RSS

Aylık arşivler: Ocak 2024

SİNOP SERAPİS KÜLTÜ

29.01.2024- Özdemir KOÇAK

Sarapis kültü Sinope’de olduğu kadar, bütün Akdeniz dünyasında da adını duyurmuştur. Kaynaklarda bu kültün Sinope’den Mısır’a götürülüşü konusu ilginç bir şekilde işlenmiştir. Genel olarak antılanlar, bu tapkının Ptolemaios I Safer (M.Ô.304-285) zamanında Mısır’a getirildiği yönündedir. Buna göre Ptolemaios rüyasında bir tanrıyı görür. Bu tanrı ondan Karadeniz’deki heykelini getirmesini ister. Bunun llzerine
Ptolemaios konuyu Mısır’lı rahiplere açar ıs. Olayın devamını Tacitus şöyle anlatmaktadır; ·
“Ama bu rahipler Karadeniz ülkelerini ve genellikle yabancı olk.eleri pek az tanıdıklarından, kral, Eumolpis’ler soyundan bir Atina’lı olan Eleusis’den getirtip Mısır’da rahiplik görevi yaptırdığı Timotheos’a
Karadeniz’deki bu tapınımın ne tapınımı olduğunu, o tanrının hangi tanrı olduğunu sordu . Timotheos, Karadeniz’e gidip gelmiş kişileri bulup bu konuyu onlardan soruşturdu; öğrendi ki, orada Sinopekenti vardır, bunun yakınında çevre halık arasında çok ünlü bir tapınak , Zeus Dis Tapınağı
bulunmaktadır1116 .

Daha sonra Ptolemaios’un bu konuyu unuttugu ve tanrının rüyasına tekrar girip ona, ” Eger buyruklarımı dinlemezsen bu hem senin hem de krallığınmsonu olacak “17 dediğini anlatır. Bunun üzerine kral Sinope’ye elçiler gönderip 18 heykeli ister. Ancak bu istekleri kabul edilmez. Ptolemaios 3 yıl boyunca heykeli almak için mücadeke eder. Bu arada Sinop şehrinin başına da felaketler gelir. Kaynaklara göre heykel sonunda Mısır’a götürülürl9.
Araştırıcılar Ptolemaioslann heykeli getinnede bu denli arzulu olmalanmn nedenini tarihsel olaylan da gözönüne alarak ortaya koymaya çalışmışlardır. Bunlardan en geçerli olan neden Ptolemaioslar sülalesinin
Mısır’lılar ve kendi halklarının güçlerini birleştinne duşoncesidir. Bu kült sayesinde Mısır’daki Hellen ve Makedon unsurları veya onların kültür değerleri bir nebze olsun ön plana çıkabilirdi2°. Efsanelerden anlaşılan bu isteğe az da olsa ulaşıldığı. 1951 kazılarında 15 m. uzunluğunda ve 8.6 m.genişliğinde olan
tapınak kalıntılarına rastlanmıştır. Burada nicelik ve stil olarak tapınağa ait olduğu anlaşılan süs eşyaları bulwınıuştur21 .

L.Budde bu tapınağın öncülerine arkaik ve klasik dönemlerde rastlandığını bildinnektedir22
(Lev. xvvıı-xvıın. Tapınakta bulunan bir sıra adaklık terra-kota Sarapis, Dionysos,
Herakles ve Kore’yi temsil etınektedir23. Bütün bunların varlığı da Sinope’deki kültlerin durunu acısından ilginçtirdir. Hatta bu yolla Sarapsis tapnımının eskiçağ Hellen dünyasına yayıldığı görülmektedir24

13- Pckman, a.g. e., s. lO.
14-Tarhan, a.g.e., s.124 vd.; Danoff, RE, IX (1962), s.1012.
15- Plutarklıos, Moralin, 361.28; Tacitus, IV.33; F!IGr.1/, s.614, 111, s.487; aynca bk. Roslovtz.cll’,
Sociol and Economic l listory, s.595 vd.
16- Tacitus. IV.33; Plutarkhos’da (Moralin. 361.28) biraz daha farklı bir anlaum vard
17- Tacilus, IV.33.
18- Tacitus, IV.33; Plutarkhos, Moralia, 983-984.36. Kaynaklarda bu sıfada Sinopc’de Skydrotheınis
adlı birisinin kral olduğu bildirilmektedir. Kappadokia Kralı Ariaralhes fin (M.Ô.330-322) şehre
hakim olduğu dönemlerde Sinopc’nin bağımsııJık teşebbüsleri bilinmektedir. Ancak şehrin bundan
sonraki dönemi açık değildir. O yüz.den bu kralın kim olduğu ve halta yaşayıp yaşamadığı konusu
tartışmalıdır.
19- Tacitus, IV.33; Plutarkhos, Maralia, 361-362; FHGr.11, s.614, 111, s.487 vd.; Daviı;.Kraay, The
Hellenlslic Kingdoms, s.149 vd.: Bosch, Hel/enizm Tarihinin Analıat/arı, s.23.
20- Plutarkhos, Mora/icı, 361-362, 28; 983-984, 36; Robinson, AJP, XXVII-3 (1905), s.275 vd;
Davis-Kraay, a.g.e., s.150.
21- Budde, TAD, VI-2 (1956), s.5.
22- Buddc (a .g.m., s.5) tapınağın M.Ô.2. yüzyıla ait olduğunu bildirmektedir .
. 23. Budde, cı.g.m., s.5, Tablo U, rcs.3 c-d. Buddc, burada tapınağın hangi lann için yapıldığının

kesin olarak söylenemeyeceğini, ancak bazı işaretlerden bunun Sarapis olabileceğini belirtmektedir.
24- Davis-Kraay, a.g.e., s.137 vd.; Robinson, AJP, XXVIl-3 (1905), s.275 vd.; Minns, Scythlans and
Greeks, s.603; Sengcbusch, a.g.e., s.11 .


 

Etiketler: , , , , , , ,

SİNOPLU BİR GNOSTİK: MARCİON

27.01.2024-Nihat DURAK

dergİabant-Güz 2013, Cilt:1, Yıl:1, Sayı:2, 1:1-18-

Sinoplu Marcion (m.s. 85-160), ilk dönem Hıristiyanlık tarihinin mühim figürlerindendir. O, aynı zamanda ilk devir Hıristiyan topluluğu içinde ortaya çıkan ve ana grup tarafından heretik olarak değerlendirilen teolojik bir akımın da lideri kabul edilmektedir.
Marcion’un günümüzde de tanınan ve tartışılan bir şahsiyet olmasına sebep olan husus, kendisinin apostolojik olarak kabul edip düzenlediği Luka İncili ile Pavlus’un On Mektubu’ndan oluşan İncil’di. Marcion, günümüzdeki Yeni Ahit’in de esasını oluşturan dört incil arasında yalnızca Luka İncili’ni otantik kabul etmiş; fakat bu metni ve Pavlus’un On Mektubu’nu da mevcut haliyle değil, yeniden düzenleyerek kendi kutsal kitap külliyatı içine almıştır. Marcion, bu iki metne yanı sıra Resullerin İşleri bölümünü de ekleyerek hususi bir Ahd-i Cedid meydana getirmiştir.
Bu Marcion İncili, her ne kadar el yazması olarak günümüze ulaşmış olmasa da Tertullianus (m.s. 160-225)’un ‘Adversus Marcionem’ (Against Marcion) adlı eserinde, o kadar çok parçası kaydedilmiştir ki, hemen hemen tamamının ortaya konulabilmesi muhtemeldir.
Marcion, Eski Ahit’i reddetmiş; Eski ve Yeni Ahit’in aynı Tanrı’dan zuhur etmediğini, Yahudilerin ve Eski Ahit’in Tanrısı’nın ‘Yaratıcı Tanrı’, İsa’da ortaya çıkan Tanrı’nın “sevgi ve teselli Tanrısı” olduğunu savunmuştur.
Havariler sonrası ikinci dönem Hıristiyan neslin mensubu olan Marcion, ileri sürdüğü fikirleri ve faaliyetleri açısından öne çıkan bir şahıstır. Pavlusçu anlayışın müdafii olan Marcion, Yahudilik ve Eski Ahit’in etkisiyle, Hıristiyanlıkta Pavlusçu anlayıştan sapmalar olduğunu ifade etmiş ve bu sapmaları Hıristiyanlığın kutsal kitabından ve dogmalarından arındırmaya gayret etmiştir. Aynı zamanda Suriyeli Cerdo (ölümü takriben m.s. 138)’nun öğrencisi olan Marcion, Pavlus öğretilerindeki gnostik unsurları, bir çeşit çileciliğe ve düalizme dönüştürmüştür.

BILKE YORUM:Sinop kultur ve tarih degerlerine akademik calismalarla yer veriyoruz. Paylasimlarimiz her zaman olduğu gibi devam edecek. Macrion Sinop ‘ta dogan bir gnostiktir. Yüksek lisans tezinin özetine yer verdik. Tamsmina asagıdaki linkten erisebilirsiniz.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/14736

 
Yorum yapın

Yazan: 27 Ocak 2024 in Uncategorized

 

İSKİT APİ SÖZÜ

25.01.2024

kaynak:

APİ – İskit tanrılar panteonunun tanrıçası. Herodot onu Yunan Gaia ile özdeşleştirir. Api adı doğrudan Türk “apai” – anne, ana ile ilişkilidir (Api, Tr. Ebi/Ebe, doğuran, Havva’nın öncüsü ve İncil’deki “adam” = Tr. man kelimesinin mükemmel bir tamamlayıcısıdır. Api’nin diyalektik bir varyasyonu, b/m değişimi yoluyla Ami olacaktır, bu da onu İskit Api’sinin tam eşleşmesi olan Tr. Tengrian tanrısı Umai ile ilişkilendirir. Yunan analoğu Gea bir primowomb, Zeus’un büyükannesidir; İskit Api’si ve Türk Umai’si de öyle (OTD 611).
Umai’nin akrabaları “umai” = rahim, “um” = mide, “uma” = annedir. Diğer Tr. soydaşlar “api/abi/aby/avy/apa/abba/aba/apai” = sırasıyla anne/büyük kız kardeş/annenin kız kardeşi/babanın büyük kız kardeşi/babanın annesi/”madam”/kocanın kız kardeşi/kadın.
Anlamsal olarak Api, anneliğin ve kadınlığın zirvesidir. İran etimolojisi için V.Abaev, Özbekçe ve Tacikçe “apa” = anne, büyük kız kardeş, tüm IE dilleri arasında sadece modern Tacikler bu eski Türk Apa unvanını benimsemiştir). Herodot IV 59.

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Ocak 2024 in Uncategorized

 

Etiketler: , , ,

BAYAN SÖZÜ NEREDEN GELİYOR

24.01.2024-Suzan ULUOĞLU-Rus Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi

Atatür, BAYAN kelimesinin öz Türkce olduğu konusuna dıkkat çeker.(BİLKE)

“Eski Rus putperestlik tanrılarının ve mitolojik simaların adları hem Hint – Avrupa hem de Türk kökenlidir (Mokoş, Veles, Boyan gibi). Bu da EskiSlav ve Türk dillerinin ve kültürlerinin karşılıklı etkileşim sürecinde olduklarınıkanıtlamaktadır (Baskakov 1985:143-146).
Bayan ~ Buyan ~ Boyan adı Eski Slavca’ya, Eski Türk ve Bulgar dillerinden geçmiştir. Boyan adı Rusların en eski destanı olan “İgor Seferi Destanı”nda yer almaktadır. Bu destanı ve bu destanda yer alan Türkçe kökenli sözcükleri çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen N.A.Baskakov, bu adın Türk Lehçelerinde ve Slav dillerindeki kullanımı ile ilgili bilgilere de geniş bir yer vermektedir. “İgor Seferi Destanı”nda yer alan “Boyan Veles’in torunu” ifadesine dayanarak, mitolojik şarkıcı olan Boyan ~ Bayan’ın, Hayvan Tanrısı Veles ile akraba olduğu söylenebilir. Bu sözcük de Veles ~ Volos sözcüğü gibi Eski Bulgar dilinden alınmıştır. “İgor Seferi Destanı”nda ve “Zadonşçina”da Boyan, ilerisini gören ozan olarak yer almaktadır.
Boyan ~ Buyan adı, günümüzde Rusya, Eski Yugoslavya, Bulgaristan ve Polonya’da özel erkek adı olarak görülmektedir. Boyan ~ Bayan ~ Buyan ~ Poyan adı Türk ve Moğol halklarında da görülür, örneğin Hakaslarda (Poyan), Tuvalılarda (Buyan), Buryat ve Moğollarda (Bayan ~ Buyan); ayrıca Türkçede “bayan” kelimesi de vardır. Bayan ~ Buyan ~ Boyan adı Eski Slavca’ya, Eski Türk ve Bulgar
dillerinden geçmiştir. Eski Bulgar dilinde, “Bulgar çarının adı” anlamındaki “Boyanus” sözcüğünün bulunması da bu durumu kanıtlamaktadır. P.M.
Melioranskiy’e göre bu sözcük Türkçe’deki bay “zengin” sözcüğünden gelmektedir. Bayan adını Türkçe’deki Bayan “zengin yönetici” sözcüğüyle karşılaştıran F.E.Korş da bu görüşe katılır. Ancak Baskakov’a göre Boyan ~ Bayan sözcüğü bazı eski ve çağdaş Türk dillerinde bulunan kaynaşmış gövde ile bağlıdır. Bu kaynaşmış gövdeler şunlardır: bay – ~ bay – ~ bağ – ~ bağ “büyülemek, büyülemek (hayran bırakmak)” ~ “kutsal yasak”. Bay – ~ pay – ~ may – ~ bay – ~ pay gibi kökler farklı Şaman boylarının dini konulu dramları, eğlenceleri, büyüleri ve ayrıca kurban kesme törenleri, ziyafetleri, törensel şarkıları, hikaye ve masallarıyla bağlıdır. Örneğin Çağataycada bay – y < bayyğ “büyüleme, büyücülük”,
Türkçede bağ – ~ bay – “ büyülemek, hayran etmek”, bay – y –džy “büyücü”, Altaycada
bay – lu “gizli, yasak, kutsal”, bay – lu – dyer “yasak, kutsal, büyülü yer, gizli”, bay – lu sös ~ bay sös “yasak sözler”, bay – la –Çağdaş Rusça’da обаявать “büyülemek, etkilemek, palavrayla kandırmak” ve “alım, alımlı, alımlı kadın” sözcükleri de vardır.
Efsanevî şarkıcı Bayan / Boyan’ın adı da büyük bir ihtimalle bu sözcükle bağlantılıdır. Bayan adı Sibirya’nın bazı Türk boylarının hafızasında kalan, Eski Türk Tanrı adlarıyla bağlıdır. Yakutlarda: bayanay – avcıları ve balıkçıları koruyan perilerin genel adıdır; tya bayanay “ orman perisi, orman devi”; uu bayanay “su perisi”dir. Bu gibi perilerin sayısı yedidir ve onların baş perisi baay bayanay ~
bayanay toyon ~ bayanay bootur’dur. Altaylılarda: payana, Büyük Tanrı Ülgen’in iyi ruhlu kölesidir ve tanrıça pay – ana ~ may – ana, eski Türkçede (Orhun abidelerinde) Umay “tanrıça, çocukların koruyucusu olan tanrıça” dır.
Boyan adının Eski Türk, Eski Bulgar, Eski Avar kökenli olması, onun hem Eski Bulgar ve diğer Eski Türk kavimlerinde (Hunlarda) özel ad olarak geniş şekilde görülmesiyle (örneğin Boyan, VII.yy.’daki Avar Hanının ve VIII. – X.yy.’daki Bulgar Hanlarının adıdır), hem de daha sonraki Türk kavimlerinde özel ad olarak kullanılmasıyla (örneğin Boyan – 1301 – 1302 yıllarında Altın Ordu devletindeki Han tacına talip olanlardan birisinin adıdır – Sası – Buk Hanın babası) ispat edilmektedir.
“Zadonşçina”daki Boyan’a gelince (muhtemelen “İgor Seferi Destanı”ndaki “ozan, şarkıcı”, “ilerisini gören Boyan’la aynı kişidir): Bu Boyan’ın, 927 yılında ölen Bulgar Çarı Simeon’un ileriyi gören oğlu Boyanus (Bayanus) ile karşılaştırılmasına oldukça sık rastlanmaktadır. Ayrıca Boyanus, Bizans tarihçilerine göre, “büyüyü o kadar iyi öğrendi ki, aniden bir kurda ve herhangi başka bir vahşi hayvana dönüşebilirdi”.Böylece Eski Rus putperestlik tanrılarının ve mitolojik simaların adları hem
Hint – Avrupa hem de Türk kökenlidir (Mokoş, Veles, Boyan gibi). Bu da Eski Slav ve Türk dillerinin ve kültürlerinin karşılıklı etkileşim sürecinde olduklarını kanıtlamaktadır (Baskakov 1985:143-146).
Antroponyms Of Turkish Origin Covered In Works On The War Of Kulikovo- Suzan ULUOĞLU-Rus Dili Ve Edebiyatı

 

Etiketler: , , , , , , ,

AŞIK VEYSEL VE FİKRET KIZILOK

16.01.2024-Fikret KIZILOK

Aşık Veysel ve Fikret Kızılok Arasında Geçen Bir Hikaye;
Fikret Kızılok gençlik yıllarında bir plak çıkarmak ister. Çıkaracağı plağa, büyük usta Aşık Veysel’in ‘Söyle Sazım’ ve ‘Yumma Gözün Kör Gibi’ adlı iki eserini de seçer. Gazeteci arkadaşı Arda Uskan’la Aşık Veysel’in Sivas- Sivrialan’daki köyüne giderler. Arda Uskan röportaj yapacak, Kızılok da şarkıları için izin isteyecektir. İki gün kalırlar o evde…
Aşık Veysel, bir gece gözlerinin nasıl kör olduğunu anlatır onlara;
“Tek gözüm zaten görmüyordu. ‘Kırlangıç Uşağı’ diye seyyar doktorlar vardı. Onlar göz açarlardı, göz doktoruydular. Babam rahmetli, gösterdi, baktılar. ‘Sağ gözü ışık görüyor, üzerindeki perdeyi alırsak açılır. Akdağmadeni’ne getir, orada tedavi edelim’ dediler. Onlar gittiler, bizde bir sevinç fakat fakirlik var. Babam para bulacak da götürecek, açtıracak! O arada öküzün önünden saman irisini, tozunu, toprağını temizlemek için ahıra girdik. Öküz bağlıydı. Hayvan kafasını böylesine sallayınca boynuzunu tam gözümün üstüne vurdu. Sağ gözüm de aktı gitti. O ışık da kayboldu.”
Ardından Aşık Veysel susar, Kızılok eline gitarını alır ve çalmaya başlar. Sonra bir cesaret büyük ozandan şarkılarını ister. Cebinde sadece 250 kuruş telif parası vardır.
Aşık Veysel gülümser; “O parayı al şirketine götür, gazoz parası yapsınlar. Ama sen güzel söylüyorsun oğlum. İstediğin şarkımı kullanabilirsin” der.
Bu sözlü anlaşmadan birkaç ay sonra Fikret Kızılok’un ilk plağı çıkar. Plak satış rekorları kırar ve Kızılok Altın Plak kazanır. Kazandığı Altın Plak’ı götürüp ustasına, Aşık Veysel’e hediye eder.
Aşık Veysel 21 Mart 1973’de hayatını kaybettiğinde, Kızılok, ”Ustam öldü, toprak oldu. Ustamın parmaklarına değen bu sazın da toprak olması gerekir. Artık ona can veren parmaklar yok” diyerek Veysel’in mezarı başında sazını kırar.
Ve bir süre müziğe veda eder.
Aşık Veysel, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük halk ozanlarındandır. (1894-21 Mart 1973)
Ustaya Saygıyla….

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Ocak 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , ,

TEKİR KEDİ RÜMEYSA

09.01.2024-Seyfullah ÇALIŞKAN

En az iki senesi var. Bir akşamüzeri çıkıp gelmişti. Hava iyice kararmıştı. Önce açık seçik görememiştim hatta. Bir karartı zeytinin dibinden kulübenin altına doğru geçer gibi olmuştu. Sonra yeniden kulübeye yaklaşıp geri kaçmıştı. İyice yaklaşınca tekir bir kedi olduğunu anladım. Akşamın bu vakti nerden çıkıp gelmiş kim bilir? Bize en yakın evle aramızda bir kilometre mesafe var. Dümdüz açık bir alan olsa yine anlaşılabilir. Ama ağaçlar ve yamaçlar, tel örgülerle dolu.

Seslendim. Belki yirmi kez yakınımıza kadar gelip geri kaçmıştı. Fukara sofrasından hayır mı çıkar. Az önce makarna yemiştik. Kalandan biraz da ona verdim. Zaten başka bir şey de yoktu. Kendimizden bir kaç metre öteye koydum kabı… Tabağın etrafında gittikçe daralan daireler çizip durdu. En sonunda bir gözü bizde makarnasını yedi.

Ben tutkuyla kedi, köpek veya başka bir hayvan sevmem. Ama bütün canlıları kendimce severim. Kıyamam, kesemem, vuramam, öldüremem… Kafeste kuşlarla, akvaryumdaki balıklarla birlikte yaşamışlığım vardır. Ama hepsi bu… Neyse şimdi kafa açmanın sırası değil. Ertesi akşam yine geldi. Aynı saatte. Randevusuna çok sadıktır desem abartmış sayılmam. Süt ve ekmeğimiz vardı. Rümeysa ile arkadaşlığımız böyle başladı işte. Neden mi Rümeysa? Özel bir nedeni yok aslında. İşçiler hemen yanımızda bir buçuk iki ay mandalina keserler. Çavuş akşama kadar Rümeysa ‘ya bağırıyordu. Hadi Rümeysa, sohbet etmeye mi geldik. Telefonun sırası mı şimdi Rümeysa. Seni bir daha dikilirken görmeyeyim. Bunu o kadar çok duymuştuk ki artık hiç görmediğimiz, tanımadığımız Rümeysa kulağımızda yer etmişti. Hatta beynimize işlemişti. O anda aklımıza geliverdi öyle kaldı. Kedinin zaten buna aldırış ettiğini sanmıyorum. Sadece pisi pisi deyince tepki gösteriyor. Ve gerçekten çavuşu zıvanadan çıkaran o haylaz kızı hiç görmedim. Mandalina ağaçları arasında kim kimdir? Nereden bileceksin?

Yoğurtla, sütle, makarnayla olmaz bu iş deyip mama aldım. Bir kaç kez azıcık yedi. Sonra tabakta öylece bırakmaya başladı. Makarna kadar İyi sonuç alamadık. Kocaman bir tabak makarnayı sabaha kadar gidip gelip bitiriyor. Hiç abartısız kocaman bir tabak makarnayı… Bulunca çok ama çok yiyerek kendini sağlama alıyor diye düşünüyorum. Sabah veya gündüz kesinlikle gelmiyor. İlla akşamüzeri ve yemek kalmışsa gece boyunca gelip gider. Gün ışığı bir Sindirella masalı saklıyordur. Güneş doğunca başka bir canlıya mı dönüşüyor? Merak, işte gördüğünüz gibi sadece kediyi öldürmüyor.

Devamı—–

Bizimki etiyle, buduyla, huyuyla suyuyla dört dörtlük bir kedir. Kedinin de çakması mı olurmuş diyeceksiniz. Evet olur. Miyavlamayan kedi gördüm ben. Tırnağını veterinere kestirilen, tıraşa götürülen kedi. Maması değiştiği için tüy döken, strese giren. Alerji nedeniyle gözleri akan kedi… Fare görse kaçacak delik arayan, gün boyu uyuz uyuz yatarak ömür tüketen kediler. Kumundaki parfümü beğenmeyen, suyu makine ile pınar gibi akıtılan kediler … Rümeysa’yı sal kırk gün ekmek su verme. Kuş tutar, fare avlar, çekirge böcek yakalar. Denk gelirse yılanmış, kertenkeleymiş gözünün yaşına bile bakmaz. Bize geldiği yolda her akşam tilkileri görüyoruz. Tilki bu şakaya gelmez. Yakalayıp öldürüverir.

Bize gelip giderken bir ay falan oldu olmadı bir baktık ilişki durumu karmaşık. Her geçen gün karnı büyüyüp duruyor. Selçuk Devlet Hastanesine muayeneye götürecek değiliz ya, bekleyip göreceğiz dedik. Vakti saati gelmiş olmalı akşamları uğramaz oldu. Fakat doğumun yaklaştığını bize haber verdi. Özellikle kulübenin içine girmek, bir yere yuvalanmak ister bir hali vardı. Ama daracık mekânımız bu işe pek uygun değil. Üstelik ne zaman geleceğimiz ne zaman döneceğimiz belli değil.

Sonradan öğrendik. Bizimki gidip kayaların arasında yavrulamış. Mandalina bahçesinde çalışanlar görmüş. Bekçi de yavruları ile birlikte alıp evine götürmüş. Dört küçük yavrusu olmuş, Hepsi tekir hepsi gri, siyah ve kahve… Bekçinin evine yavruları görmeye gittik. Rümeysa dönüp yüzümüze bile bakmadı. Azıcık kırılacak gibi olduk. Azıcık da bozulduk. Ama hayvan tepeden tırnağa haklı yani… Kim ekmek verir, su verir sahip çıkarsa, sevgisi de ilgisi de ona. Bu bir yaşam mücadelesi… Kişisel algılamanın hiç gereği yok.

Dört yavrusunun üçü büyüdü. Biri ne oldu? Bilmiyorum. Aylar sonra yeniden gelmeye başladı. Hep akşamüzeri veya hava karardıktan sonra… Ama kesinlikle gündüz değil. Makarnasından azıcık yer, tavuktan varsa, süte doğranmış ekmeği ya da… Sonra karnı doymadan gelip ayaklarınıza dolanmaya başlar. Biraz kendini sevdirir ve yeniden tabağının başına döner. Sonra gelip yeniden kendini sevdirir. Yemeği bitince kucağınıza tırmanır. Mırıl mırıl bir saat yatar. Kaldırmazsan belki birkaç saat… Mırıltısı hiç bitmez, yorulmaz, usanmaz. Elimi sürdüğüm tüyleri seğirir. Karnı ve sırtı seğirir. Bir kez olsun ne bir pençe atmıştır, ne ısırmaya çalışmıştır. Bildiğim, gördüğüm en sevgi dolu hayvandır. Fakat bekçinin evinin önünde yüzümüze bakmaz. Bunu anlayamıyoruz. Hayal kırıklığı tadında bir dargınlık hissi bizimkisi…

Ne zaman geleceğine o karar verir, ne zaman gideceğine de. Zamanla bir anlaşma, bir yol tutuluyor, bir iletişim şekli gelişiyor. Ben gideceğini anlıyorum. Veya yemeği beğenmediğini… Miyavlarken kullandığı sesinin tonundan. Ya da ayaklarımızın altında fır dönmesi bunu anlatıyor.

Kediler hakkında çok fazla efsane var. Kulaktan kulağa bilimselmiş gibi yayılıyor. Kediler bizi şöyle görüyor. Kuş veya fare avlayıp hediye getiriyor. Örneğin kendine bakanları hizmetçisi gibi algılarmış. Şöyle hisseder, böyle algılar gibi daha bir çok saçmalık. Biz onları hiçbir zaman anlamayacağız ve onlar da bizi. Bir gün konuşacakları tutarsa o başka. Ya da yazmayı öğrenirlerse. Gerisi fasa fiso… Bütün kapıları açan tek bir anahtar vardır. Seversek seviliyoruz. Kediler için de aynısı geçerli.

Ocak 2024 İzmir

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Ocak 2024 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP- 1914

08.01.2024- DAVİD FRENCH

David Frence Stephane araştırması:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/12759
 

Etiketler: , , , , , ,

1500 YILLARI BOYABAT ÇEVRESİNE İSKAN EDİLEN GÖÇERLER

06.01.2024-A. Yaşar SARIKAYA- ARAŞTIRMA

Belgelemede, en çok sıkıntı çektiğimiz, GÖÇERLERİN İSKANI VE YERLEŞİMLERİ konusudur. Yüzlerce yıl önce, elverişsiz koşullarda, dağlarda, yaylalarda yaşam kavgası verenler; türküsüne, el sanatlarına, değerlerine sahip çıkmışlardı. Ezberlerden uzak, yaparak yaşayarak, doğa ile iç içe ve doğa dostu olarak.

İşlemeli ağaç kapıların güzelliği, oymalardaki detaylar gibi diğer yadsınamaz sanat eserleri, onların emeklerini günümüze taşımıştır. Korunanların yanında, kaybolanlar için üzülmemek elde değildir. Yılların göç yorgunluğunu taşıyanlar, modern çağda tekrar göç yaşamaktadırlar. Bu göç, aile geçimini sağlamak temelindedir, kültürlerini unutmaya kapı aralamıştır. Hayatının planını kendileri yapanlar; artık planlanmış, kurgulanmış, başı ve sonu ölçülüp biçilmiş yaşam alanında kurgunun bir parçası olmuştur. Dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için çabalıyoruz.

Yeri geldikçe, unutulmasın diye belgeleri paylaşıyoruz. Y.HALAÇOĞLU’ nun kitabından 1500 yıllarında Boyabat çevresine iskan edilen göçerlerin kayıtları:

 

Etiketler: , , , , , , ,

18 MAYIS 1919 İÇİN DAVUL ÇALIYORUZ DUYUN!

03.01.2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Elimizde Emin ve Kemal Amca’nın çaldığı davul yok. Evet, yok ama on yıldır biz bir davul çalıyoruz, 18 MAYIS 1919 diye. Tellal olduk söyleye söyleye, çok yorulduk yaza, yaza. Duyan duydu, duymayanlar da duysun diye çalıp duruyoruz aynı davulu. Duysun herkes, bu özel bir gündür. Anısına, Sinop’a KURTULUŞ ANITI dikelim. Nerede şehit oldu bilinmeyen, mezarları bile olmayanlar anısına. Sarıkamış’ta donanlar,  Çanakkale’de, Kafkaslarda, Balkanlarda, Trablusgarp’ta, Yemen’de ve diğer cephelerde kahramanca ölen isimsizler anısına.

Sinop, nüfus oranına göre Türkiye’de en fazla şehit veren iller arasındadır.  İnebolu sahilinden başlayıp, Kastamonu ve Çankırı üzerinden Ankara’ya uzanan, Kurtuluş Savaşı boyunca İnebolu’ya deniz yoluyla gelen cephanelerin kağnılarla cepheye ulaştırılmasında kullanılan yol İSTİKLAL YOLU’ dur. Sinop’tan İnebolu’ya akın, akın asker sevk edildiği zamanlardır.

Bilindiği gibi, o zamanlar, nüfus yoğunluğu köylerdedir. Köylerde, saban sürülür, ekinler ekilir, orakla biçilir, buğday değirmende öğütülür.  Atatürk’ün tanımıyla “KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR”. Yıl 1835,  BOA Sinop ve köyleri nüfus kayıtlarını araştırdığımda, Sinop köylerinden, 12- 13- 15 yaşında askere giden çok çocuk olduğunu gördüm. Bu çocuklar ve bu çocukları özlemle bekleyen analar, hepsi yüreklerinde hasret ateşiyle ebediyete göçüp gittiler. O analar için, ölene kadar asker babasının yolunu gözleyen anneannem gibi özlemle gözü açık gidenler için, değer bilmeliyiz.  Birlik olmalı ve KURTULUŞ ANITI dikmeliyiz Sinop’a.  

Fenerbahçe ve Galatasaray kupa finalinde tek yürek olduğumuz gibi, yine tek yürek olalım.  Ayrı gayrı demeden hep birlikte el ele. Değer bilmeliyiz, unutturanlara, unutanlara hatırlatmalıyız. Çocuklarımıza, torunlarımıza, gençlerimize kanıt bırakmalıyız. Bürnük’ten, Sakarabaşı’na, Samsun sınırından, Kastamonu sınırına; en yüksek köyden kent merkezine, yaşayan herkes dedeleri anısına anıtı görmeye gelsinler.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’İN Han duvarında gördüğü dörtlük gibi, onlar da dedelerinin isimlerini bulsunlar anıtta. Ne yazıyordu şair, HAN DUVARLARI şiirinde;

………….

Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;   

    “On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan   

      Baba ocağından yar kucağından   

      Bir çiçek dermeden sevgi bağından   

      Huduttan hududa atılmışım ben”   

    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi…

    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.   

    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!

    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;   

    Araya gitti diye içlenme baharına,   

    Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!…F.N. ÇAMLIBEL

Şiir de kanıtlıyor, yıllarca hudutta askerlik yapanları. Nice kahramanlar can verdi bu yurt için, özgürlük için; Çünkü KAYITSIZ ŞARTSIZ EGEMENLİK MİLLETİN. 

Sinoplular, hep birlikte 18 MAYIS 1919’a sahip çıkmalı; Valilik, Belediye ve tüm halk bunu birlikte başarmalıyız. 

O gün ile ilgili kaynakları eklediğimiz dilekçeyi Belediye Başkanımıza yıllar öncesinde sunmuştuk. Başkan Yardımcısı Sayın Bülent OKTAY, son iki başkan dönemindeki çabalarımızın en yakın gözlemcisidir. BİLKE Sitemizde yazı olarak tekrarlarla yayınladık. Dernek olarak, 18 MAYIS 1919 ANISINA BİLKE HALKBİLİM ÖDÜLLERİ düzenleyerek farkındalık yaratmak istedik. 

Anlatamadığımızı, kaynaklar ışığında okurlarla tekrar paylaşalım ve bu sessiz davulu yeniden çalalım diyoruz. Belgelerle 18 MAYIS 1919 günü: 

” Ergun HİÇYILMAZ-İsyan Adımdır Benim” kitabında diyor ki”;

 “Bandırma Vapuru’nun hareket halinde olduğu tarihte İngilizler 100 kadar asker ve harp malzemesini Samsun’a çıkarmıştı (17 Mayıs 1919). Bandırma Vapuru önce Sinop’a gelmiş ve Samsun’a karayolu ile geçilmesinin imkanı aranmıştı (18 Mayıs). Ancak güvenlik sebebiyle tekrar vapura dönülecek ve Bandırma, Samsun’a müteveccihen demir atacaktı.”

M.Şakir ÜLKÜTAŞIR, Türk Kültürü 5. cilt , sayfa: 30’da diyor ki;

“17 Mayıs 1919 Cumartesi sabahı İnebolu’ya varıldı. Fakat Mustafa Kemal kasabaya çıkmadı. 18 Mayıs Pazar günü öğle vakti Sinop limanına giren gemi, alelusul pratika verdikten biraz sonra, Mustafa Kemal şehre çıktı ve burada Sinop’un ileri gelenleriyle görüştü. Sinop’ta Pontus Cemiyetinin bir şubesi vardı. Başlarında Eczacı Vasil bulunuyordu. Paşa bunların faaliyeti hakkında malumat aldı. Konuşmalar sırasında müstakbel bir mukavemet için,  huzurundakileri uyarıcı bazı sözler de söyledi. Çok heyecanlı idi. Bir an evvel Samsun’a varmak istiyordu. Akşam saat 20 den sonra Sinop limanından demir alan, yani kalkan Bandırma vapuru, Gerze ve Bafra sahilleri boyunca Samsun’a doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Bütün gece seyrine devam etti. Mustafa Kemal, gemide iki gece hiç uyumamıştı. Üstelik pek az şey yemiş ve mutadı veçhile mütemadiyen sigara içmişti.”

 F.Rıfkı ATAY-ATATÜRK’ÜN BANA ANLATTIKLARI 1914-1919 kitabı sayfa, 141-142 diyor ki;

…………….Beynimden bir şimşek geçti: Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgalan arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıki idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsolmak, nefyolma, (sürülmek) düşündüklerimi yapmaktan menedilmek, hepsi ölmekle müsavi idi. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Baktım ki rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur, uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de Kızkulesi açıklarında muayeneye tabi tutulduk. Birkaç ecnebi zabit ve askeri bizi yoklayacaklardı. Muayene uzayıp gitti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler arasında bir muhabere mi vardı? Maksat beni tevkif etmekse, bütün bu şeylere lüzum yoktu, sıkılıyordum. Bir kararsızlık da olabilir, diye düşündüm. Bundan istifade edebilmek için kaptana hareket hazırlıklarını çabuklaştırmasını söyledim. “Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırmaya başladı. Ben kaptan yerinde idim. Zabit ve askerler dışarı çıktılar. Hareket ettik. Karadeniz boğazından çıkarken, kaptana tehlikeli ihtimalleri anlattım. Cevap verdi:

“- Ne aksi, dedi, bu denizi pek iyi tanımam, pusu!amız da biraz bozuk… “

Mümkün olduğu kadar kıyılan takip etmesini tavsiye ettim. Çünkü bundan sonra benim tek istediğim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaretti. “Sahili takip ede ede evvela Sinop’a geldik. Kasabaya çıktım. Oradakilerle görüşerek, Samsun’a kolaylıkla gidilebilecek yol olup olmadığını soruşturdum. Maatteessüf yokmuş! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık. Bilmem neden, Samsun’ a bir an evvel ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki zaman kaybetmektense tehlikeye göğüs germeyi tercih ettim. “Tekrar Bandırma vapuruna bindik. Aynı tertipte seyahat ederek, nihayet Samsun Limanı’na vardık! “

Atatürk’ün F. Rıfkı ATAY’A yazdırdığı notlar, bu güne kaynak olsun, geleceğe kaynak olsun ve değer bilinsin umuduyla tekrar yayınlıyoruz. Bir İnci Memleketim kitabımda konu yer almaktadır. O günlerin kıymetini herkes bilsin diye; duymazdan gelenlere, popüler siyasetin etkisinde kalanlara anlatmak amacıyla yazıyoruz. CUMHURİYET bize Atatürk ve silah arkadaşlarının, isimleri unutulmuş, kuytularda, köşelerde vatanı için can verenlerin emanetidir, sahip çıkalım.

Sevilen dahiliye doktorumuz Sayın Burhan ŞENDİL, Atatürk’ün 18 Mayıs günü Sinop’a geldiğinde yaşananları kaynak kişilerden dinleyenlerden. BİLKE HALK ANKETİ ödülünü 18 MAYIS 1919 anısına veriyoruz.

Sinop yerel gazetecilerimizden Sayın Mustafa GENÇ 18 MAYIS 1918 günü Atatürk’ün Sinop anılarını youtube kanalımızda anlatıyor:

 

Etiketler: , , , , , ,