RSS

Aylık arşivler: Şubat 2013

1928 ATATÜRK’ün SİNOP YALI PARKI KONUŞMALARININ TAMAMI

atatürk-avrupa söz

Türk Kültürü Dergisinin 3. cildinde, Atatürk’ün Sinop’u şereflendirdiği günün anıları vardı. Yazarı M.Şakir Ülkütaşır’dı. Yazar, Atatürk’ün Sinop’a gelişini birçok kaynakta yayınlamıştı. Yeni bulduğum makalenin altında dikkat çeken bir dip nota rastladım:

Parktaki, hatta pek çok taraflarıyla bilimsel olan bu sohbete ait etraflı tafsilat, Ankara’da çıkan Hürses Gazetesinde vaktiyle yayınladığım ”Türk Dil Kurumunun ilk yılları-Hatıralar”  adlı yazı serisindedir( 3 OCAK 1956  ).”

Atatürk’ün parktaki konuşmalarını merak etmiştim. Ankara’ya Milli Kütüphaneye gittim. 1956 tarihli Hürses Gazetesini bulmak bir hayli zamanımı aldı. Gazeteyi arşivden getirdiler, fakat 3 Ocak tarihli olanı yoktu. Saat ilerlemişti. Akşama Sinop’a dönecektim. Meclis Kütüphanesinde belki olabilir dediler. Hemen bir taksiye atladım ve kapanmadan meclis kütüphanesine gittim. Zamanım çık kısa idi. Girişte çantam, üzerim sıkı bir aramadan geçti, nihayet içeri girdim. Orada aradığım gazeteyi buldum. Görevliler çok yardımcı oldular. Gazeteler mikrofilmlere kaydedilmişti. Hatıralar başlıklı yazı dizisini mikrofilmde bulduk. Yazının tamamını bir CD’ye kopyalattım.

Atatürk Sinop halkı  ile hangi konularda konuştu:

TÜRK DİL KURUMUNUN İLK YILLARI[1]

      Onu 15 Eylül 1928 Cumartesi günü İzmir Vapuru Sinop’a getirmişti. Atatürk, o gün “yatı ilkokulu”nun önce bir dersanesinde, sonra da bahçesinde –dersane döşemelerinin çökmeye başlaması üzerine, kara tahta bahçeye nakledilerek derslere burada devam edilmişti.-vilayet ileri gelenlerinin maarif müdürü ile orta, ilkokullar öğretmenlerinin ve kalabalık bir halk kütlesinin önünde yeni Türk alfabesine dair derslerinin verdi.

Atatürk hepimizi imtihan etti, yeni Türk imlasının esaslarını anlattı. Fakat yazıdaki bazı işaretlerin, hususiyle kesme işaretinin güçlüğünü görünce bunun kaldırılması için Ankara’ya Maarif Vekaletine bir telgraf yazdırdı. Bundan sonra yazıdaki kesme işareti kaldırıldı.

Atatürk, ders bittikten sonra, okul bahçesinde muhafaza edilmekte olan ve Rusların Sinop deniz baskınına ( 3 Kasım 1853) ait acıklı hatırayı tespit eden mermer kitabe ile alakalandı. Ben, kendilerine kitabeyi okudum; gerekli tarihi malumatı verdim. Çok memnun kaldı ve yanlarından ayrılmamamı emretti.

Akşam Yalı’daki belediye parkında aziz misafir ve öğretmenimizin yüksek huzurları ile de ayrıca şeref ve bahtiyarlık duyduk. Vali rahmetli Ethem Bey (1939 da İzmir Valiliği, 1942de Dahiliye Vekaleti Müsteşarlığında bulunmuş zattır) Atatürk’ün maiyetindeki zatlar, vilayet ileri gelenleri, bütün öğretmenler – bu öğretmenler arasında eski Maraş Milletvekili Emin SOYSAL da vardı. Emin SOYSAL o zaman Sinop’ta Ada Başöğretmeni idi. Aziz dostum bu toplantıya ait hatıralarını 10 Şubat 1952 tarihli” Pazar Postasında “neşretmiştir-kalabalık bir halk bu toplantıya iştirak etmişti. Toplantı ziyaretsiz, merasimsiz geçen çok sade, samimi ve o nisbette heyecanlı idi. Atatürk masalarının karşısına oturmamı emretti. Öyle yaptım. Tatlı, meraklı bir konuşma başladı. Bütün konuşmalar yeni Türk harfleri, Türk imlası, Türk dilinin güzelliği, zenginliği, Türk Tarihinin dünya tarihindeki yeni, eskiliği üzerinde cereyan ediyordu.

O sıralarda Prf. Fuat Köprülü ile Yusuf Ziya Bey arasında, basında meşhur münakaşalar cereyan ediyordu. Yusuf Bey “Yunan medeniyeti ve diğer eski medeniyetlerin menşei Asya’dandır ” diyor, Fuat Bey ise aksini savunuyordu. Hülasa bu mevzu üzerinde bir hayli görüşüldü. Atatürk Yusuf Ziya Bey’in tezini kabul ve müdafaa ediyordu. Bu münakaşa konusundan sonra muhasebelerimiz tamamı ile harf inkılabı ve dil meseleleri üzerinde tekasüf anlattı, bizi tekrar aydınlattı.

Ben o zaman memleket folkloruna, Türk- Anadolu halk edebiyatına dair çok geniş malzeme toplamıştım.

Atatürk söz derlemesi faaliyetlerim üzerinde durdu. Kafasında bir fikrin, şimşek süratiyle dolaşmakta olduğunu ve bir şeyler söyleyeceğini hareketlerinden hissediyordum. O sırada bir an tevakkuftan sonra, etrafını çevreleyenle yüksek bir sesle şunları söyledi:

“Arkadaşlar, Şakir Bey’i alakayla dinledim. Bunlar da esas davamızın, mesaimizin içinde bulunan mühim, milli meselelerdendir. Elbirliği ile bunları mutlaka başaracağız. Türk dili güzeldir, zengindir. Onun bu güzelliğini, zenginliğini ortaya koymamız lazımdır. Fakat dilde tasfiyeciliğe, gayri tabiliğe kaçmak istemem.

Ne Türk Derneğinin tasfiyeciliğini, ne de Sebilürreşad’ın Osmanlıcılığını asla kabul edemem” dedi.

Atatürk o zaman sade güzel bir Türkçeyi istiyordu. Dil hareketlerinde bu anlayışa göre bir inkılap yapmak emelindeydi. Bu konuşmaları ile de bu düşüncesini açıkça anlatıyordu.

Vakit gece yarısını çok geçmişti. Atatürk:

“Arkadaşlar, tarihe, dile, harf inkılabına hatta memleket işlerine dair pek çok şeyler konuştuk. Hiçbir yerde bu kadar açılmadım, hususileşmedim. Samimi bir muhit ve hava içinde geçirdiğim bu saatleri unutamayacağım. Çok mütehassisim. Vakit geldi, hatta geçti bile değil mi? Müsaadenizi rica edeceğim” dedi. Biraz sonra da limanda demirli bulunan “İzmir” vapuruna avdet etti. Sinop’tan Samsun’a hareket etti.

ÜLKÜTAŞIR’IN ATATÜRK’E OKUDUĞU TÜRKÜ

Atatürk Sinop’a geldiğinde söz arasında müzikten de konuştu. Ben de müzikten hoşlandığımı ancak alafranga opera, operet değil halk arasında duyup öğrendiğim müzikten hoşlandığımı söyledim. Maraş’ta müzik öğretmenliği yapmıştım. Çocukluğumda ramazanlarda Üsküdar’da teravihten sonra, sahura kadar dolaşanlarla birlikte manicilik yapmıştım. Sesim güzeldi, Atatürk:

–    Haydi öyleyse bir şeyler oku da dinleyelim dedi. Ben de,

“Dönenin anası Şerife Hatun

Döneyi satarlarsa alırım beş bine satın”

Bozlağını okudum memnun kaldı. Bir daha söyle der gibi idi. Ben de

“Yoğurt koydum dolaba” türküsünü söyledim.

Ben alafranga müziği bilmedim, görmedim. Alaturka müziği biliyordum. İnsan görmediği, alışmadığı şeyleri de beğenip sevemiyor. Nitekim sizi görüp sevdik, bağrımıza bastık dedim. Pek hoşuna gitti.

M.Şakir ÜLKÜTAŞIR


[1] M.Şakir Ülkütaşır-  HÜRSES Gazetesi, 3 Ocak 1956, Türk Dil Kurumunun İlk Yılları- Hatıralar

2.Bir İnci Memleketim-Y.SARIKAYA,s:139-153

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Şubat 2013 in Atatürk Sinop'ta

 

Etiketler: , ,

SİNOP BAĞ ÜZÜMÜ VE CEYHAN ÜNAL

BİLKE A.Y.SARIKAYA- Söyleşi konuğumuz, bir emekli öğretmen. Neden konuğumuz olduğuna gelince, onu diğer insanlardan ayıran bir özelliği var. Biliyorsunuz Bilke’nin sloganı “GELECEĞE ÜRETELİM”. Olasılıklar içinde beyin fırtınası yaratan ve yeni çalışmalara kapı aralayanlar konuğumuz oluyor. Farklı işlere imza atıyor ve üretiyorlar ya da bir konuya yeni bir bakış açısı getiriyorlar.

Sayın Ceyhan ÜNAL, söyleşimize sebep olan konuyu bize anlatır mısınız?

Ceyhan ÜNAL-   1923 yılında mübadele ile Sinop’tan göçen Rumlar, adada şarap üzümü yetiştirirlermiş. 80-90 yaşındaki Sinoplular bu tarımı bilirler ve anlatırlar. Çukurbağı-Asmakaya- Üzümlüdere- Nisi Köyü gibi yerlerde üzüm bağları varmış. Rumlar bu üzümlerden şarap yaparlarmış.

Mübadelede Rumlar gidince, Müslümanlar şarap içmek günah diye üzüm yetiştirmemişler. Ve bağcılık ölmüş. Yakın zamana kadar, 3-5 üzüm asması kendini bir ağaca atarak ölümden kurtulmuş. Ben bu üzümü yetiştirmeye ve eski kültürü yaşatmaya çalıştım.

BİLKE A.Y.SARIKAYA-  Üzüm, 100 yıla yakın bir süredir neslinin devamı için kendini nasıl korumuş. İnsan, eğer doğanın matematiksel düzenine, ahengine uyum sağlasa ya, mutlaka ortaya güzel sonuçlar çıkar.

uzum-yetistirmek

Ceyhan ÜNAL-  Evet, üretmeye istekli olan izleri- ipuçlarını arıyor ve buluyor.   Sinop üzümünü nasıl yetiştireyim diye araştırma yaptım.  Amerikan radarından emekli, aslen adalı olan şimdi bostancılı köyünde yaşayan Cevat Kalyoncu’nun, üzüm meraklısı olduğunu öğrendim. Bunlardan çelik elde edip yetiştirmiş. Üstelik şarap da yapmış. Ben bunu merak ettim, gittim gördüm. Üzümler ve şarap çok güzel olmuş.

BİLKE A.Y.SARIKAYA-   O zaman, eski Sinop bağ üzümü çeliklerini bulup yaşatmaya çalışan kişi Cevat Kalyoncu’dur.

Ceyhan ÜNAL-   Evet, ben ondan çelik aldım ve yetiştirdim, 3 senedir üzüm veriyor. Belediye Başkanımız Sayın Baki ERGÜL’ de organik tarımla ilgili olduğu için çeliklerden başkanımıza da takdim ettim. O da kendi tarlasında çelikleri üretiyor. Bu üzümler, Şarköy’de, Tekirdağ’da, Çanakkale’de, İmroz ve Bozcaada’da yetiştiğine göre Sinop’ta neden olmasın. Sinop’ta yetişen bağ üzümlerini ziraat mühendislerine gösterdim. Bir kiloluk salkımları dallarında gördüler. Çeliklerden onlara da verdim.

uzum-baglari

BİLKE A.Y.SARIKAYA–   Emeğinize, yüreğinize sağlık, düşünce olumlu, adımlar olumlu. Olumlu adımlardan, topluma faydalı sonuçlar doğuyor. Bu adım, Sinop halkı için yeni bir istihdam kapısıdır. Bilke adına sizi kutluyorum. Şimdi bize kendinizden bahseder misiniz?

Ceyhan ÜNAL-   Ben emekli öğretmenim. 12.10.1937 yılında Sinop-Uzungürgen köyünde doğdum. İlkokulu köyümde okudum. Ne yapacaksın, tek seçeneğim Göl Köy Enstitüsüne gitmekti,  yatılı olarak 1950 yılında oraya yerleştim.

Tahta kaşıktan madeni çatal kaşığa geçiş. Benim için büyük bir yenilikti. Bizi orada ilk karşılayan, makarnanın çatalla yenileceğini öğreten Fehmi Aydın’ı hiç unutmam.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Fehmi AYDIN’da Bilke’nin konuğu oldu, onun söyleşisini okumanızı tavsiye ederim. Bu söyleşileri daha sonra kitaba dönüştürmeyi düşünüyorum. Sizlerle söyleşilerimizde, kendinize ait yaşam deneyimlerinizden konuşuyoruz; ama günümüzde herkes birbirinden duyduğu, çaldığı bilgilerle köpükten baloncuk yapıp oyun oynuyor…..Sonra köpükler patlayıp sönüyor. Sanal dünyada yaşayan çocuklar- gençler gittikçe gerçek hayattan uzaklaşıyor. Demek ki 1950 yılında Uzungürgen köyünde tahta kaşık kullanılıyordu. Şehir merkezine en yakın köyümüz oysa. Cumhuriyet dönemini Frenk takımlar giyip salonlarda dans etmek, Fransız mürebbiyeler, dadılar tutup ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek olarak algılayanlar kendilerine AYDIN dediler. Onlar lüks içinde yaşarken 1950 yılında Sinop’un en yakın köyü ağaç kaşık kullanıyor. Bir de dağ köylerimizi düşünmenizi istiyorum. 2007 yılı araştırmalarımda, 2000m yüksek köylere çıktık. Evlerin içinde yaygı yok, tuvaletlerde alt yapı yok. Ahşap evlerin 2. Katında tuvalet var, atıklar direk bahçeye atılıyor.

Ceyhan ÜNAL-  Sinop köylerinin durumunu biliyorum. Gelelim tahsilime, ben ilkokulu köyümde okumuştum. Köyümden Köy Enstitüsüne gittim, orada birçok yeni şey öğrendim. Yatılı okulda öğretmenlerin davranışı anne babadan farklı değil. Allah hepsinden razı olsun. Binalar bizden önce yapılmış, bize bakımları kalmış. 4-5-6. Sınıflarda yaz tatilinden bir ay önce gidip sınıfları badana boyası, akan kiremitlerin değiştirilmesi ile bizim sınıf görevli. Biraz zahmetli olduğu için binaların tepesinden indirmiyorlar. Bir gün düşme tehlikesi geçirdim. Ancak bu görevden alındım, boyacı oldum. Boyacılık işi öğretmenlikte de işime yaradı. Göl’de 45 tane bina vardı, binaların her duvarını başka renge boyadık. Badananın içine kırmızı, mavi, yeşil, sarı toprak boyaları katmak suretiyle renkli boyaları elde ettik. Okul yüksek bir yerden bakıldığında ilkbaharda çiçek açmış meyve bahçesine benzemişti. Ben bu renkli badana işini öğretmenlik yaptığım Ordu Köyü Okulunda da tatbik ettim. Milli Eğitim Müdürünün de çok hoşuna gitmişti. Ben derslerden ziyade sebze, meyve işlerine de meraklı olduğum için bahçıvanın yanından hiç ayrılmazdım. Kalem ve göz aşılarına sebze dikim işlerini de öğrenirdim.  20 kiloluk beyaz lahana yetiştirdiğimizi Kastamonu Doğru Söz Gazetesi yazmıştı. Köyümde de lahana yetiştirdim. 20 kilo olmasa da babama ispat ettim.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Genç yaşlarda kendinizi üretme alanında ispat etmeniz, bu günkü nesillere örnek olmalı diye düşünüyorum. İnsanlar, yaratıcı zekasını kullanarak, kendine özgü işler ortaya koymalıdır. Yoksa iki kapılı dünya hanından gelen geçenlerden biri oluruz.  Sinop’ta 1952-53 yıllarında 20 kg lahana üretmek iyi bir örnek. Daha sonra neler oldu devam edelim:

Ceyhan ÜNAL-  1954 yılında köy enstitüleri kapatıldı. Öğretmen okulu oldu. 5 sene olan okul 6 seneye çıktı. Okulun öğretmen kadrosu hemen hemen eskisi gibi kaldı. Nihayet biz de öğretmen olduk. Sinop ili Erfelek ilçesi İnesökü köyüne atandım. 1959 yılında halen sağ olan eşim Sabriye ile evlendim. Bir yolunu bulup eşimin öğretmenlik yaptığı Ordu köyüne atandım. 23 yıl orada kaldım. Raporlarım iyiydi, iyi çalıştım.  Ordu köyünde öğretmenlik yaparken, tarımsal çalışmalarda gübre kullanımını, hayvanların bakımlarını da öğrendim. Kuduz köpek ısırmalarında aşı yaptım.

Hayatımda unutamadığım olayı anlatmak istiyorum. Okulun hemen yanındaki koca Süleyman’ın ineğini köpek ısırmıştı. Veteriner, ben her gün gelemem, ilaçları vereyim Ceyhan Hoca’ya iğnesini vurdurun demiş. Ben de her gün hayvanın iğnesini yaptım. Aşı sekiz günde bitti. İnek beni her gördüğünde möö diye bağırırdı. Bu olay,  hiç unutmadığım olaylar arasındadır.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Hayvanların sadakati ve iyiliği bilmelerinin örneği çoktur. 23 yıl o köyde çalıştınız ve inek sizi her gördüğünde selamladı ve teşekkür etti demek ki.

Ceyhan ÜNAL-  Beni çok etkiledi zaten. Ordu köyünde çalışırken, yurtdışındaki işçilerin çocuklarını okutmak için öğretmen istediler. Müracaatım kabul edildi.  5 yıl Almanya’da kaldım. Yaşam tarzımda, mesleğimde, bağ bahçe görevimde bilgi ve becerilerimi artırdım.

1983 yılında cumhuriyet ilkokuluna 1992 yılında da kısa bir müddet için İstiklal İlkokulunda öğretmenlik ve yöneticilik yaptım.

35 yıl 2 ay 10 gün sonra emekli oldum.  Çalışırken Zafer Emlak Konut Kooperatifini kurdum. 5 yıl içinde 158 daire yaptırdım. Bu benim en çok sevdiğim olaydır. Sinop valiliği bu kadar kısa zamanda çok cüzi bir parayla yapılan bu inşaat için teşekkür belgesi vermiştir.

Emekli olunca her işten elimi ayağımı çeksem hapı yutardım. Kendimi meşgul edecek bir iş buldum. Kendim tarım ve ziraat işlerine adadım. Çok memnunum. Uzungürgen köyünde atadan kalma yolun kenarında tarlalarımız olduğu halde, şoseye 1 km uzaklıkta bir tarla daha aldım. Ziraat yapıyorum. Neden yolun kenarına değil de bir km uzaklıkta, çünkü her gün 500 belki de daha fazla arabanın geçtiği yol kenarında yetişen sebze meyve sağlıklı değildir. Organik bahçe için bakanlığa müracaat edildiğinde müsaade edilmez.

Çocuklarım bana 15 dönüm bir tarla aldılar, içinde elektrik, su var. Bir konteynır yerleştirdim. Banyo tuvalet yaptırdım. Yaşanacak bir hale getirdim. Sinop’ta yetişen her türlü meyveyi diktim.  Şu anda 300’ün üzerinde meyve fidanım var.

En önemlisi eskiden Sinop’ta yetişen sonra vazgeçilen yerli bizim iklimimizin meyvesini dikmeye devam ediyorum. Örneğin İskilip elması kaba tatlı denilen hiç kurtlanmayan çok dayanan birçok elma armut çeşitleri yetiştirmeye çalışıyorum.

BİLKE A.Y.SARIKAYA– Size BİLKE adına teşekkür ediyorum. Dilerim bu söyleşiyi gençler okurlar. Sinop’ta birbirinin fotokopisi olan yaşamlar sergilenirken, belki yeni ufuklar açılır umudunu besliyoruz. Başka bir söyleşide, yeni bir üretme örneğinde buluşmak dileğiyle.

 

Etiketler: , , ,