RSS

Aylık arşivler: Kasım 2022

SİNOP’TA YENİ KİTAP”AMAZON RÜYASI SİNOPE

27.11.2022- Ayşe Yaşar SARIKAYA

AMAZON SİNOPE

Doğanın hafızasını okumayı, balığın suda oksijeni özümsemesine benzetirim hep. İlmikler, zaman tezgahında dağa taşa, toprağa havaya, suya ateşe tıpkı gergefe işler gibi işlenmişler. Duyular da, sezgi ve algı boyutunda binlerce yılın yaşanmışlıklarını, şimdiki zamanda çözümlüyorlar. Balığın suda nefes alması gibi.

Sinop Zeytini çalışmamız sürerken, yüreğimin derinliklerinde binlerce yıl öncesinin selamını hissetmiştim yaşlı zeytinlerden. Ben de küçük zeytin çeliklerine, selamımı yolamıştım, yıllar…… yıllar sonrasına.

Annem yaşı 91 olsa da, kendi ihtiyaçlarını görebiliyor, yine de çok fazla yalnız bırakamıyorum. Pazar günü Lakerda Festivaline gittim, SİYAŞAD kitap standından AMAZON RÜYASI SİNOPE kitabını aldım. Eve geldiğimde annem “ne var elinde” dedi. Kitabı gösterdim, “kapağını okudu ve aaa… Tufan mı yazmış bunu, küçükken her gün fırından ekmek almaya gider, dönüşte de bir ekmeği babannesine verirdi, iyi çocuktu Tufan” dedi. “Anne, senin gençlik yıllarında ata bindiğin gibi, ata binen, ok kullanan savaşçı kadınların kitabını yazmış” dedim. 

Tufan Bilgili’nin , 3. Kitabı AMAZON RÜYASI SİNOPE, doğanın ve nesnelerin hafızasını duyumsayıp, tarihçilerin bilgileri ile buluşturduğu bir eser. Anneme bazı sayfalardan bölümler okudum:

“  Çok değil bir kuşak önce uçsuz bucaksız Asya Bozkırlarında suya hasret, toz toprak içinde at koşturanların çocukları şimdi suyun içinde kuru toprağa hasret yaşıyorlardı. Bozkırda kıldan yurtlarda uyumaya alışmış atalarının aksine bunlar, yaklaşık bir yıldır kazıkların üzerinde bu sazdan kulubelerde yaşamaya alışmaya çalışıyorlardı. S: 22  

Orta Asya Bozkırlarından gelen Amazonlar, tüm motivasyonları ile Yunanlıları karşılamaya hazırlanırken AegeusPontos Halklarının geliştirip yıllardır kulandıkları ve çok başarılı sonuç aldıkları savaş taktiği falakstan haberdar değillerdi. Onlar yalnız Yunan askerlerinin dayanıklı zırhlarını ve güçlü kalkanlarını biliyorlardı. S: 84.

Sinope ha! Sinope !İki nesil önce ulaşmak için yolara düştükleri bozkır, çöl, dağ, kar, boran, bataklık aşıp ulaşmayı düşledikleri; nice acılara, yokluklara katlanıp, nice sevdiklerini kaybedip, nice bedeller ödedikleri, ülküleri Sinope’delerdi. S.112

Amazonlar eğer Kuzey Anadolu’da yerleşmişler ise onlara en uygun coğrafya tüm Karadeniz’i kontrol edebilen; coğrafyası bozkır coğrafyasına en yakın (sahilde), en düz en uygun olan adını Amazon kraliçesi Sinope’den alan Sinop’tur. S:161”  

Sinop, tarihi ve kültürel zenginliği ile değerini bulmalı. Bu kitap, bir film senaristinin kaleminde, beyaz perdede yerini almalı umuduyla yazarı kutluyorum. Sinop severler okunası bir kitap daha kazandı. 22.11.2022-Ayşe Yaşar SARIKAYA    

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP FOTOĞRAFLARI MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ

19.11.2022-BİLKE

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

Sinop tarihi konusunda kitap ve makaleler yazan Sayın Özhan ÖZTÜRK’ÜN çalışmalarından bazı bölümler ve fotoğraflar sunuyoruz bu gün. İlginizi çekeceğini umduğumuz fotoğraflar ve konulardan bölümler:

Fatih Sultan Mehmed, Sinop halkını İstanbul ve Trabzon gibi yeni fethedilen yerlere iskanla görevlendirmediği gibi avarızdan da muaf tutarak, Sinop Kalesi’ni beklemekle görevlendirmiş, kent 16. yüzyıla dek uygulanan bu sistem sayesinde hızla büyümüştür. Sinop’un nüfusuna paralel olarak liman ticareti de aynı oranda artarken, 1530 yılına gelindiğinde Sinop iskelesinin gümrük gelirleri 17 bin akçeyi bulmuştur. Sinop,  15 ve 16. yüzyıllarda kaza merkezi olarak Kastamonu Sancağı’na bağlanmış olup, 17. yüzyılda ise bölünerek Saray, Sahil, Akkaya ve Gerze kazaları ortaya çıkmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları II. Selim ve Beyazıd arasındaki taht kavgası sırasında (1558) Anadolu’da ortaya çıkan kargaşa ortamından olumsuz yönde etkilenmiştir. Zamanın Kastamonu Sancak Beyi Süleyman Bey, suhtelerin Sinop, Boyabat ve Durağan kadılarından zorla haraç istediğini İstanbul’a gönderdiği bir şikayet mektubunda belirtmiştir. 1567’de Bolu’dan Sinop’a kaçan iki suhte topluluğu üzerine Bursa sancak Beyi tarafından 200 sipahi gönderilmişse de sipahilerle çatışmaktan kaçınmamışlardır. 

“ÖNEMLİ NOT: Aynı tarihler, Anadolu Göçer Topluluklarının Anadolu içlerinde var olan çeteler, eşkiyalar, komitacılar tarafından kıyıldığı ve yürüyerek belki çarıklı belki çıplak ayaklı Sinop köylerine kadar yaşam hikayelerini kapsayan dönemdir.Y. SARIKAYA

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

Zaparog/Don Kazakları, 1614 yılı Ağustos ayında Sinop’u yağmalamış, kaleyi elegeçirerek yakmış, çok sayıda kadın ve çocuğu eseri alıp geri çekilmişlerse de Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa peşlerinden giderek ani bir baskınla Kazak yağmacıları bozguna uğratmıştır.

ARAŞTIRMA: A. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Kasım 2022 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

BENİ DE ALIN

16.11.2022-Safak Gündüz SARIKAYA

Umutsuzluktan çöktüğü bir andı.

“Olmuyor işte, olmuyor”, dedi genç adam.

İçindeki ses susmuyordu,

“hayır pes etmek yok”, dedi, “ne olursan olsun hayallerimi gerçekleştireceğim.”

İşte böyle gelgitlerle kimi zaman deniz kenarında düşüncelere dalar, Gerze’ye bakıp,

“acaba eşimi, oğlumu ve kızımı yanıma alabilecek miyim?”, derdi.

Neden olmasındı, 14 yaşında bile köyden ilk kaçışında adada bir aile yanında hayvanlara bakmıştı. Babası Sinop’a gelip onu köye tekrar götürse de, ikinci kaçışında Bafra ve Ayancık’ta iş bulmuştu. Yorgun ayakları onu Tersane^ye doğru itti ve orada bir hareketlilik gördü. Amerikalılar gelmiş işçi alımı yapıyorlarmış diye duydu. Koşa koşa Kaleyazısında bekleyen askeri araca binmek istedi. Birden kalabalığın içinde buldu kendini,

“beni de alın”, diye bağırıyordu.

Ama ustabaşı gibi görünen bir adam, kalıplı uzun boylu işçi seçiyor; çelimsiz olan genç adamı itekliyordu.

“Sen işimize yaramazsın git” diye.

Kulağında çınlayan bu söz adamı durdurmadı. Vazgeçmiyor, tekrar tekrar deniyordu ama olmadı. Arabanın içinde bir Amerikalı subay, bu genç adamın çabasını fark etmiş ve tebessümle ona bakarak “hadi bir kez daha dene” der gibi adama baktı. O bakış yeni bir umuttu o bakış haydi bir gayret daha göster seni alalım diyordu.

Bir hamle daha yaptı, ustabaşı başka yere bakarken insanların arasından sıyrılarak bindi arabaya. Amerikalı sesinin çıkarmadı ve o günlerde daha yeni kurulan ve sadece çadırlardan ibaret Amerikan Üssüne böyle giriş yapmış oldu. 50’li yıllardı. Emekli oluncaya kadar önce işçilikle başlayan bu süreç dil öğrenme isteğiyle devam etti. Emekli subaydan aldığı birkaç dersle dil öğrenme hevesi pekişti.

Kalem kağıt bulamadığında taşlara yazıyor, kendi kendine kelimeleri tekrar ediyor, dilini geliştirmeye çalışıyordu. Subayların konuşmalarını dinliyor, kelime haznesini geliştiriyordu. Amerikalıların dikkatini çekmeyi başarmıştı ve bir müddet radarda tercümanlık yapmıştı. Eşi de yardım ediyor, gece gündüz çamaşırların ütü ve kolasında eşine yardım ediyordu. Motorpool , İtfaiye bölümlerinde sevk amiri görevlerini başarı ile sürdürdü.

“BENİ DE ALIN” haykırışı, bir motivasyon, özgüven ve hayata bir kafa tutuştu. Diktelerin ve kuralların boyun eğdirdiği bir yaşam içinde, bu dik duruş mücadelesiydi. İtaatkarlık yerine, çalışmak ve sorgulamaktı beni de alın.

Bir oyuncunun, istediği rolü alması yapımcı ve yönetmene; yedek futbolcunun sahaya girmesi antrenöre bağlı olsa da “BENİ DE ALIN” direnişi engelleri yıkacak, hayatın şansını yaratacaktır. Yetenek avcısı ustalar, meslekte başarıyı ölçen uzmanlar, hassas terazili yürekler gerekir bazen.

Beni de alın bireyci bir yaklaşım gibi gözükse de; aradan geçen yıllar genç adama çok şey öğretti. Kendi geçtiği yollardan geçenlerin elinden tuttu hep. Yaşlandığında ve çok ağır hasta olduğunda bile,

“para mı lazım benden de alın” derdi.

Her şey kötü gitse de, ümidimizi kaybetmeyelim ve asla vaz geçmeyelim. Hayaller er ya da geç gerçeğe dönüşür.

Kim bu adam, işte o adam benim babamdı.

ŞGS

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

//ayşe’ce//

10.11.2022- Ayşe Ekşi ELMACI

DOĞDUĞUM ŞEHİR

Doğduğum şehirde güneş denizden doğardı, denizden batardı. Adadan başlayıp, garajda biten tek işlek caddesi (büyük olarak) vardı. Çoğunluk binalar ahşaptı. Betonarme binalarda çocuk gözümde lükstüler. Sra sıra dükkanlar meydan kapıdan başlar, garaja kadar giderdi. Garip bir ahşap kokusu olan fırınlardan simit, ekmek kokuları gelirdi. Baston ekmek sonradan girdi hayatımıza. Kucağımıza sığmayan koca yuvarlak ekmekler alırdık. Manifaturacılar (o zaman öyle çok hazır giyim yoktu), tüpçüler. En çok da şehre pazara gelen köylülerin satış sonrası alış veriş yaptığı dükkanlar vardı kale yazısında. İğneden ipliğe tencereden tavaya, baltadan küreğe, kazmadan bele akla gelmeyen şeyler bulunurdu. Teneke teneke gaz yağı, zeytin yağı ( aklımda kalan çiçek yağı yaygın değildi. Ananemin evinde, bizim evde hiç görmedim )

Benim için büyülü bir yerdi o dükkanlar. Kendine özgü bir dokusu vardı. Sanki herşey üstüne geliyordu. Karman çorman. İstenilen şeyi de şıp bulurlardı. Alacağını alan garaja gider, köyünün arabasına biner. Satmadan kazandığıyla da eksiklerini almanın sevinciyle mutlu mutlu beklerdi arabanın kalkmasını.

Garaj bir hengame yeridir. Muavinlerin müşteri çekmek için bağrışmaları renkli görüntü yaratırdı. Mesela ananeme eşlik eder ona yardım olsun diye garaja gittiğimde. Sabahtan beri bişey yememiş insanların üçü beşi bir araya gelip, arabanın yanında serip gazetelerini beyaz ekmek, helva, beyaz üzüm olurdu nevaleleri. Çok şaşırırdım ekmek arası yedikleri helvaya. ( Belki de onlardan kaldı helvayla üzümü sevmem. Helvayı severim ama hala ekmekle yemem. ) Araba dediğime bakmayın koca kamyonlar üstü tenteli. Ağır ağır tozu dumana katıp şehri terk ederlerdi gün batımına. Sanki onlar doldurup renk katıyorlarmış gibi sessizleşirdi şehrim. //ayşe’ce//

Sağlıklı mutlu huzurlu haftalar,

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Kasım 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP DİKMEN YÖRESİ KADIN KÜLTÜRÜ KAYBOLMASIN

08.11.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Dikmen ilçe ve köylerinde yaptığım çalışmaları arşivlemiş olsam da, yöre insanının kültüre sahip çıkmasına ihtiyacımız var. Her emekli gibi, sohbet muhabbet, gezme, okey yerine yılarca kaybolan kültürlerimizin ardına düştüm. Araştırmalarım sayesinde de, yöre insanını tanıma şansına sahip oldum.

Dikmen yöresi kadınlarımız, yün kilimlerini düz çizgili dokumuşlar; ama elbise ve bel kuşaklarına çok güzel el nakışı motif ler işlemişlerdir. Bu işlemelerin tek, tek isimleri vardır. Resmi kurumlarla işbirliği çalışması için çok zaman harcadığımı takip edenler bilirler. İşkur Müdürü Lokman Ceylan’ı, kaybolan kültüre hassasiyetimle o kadar çok rahatsız ettim ki Dikmen’de bu nakışlar yaşasın diye kurs açıldı. Kursun açılması ile ilgili ısrarım, sandıklarda gizli saklı tavan aralarında atıl durumda olan bu ürünlerin toplanması, fotoğraflanması, özelliklerinin kayda geçirilmesiydi.

2012 yılı BİLKE-İŞKUR- DİKMEN HEM işbirliğinde açılan DİKMEN kaybolmaya yüz yutan el sanatları kursundan:

Dikmen Göllü Köyünde köy müzesi açıldığını sosyal medyadan gördüm ve çok sevindim. Aynı yerde kadın el sanatları bölümünün olmasını da isterim. Dikmenliler, ninelerinin renklerle ve desenlerle nasıl dost olduğunu bilmeliler ve gelecek kuşaklara kendilerine has el sanatları hafızasını oluşturmalılar. Bu müzenin açılmasına vesile olan Köy muhtarı ve Alaaddin DOLMA’ya örnek çalışmaları için teşekkür ediyor, tüm özverili çalışmalarında başarılar diliyorum. Yörenin internet fenomeni genci Hilmi İNCE’ye de müzenin tanıtımını yaptığı için kültüre katkısından ötürü teşekkür ediyorum. Hepiniz var olun, sağ olun emekleriniz çok değerli.

Yıllardır Kültür Müdürü, Halk Eğitimi Müdürleri, Valilik, Kuzka, İl Proje Ofisi ile çok görüşmelerim olmuştur. Bu hafta, başladığım ve sonuca ulaşmasını istediğim Dikmen kaybolan el sanatları ve Tilkilik köy kültür evi ile ilgili yine vali yardımcımız ile görüştüm. Çalışmalarımı zaten önceden beri biliyorlardı, gündemim konu hakkında kurumlar destek olabilir mi başlığıydı.

Mekan açılabilirdi ama orayı bekleyen bir sorumlu olmasında konu düğümlendi. Dikmen için, belediye başkanlığı bu konularda önder olabilir dediler. Yine omuzlarımda koruyamadığımız kültürümüzüm ağırlığı ile valilikten çıktım. Kadınlarımızın koyun güderken elindeki işine, gece tezgah başında yüreğini açıp kilime, dokuma bezine döktüğü duyguları hiç olmazsa görsel olarak saklayabilmeliyiz. Gelecek kuşaklar, yöremizin köyümüzün hafızası kaybolmadı desinler.

Dikmen bölgesinde kadınlarımızın işlediği ve kaybolan el sanatlarından 2012’de fotoğrafladığım görsellerden bazıları:

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP CEZAEVİNİN KAHRAMANLARI VE KAHRAMANLAŞTIRMA

05.11.2022- Doç.Dr.Zeliha Nilüfer NAHYA

Yazının bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Bir başka akademisyenin gözüyle Sinop cezaevi:

Koşullara Rağmen Cezaevi İçinde Kurulan Egemenlik

Yerel halk, her ne kadar şehirlerinin cezaeviyle anılmasından ve tanınmasından rahatsızlık duyuyorlarsa
da, cezaevini ünlü yapan ilk unsurun cezaevinin koşulları, ikinci unsurun da cezaevinde kalan ünlü kişiler olduğunu dile getirmektedir. Fakat bu ünlü kişilere bakıldığında ortaya şöyle profil çıkmaktadır. Öncelikle bu kişiler, zor koşullarda egemenlik kurabilmiş kişilerdir ve bu çerçevede iki gruba ayrılabilirler.

İlk grup, tüm Türkiye tarafından bilinen ve döneminin ünlü mafya liderleri ya da kabadayıları olarak görülen, gazetelerde sık sık işledikleri veya karıştıkları suçlarla gündeme gelen kişilerdir.

İkinci grup ise daha çok yerel halkı tarafından bilinen, çoğu zaman ancak yerel gazetelerde adı geçen, ama daha çok halk anlatılarıyla ünleri yayılmış ve yaşamakta olan kişilerdir.


Cezaevi koşullarına tekrar dönersek, kaynak kişilerin birçoğu, cezaevi içindeki yaşamda tüm koşulların
yanında kendine özgü bir ekonomik sistem kurulu bulunduğunu belirtmektedirler.
Bu ekonomik sistem, kumar, uyuşturucu satışı, haraç, banyo için sıcak su satılması ve yiyeceklerin
paralı olmasını kapsamaktadır. Hapishane dışında olduğu gibi içinde de farklı sınıflardan insanlar yaşamakta ve geçimlerini (en basitinden kantin alışverişlerini) sağlamak için paraya ihtiyaç duymaktadırlar:


“Yani burası böyle yani. Ya kalbur üstü yaşayacaksın, ya da ayaktakımı olacaksın, ya da dindar olacaksın.
Kalburüstü yaşayanlar cezaevinde parası olanlar, ağa takımları gibi. Etrafında adam doyurabilen. Ayaktakımı da hizmet eden takım olabilir. Meydancıdır, hizmetçidir falan. Dindarlar da hiç kimsenin işine karışmaz beş vakit namaz kılar, kimsenin önünü kesmez, birisinin yanına gidip oturmaz. O Allah’la baş başa. Onların da bir sorunu olmaz yani. Ama birinci dediklerimin sorunu çoktur. Kavgalar olur, ölümler oradan başlar.”(Eski Mahkûm)


“Eskiden yüz kişi seksen kişi bir yerde yatıyor. Orda tabi neyle vakit geçirsin adam, kumarla vakit geçirecek. Kumarı kim oynar, dışardan parası gelen oynar. İçerde parası olmayan orda o kabadayı mahkûmlara aşçılık yapar, şebekecilik yapar, temizlikçilik yaparlar. Orda fakirlerin işi o. Orda zenginler de krallar gibi onların üstünden para kazanırlar.” (Esnaf)


Bazı mahkûmlar, cezaevi içinde kendi geçimlerini sağladıkları gibi bazıları da ailelerinden yardım almaktadırlar ki anlatırlar, mahkeme masrafları da dâhil edildiğinde hapishane yaşamının ne kadar zor olduğunu göstermektedir:
“Ankaralı bay bayan bir aile geliyor. Bu hadise, oğlu yapmadan önce cinayeti, çok zenginmiş[ler]. Oğlu cinayet yaptıktan sonra ziyarete gelecek, Sinop cezaevine, parası yok. Komşusundan yol parasını alıyor. Geliyor bize durumu anlatıyor. Otel parası, yemek parası almıyoruz, idare ediyoruz. Çok zengin bir aile bu duruma düşüyor.” (Esnaf)


Bu koşulların hapishane içindeki egemenlik ilişkileri için doğrudan kullanıldığını da bir başka hikâyeden
öğreniyoruz:
“Şimdi Marmara Hasan, esmer, renkli mavi gözlü, olağanüstü yakışıklı. Yani şöyle, şimdikinin bazı kabadayıları, kamuoyunda isimleri geçer, Türkiye’de nam salmış kabadayılardan çok, halkın sevdiği fakirleri koruyan bir kişi. Şimdi cezaevindeki diğer nüfuzlu kabadayılar bunu hiçbir şeyle yola getiremiyorlar. Ne rüşvetle ne dövmekle çünkü çok güçlü, kendisini koruyor, mahkûm seviyor. Marmara lakaplı Hasan’ı esrara alıştırıyorlar, uyuşturucuya ve Hasan bitiyor; gidiyor. Bütün kişiliği bitiyor. Onun için
derler Marmara Hasan gibi yandı.” (Avukat)
Bu hikâyedeki bir başka nokta, hapishanedeki ekonomik ilişkileri ve bunun mafya, kabadayılar vb. ile
ilişkisini ortaya koymaktadır: “Fakir babası”. Daha çok zengin mahkûmlar olarak bilinen mafya liderlerinden ve büyük kabadayılardan korkulmasına ve yanı sıra merhametsiz ve katli olarak anlatılmalarına karşın, fakir insanları koruyup kolladıkları görüşü de genel olarak hâkimdir.
“Çok merhametli, halkın dışardan bildiği gibi değil. Mağdurun, yoksulun yanındadır.”(Ev Hanımı)


“Kabadayılar, külhanbeyi insanlar en efendi insanlardır. Aynı zamanda gariban babalarıdır bunların
ekseriyeti. Onun için onu idare ve herkes, yani cezaevindeki insanlar, korur. En rahat korunacak yer de Sinop cezaevidir.”(Eski Mahkûm)


Benzer örnekler dünya mafya tarihinde görülebilir. Al Capone, ünlü bir mafya lideri olmasının yanında en
yardımsever mafya lideri olarak da ün salmıştır. ABD’deki Büyük Bunalım sırasında, Chicago’da çorba mutfakları kurdurmuş ve birçok insanı doyurmuştur (Civitello 2008:310).

Başka örnekler veren Sifakis ise, bu yardımseverliği, mafya liderlerinin “kendi itibarlarını parlatmak için en iyi yol” olduğu şeklinde yorumlamıştır (Sifakis 2005: 93-94).
Topluma karşı büyük suçlar işlemeseler de, devlet ya da sistem tarafından suçlu ilan edilen ve buna göre
bir yaşam süren kişilerin fakirlikle ya da fakirlerle ilişkilendirilmesi, diğer birçok kahramanlık hikâyesinde
de görülmektedir. Cezaevindeki bu kişilerin kahramanlaştırılmasına en yakın tipler, özellikle kırsal kesim
hikâyelerinin kahramanları olan eşkıyalardır.


Şehirleşmeyle beraber, merkezi yönetimden daha kopuk ve kontrolsüz bir yapı gösteren kırsal kesimde, çoğunlukla yönetime karşı çıkan kişilerdir eşkıyalar. Hâkimiyet kurdukları bölgeler tarım ve hayvancılıkla
geçinen, şehre göre çok daha fakir konumda bulunan kırsal kesimdir. Cezaevi ortamıyla benzerlik gösteren
ilk nokta da bu ekonomik yönüdür. Haydutların genel özellikleri zenginden alıp fakire vermeleri ya da
genel anlamda yoksulluk çeken köylüye dokunmayarak; zengin, üst sınıf, egemen sınıfların mal ve mülklerine zarar vermeleridir (bk. Hobsbawm 1969). Mafya liderleri ya da kabadayılar bazı kişilerce tam anlamıyla fakir babası olarak görülmüşlerse de bazı yorumlarda cezaevi içindeki haraç kesen,
haksız kazanç sağlayan yönleri de zaman zaman dile getirilmiş; hatta benzetmeler dahi yapılmıştır.
“Yani rüşvet doğru; yani şöyle, ekmeklerini, muhakkak gıdalarını verirlerdi.
Tabiri caizse mafya babaları gibi orada büyük fareler, gemeler; mafya babası gibiydi, muhakkak bölüşürlerdi.”(Avukat)
Bu kişilerin “zenginlikleri”, “yardımseverlikleri”, “fakir babası” oluşları dışında halkın gözündeki bir başka
vasıfları da “efendilikleri”dir. Bu özellikleri bu yazıda yer alan doğrudan alıntıların satır aralarına bakıldığında açıkça görülebilir. Böylece cezaevi kahramanları, maddi olduğu kadar davranışsal tavırlarıyla da olumlu bir imaja sahip görünmektedirler. Cezaevi içindeki ekonomik yapıyı hareketlendiren bir başka unsur, Tarihî Sinop Cezaevinde çeşitli atölyelerin bulunmasıdır. Özellikle paraya ihtiyaç duyan, fakir ya da gönüllü kişiler, oldukça sıkı bir kontrol altında, mobilya, halı, dokuma vb. atölyelerde çalışmışlar ve para kazanmışlardır. Bu ekonomik sistem, kaçınılmaz olarak kendi rekabet sistemini de kurduğundan,
çekişmeler ve iktidar mücadelesi cezaevine, kavgalar, isyanlar ve hatta cinayetlerle yansımıştır. Bu konuda
yerel halk arasında en öne çıkan hikâye Benli Taci ve Abaza Basri arasındaki cinayetle sonuçlanan olaydır.
Hikâyelerin tümü bir araya getirildiğinde kaynak kişilerin hikâyeyi Benli Taci ya da Abaza Basri tarafından
anlattıkları görülmektedir. Kahramanların arasında bir çekişme olduğu aşikârdır; fakat bazı insanların haklı
kahramanı Benli Taci’yken; bazılarınınki Abaza Basri’dir.(7)


Bir kabadayı ya da külhanbeyi olmamasına karşın özellikle Sinoplu olduğu belirtilerek anlatılan Abaza
Şahadettin’in hikâyesi de dikkat çekicidir. Abaza Şahadettin’i bu kadar popüler yapan cezaevi yaşamından çok, tahliyesinin ardından Sinop’ta herkesin gözünün önünde bir çocuk tarafından öldürülmesidir.


“Ben çocukken Abaza Şahadettin, çok cesur, gözü pek, kahraman bir insan olarak yani halk tabiriyle mert,
cesur bir insan olarak [anlatıldı]. Onu tanıyanlar bize bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda bu şekilde naklettiklerini hatırlıyorum ben. (…) Onun tabi bugün çocuklarını tanıyoruz; işte genç, bize yakın yaşlarda insanlar. Sinop halkı tarafından iyi olarak tabir edilen insanlar arasındır Abaza Şahadettin”(Gazeteci).


Emiroğlu’nun da belirttiği üzere“Eşkıya olabilmek için her zaman yüreklilik gerekir.” (Emiroğlu 2003:273)
ve bu kişiler, yerel halk tarafından da mevcut düzene isyan edebildikleri için, yürekli, cesur, mert ve yiğit olarak kabul edilmektedirler. Kahramanlaştırılan kişilerin hikâyelerine bakıldığında da, onlar için bu yüceltici sıfatların kullanıldığı görülmüştür.


Son olarak kabadayı, mafya lideri veya külhanbeyi olarak görülen kişilerin fiziksel yapılarına değinilebilir.
Birçok kişinin gözünde bu kişilerin iri yapılı, yakışıklı, sert mizaçlı bir görünüşe sahip olarak hayal edildikleri; ancak onları zayıf ve güçsüz gördüklerinde derin hayal kırıklıkları yaşayabildikleri
gözlemlenmiştir: “Görmek isterdim, göremezdim. Büyük müdür küçük müdür? Bizim gibi insan
mıdır?”(Öğrenci)

tamamı:

 

Etiketler: , , , , , , , ,