele yılları kahramanlarından Ordu köylü Hasan Kabal Çavuş’u tanıyorum. 14 yıl askerlik yapmış, Kafkas cephesinde iken Mustafa Kemal’le karşılaşmış. Çavuş olarak büyük hizmetlerde bulunmuş. Harp bittikten sonra terhis olmuş, köyüne dönmüş. Mustafa Kemal, Hasan çavuşu bu hizmetinden ötürü ödüllendirmek isteyerek üç kez Ankara’ya çağırmış. Burada işin hazır gel dediğinde, her seferinde paşaya teşekkür edip “ ben köyümde kalmak isterim” cevabını vermiş. Bu olayı bizzat Hasan çavuş’tan dinledim. Hiçbir menfaat gözetmeyen milli kahramanlar bunlar.
Bir milletin istiklali elinden alınmış, vatan işgal edilmiş. Bu yüce millet, önderli olan büyük insan Mustafa Kemal’in dâhiliğine güvenerek, canı ve malı pahasına milli mücadeleye katılmış, dünyada eşi görülmeyen zafer kazanılmış. Çanakkale’de ikiyüz kırkbin şehidimizin kanları hürmetine 83 yıldır cumhuriyetine sahip çıkmıştır.1981 yılında, rahmetli ağabeyim Abbas Gündoğdu ile beraber Gelibolu şehitliğine ziyarete gittik. Çok etkilendim. 1980 de hacca gitmek nasip oldu. Şehitliği ziyaretimde “ keşke Hz. Peygamberimizin huzuruna şehitlerimizi ziyaret edip de gitseydim” dedim. Ancak bir kavanoz şehit toprağını evimin vitrinine koyabildim.
Artvin ve köylerinde, ipek böceği yetiştirildiğini çok iyi hatırlıyorum. Annem, köydeki amcalarım, dayılarım, halalarım yetiştirirlerdi. Dut ağacı olmayan yerde ipek böceği yetişmez. Dut yaprağı onun besin kaynağı. Sinop’a geldiğimizde, akrabalarımızın yerleştiği köylerine gittiğimizde, onların bol miktarda dut ağacı yetiştirdiğini gördüm. Bu vesile ile ipek böceği yetiştirildiğini öğrendim.
KAYNAK: BİR İNCİ MEMLEKETİM, Yaşar SARIKAYA /2010/ SAYFA: 170-173