RSS

Aylık arşivler: Mart 2022

BİLKE HALKBİLİM ÖDÜLLERİ

30.03.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Bu gün derneğimizde HALKBİLİM ÖDÜLLERİ Düzenleme Kurulu Toplantısı yapıldı. 2012 yılında birincisini düzenlediğimiz ödül törenimizin sonuncusunu, 2020 yılında gerçekleştirdik.

Dernek tüzüğümüzün amaçları doğrultusunda, Sinop ve halk için üreten ve yaratıcı çalışmalar içeren, ulusal ve uluslararası alanlarda Sinop’u temsil eden, ortak paydası YARATICILIK ve ÜRETİM olan eserler ödüllendirildi.

Düzenleme Kurulu, bu gün yaptığı toplantıda “BİLKE HALKBİLİMİ ÖDÜLLERİ” ne oy birliği ile bir süre ara verme kararı aldı.

Bu güne kadar ödül alan değerli çalışmalardan bazı örnekler:

2012 1. ödül töreninde Zeynel Zeki Özcanoğlu ödül alırken (RUHU ŞAD OLSUN)

ödül töreninde Levent Bektaş SİNOP şiirini okurken 2014
Ahmet Küçükbaş, Berrin Gürleyen, Günsu Cabacı, Cengiz Özekes ve Levent Bektaş Belediye Başkanı Baki Ergül 2014 ödül töreninde ödül alanlar.








































 
 

Etiketler: , , , , , ,

LEVENT BEKTAŞ-“BEYNİMİN RADARI ATMIŞKEN”

28.03.2022- Levent BEKTAŞ

Yıl 1990..

Berber Coşkun Atılgan abimin koltuğunda oturuyorum. Coşkun abi; saçlarımı “ kırkarken” , yan koltukta tıraş olan Cemil isimli arkadaş, bir yandan da beni sorguya çekiyor;

-Levent, sen sağlıkta çalışiysin, değil mi?

-Evet..

-Sorması ayıp olmasın, ne kadar maaş alıysin?

Söylüyorum, gülüyor;

-Desene benim ladarda(!) bir haftada aldığımı, sen bir ayda alıyorsun.

“ Ladar “dediği radar..Yani bir başka deyişle Türk-Amerikan ortak savunma tesisleri..Orada işçi olarak çalışıyor Cemil..

Haklı Cemil..Cemil’in babası da onu, benimle aynı okula, Cumhuriyet ilkokuluna göndermişti daha önce. Hiç unutmam, Kabukçu’nun kamyonunun Çukurbağından denize uçtuğu gün, bu kötü haberi, şu anki Meydankapı muhtarı Hasan Koyuncu’dan okul kapısında aldığımız an, Cemil”in babası, başöğretmenimiz Kazım Erdem’e(Allah rahmet eylesin)) yalvarıyordu;

-Okumayacak Hocam, hiç olmazsa ilk mektep şadetnamesini (diplomasını) verin..

Sonuçta, son bir şans tanıyıp sınava aldılar, cevabını önceden ezberlettikleri;

-Türkiye’nin başşehri neresidir?..sorusuna bile; “Moskova” yanıtı vermesine rağmen şadetnameyi yani diplomasını verdiler.

İşte Cemil’le berber koltuğundaki bu muhabettimizin üzerinden bir süre geçti, Sinop’ta, şehre bomba gibi bir haber düştü;

-Radar kapanıyormuş..

Doğruydu. Çünki; Sovyetler Birliği çatırdamış, artık Karadeniz’in en kuzeyindeki Sinop’tan ; Amerikalıların gözüyle Rusların dikizlenmesine gerek kalmamıştı.

Oysa radar..Oysa gözünü sevdiğim Türk-Amerikan Ortak savunma tesisleri Sinop Üssü…Sinop’un kaderinde önemli bir yere oturmuştu..

1950”li yılların ikinci yarısında gelip kent merkezinin en yüksek yerini, kendilerine göre düzenlemiş, adeta kent içinde kent oluşturmuş, radarlarını kurmuşlardı…Yetmezmiş gibi, şehrin 10 kilometre dışında, daha çok nakliye amaçlı havaalanlarını inşa etmiş, inşaat sırasında ölen ve havaalanı sınırları içinde gömülen bir eşek yüzünden, havaalanının adını da “ Eşşek havaalanı” yapmışlardı.

Sinop’ta küçücük bir Amerika yaratmışlardı adeta..1.000”e yakın rütbeli-rütbesiz askerleriyle, bir o kadar Türk işçisiyle Sinop içinde ikinci bir Sinop”tu radar..

Sinop belediyesine su ücretini ve çalıştırdıkları işçilere maaşlarını dolar olarak ödüyorlardı..(Şimdi merak ediyorum da, belediyenin dolar olarak aldığı para ; iyi para mıydı o zamanlar?)

İşçi maaşlarına gelince…Berberimizin yan koltuğunda oturan, tıraş olurken maaşımı soruşturan Cemil arkadaşım sonuna kadar haklıydı. İlkokul mezunu Cemil, lise mezunu bir devlet memuru maaşının en az 2-3 katını alıyordu.

Ve o yıllarda, Amerikalı subay-astsubay ve erler, şehir içinde kiraladığı evlerde kalabiliyorlardı.. Hatta , hiç unutmam, radarda çalışan bir arkadaşım;

-Yahu , bu Amerikalı Askerler, bi manyak, bi manyak, aklın almaz..Yaaa onbaşı, mesaiden sonra ayağını masasının üzerine uzatıyor, birasını yudumluyor,içeri albay bile girse ayağını masadan indirmiyor.. diyordu ve biz de;

-Hadi be, yalanını sevsinler… diyorduk..

O günlerde, Sinop”taki kiralık evlerin pencerelerine “ FOR RENT” yazan kağıtlar asılıyordu…éYabancılar için”..demekmiş meğer kiralık evler..Eeee,dolar veriyordu Amerikalılar..

Türkiye’de doların yeşil rengi, yasal olarak Turgut Özal döneminde bilinmeye başlansa da, biz yasadışı olarak daha önceden doları tanıyorduk. Sinop’ta yarı serbestlik; sigara ve kot pantolon konusunda da aynıydı.

Vatandaş, içinde tütünden çok ağaç olan o dönemin Samsun-Maltepe sigaraları yerine Marlboro sigarası içiyor, çorap içinde gezdiriyor, ABD malı kot pantolonlarını da kıçından esirgemiyordu..

Başta ayakkabı boyacısı kardeşlerimiz olmak üzere esnaflarımızın bir bölümü de Amerikan İngilizcesini “ sökütmüştü.”

Hafta sonları Amerikalı askerler, şehir içinde eşek kiralıyor, eşek turları yapıyor, Teksas bozkırlarına özlemlerini gideriyorlardı.

Çok yıllar sonra , Almanya”da çalışan işçilerimizin getirdiği kocaman teyplerle biz daha önce tanışmış, plajlarda, o kocaman teyplerden yabancı müzik dinlemeye mecbur bırakılmıştık.

Çok iyi biliyorduk ve tecrübeyle sabitti ki; Amerika”lılarla kavga etsek, suçlu biz oluyor, karakollarda tutuluyorduk. Eski tip “babacan polis memuru” amcalarımızın;

-Evlat !..Uymayın bu gavurlara. Sizi adliyeye göndersek, Türkiye’nin bunları yargılama yetkisi yok..Hadi uslu uslu evinize gidin..nasihatıyla evlerimize gönderiliyorduk.

O kadar acı olaylarla da karşılaştık ki, Amerikalıların arabaları altında kalıp kolunu, bacağını yitiren arkadaşlarımız oluyor ama kaza yapanların hiçbiri yargılanmıyordu…Amerikalıların vicdanlarını rahatlatmak için dolarlarla ve oyuncaklarla kandırdıkları kazazedelerimiz de vardı..

Hiç unutmam, şu anki valilik binasının yerinde bulunan spor sahasında top oynuyoruz. Ortaokul öğrencisiyim daha…Bir haber geldi;

-Yan tarafta, adliye merdivenlerinde Amerikalılar şarap içiyor…diye..

İçimizden bazıları; milli damarlarımızı kabarttı;

-Gidip dövelim anasını satiym..dedik ve gittik..Gittik, gitmesine de biz 13-14 yaşlarında 3-5 çocuğuz, karşımızda siyah, sarışın, beyazlardan oluşan 10 kişilik bir ABD asker grubu var. Sarhoş sarhoş, ağız dolusu gülüyorlar bize…Yine de erkekliğe leke sürdürmeyip diklenince; şu anki noterin karşısında bulunan polis karakoluna götürülmüş, o dönemin ünlü futbol hakemi, polis memuru Selahattin amcanın araya girmesiyle salınmıştık.

Oysa laf aramızda ne Amerikalılara dayak atmış, ne dayak yemiş, sadece biz Türkçe küfür etmiş, onlar Amerikanca gülmüşlerdi..

Haklıydı Selahattin Amca; ikili anlaşmalar gereği, onların bağımsız Türkiye Cumhuriyetinde yargılanmaları mümkün değildi.

İçimi en çok acıtan olaylardan biri de,her yıl şubat ayında, itfaiye karşısı-Şehitlik önünde biz Türkleri cemselere doldurur, radara çıkarır, kiliseyi, lokantayı, pastaneyi gezdirir, kış günü dondurma ikram ederlerdi. Bugün utansam da gitmişliğim var, çocuktuk çünki ve cemselerde yani askeri ABD kamyonlarında çocuklardan çok büyükler olurdu o zamanlar..

Şehrin çöpleri,Meydaneteği”nden, Çukurbağı”ndan denize dökülürken Amerikalılar çöplerini, havaalanı ilerisinde, Martı Tatil köyü karşısındaki yeşil alana dökerler, bizimkiler de çöpler arasında işe yarar malzemeler ararlardı..

Ve itfaiye..

Gözünü sevdiğim Sinop’umuzda; her yılbaşı akşamı mutlaka kar yağar ve her yılbaşı akşamı mutlaka yangın çıkardı. Her defasında taka itfaiye aracımız, yangın söndükten sonra yangın yerine ulaşırdı. Yangın büyükse, bizim itfaiye söndürmekte zorlanıyorsa, izleyen kalabalık arasından biri yüksek sesle bağırırdı;

-Merak etmeyin, radar itfaiyesine haber vermişler,gelir şimdi..

Ve gerçekten de bir süre sonra değişik siren sesleriyle, önde üstü açık askeri jeep, arkada radar itfaiyesi gelir,araçtan inen Amerikalıların işçileri ( bizim vatandaşlarımız, ağabeylerimiz, amcalarımız, ) sistemli bir çalışmayla yangını söndürür, alkışı alır, bizim belediyenin itfaiyecileri de bir köşede alkışsız, gariban bir şekilde kalırdı..Bizim itfaiyecilerin 100 TL, radar itfaiyecilerinin 200-300 TL aldıkları konuşulmaz hatta onlar yanmaz giysilerle yangına müdahale ederken bizimkiler keten pantolonla kendilerini tehlikeye atarlardı.

Tabii radar işçilerinin bu yüksek ücretleri almalarında, o dönemdeki namuslu sendikacıların yiğitçe mücadeleleri önemliydi..Onlardan birincisi Selahattin Gökdağ”dı.

.Nejat Eren ve Hüseyin Keskin de şu anda aklıma ilk gelen ve başarılı sendikacı olarak aklımda kalanlar..

Konuya dönersek; radar deyince Amerikalıların Sinop”a katkılarını da unutmamak gerekir.. Bildiğim kadarıyla Bektaşağa köyümüze bir ilkokul yapmışlardı.Ya da onarmışlardı..

Amerikalı askerlere kız verip akraba olmuşluğumuz da vardı Sinoplular olarak..Ama hiç gelin aldığımızı hatırlamıyorum mesela..

Gelelim hikayenin sonuna..Radar kapandı.Hikayenin başında değindiğim Cemil arkadaşımızın ve işçilerimizin dolar olarak aldıkları maaş bitti..Ancak; iyi paralar kazandıkları için yine de onlar , bizim memurlarımızdan ve işçilerimizden şanslıydı..

Amerikalılar gittiler;

Giderken; asbestli malzemelerini, bilumum zehirlerini; radarın bilmem kaç yüz metre derinine gömdüğü bile söylendi. Yıllar sonra konuyu incelemeye gelen bir TV ekibinin, dayak yemekten beter edildiklerine bizzat tanığım..Çünki,çevre sağlığında çalıştığım için benimle de görüşmüşlerdi..

Şimdi radar yok..

Düşünüyorum da;

Ne gelmeleri iyi olmuştu, ne de gitmeleri..

Ne diyelim;

Vatan sağolsun..

Levent BEKTAŞ

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Mart 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , ,

BEŞİKTE SİNOP’A YOLCULUĞUM

25.03.2022- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Tilkilik Köyü kanlıca mantarı közleme

Neden köy kültürleri çalışması yapıyorsun, bırak şu köyleri diyen çok arkadaşım oldu. Popüler kültür, zengin görsel medya, sanal göz boyamalarla toplumu etkisi altına almışken, kendimi bu çalışmalara devam etmek zorunda hissediyorum. Doğanın belleğinde saklı olan izler, toplum bilincini etkileyen kültürler, insanlık için ne kadar önemli. Bu gün anlamayan, anlamamakta ısrar edenler olsa da, özü KENDİNİ BİLMEK erdemi olan çalışmalarım devam edecek. 2006 baskılı MEMLEKETİM TİLKİLİK kitabımda beşikte SİNOP’A yolculuğumu yorumladım. İyi okumalar…

*memleketim tilkilik * memleketim tilkilik * memleketim tilkilik

TİRKİLİK’TEN SİNOP’A UZANAN GERÇEK

1956 yılı Ekim ayıydı, Kezban gelin beşiği sırtında Tirkilik köyünden Gerze’ye yürüyordu. 7- 8 saat sürecek olan bu yolculukta, babası Molla Hasan’ın Mehmet de ona eşlik ediyordu. 8 aylık kızı Ayşe beşikte, 4 yaşındaki oğlu Mehmet de yanında idi. Mehmet, dedesinin diktiği çarıkları ayağına giymiş, küçük adımlarla onları takip ediyordu. Kezban gelin, annesinin dokuduğu 3 yün kilimi, bir gelinlik yorganı ve birkaç parça eşyasını eşeğe yüklemişti. Ablasının kocası Mehmet UYSAL, yükü Gerze’ye bırakıp sonra eşekle beraber tekrar köye dönecekti.

Kezban gelin, sabahın erken saatlerinde umuda yelken açmış, kaderine yürüyordu. Dere tepe geçti, zor yollardan Gerze’ye ulaştı. Akşam olmak üzereydi. Otobüsler Sinop’a sabah saatlerinde gittiğinden, akşam Gerze’de kalmak zorundaydı. Çocukluk arkadaşı Cılız’ın Emine Gerze’de evliydi. Onu buldular. 13 Şubat günü çıkan Gerze yangınında evleri yanmıştı. Yangından sonra 8 ay geçmişti ama hala çadırda kalıyorlardı. Kezban, o gece çocukları ile yangın çadırında misafir oldu.

Ertesi günü Sinop otobüsüne bindiler. Eşi Cafer Sinop’ta işe girmiş ve onları yanına çağırmıştı. Kezban gelin Sinop garajında indi, çocuklarını ve yüklerini toparladı. Cafer,  Sinop’a geldiklerinde at arabacısı Ömer’i bulun diye köye haber göndermişti. Babası da hemen at arabacısı Ömer’i sordu ve buldu. Sonra yüklerini yerleştirip kendileri de at arabasına oturdular. Arabacı Ömer,  onları adada Cafer’in verdiği adrese götürdü.

Beşikteki Ayşe, bu yolculukta olan bitenden habersizdi. Yaşadığı o günleri hafızasında Sinop’a taşımıştı. Ayşe, Sinop’ta büyüdü, okudu ve öğretmen oldu. Doğduğu toprakların kokusunu, beşikteki yolculuğu unutmadı. Annesinin yanık türküleri onun vefa duygusunu besledi. Ve bu kitaba vesile oldu…

Ayşe Yaşar SARIKAYA Memleketim Tilkilik

 

Etiketler: , , , , , , ,

BİR GÖÇ HİKAYESİ

22.03.2022- Seyfullah ÇALIŞKAN

AYRILIK, ÖLÜM VE TREN

İlk yolculuğuma bir eşeğin semerinde çıktım. Denk yapılmış yüklerin üzerine oturtulmuştum. Herkes ağlıyordu. Küçücüktüm, nedenini anlayamıyordum. Ortada ne ölen ne de cenaze vardı? Oysa bu ayrılık hem gidenler hem kalanlar için ölüm gibi bir şeymiş. Bir daha birbirlerini hiç görmediler. Büyüyünce öğrendim.

Abim eşeğin yularını çekip patikadan sürüyordu. Eşek ansızın durdu. Herkes sanki bir sesle irkilmiş gibi aynı anda durdu. Son bir kez yamaçtan aşağıya, köylerine baktılar. Hiç kimse bakışlarını gideceğimiz yöne çevirmeyi istemiyordu. Babam seslendi, “Yolumuz uzun, dedi. Hem gidelim hem ağlayalım.”


foto: muhacir göçü-gzt.com

Oğlana göz kulak olun dedi. Uyuyup kalırsa eşekten düşüverir. Başımıza iş açmayalım. Abim başıyla onayladı. Ona doğru baktı. Babam bakışlarını kayın ormanının yukarılarına doğru çevirmişti. Ağladığını görmemizi istemiyordu. Yola çıkanların hepsi birbirinden gizleyerek ağlıyordu. Herkes için hüzün yüklü bu başlangıç benim için çok eğlenceliydi. Ağlamayı bir oyunun içinde bırakıp unutuverdim.

Belli ki uyumuşum. Kendime geldiğimde bir tren kompartımanındaydım. Altımda bir giysi çıkısı vardı. Ne kadar yol gelmiştik. Kasabaya, istasyona ne zaman geldik? Nerede dinlenip soluklandık, hangi pınarlarda sular içildi. Hiç görmedim. Tren kalkacak demişlerdi. Amcam trenden inmeyi istemiyordu. Babamla sarılıp öylece kaldılar. Tren hareket etti. Amcam giden trenden aşağıya atladı. Bir daha onu hiç görmedik. Trenin altında kalıp can vermedi ama bunun ölümden bir farkı var sanki. Amcam kendi topraklarında babam göçmen geldiği bu ülkede ömrünü tamamlayıp göçüp gitti. Bir daha birbirlerini hiç görmediler. Çocuk yaştayken değil ama sonraki yaşadıklarımdan öğrendim. Bazen gitmek de kalmakta ölümüne bir ayrılıkmış.

Sirkeci Garı- Balkan göçü

Kalkıp etrafıma bakmak istedim. Trende dolaşmak, insanlara, pencerelerden dışarılara… Annem kucağına alıp sımsıkı sarıldı. Trenin makasları, bıçaklara varmış, dedi. Seni kıtır kıtır keserse ben ne yaparım? Küçük çocuklar annesinin kucağındayken hiçbir şeyden korkmazlar. O üzülmesin diye kucağına kıvrılıp uyudum. Ve bütün yaşamım boyunca annemin kucağında uyuduğum sıcacık tatlı uykuları arayıp durdum.

At arabalarına, traktörlere, otomobillere, otobüslere hatta vapurlara bindim. Ama en çok trenleri sevdim. Bacalarından kömür tozu kıvılcımları ve genzi yakan kapkara duman salan trenleri. Manisa’ya kadar en az dört istasyonda dururdu. Varsın dursun, tabakhaneye ok yetiştirecek halimiz yok ya. İnenler ayrı bir izlence, binenler ayrı. Manisa istasyonuna varınca biz inerdik ama devam edecek yolcular vagonlarında Alaşehir treni beklerlerdi. Simitçiler, tatlı satıcıları vagonları turlamaya başlardı. Köylüler satıcılardan hiçbir şey almazlardı. Onların çıkınlarında haşlanmış yumurtaları, börekleri falan vardı. Daha yolculuğun başında para harcamanın ne alemi var? Tren makas değiştirir. Soma ve Alaşehir trenlerinin yolcusu tek bir trene toplaşıp İzmir’e devam ederlerdi. Bana sorsanız Manisa’nın gidilecek en güzel yeri parkları, Muradiye Camii, Ağlayan Kaya, Nargile Kahveleri, Ayn-ı Ali falan değildir. Tren İstasyonu ve yanındaki küçük kahve hepsine bedeldir.

MART 2022- İzmir

 
Yorum yapın

Yazan: 22 Mart 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , ,

1960’LAR VE ÇOCUK

20.03.2022- BİLKE

Tufan BİLGİLİ- 1960’lar ve Çocuk

“Her Sinoplu’nun okuması gereken bir kitap. Kitaptan iki sayfayı okumanız için paylaşıyoruz. Gülcemal Vapuru ile Yunanistan’dan gelenlerin acı hatıraları da hepimizin içini yakar. Ateş de düştüğü yeri yakar. BİLKE”

1960’lar ve Çocuk kitabı 18 Mayıs 2018 BİLKE HALKBİLİM ÖDÜLLERİ kapsamında ödüllendirildi.

 
 

Etiketler: , , , , , ,

“ÇANAKKALE” ANNEM HEM YETİM HEM ÖKSÜZ KALDI

18.03.2022- Tayyip SANDALCI

BİZİM ÇİLELİ AİLEMİZ

Aziz dedemle Hacer Anneannem 1911-12 yıllarında Sinop-Dikmen’in yoksul dağ köylerinin en yoksulu olan Dudaş köyünde evlenirler. Uzaktan akraba ve komşu çocuklarıdır. İlk çocukları Emine(annem) 2,3 yaşlarında iken Aziz dedem (annemin babası) bir çocuğu ve veremli eşini arkasında bırakıp Çanakkale’ye gider(anneannemin annesi de veremden erken ölmüştür). Dedem komşuları ile vedalaşırken eşinin veremden kurtulamayacağını bildiğinden onlardan küçük kızıyla ilgilenmelerini (annem) onu aç bırakmamalarını rica eder. Nitekim dedemin gidişinden kısa bir süre sonra veremli eşi, anneannem genç yaşta (tahminen20-25 yaşlarında)vefat eder. Aziz dedem de (Annemin babası) Çanakkale’den dönmez. Böylece annem, yetim ve öksüz kalır.

Diğer yandan babamın babası İsmail dedem, İstanbul Unkapanı’ndaki kendi evinde eşi ve 3 çocuğuyla yaşamaktadır. Belgelerde dedemin ünvanı “arabacı başı Sandalcıoğlu İsmail ağa” diye geçer.

Çanakkale , peşinden 1. Dünya savaşı, İstanbul her bakımdan güvenli değildir.

Diğer tarafdan İstanbul salgın hastalıkların merkezi durumundadır . Aynı şekilde anadoluya da yayılmış durumdadır, kolera, tifus, veba, frengi, dizanteri, sıtma, verem; hepsi de bulaşıcı, salgın ve ölümcül.

Ayrıca İsmail dedem, seferberliğe çağrılmayı beklemektedir. Bu nedenlerden dolayı olacak ki; 3 çocuğu

( babam ve iki ablası 4-10 yaşlarında)ve eşini alıp Dudaş köyü’ne 3. Kardeş Ahmet dedemin yanına bırakıp kendisi İstanbul’a döner ve kısa süre sonra da seferberliğe çağrılır.

Bu yıllarda , köylerde yaşam koşulları hiç de iç açıcı değildir. İşe yarayan erkekler seferberlikte, kadınlar ekip biçme işini yapabildikleri kadar yapmaktadır; koşacak öküz yok, can güvenliği yok , köylerde eşkıya baskınları göz açtırmıyor, devlet otoriteyi sağlayamıyor.

Kıtlık yıllarına ait acı hatıralarını, nenem bazen şöyle anlatırdı: “ atla , eşşekle Gerze’ye gidip sıraya girip bir çuval kepek alırdık (35-40 km ) köye gelip mısır somağı ve ceviz kabuğu kırıp değirmende öğütülerek bunu kepeğin içine katarak çoğaltıp yazın kulağını tutmaya çalışırdık” derdi . Yaz geldiğinde kıtlıkla mücadele biraz daha kolaydı. Yeni ürün çıkana kadar her türlü ot yenebilirdi ( sivri uzun kara çayır hariç)

İsmail dedem seferberlikte( hangi cepheye gittiği bilinmiyor) hastalanıp tebdil-i hava gelir, Unkapanı’ndaki evinde tek başına ishalli bir salgın hastalığa yakalanarak vefat eder. Ortaköy mezarlığına defin edildiği söylenir ama mezarı bilinmez .

(Bir kaynak, Birinci dünya savaşında Osmanlı ordusunda sadece veremden ölen askerlerin sayısı 20,000 civarındadır der; Bir başka kaynak ta ise hastane kayıtlarında hastaların % 75-80 ‘i salgın ve bulaşıcı hastalık, sadece % 20-25’i kurşun ve yaralanma vakasıdır der.)

Dedemin Unkapanı’ndaki evi de, dedemin ölümünden sonra yangında yanar, geriye kalan arsa bir tanıdık aracılığıyla satılıp parası köye gönderilir. Bu paranın çok küçük bir meblağ olduğu söylenir.

Her iki kardeş de ölünce , geriye kalan 4 yetimle, köydeki 3. Kardeş (çakır Ahmet dedem) ilgilenir. Dedem ve eşi Havva’nın çocukları olmaz. Ama , bu dört yetime anne-babalık yaparlar , bize de büyük baba büyük annelik.

Bu yetimlerden ikisi: İhsan ve Emine, (annem-babam )amca çocuklarıdır, evlendirilirler Ve biz beş kardeş dünyaya geliriz bu evlilikten.

Annem 2,3 babam 4,5 yaşlarında hem anadan hem babadan yetim ve öksüz kalırlar . Çocuk belleğinin gücü oranında silik bir şekilde çok önemli bir kaç anıdan başka bir şey hatırlayamazlar anne-babaya ait.

Annem babasına ait hiç bir şey hatırlamaz , annen nerede diye soranlara ise : eliyle toprağı tırmalayarak böyle yaptılar “gömdüler” dermiş.

Babamın ise hatırladığı bir iki anısı vardı: bir tanesi annesi dikiş dikermiş diğeri ise babası onları köye bırakıp İstanbul’a dönerken annesi onu da yanına alıp eşini uğurlamak için tepeye kadar( tuzla ) çıkarlar. Babası biraz uzaklaşınca geri dönüp eşine seslenir “ Hayriyeee tavanda bir davul deri var ondan çocuklara çarık dikersin demiş.

Aziz dedemin Çanakkalede nasıl öldüğü bilinmediği ve künyesi gelmediği için annemin 68 yıllık ömrü , bir gün babasının bir yerlerden çıkıp gelivereceği umuduyla geçti.

Kasabadan gelen herkesten bir haber, bir umut bekler , sonrada oturur ağlardı.

Köyümüz, çevresi yüksek tepelerle çevrilmiş bir vadi içindedir. Köye gelen insanlar önce uzaktan bu tepelerden görünür. Herkes gelenin kim olduğunu, nereden geldiğini , ne havadis getirdiğini merak eder, askerde çocuğu , eşi olan gurbette yakını olan heyecanlanır bir haber, bir mektup bekler. Dudaş köyü Gerze’ye 35-40 km, yürüyüş süresi 8-10 saattir . O yıllarda yolda yok vasıta da.

Annem , bu tepelerde görünen her silüeti gördüğünde heyecanlanır, bir haber bir mucize bekler, bazan bana “ git öğren bakalım bir haber varmı” derdi .

Son yıllarında artık tepe sokağındaki ağaçlarla insan silüetlerini ayırt edemez olunca ağaçlara söylenir sitem eder kızardı . İşte böyle ; savaş , salgın hastalıklar, yetimlik, öksüzlük ve yosulluk yaşanacak acıların hepsini yaşayarak geçtiler kendilerine ayrılan zaman diliminden ..!

Nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun inşaallah… Tayyip SANDALCI

Fotoğraf: 125. Piyade Tümenine bağlı Türk askerleri Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan ettiğı 1 Ağustos 1914’ün hemen ertesi günü
 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP’TA RÜZGARIN MESTİ OLMUŞUZ HEPİMİZ

14.03.2022-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Sinoplu olup da Mamalika ya da kaşık kesmesi adını verdiğimiz yemek türünü bilmemek mümkün değil. Ne zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Sinop otlarından yapılan sac böreği çeşitlerini, yoğurtlu ve kavurma otlarımızı, yine bu otlardan yapılan tepsi ve çiğ börekleri değerlendiremedik. Her biri zengin soğuk ve sıcak meze, ara sıcak, ana yemek olabilecek özellik taşıdığı halde.

Sinop rüzgarı eser kuzeyden güneyden

Eksik kalmaz doğudan ve batıdan

Bir serin, bir sıcak, bazen de alabora

Rüzgarın mesti olmuşuz hepimiz

Esinti sersemliğinde.

Değerlendirilir bir gün diyelim ve gelelim mi kaşık kesmesine. Yazıyı yazmama sebep olan aşağıdaki 1893 yılı fotoğrafı. Alman gezgin Flottwell TİLKİLİK köyünde araştırma yaparken çekmiş. Flottwell gezgin ama, bu fotoğraftakiler de gezginliğin kitabını yazmışlar desem inanın kelime tam da anlamını bulacak. Kim bilir belki de içlerinde büyük büyük dedem vardır. Kostüm, yemek kapları, oturuş, duruş 120 yıl öncesi TİLKİLİK halk kültürü hakkında çok şey anlatıyor.

Fotonun sol kenarında bir kadın oturuyor. Hep derim ki, bizim kadınımız erkeğimiz misafirperverdir. Kadın, erkek birlikte iş yaparlar, kadın her alanda erkeğinin yanındadır. İşte fotoda yabancı araştırmacıların içinde köyün kadını ve erkeğini bir arada otururken görüyoruz. Foto için Sayın Bünyamin KIVRAK’A vesile olan Sayın Ahmet KÜÇÜKBAŞ’A teşekkür ediyorum.

İşte bu köyde kaşık kesmesinin adı, beni sözcüğün hafızası içine öyle bir sürükledi ki, zamanda geçirdiği evreler gözümün önümde açılıverdi. Ve doğru, bir çok doğru ile desteklendi.

2010 baskılı BİR İNCİ MEMLEKETİM kitabımın KÖLAMUR bölümünü bu foto eşliğinde paylaşmak istedim:

Kaşık Kesmesi
 

Etiketler: , , , , , , , , ,

TAŞ HAN

09.03.2022- Tayyip SANDALCI

Geçen hafta tedavi için gittiğim samsun dönüşü, Yaykıl’dan sonra, değirmen , deterjan fabrikası ve Sibal dan geçen eski yolu hatırladım birden, yaklaşık 10 yıldır geçmemiştim bu yoldan. Eski bir dostu ziyaret edecekmişim gibi duygulandım bir an için. Değirmen, Sibal derken virajdan sonra yolun altındaki Taş han düşüverdi belleğime.

Yanımdakilere dikkatli bakmalarını buralarda bi yerde bir harabenin olacağını, 60 lı yıllarda Gerze’den Sinop’a yaya gelirken hanın önünden geçtiğimizi söyledim, ne duymuş ne de görmüşlerdi beraberimdekiler. Yavaş bir şekilde bakınarak Kabalı kavşağına kadar geldik ama bir şey göremedik. Kavşakta rastladığımız koyunlarını otlatan 40-50 yaşlarındaki bir çobandan tam tarifi alıp döndük geri ve bulduk. Bitki örtüsü öyle bir kamufle etmiş ki yoldan fark edilebilmesi mümkün değil, çatıda ağaçlar büyümüş, her taraftan bitki örtüsüyle kaplanmıştı .

Ağaçların Fundalıkların arasından bağırıyordu sanki; “kurtarın, yaşatın beni, ne seyyahlar ne kervanlar ağırladım ben, Hint’den Çin’den Horasan dan biriktirdiğim anılarım var size anlatacak” diye feryad ediyor yıllardır, ama belli ki kimseye duyuramamış sesini.

Sinop’a gelinceye kadar , doğa tarihle ilgili belleğimi yokladım ve şunlar çıktı öne:

1984 de Londra’ya gitmiştim, ilk Londra’ya gidişim ve ilk yurt dışına çıkışımdı benim. Bir gün caddede yürürken uzaktan kulağıma gelen müzik sesi cezbetmişti beni, yaklaştığımda “Goven street deki tarihi tiyatro binasının onarım restorasyonu için kampanya” yazan kocaman bir pankart ve enstrümanları ile çalıp söyleyen genç bir grup, hepsi de öğrenci yaşında gençlerdi.

Daha sonra bankacı , Fransızca bilen , şimdi rahmetli olmuş bir abimin yaşadığı anektodu anımsadım, şöyle demişti: “ 70 li yıllarda gittiğim Paris Şanzelizede, sırtımı bir ağaca dayayıp gelene geçene bakarken, orta okul çağlarında bir çocuk bana geldi ve yüzüme bakarak :

mösyo mösyo eğer herkes senin gibi yaslansaydı bugün bu ağaç burada olmayabilirdi” deyince şaşırmış kalmıştım” dedi”.

Konuyla ilgili anımsadığım başka bir olay ise , çoğunuzun bildiği klasik bir yaşanmışlık. II. Dünya savaşında annesi ile vedalaşarak savaşa giden bir askeri pilota annenin verdiği öğüt:

oğlum tarihi eserlere , eski binalara dikkat et , onlara saygılı ol , bombalama’ der.

Önemini koruyarak günümüze kadar ulaşan bu kavram bize nasıl bir mesaj vermekteydi , ya da geçen 80 yılda biz ne kadar algıladık bu mesajı ?

Beyin bu ya , dinlemez seni bazen. Konudan konuya atlar kendince yargılar ,sorgular, eksik arar fazlayı görmez.

Bir süre evvel şehrimizin göbeğinde, hepimizin gözü önünde, şehre akciğer görevi yapacak olan bir meydanda tarihi eserlerin yok edilerek beton dolduruluşunu hep birlikte izledik, sadece sosyal medyada karşılıklı içimizi dökerek birbirimizi ağırladık. Ne bir STK ne de bir grub çıkıp biz bu projeyi istemiyoruz deyip direnemedi.

Ne bir STK ne de bir grup çıkıp , filan yerdeki tarihi binayı yaşatmak için bir eylem bir kampanya organize edip,

“amacımız bir bina değil , tarih kültür bilincinin yaşatılması , benimsetilmesi” demiyor. Halbuki birazcık doğa ve tarih sevgisi her şeyi kökten değiştirebilir

Bütün bunları zihnimden geçirerek eve gelince ilk işim, internetten Taş han la ilgili bilgi aramak oldu, 16. 17. YY Osmanlı yapı izlerini taşıdığını, Kültür Turizm Bakanlığı, Trabzon Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma kurulunun 1988 yılında aldığı tescil kararı ile koruma altına alındığını görünce biraz rahatladım .

AMA ZAMANA KARŞI NE KADAR DAHA DAYANABİLECEK, SESİNİ NE ZAMAN DUYURABİLECEK..!

Tayyıp Sandalcı

28/02/2022

foto: Taş Han , Sinop Arkeoloji Müzesi Arşivi

Taş Han; Sinop’un Merkez İlçesi, Lala Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Han, Osmanlı klasik döneminden kalmadır. Yapı otoyoldan düşük kodlu bir arazi üzerinde yola paralel olarak yükselir. Kırık çatılı baştan başa moloz taş ve yan duvarlarda bunların arasındaki yerler tuğla sıraları ile dikine konulmuş tuğlalarla inşa edilmiştir.

Giriş cephesindeki geniş yayvan geçme taşlı kemerli kapı bölümü kesme taştan özenle yapılmıştır. Bunun üzerinde kare boş bir kitabelik vardır. Ana ve ön bölüm olarak iki bölümde düzenlenen iç planlamada bölümleri birbirine kemerli bir geçişi olan duvar bağlar. Ana bölüm ön bölüme göre daha derindir.

Bu bölümde yan duvarlarda bir sıra halinde dizili küçük kare delikler ve bunların bağlandığı kanallar vardır. Bir tarihte yanmış olan ve girişin sağındaki ocak kalıntısından ilk bölümün insanlar için ayrıldığı sanılan yapının duvarlarında iki seviye halindeki ahşap kanallardan üstteki, tonozdaki kare deliklere bağlanmaktadır.

Duvarlardan birinde, bunların arasında yuvarlak kemerli bir pencere boşluğu vardır. Bu bölümün arka duvarı yer yer yıkılmıştır. Zemin toprak, örtü içten tonozludur. Yapı 16. yüzyıl Osmanlı hanı karakterindedir.

KAYNAK: http://www.haberkaos.com/sinop-tas-han/#

 

Etiketler: , , , , , ,

ÇALIŞAN VE ÜRETEN KADINLARIMIZ

07.03.2022-A.Yaşar SARIKAYA

Biz, olumsuzluklarla mücadele eden çalışkan kadınlarımızın yanında oluyor ve onlarla zamanımızı paylaşıyoruz. Bu gün yine dernekte onlarla beraberdik. Güzel bir gündü, yeni yaşamlar, yeni hikayeler öğrendik. Üreten kadınlarımızın kadınlar gününü kutladık. Tüm kadınlarımızın KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

İyi bir aile eğitimi almış, yokluk nedir bilmeyen, her şey istemeden önüne gelen bir arkadaşımın yorumunu yıllardır hafızamın bir köşesinde saklıyorum.

“Bir kadın nasıl kuma gider, aklı mı yok, bunlar insan değil” demişti. Çaresiz kalmayanların, masa başında çare üretmesine, “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” anlayışına tanık olmayı istemezdim.

Anadolu’da döve döve kuma verilenler, babasının borcu karşılığı satılanlar, elleri bağlı sürükleye sürükleye götürülenler var, daha neler neler var… Kadın ya, eksik etek, onun görüşü onun fikri mi olur diye düşünenlerin yediği bu haltları yazmaya devam edersem benim de içim kaldırmayacak eminim sizin de.

Köyde derleme yaparken yaşlı bir teyzenin dediği geldi aklıma:

A kızım ne edelim, uçam desem uçamıyon, kaçam desem kaçamıyon kaldık buralarda hapis gibi” diyerek tertemiz duygularını ifade etmişti.

Eşitlik ilkesi sisteme yerleşse ve bu örnekler yaşanmasa. Beklerken boş durmuyor, sistemin içinde ezilen kadınlarımızın yanında olmaya devam ediyoruz.

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2022 in Etkinlik, Uncategorized

 

Etiketler: , , , , , , , ,

1927-28 SİNOP VE KAZASINDAKİ MEMURLAR

04.03.2022-A.Yaşar SARIKAYA

Biz hem çok meraklıyız, hem de hazır bilgiyi seviyoruz ne dersiniz. Araştırma yapma ve kitap okuma alışkanlığımız yok. Bilgisayar ve cep telefonları da toplumu hep hazıra alıştırdı. Nereden geldi söz buraya derseniz, araştırmalarım ile ilgili çok soru ile karşı karşıya kalıyorum. Kaynak veriyorum, isteyen kaynak kitaba erişsin ve sorularının cevabını bulsun diye. Genellikle kolay olan tercih ediliyor.

Bu gün, 1927-1928 tarihinde Sinop Vilayeti ve kazalarında çalışan memur isimlerini paylaşacağım.

Sinop Vilayetinin ve kazalarının memurları ve isimleri 1927-1928 tarihli Devlet Salnamesine göre aşağıdaki tabloda verildiği gibidir(KAYNAK:Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 936.-Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 944-945.Hürü SAĞLAM TEKİR / KAÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 13- 2014, 133-145)

Sinop Vilayeti

MemuriyetEsami
ValiEthem Bey
DefterdarAhmet Lütfi Bey
Tahrirat MüdürüRıfat Bey
Müftüİbrahim Hilmi Efendi
Ağır Ceza ReisiFikri Bey
Müdde-i Umumi (Savcı)Mithat Bey
AzaMahmut Bey
AzaKemal Bey
MülazımŞinasi Efendi
Müstantık (Sorgu Hâkimi)Ali Ulvi Bey
Ġcra MemuruAbdulvahid Bey
Belediye ReisiMustafa Bey
Jandarma KumandanıKahraman Bey
Ser KomiserTahir Bey
Maarif MüdürüMehmet Rıza Bey
Muavenet-i Ġctimaiye MüdürüHüseyin Zühtü Bey
Muhasebe-i Hususiye MüdürüNecib Bey
Nüfus MüdürüMehmet Fikri Bey
Evkaf MemuruAli Bey
Orman BaĢ MüdürüŞükrü Bey
Ziraat MemuruBahtiyar Bey
Baytar MüdürüŞükrü Bey
Posta ve Telgraf MüdürüHüsam Bey

1.2.Boyabat Kazası MemuriyetEsami
KaymakamLütfi Bey
Mal MüdürüBahattin Bey
Müftüİsmail Hakkı Efendi
Hukuk HâkimiRıfat Bey
Ceza HâkimiCemil Bey
Müdde-i UmumiMuhtar Bey
MüstantıkKemal Bey
Hükümet Tabibiİsmail Zühtü Bey
Posta ve Telgraf MüdürüFuat Bey
Gerze Kazası MemuriyetEsami
KaymakamAvni Bey
Mal Müdürüİsmail Şevki Bey
MüftüSalih Hulusi Efendi
Mahkeme ReisiAhmet Feyzi Bey
Müdde-i UmumiAhmet Zühtü Bey
MüstantıkKemal Bey
Hükümet TabibiMehmet Cemalettin Bey
Posta ve Telgraf MüdürüMehmet Sıtkı Bey
Ayancık Kazası MemuriyetEsami
KaymakamRüŞtü Bey
Mal MüdürüAbdullah Bey
MüftüAhmet Efendi
HakimYusuf Efendi
Müdde-i UmumiMehmet Fahri Bey
MüstantıkNiyazi Bey
Hükümet TabibiKenan Bey
Posta ve Telgraf MüdürüRefik Bey
 
Yorum yapın

Yazan: 04 Mart 2022 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , ,