21.08.2021-A.Yaşar SARIKAYA
Yıl 1959, üç buçuk yaşındayım. Annemin başında yumurta kadar ur oluşmuş. Amerikan Radarının doktoru ve babamın da arkadaşı olan Orhan Bey, duruma müdahale etmiş ama tedavi işe yaramamış.
Annemin yanağında, sırtında, kafasında aynı türden urlar çoğalmış ve akıntılı yaralara dönüşmüş. Yüzünde gözünde şişmeler meydana gelmiş.
Durum tehlikeli olmaya başlayınca, doktor annemin hemen İstanbul’a götürülmesini istemiş. Annem daha Sinop’a geleli üç sene olmuş. Annesini erken kaybetmiş, tanıdık yok, akraba yok, köyü ise çok uzakta. Zaten Sinop’a sorunlardan kaçarak gelmişler. Karı koca el birliği ile yuva kurmaya ve ev geçindirmeye çalışıyorlarmış.
Zorunlu olarak sağlık beklemez demiş ve gitmişler İstanbul’a. Ağabeyim altı, ben üç buçuk, beşikteki küçük kardeşim 1,5 yaşında toplam 3 çocuk İstiklal okulunun yanındaki evde yaşlı Mehmet Dedeme emanet edilmişiz.
Yalı köyünde annemin köyünden Hamdiye Teyze varmış. Annem ona çocuklar yalnız, arada gidip bakar mısın demiş. Sinop’a pazara ürün satmak için gelen Hamdiye Teyze, dedemi ve bizi görmeye gelmiş. Bakmış durum hiç iyi değil, yaşlı adamın haline acımış.
“Üç çocukla işin zor Mehmet Abi, kızı bana kat annesi gelene kadar bizimle köyde dursun” demiş.
Ben bu olayları hiç hatırlamıyorum. Ama hafızama kazınan bir kesiti, korku ile öyle net hatırlıyorum ki. Bu gün bile, hala içimi acıtıyor.
Bir hafta kadar Yalı köyünde kalmışım, bilmiyorum belki de daha fazladır. Annem Çapa’da başarılı bir operasyon geçirmiş, Doktor Orhan Bey’de işlemleri takip etmiş. Annemin yanında refakatçi olarak babam kalmış. Annem ameliyat sonrası narkozun etkisinde gördüğü rüyayı bize şöyle anlatır hep:
“ Kızım rüyamda sen göle düşüyorsun, seni kurtarmak için kolumu uzatıyorum ama sana ulaşamıyorum. Ameliyatlı olduğum için neredeyse yataktan düşecekmişim. Ağlayarak uyandım rüyadan”.
Tedavi bitmiş, bizimkiler Yalı köyüne Sinop’a döndük diye haber göndermişler. Bir kamyonun kasasına bindiğimizi net hatırlıyorum. Köylülerin küfelerinde pazara satmaya getirdikleri ürünleri de. Geldik Sinop’a, Hamdiye Teyze, küfelerini ve beni Kaleyazısı camiinin olduğu yerde indirdi. Bana dedi ki:
“Kızım, bu yoldan hiç ayrılma dümdüz git”. Kendisi de küfelerini aldı o zamanın HAL YERİ’ ne gitti.
Haydi, bakalım şimdi yalnız başıma kaldım mı? İçimden “ bu yoldan hiç ayrılma dümdüz git” sözünü tekrarlaya tekrarlaya gidiyorum. Sakarya Caddesi boyunca kıyıdan hiç ayrılmadan dümdüz gittim. Sonunda tanıdığım Dispanser binası önüme çıkıverdi. İşte bildiğim yerdi burası, nasıl sevindim anlatamam. Buraya abimle oynamaya gelirdik. Oradan evi rahatça bulurdum artık.
Ama iş hiç de öyle olmadı. İşte Bora Fırını orayı görünce daha çok rahatladım. Artık buradan sonrası kolaydı. Ahşap evlerin olduğu sokakta, iki katlı evimizi tanıdım nasıl sevinçle kapıyı çaldım, kalbim pır pır ederek.
O da ne, ikinci katın penceresi açıldı, ev sahibi camdan:
“yörükler, gidin köyünüze” diyerek başımdan aşağı su dökmez mi.
Kafamdan aşağı suyu yiyince aklım başıma geldi. Eyvah, biz bu evden İstiklal Okulunun yanına taşınmıştık. Ağlaya ağlaya, korka korka nasıl koştum anlatamam. Kadın arkamdan geliyor zannediyordum. Yakalanmamak için koşuyor koşuyorum, nefes nefese kaldım. Hafızamdan çıkmayan kısmı burasıydı işte.
Babamın ölümünden sonra yazdığı hatıraları bulduğumda olayın sebebini daha iyi anladım. Ev sahibinin kocasını babam radarda işe yerleştirmiş. Yerleştiği işin süresi dolmuş ve şirket adama çıkış vermiş. Adam babama beni tekrar işe koy, yoksa evden çıkarsın demiş. Babam avukata danışmış, evden çıkarım ama benden sonra kiracı oturtamazsın demiş. Adam da oğlum oturacak demiş. Annem babam, çok sıkıntılı günler yaşamışlar. İş yoğunluğundan kiralık ev arayacak fırsatları bile olmamış.
Bir arkadaş aracılığı ile ev bulup çıkınca adam sözünü tutmamış. Evini kiraya vermiş. Babam, sıkıntımızın içinde bizi evden çıkardın, hastalık da vardı, nasıl insansın diyerek adamı mahkemeye vermiş. Adam da ceza yemiş mi?
İşte üç buçuk yaşımda, hafızama kazınan bu olay aklıma geldikçe yıllar öncesinin korkusunu bu gün yine aynen yaşıyorum…