RSS

Kategori arşivi: köylerde yatan tarih

SİNOP’TAN ASKERE GİDEN 12 YAŞINDAKİ ÇOCUKLAR

15.07.2023- A. Yaşar SARIKAYA

Biz, bu günlere nerelerden geldik? Yurdumun hafızası, Yemen, Trablusgarp, Çanakkale, İstiklal savaşı ve daha öncelerinin anılarını taşırken; hepimiz çağın bulaşıcı hastalığına yakalanıverdik.  Cep telefonları, bilgisayarlar hayatımıza girdi. Yeniliklere ve her türlü bilgiye ulaşım kolaylığı sağlandı; ama bizi bize unutturdu.

Ülkemizin kıymetini ne kadar biliyoruz? Küçük çocuklar annelerine “seni kocaman dünyalar kadar seviyorum” der ya. Cümlenin içine, hayaline sığdıramadığı sevgisini, sözcüğün içine dolu, dolu yerleştiriverir. Sevgi samimi, sevgi içten, sevgi yalın olunca; göz de söz de onu çok güzelce taşır ve yansıtır.

 Köy yollarında dağlarında dolaşırken, ağaçların, toprağın, havanın ve suyun bana anlattıklarını duymak uğruna çok zaman harcadım. Bilginin peşinden yıllarca iz sürdüm. BOA araştırmalarımda, yurdu bize armağan edenlerin yeni gerçeği ile karşılaştım.  

Onbeşlikler türküsü var ya, hepimizin bildiği.  Cepheye giden küçük yavruların türküsüdür. Arşiv bilgilerinde, 12 yaşında Sinop’tan askere giden küçük çocuklar olduğunu buldum. 1835 yılında Sinop köylerinde yapılan ilk nüfus kayıtlarında, Sülale isimleri ile nüfus defterine kaydedilmişti.

İşte o kayıtlar:

BAHRİYE ASKERLERİ:

 Kayıtta yer alan bilgide verilen açıklama:  “Reft Asakiri Bahriye” anlamı “bahriye askeri olarak gitti”

Karye-i Kabaağaç(1)

1.Uzun boylu kır sakallı Hatiboğlu Mehmet Bin Ömer Oğlu ABDULLAH (12 yaşında)

2.Uzun boylu Kumral sakallı HAMOĞLU Ahmet Bin Mustafa oğlu Süleyman(15yaşında)

Karye-i Tilkilik

1. Süleymanoğlu uzun boylu kara bıyıklı Hüseyin oğlu Çolak HASAN(13 yaşında)

2. Kısa boylu köse sakallı Kürt Osmanoğlu Ahmet Bin Mehmet oğlu MEHMET( 16 yaşında)

3.Uzun boylu sarı bıyıklı Koçoğlu Ali Bin Ahmet kardeşi HÜSEYİN( 21 yaşında)

Bu çocuklar, 1835 yılında bahriye askeri olarak devlete hizmet etmeye gitmişler. Ana ocağından uzak, memlekete hizmet vermek için. 12 yaşında çocuk, gemilerde hangi görevlerde çalıştı kim bilir?

HAMOĞLU, Humma sülalesidir. O sülaleden, 15 yaşında bir çocuk askere gitmiş ve sülale anıları günümüze neden taşıyamamıştır? Her sülale, bu bilgilere değer vermeli, çocuklarına bu anıları anlatmalıdır. Eski kahramanlıklar bir gün değildir. Ömrünü toprağına adayanların kahramanlığıdır. Bu çocuk askerlerin anılarını unutmayalım. Adı geçen sülaleler, bilgiye değer verin, ses verin ve  anılarınıza sahip çıkın. 

  1. BOA çeviri sayfaları memleketimtilkilik.wordpress.com sayfasında
 

Etiketler: , , , , , , , , ,

“ÇANAKKALE” ANNEM HEM YETİM HEM ÖKSÜZ KALDI

18.03.2022- Tayyip SANDALCI

BİZİM ÇİLELİ AİLEMİZ

Aziz dedemle Hacer Anneannem 1911-12 yıllarında Sinop-Dikmen’in yoksul dağ köylerinin en yoksulu olan Dudaş köyünde evlenirler. Uzaktan akraba ve komşu çocuklarıdır. İlk çocukları Emine(annem) 2,3 yaşlarında iken Aziz dedem (annemin babası) bir çocuğu ve veremli eşini arkasında bırakıp Çanakkale’ye gider(anneannemin annesi de veremden erken ölmüştür). Dedem komşuları ile vedalaşırken eşinin veremden kurtulamayacağını bildiğinden onlardan küçük kızıyla ilgilenmelerini (annem) onu aç bırakmamalarını rica eder. Nitekim dedemin gidişinden kısa bir süre sonra veremli eşi, anneannem genç yaşta (tahminen20-25 yaşlarında)vefat eder. Aziz dedem de (Annemin babası) Çanakkale’den dönmez. Böylece annem, yetim ve öksüz kalır.

Diğer yandan babamın babası İsmail dedem, İstanbul Unkapanı’ndaki kendi evinde eşi ve 3 çocuğuyla yaşamaktadır. Belgelerde dedemin ünvanı “arabacı başı Sandalcıoğlu İsmail ağa” diye geçer.

Çanakkale , peşinden 1. Dünya savaşı, İstanbul her bakımdan güvenli değildir.

Diğer tarafdan İstanbul salgın hastalıkların merkezi durumundadır . Aynı şekilde anadoluya da yayılmış durumdadır, kolera, tifus, veba, frengi, dizanteri, sıtma, verem; hepsi de bulaşıcı, salgın ve ölümcül.

Ayrıca İsmail dedem, seferberliğe çağrılmayı beklemektedir. Bu nedenlerden dolayı olacak ki; 3 çocuğu

( babam ve iki ablası 4-10 yaşlarında)ve eşini alıp Dudaş köyü’ne 3. Kardeş Ahmet dedemin yanına bırakıp kendisi İstanbul’a döner ve kısa süre sonra da seferberliğe çağrılır.

Bu yıllarda , köylerde yaşam koşulları hiç de iç açıcı değildir. İşe yarayan erkekler seferberlikte, kadınlar ekip biçme işini yapabildikleri kadar yapmaktadır; koşacak öküz yok, can güvenliği yok , köylerde eşkıya baskınları göz açtırmıyor, devlet otoriteyi sağlayamıyor.

Kıtlık yıllarına ait acı hatıralarını, nenem bazen şöyle anlatırdı: “ atla , eşşekle Gerze’ye gidip sıraya girip bir çuval kepek alırdık (35-40 km ) köye gelip mısır somağı ve ceviz kabuğu kırıp değirmende öğütülerek bunu kepeğin içine katarak çoğaltıp yazın kulağını tutmaya çalışırdık” derdi . Yaz geldiğinde kıtlıkla mücadele biraz daha kolaydı. Yeni ürün çıkana kadar her türlü ot yenebilirdi ( sivri uzun kara çayır hariç)

İsmail dedem seferberlikte( hangi cepheye gittiği bilinmiyor) hastalanıp tebdil-i hava gelir, Unkapanı’ndaki evinde tek başına ishalli bir salgın hastalığa yakalanarak vefat eder. Ortaköy mezarlığına defin edildiği söylenir ama mezarı bilinmez .

(Bir kaynak, Birinci dünya savaşında Osmanlı ordusunda sadece veremden ölen askerlerin sayısı 20,000 civarındadır der; Bir başka kaynak ta ise hastane kayıtlarında hastaların % 75-80 ‘i salgın ve bulaşıcı hastalık, sadece % 20-25’i kurşun ve yaralanma vakasıdır der.)

Dedemin Unkapanı’ndaki evi de, dedemin ölümünden sonra yangında yanar, geriye kalan arsa bir tanıdık aracılığıyla satılıp parası köye gönderilir. Bu paranın çok küçük bir meblağ olduğu söylenir.

Her iki kardeş de ölünce , geriye kalan 4 yetimle, köydeki 3. Kardeş (çakır Ahmet dedem) ilgilenir. Dedem ve eşi Havva’nın çocukları olmaz. Ama , bu dört yetime anne-babalık yaparlar , bize de büyük baba büyük annelik.

Bu yetimlerden ikisi: İhsan ve Emine, (annem-babam )amca çocuklarıdır, evlendirilirler Ve biz beş kardeş dünyaya geliriz bu evlilikten.

Annem 2,3 babam 4,5 yaşlarında hem anadan hem babadan yetim ve öksüz kalırlar . Çocuk belleğinin gücü oranında silik bir şekilde çok önemli bir kaç anıdan başka bir şey hatırlayamazlar anne-babaya ait.

Annem babasına ait hiç bir şey hatırlamaz , annen nerede diye soranlara ise : eliyle toprağı tırmalayarak böyle yaptılar “gömdüler” dermiş.

Babamın ise hatırladığı bir iki anısı vardı: bir tanesi annesi dikiş dikermiş diğeri ise babası onları köye bırakıp İstanbul’a dönerken annesi onu da yanına alıp eşini uğurlamak için tepeye kadar( tuzla ) çıkarlar. Babası biraz uzaklaşınca geri dönüp eşine seslenir “ Hayriyeee tavanda bir davul deri var ondan çocuklara çarık dikersin demiş.

Aziz dedemin Çanakkalede nasıl öldüğü bilinmediği ve künyesi gelmediği için annemin 68 yıllık ömrü , bir gün babasının bir yerlerden çıkıp gelivereceği umuduyla geçti.

Kasabadan gelen herkesten bir haber, bir umut bekler , sonrada oturur ağlardı.

Köyümüz, çevresi yüksek tepelerle çevrilmiş bir vadi içindedir. Köye gelen insanlar önce uzaktan bu tepelerden görünür. Herkes gelenin kim olduğunu, nereden geldiğini , ne havadis getirdiğini merak eder, askerde çocuğu , eşi olan gurbette yakını olan heyecanlanır bir haber, bir mektup bekler. Dudaş köyü Gerze’ye 35-40 km, yürüyüş süresi 8-10 saattir . O yıllarda yolda yok vasıta da.

Annem , bu tepelerde görünen her silüeti gördüğünde heyecanlanır, bir haber bir mucize bekler, bazan bana “ git öğren bakalım bir haber varmı” derdi .

Son yıllarında artık tepe sokağındaki ağaçlarla insan silüetlerini ayırt edemez olunca ağaçlara söylenir sitem eder kızardı . İşte böyle ; savaş , salgın hastalıklar, yetimlik, öksüzlük ve yosulluk yaşanacak acıların hepsini yaşayarak geçtiler kendilerine ayrılan zaman diliminden ..!

Nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun inşaallah… Tayyip SANDALCI

Fotoğraf: 125. Piyade Tümenine bağlı Türk askerleri Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan ettiğı 1 Ağustos 1914’ün hemen ertesi günü
 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SEN GÖRMEZSEN BEN GÖRMEZSEM

23.02. 2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

80’lerde başladı arşivleme çalışmalarım. Erfelek’te öğretmenlik yapıyorum. Derlediğim yöre halkoyunlarından ekip oluşturmuşum, yarışmalara hazırlanıyoruz. Oyunlar ve müzikleri ilk olarak sunulduğu için derleme zorunlu. O zaman bilgisayar yok, okulda oturdum daktilonun başına. Elimden geldiği kadar kaynak kişilerle görüşüyor, ses kaydı alıyor, fotoğraflıyordum. Sadece o işi yapıyor sanmayın, sınıfım da var. Ayrıca diğer sınıfların müzik derslerine de giriyorum, bir de Halk Eğitimi Merkezinde Bağlama kursu veriyorum.

Neden diye bir sorun da, ben de cevap vereyim isterseniz. Atamalar konusunda hiç sansım olmadı; merkez ilçeye alındım ama kadrom köyde görünüyordu. Merkezi hak etmem için de verilen işleri yapmam gerekiyordu. Kolay yolunu bulan buluyordu da, bu kolay yolları ben hiç bulamamıştım.(!)

Ben yine de çalışmalarıma devam ediyordum. 1994 yılında emekli olduktan sonra araştırma çalışmalarıma daha fazla zaman ayırdım. İlimiz turizmi için önemli gördüğüm, soyut ve somut kaybolan kültürler hakkında kurumlarla görüşmelere başladım. Ben tüm kurumlara yardım ediyordum.

Bu süreçte, hiç de kolay olmayan çalışmaların içinde yer aldım. Gördüm ki, sosyal dengesizliklerin yarattığı sonuçların bedeli, toplumdaki bireylerin sırtına yükleniyordu. Köy- kent arasındaki dengesizliği görmezden gören bir sistem, kaçınılmaz olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Bu nedenle, köylerde değerli olan ne varsa gözler önüne sermeliydim.

İşte, o zor çalışmalardan biri olan, dağların tepesindeki tarihi bir dokuyu kurtarmak için çok uğraştım. Milli Parklar Müdürlüğü bölgeye geldi, incelemeler yapıldı. Milli Park olması için rapor hazırlandı.

Milli Park Görevlilerinin tespit ettiği görüntülerden bir kaya

Müze görevlisi arkeolog, son kalan dağın tepesindeki kalıntıyı incelemeye gelene kadar alan talan edilmiş.

Çektiğim görüntüler için o kadar zor bir yokuş yürüdük ki. Tam 3 saat yürüdük sanıyorum. Sonra da bir başka köye derleme için gittik. Karşılık beklemeden canla başla yapılan işleri, topluma anlatmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Menfaat dünyası olmuş dünya, niye bu kadar emek ediyorsun, sen ne kazanacaksın diyorlardı. Haydi buyur bir de bunu izah et.

Konu uzun ve detaylı, uzatmadan görüntülere geçelim diyorum. 2 video halinde youtube kanalımda izleyebilirsiniz. Çekimlerim arasında, yayınlanmayan bu görüntüleri buldum. Araştırmacılara kaynak olması ve kaybolmaması için paylaştım. Değerlendirildiğinde, doğal güzelliği, tarihi dokusu ve şelaleleri ile ileride 5 köye mutlaka faydası olacaktır.

Bir ucundan tutan bulunacak bir gün umuduyla…

 

Etiketler: , , , , , , ,

AHŞEP EVLER VE GİYLE KÜLTÜRÜ

05.02.2021- A. Yaşar SARIKAYA

BAŞSÖKÜ YOLUNDA

Sekiz aylık bebekken beşikte geldiğim Sinop, çocukluğumun, öğrenciliğimin, gençliğimin geçtiği ve hala yaşadığım bir kent. Tıkıt, dokuztaş, saat kaç, cicoz, ara sıçanı, yakan top oynadığımız mahallem ise belleğinde sanki o güzel anılarımı saklıyor. Bahçesinde güller, kasım patı, sarmaşıklarla dolu evimizde geçirdiğim anlar, zaman gergefinin örgüsü içinde hücrelerime işliyor gibi.

Annem ve babam da çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği memleketlerine hasretti. Köylerde doğal yaşamda kazanılan kültür ve kültürün sanata dönüşmesinin ne kadar değerli olduğunu onlardan öğrendim.  

Sinop’ta yetişen bana gelene kadar, yaşamı köyde geçenler kültür araştırması yapmışlardır belki. Belki büyük şehirlerdeki köy dernekleri, KÜLTÜR MÜZELERİ yapmıştı da benim haberim yoktu. Belki de kültürlerimizi daha güzel arşivleyenler de olmuştu.  

Biliyoruz ki, değerler kaybedilmeye başladı mı mutlaka yerine yenileri dolar. Doğal gıdalar kaybedilir yerine yapay gıdalar gelir. Komşuluk yok olur, yerine internet arkadaşlığı dolar. Doğal olandan uzaklaştıkça, yapaylara ve yapaylıklara kölelik başlar.

Babam bir gün eve Ermenistanlı bir turist ile geldi. Üniversite doktora çalışması için kaynak kişi arıyormuş. Babam “ benim kızım kültürle, müzikle ilgili bir araştırmacı” demiş ve getirdi eve. Sinop’tan giden Ermenilerden birinin torunuydu. Az da olsa TÜRKÇE konuşuyor ve “MEY” çalıyordu ve Sinop’ta MEY kültürü olup olmadığını araştırıyordu. Kendisiyle bildiklerimi paylaştım ve başka kaynak kişilere yönlendirdim. Üzülüyordum, bizim köylerimizden göçenler, kültürlerini hemen unutuyorlardı. Bir tek MEY kültürü için kilometrelerce yol kat eden bu doktora öğrencisi, kendi kültürlerini unutanlara örnek olur mu bilmem.

Neden ahşap evler, samanlıklar, ambarların maketleri yapılmaz, neden fotoğraflanıp, derneklerde sunulmaz? Köy evlerinden oluşan bir kamera çekimimi izleyin. Önceden 2 ayrı video hazırlamış yayınlamıştım.  

2007 BAŞSÖKÜ köyü çekimlerimden yeni bir video hazırladım. Ahşap evler ve GİYLE kültürünü detaylı olarak izleyin.   Her zamanki gibi kameraman ben, montaj ben, arşivleyen ben… Kıymet bilenlere SELAM DOSTLAR…

 
2 Yorum

Yazan: 05 Şubat 2021 in köylerde yatan tarih

 

Etiketler: , , , , ,

BU SULAR AKAR BİZ DE BÖYLE BAKAR!

13.01.2021-BİLKE

İklim değişikliğini iyiden iyiye yaşıyoruz. Sıcak çok sıcak ve ardından kurak; soğuk çok soğuk ve ardından sel kıyamet. Kıymet bilmek, elimizdeki verileri değerlendirmek artık çok önceliklidir. Köylerimizde şırıl şırıl akan dereler, şelaleler için az kapı aşındırmadık. Kişisel çıkar için koşturmadık, koşturmamız memleket içindi. Araştırma masraflarımızı kendimiz karşıladık, zaman harcadık, çekim yaptık.

15 yıldır gitmediğimiz, aşındırmadığımız kapı kalmadı. Bu su kaynakları değerlendirilmedi. Bu sular boşa akmasa olmaz mı? Kuraklık kapımıza dayanıp VAH dediğimizde çok geç olacak.

Köylerde tespit edilen ve hala koruma altına alınmayan şelaleler, dereler ve göllerin gürül gürül suları  denize akıp giderken, hep beraber seyrediyoruz. Biliyoruz ki, sıcaklık arttıkça, sular kurumaya başlayacak ve vakit çok geç olacak. Orman Bölge Müdürlüğü tarafından koruma altına alınmasını ve turizm kapsamında değerlendirilmesini beklediğimiz şelaleler:

Sarımsak Çayında Şelale

Bu fotoğrafı çekmek çok zor oldu. Nedense bu güzel şelale değer görmemiş, etrafı ağaçlar, alüvyonlar, dallar çalılar kaplamış. Aradan yıllar geçti, 2020 yılı Mart ayında telefonla köy muhtarını aradım. “Şelalenin aktığı yere inebilir miyiz, alan temizlendi mi” dedim? Hayır dedi, Gitmediğim kapı kalmadı ama bu bölgeye hala dikkat çekemedik.

Terk edilen topraklar, hepimizin ayıbıdır. Doğru olan, uzmanların konuyu enine boyuna değerlendirmesidir. Doğayı korumak zorundayız, kuraklık kapımızda.

Durağan-Uzunöz- Gerze Tilkilik Köyü sınırı

Denize dökülen bu gürül gürül sular, değerlendirilmiş olsaydı, toprağın yüzü güler, insanların yüzü güler memleketimin yüzü gülerdi. Orta ve Batı Karadeniz için önemli projelere ihtiyaç var. KUZKA, projeleri başlığında da değerlendirilmesi mümkün olabilir. Atıl durumdaki boş alanların yemyeşil olması düşüncesi bile insanı heyecanlandırmaktadır.

Değerlerimizi unuttukça, kendimizden daha çok uzaklaşıyoruz. Kendimizi tanımadıkça “NORMAL” bilincimiz yok oluyor. Doğaya hor davranma normal hale geliyor. Duyarsızlık normal oluyor. Projelerin içinin dolu olmasından çok makam sahiplerinin ardından koşmak, kapısında beklemek önemli oluyor.

Yeşil alanların çoğalması, sularımızın değerlendirilmesi, bir gün bu projelerin gündeme gelmesini bekliyoruz. Bu çalışmalar, devlet desteği ve üniversite ar-ge çalışmaları gerektiriyor. Yöremizin değerleri kaybolmasın diye verdiğimiz çaba, çağımızın popülaritesi içinde değer görmedi. 

Yine de yılmadan çalışacak, sesimizi duyurmak için kapı aşındırmaya devam edeceğiz.

BİLKE-BİLKE-BİLKE

 
 

Etiketler: , , ,

KONUŞAN KUŞ EFSANESİ

23.12.2020-BİLKE

Aşklar, sevdalar üzerine yazılan eski hikayeler ve yaşanmışlıklardan geriye neler kaldı diye başlayalım mı söze? Gerçekten bir düşünelim, türkülere konu olan ve yazarı şairliğinden utandıran dizeler gitti, yerini günlük veya anlık diyeceğimiz hazlara bıraktı.

Eski yazarların romanları, bu gün yeni yeni senaryolarla TV ekranlarını dolduruyor. Kaybettiklerimiz, insani tarafımızı örseledi ve yok etmeye doğru sürüklüyor. Tutunduklarımız, kaybettiklerimizin yerini de dolduramıyor. Vicdani, insani olarak çok şey kaybediyor ve kaybetme yolunda da egoistçe ilerliyoruz.

Bu gün, eski bir yaşanmışlığın hikayeleşerek kent belleğinde nasıl yer aldığına değiniyoruz. Okuyalım:

Boyabat Folkloru, sayfa: 28

Dış dünyadaki o kadar çok uyarıcı etken arasında, iç dünyamızı beslemek ve dinlemek gittikçe zorlaşıyor. Bu gidişe ayak uydurmak üzücü ama çok kolay oldu. Doğanın uyumunu bozduk, kendi dengemizi de bozduk, anlamak ve dinlemekten uzaklaşıyoruz. Temiz bir dünya için, gelecek için önce kendimizden başlamalıyız ki çevreye yararlı olabilelim.

BİLKE- BİLKE- BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Aralık 2020 in köylerde yatan tarih

 

Etiketler: ,

PALA UYGARLIĞI İZLERİ OLABİLİR Mİ?

02.05.2020-BİLKE

BLAENE- PALA UYGARLIĞI

Dikmen ilçesi Çukurcaalan köyü ile Gerze ilçesi Çağlayan köyü sınırında GALA deresi akar. Dere boyu yürürseniz, sağ ve sol tarafta yükselen dağlar mutlaka ilginizi çekecektir. Dağlar sıralanmış  kaleler gibidir. Yöreye verilen GALA adı “kale” gibi duruşundan mı acaba diye aklına gelir insanın.

Gala Deresi vadisi gal deresi, kal deresi adı ile de anılır. Pala, Pal, Bla, Blaene benzerliği dikkat çekicidir.  Çevrede çok tarihi eser bulunmuş, yok edilmiş ve tahrip edilmiştir. Dere boyu giderken dik dağlarda kaya merdivenleri vardır. Dağların doğal yapısında, merdiven basamakları çıplak gözle görülmektedir. Sıralar halinde dağdan kaleler dikkati çeker.

Tepelerin üzerinde içi boşaltılmış çukurlar var. Bu çukurlar 7 m derinliğinde, 2m x 2m ebatında baca gibi.

Amacımız, tarihi kalıntıların olduğu bu bölgelerin değerlendirilmesidir. Yöremizin değerleri ilin turizmi için önemlidir. BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Mayıs 2020 in köylerde yatan tarih

 

Etiketler: , , , , , ,

DAHARA NEHİR ÜLKESİ

 BİLKE- 27.04.2020

HEY GÜZEL MEMLEKETİM

Durağan mahraması, yoksa DAHARA MI?

M.Ö. II. bin içinde bölge yerleşiği gösterilen Palalar ve Hititlerin yazılı kaynaklarında anlatılan Dahara nehir ülkesi de dikkati çeken önemli bir ayrıntıdır. Yazılı metinlerde geçen “Dahara Nehir Ülkesi”, büyük olasılıkla Gökırmak çevresindeki yerleşimleri işaret eder.  Kelimedeki ‘h’ sesi düşerse, sözcük Dara olur. Dara, dura, dur sözcükleri ise açıkça Durağan’ı çağrıştırır. Bu ilçemiz, Gökırmak ve çevresindeki yerleşim yerleri arasındadır. Durağan adı, Dur, Dura, Durağ Tur, Tura, Turağ köklerinden türemiştir. Dura, Dara, Dahara benzerliği tesadüf olmamalıdır. Konunun kesinlikle araştırılması gerekmektedir.

Dahara, Dura, Tura benzerliği hakkında, araştırma yapan Profesör Bilge UMAR şunları açıklıyor:

Tu-(u)ra,” Yüce(A)tu/ Atys” Tu, ura Domaniç. Durağan yöresi anlaşılıyor ki, Paphlagonia’daki Domanitis kapsamındaydı.[1]

Konuya Durağan derlemelerim bölümünde daha fazla yer verdim. Yöre için var olan veriler net ve kayda değerdir.

Hitit yazıtlarında övgü ile bahsedilen güzel nehir ülkesinin Sinop topraklarında olmasını elbette çok isteriz. Bire bir o bölge olmasa bile, Sinop ve çevresindeki toprakların bu övülen ülkeye yakın olduğu açıktır. Arkeolojik araştırmalar yapıldıkça, eski Anadolu uygarlıklarının yöremizdeki izleri mutlaka açığa çıkacaktır.

Derlemeler için gittiğim köylerde kervan yolları hakkında anlatılanlar, bu coğrafyanın çok tarihi olaylara sahne olduğunu gösterir. Deve kervanı, katırcı yolu, kervan yolu, gavur yolu diye anlatılan birçok yol, Durağan- Boyabat- Gerze sınırlarındaki köylerden geçmiştir. Bu bilgileri, artık son kaynak kişilerden öğreniyoruz. Bilgiler yok olup gitmeden, izler kaybolmadan korunmasını ümit ediyorum.

 

[1] Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, s, 228

KAYNAK: Yaşar SARIKAYA- Bir İnci Memleketim /2010/ sayfa,50-51

 
 

Etiketler: , , , , , ,

70’E 6 KALA

17.02.2020-BİLKE / Yaşar SARIKAYA

2006 yılından beri, kapı kapı, makam makam dolaştığım günler geldi, geçti. Zaman durmadan akıyor, sonuç alamadığım projeler de bana içimden sesleniyor:” 70’e  6 kaldı diye.

Doğal su kaynakları, kaybolan kültürler, asırlık Sinop zeytinleri yaşamalı bilinciyle, çalışmalar devam ediyor.

Bu gün, Sinop İl Genel Meclisi Başkanı Sayın Yakup ÜÇÜNCÜOĞLU’nu projelerle ilgili makamında ziyaret ettim. önce, BİLKE projelerinin basına yansıyan konu başlıkları hakkında konuştuk. Daha sonra, ziyaretimin ana konusu olan iki başlığı dile getirdim.

1- Köylerimizde yok olan el dokuması yün kilimi çeşitlerini tanıtmak ve yaşatmak amacıyla sergi açma düşüncemiz, farklı köylerde farklı renklerde olan kilimlere ulaşmamız;

2- Sinop köylerindeki ekoturizm alanlarının KUZKA ve diğer kuruluşlar tarafından değerlendirilmesi.

Dernek kurulmadan önce, köylerimizde kaybolan kültürlerimiz ve doğal su kaynaklarımız, tarihi dokular ve şelaleler konusunda yaptığım çalışmalar, baş vurduğum makamlar ve karşılaştığım olaylar hakkında kendisini bilgilendirdim. Araştırmaları yapılmış olan bu çalışmalar, sonuç alma aşamasında ilgili kurum ve kuruluşlardan destek görmeden sonuca ulaşamıyor.

  1. konumuz: Köylerde yün kilimlerinden kalan son örnekler, ya çöpe atılmış, ya da ambarlarda çürümeye terk edilmiş olduğundan bu kültür yok olmak üzeredir. Köylere götürmek için hazırladığımız yardım kolilerini götürmek ve köylerde son kalan kilim örneklerini bulmak için başkana araç ihtiyacımızı ilettim.

Başkan konu ile ilgileneceğini, araç temin edeceğini, hatta kendisinin de bu yolculuğa eşlik edeceğini söyledi. Başkan ile aynı mahalleden olup,  bir de mahallenin ablası olduğum düşünülürse bu sefer sonuç almış olmama çok sevindim.

2. Konumuz: Köylerimizdeki ekoturizm potansiyelinin değerlendirilmesi konusunda, Sinop köylerindeki önemli alanların akademik bir çalışmada yer alması konusunda yaptığım çalışmaları anlattım. Su kaynakları ve doğal yapı, yayla turizmi, av turizmi, kış turizmi gibi daha bir çok başlıklarda Kuzka ile yürütülebilmesinin ilimize ne kadar çok katkı sağlayacağını anlattım.

Sinop’ta ekoturizm potansiyeline sahip olan yerler, bu  630 sayfalık kitapta yer alıyor. Bilimsel çalışmayı yürüten ekibi, 2008 yılında, tespit ettiğim yaylalara ve şelalelere götürdüm.

Asırlık zeytin ağaçlarımız yaşasın,  yaylalarımız ormanlarımız, şelalelerimiz,  doğal yaşam korunsun, doğanın yüzü güldükçe biz de güleceğiz. Başkan, ilettiğim konularda elinden geleni yapacağını söyledi. Yakup ÜÇÜNCÜOĞLU’ na teşekkürlerimi sundum, köylerde karlar eriyince, ziyaretlerimizi yapacağız. Projelerimizin sonuç alması umuduyla. BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Şubat 2020 in köylerde yatan tarih

 

Etiketler: , , , ,

SİNOP’TA BUDANIK PEHLİVAN

GERZE KÖYLERİNDE BUDANIK PEHLİVAN

Gerze’nin Tatlıcak köyüne gittiğimde köyün en yaşlısı Yusuf Pak ile görüştüm. Yusuf Dede 1913 doğumluydu. Buralarda hikayeler, destanlar var mı dedem, ne biliyorsun diye sordum. Ah Yusuf Dedem nur yüzü, ak- pak yüreğiyle bana bildiklerini anlatıverdi. İnsanlar yaşlanınca çocuk olur derlerdi. Bazı sevimli yaşlılar görmüştüm ama Yusuf Dede, bu söze yakışan en iyi örnekti. Küçük bir çocuk gibi sevimli, içten ve samimiydi. Buralarda bir Budanuk eşkıyası vardı dedi. Olayları, Yusuf Dede anlatırken kullandığı yerel ağzı bozmadan yazdım.

Bu gün genellikle doğu aksanı, Roman aksanı, Karadenizli aksanını biliriz. Ama Sinop köylerinin aksanını bilmeyenimiz çoktur. Hatta nedense yöre ağzı, küçümsenir de. Dede, köyünün yerel ağzı ile pehlivanın hikayesini anlattı. Anlattıkları gerçekten bir film senaryosu olabilecek zenginlikte. Kaybolmadan arşivlemek istedim. Belki bir gün TV dizisi, ya da sinema filmi olarak karşımıza çıkabilir umuyorum.

Anadolu’da göçler devam ederken, topluluklar arasında kahraman liderler oluşmuştur. Tarihi kaynaklar bu kahramanların zeybek, efe, anabacı, seymen ve pehlivan isimleri ile ün saldığını yazar. Bazen dağlarda, bazen ovalarda, bazen de kentlerde yaşarlar. Budanık da, Gerze köylerinde tanınan sözü geçkin, kılıcı keskin insanlardan birisi. Konuyu çevre köylerde de araştırdım. Hem pehlivan, hem de eşkıya adıyla anılan Budanık hakkında, birçok kişi ile görüştüm.

Köylere gelen toplayıcı kürtlerin yanında çocukları da olurmuş. Bir gün, Mehmet adındaki çocuklarını köyde bırakıp gitmişler. Mehmet’i, Tatlıcak köyünde Ustaoğulları denen sülale, çoban olarak yanına almış. Onu beslemiş büyütmüşler. Çocuk da Ustaoğulları’na hizmet etmiş, hayvanlarına bakmış. Köyde zengin birinin düğünü olunca, Mehmet’i götürmemişler. Zaten çocuğa Kötü Memet derlermiş. Hayvanların yanında ağlarken yanına ak sakallı biri gelmiş. Onu dinlemiş ve ben hayvanlarını beklerim, sen düğüne git, sırtın yere gelmesin demiş. İşte bundan sonra Mehmet’in kaderi değişmiş. Düğüne bir gitmiş, güreşe çıkmış. Başta, ortada karşısına kim çıktı ise hepsini yenmiş. Bundan sonra adı güreşte herkesi budadığı için Budanık olmuş.

Budanık, bir dönem yörede esmiş geçmiş. Sigara tablasını havaya atar ve anında silahını çıkarır vururmuş. Yörede jandarmanın sağlayamadığı adaleti, o sağlarmış. Uzun boylu, yakışıklı biriymiş. Çevresine zarar vermez, köylerin hepsine sahip çıkarmış. Asker kaçağı olduğu için Elma dağında yaşamış. Anlatılanlardan 1800 sonları ile 1912 yılları arasında ünlendiği, korkusuzluğu ile çevrede tanındığı anlaşılıyor. Boyabat’ta ya bir subayın ya da bir yetkilinin hanımı ile arasında yaşananlar ölümüne sebep oluyor. Budanık ile hanım arasında yasak aşk mı yaşanıyor, yoksa Budanık mı hanımı rahatsız ediyor konu tam olarak açık değil. Boyabat’ta bu hanıma yaptığı yüzünden öldürüldüğü anlatılıyor. Yusuf dede onu Musala vurdu dedi. H.Hilmi ULUĞ’un anılarında Musa konusu geçiyor ve bilgiler birbiri ile örtüşüyor.

Hikayenin özeti bu. Kaynak kişilerin ayrıntılı anlatımları ile kafamızda kişiye ait bir karakter oluşuveriyor. Önce Yusuf Dede, sonra Mevlüt Özay amcanın anlattıklarını olduğu gibi aktarıyorum.

YUSUF DEDE BUDANIĞI ANLATIYOR 

 “Babam askerde savaşlara katılmış, o zaman ben köyde anamın karnındaymışım. Babam Çanakkale savaşında iken 1,5 yaşındaymışım anamı emerimişim. Askerliğimi Ovacık Tunceli’de Atatürk’ünen yaptım. Anaaaaam Atatürk’ü görmemi, gördüm. Atatürk’ünen Menderes de varıdı. Menderes subayıdı. İsyan varıdı urada. Atatürk’nen Aliboğazı, Kutuderesini 3,5 ay gezdik Atatürk yanımızda meccaralara bindi de gitti. Koca Adana gibi atlara bindi, bizi Aliboğazına bıraktı Ankaraya gitti.

 Eskiden köylere toplayıcıla gelüdü, onlara kürtle derle. Çocuklarını bırakıvemişle. Ustaoğulları çocuğu alıyola büyütüyola besliyola. Yetim çocuğa, aşağı git kötü Memet, yukarı git kötü Memet diyola. Adı Mehmet’miş. Evi, yeri, yurdu, kimsesi yok, fakir. Yaylada 600 koyunun yanında çobanlık ederimiş. Anası da yok, babası da bunlar esas toplayıcı kürtümüş, Tatlucaklu Ustaoğullarına karışmış.

Bi gün herkes zengin bi düğüne gidiyo, biz düğüne gidiyoz koyunlara iyi bak diyola. Ben nesine bakacam, ben de düğüne gidecem diyo. Sen gidemezsin ne yapacan, güreşemiyon edemiyon diyola. Ottuğu yerde ağlarıken öteden ermişlerden birisi geliyo. Adam açmış, meğer adama kimse yemek vememiş. Memet ona azığından veriyo. Adam oğlum niye ağlıyon diyo soruyo. Sarnıçta bizim akrabaların düğünü va, gidemedim amca diyo. Oğlum güleşiyon mu diyo? Yok, güleşmiyom, seyredecedim diyo. Hadi oğlum sırtın yere gelmesin,  ben koyunlarını güderin sen git diyo, Memedin de sırtını sıvıyo.

Memet biyo oraya gidiyo ki orta güleş soyunmuş hemen ortaya çıkıyo. Ulan sen koyunları kime bıraktın diyola. Siz karışman diyo soyunuyo, ortayı alıyo, başı alıyo. Bi kere urdan kalktıysa başa ne kodularsa alın gelin, ben koyunların yanına gidiyon diyo. Geliyo adamın yanına, adam oğlum nasıl ettin diyo. Böyle böyle diye anlatıyo. Enükle köpekle her yanda ama o adama sarmıyola, sonra adam ordan kayboluviyo, geçip gidiyo. İnsanla düğünden geliyola, hani koyunları kime bıraktın nerede o adam diyola. Sizi mi bekleyecek gitti, u adam duru mu diyo. Undan sonra Kötü Memede güç kuvvet yetmiyo. Güleşte herkesi budaduğu için ona Budanık diyola. Budanığın oğlunun 1327 doğumlu olduğunu biliyon. Benle yaşıttı. Babası onun doğduğunda kaç yaşındaydı bilmem.[1] Ustaoğullarının yanında çoban duruyo ya, Ustaoğullarının yanında bir kız varmış kızı veriyola buna. O kıza da tebdil mekan yaptırdı diye kız Budanuğa yer bağışlıyo. Hiç bizim buralılara benzemezdi. Kafası uzun cura gibiydi. Öyle derle.

Ben bilmiyom Budanığı anadın mı, Budanuk orflü adam pehlivanımış. Burda Suco’nun atları kayboluyo. Sucoğ Hamidin. Geliyo budanuğa, pehlivan diyo benim atla kaybolmuş, kolaçanladın mı ne tarafa gitmiş diyo. Boybat tarafına gitmiş 2 tene at diyo. Bunla atlara biniyola, aha şura aha bura derken Çoruma giriyola. Biri varımış orda patron emme kadun, böyle bir apartuman yaptırmış, atların numarasını o alıyomuş. Şimdi neyse oğlum diyo çocuğun birine kimin bu konak, emce biz bunu söyleyemeyüz diyo. Bizi diyo muhakkak birden öldürüverü. Ula bu kimimiş diyo Budanuk da korku yok, eyy 6 tane köpek va evin önde diyo. Falan kişi diyo hahahayt diyo Budanuk, er kişisi geldi. Sonra uzatıyo tüfeği, ulan bu karı diyo benden zaptedli diyo. Bana falan bey derle diyo kadun, bana da budanık pehlivan derler diyo. Bunla orda anlaşınca kahve mahve içiyola nereye gidecez diyola, bizim atla kayıp. Atlarınızı bilebilümüsünüz diyola, bilürüz diyola. Şu at benim diyo, biliyo atın sabı. Şindi neyse 2 candırma, candırma varmış ötede. 10 dakka istirahat oğlum diyo yüzbaşı. Onları otutturuyo. Eyyy kıymatlu allahım diyo candırmala, bi sivil gelsin de bu kadar candırma alamaduk atları, oturam da izini kaybetmiyem bunun diyo. Sust diyo yüzbaşı öyle demen oğlum diyo, bi candarma katıyo atın sabına. Aşada Kürtlerin yanına gidiyola, kürtle bi çekip patakladımmıydı aman yarabbim bi görsen duman alıyo ortalık. Pehlivan, yüzbaşı bey allahaısmarladık diyo. Mavizeri alıyo eline böyle giderken söz sabı garı da ey Budanuk pehlivan geliyo aha şimdi işimiz b.k diyo. Urdan neyse geliyo urıya, hey avradını bilmem naptığum cinganları diyo, döğersiniz candarmayı ha diyo aha şindi beni döğün de göriyin diyo. Alttan alıyola, Budanığı çadıra otutturuyola, kave içiriyola, çay içiyola. Aha diyola al sana 5 tane at. On dene katacaz diyola. Yalunuz edebinlen dur bize bir şey yapma diyola. Tamam 5 dene at alıyola, ordan geliyola jandarma alayına artık urdan geçip geliyo köye. Kastamonu’da çatlatıyo birini, birini de bilmem nerde çatlatıyola atın. İkisini çatlatmışla, ötekinleri almışla gelmişle. Sucoya vermişle. Budanuğun kimseye zararı olmazımış. Sinoptan yukarısı, Boybattan aşağısını Tilkilik bile elinin içinde böyle, evlat gibi bakarımış. Hiç bi kötülüğü yoğumuş.

Bunu Sarımsak camisinin yanında Musala vurdu. Budanuğu vurdula, boynuna zincir takıp katırlarla sürüye sürüye götüdüle. Gerzeye götüdüle, musala vurdu. O zaman Gerzede söz sabı onlarıdı. Budanuk cumhuriyertten evvel vuruldu. Cumhuriyet kurulduktan keri yolu mu var vurmak. Bi karının Boybatta belini kırdı da işte o valinin karısı mıymış ne işte bu ondan azdı. Kadun kötülük mü yapıyodu bilmem ben nebileyim.

Budanığın kardaşına Kurt Dede derler. Seyin ağa adı.  Kurt dede kol gibi bi adam dedeminen İskilip’e tuza gitmişle. Tuza gidince atları salıviyola, biyo gidelleki ula nereye gidiyon dön geri. Geliyola. Napıyonuz siz, biz tuza geldik gölü görmeye geldük diyola.  Hani sizin gölüğünüz diyola, emme bunnarı salmıyola. Ben budanığın kardeşiyin diyo Kurt Dede, ben de buranın kahyasıyım diyo urdaki. Aslı vamı diyola, va diyo. Budanığın çıktığı yerden çıkmamış mı bu diyola. Salmıyola bunları. Hiç benzemezimiş Kurt Dede Budanuğa. Hepisini cenabı Allah aynı mı yaratıyo. Unla gelmeyince tuzcu bunla nerde kaldı diyo arıyo. Eğer tuzcu olmasa vallaha vemiyolarımış atları.

[1] Budanığın çocuğu olduğunda yaşı 25 olsa kendisi 1888 yılında doğmuş olabilir.

Mevlüt ÖZAY’IN anlatımı daha sonra yayınlanacak…

Yaşar Sarıkaya, Bir İnci Memleketim,sayfa 124- 132


 

15 Ağustos 2019-BİLKE ARAŞTIRMALARI

BAŞSÖKÜLÜ MEVLÜT ÖZAY’DAN BUDANIK PEHLİVAN

Sarnıçta bi çığırtma düğünü oliye. Bu kaşın ağaları düğüne gidiye. Bu Budanığı da yaylada bırakıyala. Bi kocakarı nine varımış, onu da bırakıyala. O arada bi ihtiyar geliye. Oğlum bana ekmek ver diye. Ninem va diye, eğer verise getiririm diye, adama ekmek veriye. Güleşe gidiye, ortadan baştan bi peşrev ediye, işte adam diyala yukardan geldi Tilkilikten, ortalığı budadı gitti. Kim bu diye soruyola, Budanuk diyala.

Budanığın oğlunu görmeye ağanın biri gitmişte, yok canım demiş gittiğine pişman olmuş, oğlunu beğenmemiş tipsiz bi şeyimiş, Budanık gibi değilimiş ki. Budanık cigara tablasını havaya ukarı atarımış, belinden tabancayı çeker düşmeden vururumuş. Buralarda namus edep çalma çırma hiç bi şeyini duymaduk. Yalnız Boyabatta bi yüzbaşının atı kayboluyo, atı cingit Kürtleri alıyala, Kastamonuya bi ovaya götürüyala. Yüzbaşının hanımı Budanığa mektup yazıya. Memet bey şu şekil diye falanlar atımı aldı, bana atımı alıve diye. Ordan Budanık atına bindiyse Boyabata varıya, eşkiyanını alıya tabi. Kastamonuya bi karakola varıp derki, yüzbaşıya bana bi tüfek ver. Ben Kürtlerin oraya inecem, orda Boyabat’ın atı var, bu atı alacam. Yahu sen yalnız nasıl alacan, ben bi manga candarma ile giremiyem oraya diye. Sen bana bir tüfek ver ben giderin diye. Şindi buna bi tüfek veriye dürbününen onu takip ediye. Budanık iniye ovaya, çadırda hep oturularmış kürtle. Muhtarları da bayanımış. Muhtar bir düdük çalıya içtimaya geçiriyo. Sinaplu Mehmet Bey geliye diye. Tabi Budanık geliye, bütün merasim ona karşı duruyala. Ağırlıyala, bunun kahvesini çayını veriyala. Atı veriyala, bi de tay bahşiş ediyala. Ama yüzbaşı boyna dürbününen bakıya, takip ediye. Budanık ata biniye tabi öteki atla peşinde geliye karakola. Şu emanetini al diye tüfeği veriye. Ya bu tüfek de senin olsun Mehmet bey diye. Sağa diye daha tüfek de veriyin ben. Hadi Allah işini rast getirsin diyala, ordan geliye işte. O geliş bayan mükafatın ne diye soruye. Afedersin bayana kötülük yapıye. Budanığın ölümüne sebep u oluye. Beyine mektup yazıye hanım, o zaman ordan devlet nasıl bir emir vediyse, buradan topluyola gayri.

Hadi size mevki verecez kaymakamlık verecez diyelek bizim buradan bu mahalladen esfeli diye bi mahlleden şapşak diye bi arkadaşları var yanında. Ulan Memet Bey diye seni bu zamana kadar savundum diye, gel teslim olmayalım af çıkacak yeniden diye. Bize bi kaymakamlık emri geldi diye Budanık.  Yok diye bizi avlıyala diye, inad ediye. Tabi urda bi binek taşı varmış u Tilkilikte mi Sarımsakda mı bilmem, binek taşına binerken bacağı titremiş Memet Beyin. Şapşağın ismi Sali imiş, ulan sali demiş bi iş var. Gene seni ölene kadar ben savunurum demiş Sali, varıvar. Biz gurban gidiyez demiş. Şimdi bizim Memet Ali de var içlerinde çiğdem, u gaçmış. Yaylım ateşine tutuyala. 15- 20 jandarma. Bizim bu mahalleden şapşak müdafaa ediya emme, ne kendini kurtarabiliya ne onu. Budanuğun bundan başka bi kötülüğünü işitmedük.

Halkbilim araştırmaları- Derleme çalışmaları -2007 çekimleri ve söyleşileri

Y. SARIKAYA Bir İnci Memleketim, s: 133-134

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,