RSS

Aylık arşivler: Kasım 2021

//ayşe’ce//

30.11.2021- Ayşe Ekşi ELMACI

GEÇMİŞE YOLCULUK

Kasımda geldi gidiyor. Soğuk bir kasım sabahından geçmişe bir yolculuk yapalım . Memleket sevdalısı yazar , araştırmacı, köşe yazarı Tufan Bilgili’nin de yazdığı gibi Altmışlarda çocuk olmak muhteşem bir şeydi. Yaz vazgeçilmezimdi , köyde ananemin yanında.

Ananem yalnız bir kadındı rahmetli dayım yapardı bütün dışarı işlerini. İple çektiğim orak ayı en eğlenceli yanıydı . Biçilip destelenen ekinler öküz arabalarıyla harmana taşınırdı. O zamanlar henüz biçer döğerler köye gelmemişti . Harman yeri denilen yerde desteler yığın yapılır, bütün buğdaylar toplanana kadar o yığınlar dururdu .

Biz çocuklar için en güzel yanı öküz arabasına binmekti. Sonrasında o yığınlar bozulur desteler harman yerine serilir, öküzlerin çektiği düvende buğdaylar saplarından ayrılırdı. Düvene binmek en güzel eğlenceydi. Dön baba dönelim hesabı geniş alanda döner dururduk. Bu işlem olurken harmanlarda türküler sesler birbirine karışırdı. Günlerce sürerdi düven işi, sonra yabayla rüzgara karşı savrulur samandan buğdaylar ayrılır, ambarlara taşınırdı ambarlar devasa olurdu bölüm bölüm.

Senelik un için ayrı bölüm, tohumluk ayrı bölüm, cinsine göre ayrı bölüm . Fazlası köye gelen al yazmalımın kırmızı kamyonu gibi kamyon gelir , her evden topladığı koca çuvalları kantarla tartar geride koca bir toz yığını bırakarak giderdi. Bize oyun, emek verene ayların yorgunluğu teri ve bir çoğunu borca vereceği para olurdu…

Yağmurlu rüzgârlı Beykoz sabahından herkese , GÜNAYDINNNN…!! //ayşe’ce/

 
3 Yorum

Yazan: 30 Kasım 2021 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

SANA NE BE MORUK DEMEZ Mİ!

24.11.2021- A. Yaşar SARIKAYA- Yaşamdan Kesitler

Bora fırınının önünden geçerken, herkes o güzelim gevrek simitlerden alırdı. Birkaç yıl önceydi, simit aldım eve dönüyordum. Gördüm ki, mahallenin çocukları birbirine girmiş, kavga ediyorlar. İçlerinden biri, sanırım grubun reisiydi. Ortalarına kendilerinden küçük bir çocuğu almışlar, yer misin yemez misin misali kıyasıya pataklıyorlardı. Diğer çocuklar da, olayı film seyreder gibi zevkle seyrediyorlardı. Güçlü olanın gözüne girme modası var ya toplumda; çocuklar da büyüklerinden gördüğü gibi çete reisinin gözüne girmek için arada birkaç yumruk, bilemedin tekme kaptırıyorlardı. Ne güçlü, ne cesaretli, ne korkusuz insanız sanıları; belli ki gururlarını okşuyordu.

Yaklaştım ve yüksek sesle

“ne yapıyorsunuz çocuklar, ayrılın” diyerek daldım aralarına. Sopa yiyen çocuğu çekip aldım almasına da, arada olduğum için bir iki de şaplak yedim. Yine de, serde eğitimcilik var ya, aklım sıra öğüt vereceğim;

“Oğlum neden kavga ediyorsunuz, gün gelir senden güçlü olan da seni döver. Lütfen yapmayın, bu çocuk sizden hem küçük hem de tek başına. Bir araya gelip onu dövmekten utanmıyor musunuz?” dedim.

Önder olan, delikanlılığın kitabını ben yazdım havalarında;

“bize küfür etti, sopayı da hak etti” dedi.

“Oğlum, çare dayak atmak mı; hem de bire karşı beş kişi” .Reis çocuk, lafı gediğine oturttu;

Sana ne be MORUK” diyerek.

Söylediğine güleceğim, ama ciddiyeti bozmamam lazım ki etkili olayım. Evde annem:“siz daha dünkü çocuksunuz yaşınız genç” derken; çocuk gelmiş bana MORUK diyor. Gel de gülme şimdi bu duruma. Çocukluğumdan beri zayıfın ezilmediği, kavgasız bir dünya umudu içimi kuşatmıştı. Bana söylediğine takılmaktan çok, doğru mesajı vermek beni ilgilendiriyordu. Araya girdiğimde, sopa yiyen çocuk kaçtı kurtuldu. Lider çocuk “moruk karışma” dese de, kaba kuvvet yerine anlaşmaya ikna etmeliydim.

“Hangi okula gidiyorsunuz” dedim. Reis olan:

“Sana ne, İstiklal’e gidiyoruz, nolmuş yani” diye cevap verdi.

“Yarın okula geliyorum, müdürle öğretmenle görüşeceğim” dedim.

“Selam söyle” demez mi?

Arsızlık- hırsızlık- yalancılık- hilekarlık- rant gibi alanlarda, özgürlük almış başını giderken; sosyal yaşam hep kötü örneklerle doldu. Akıl özgür olmalı, hukuk özgür olmalıydı. Telefonlar, sosyal medya, birincil eğitim araçları oldu. Siyaset de kişileri öne çıkaran, zengin eden kurumlar.

Oysa devlet büyümeli, devletin kasası dolmalı, BEKA da anlamını bulmalı, insanlar mutlu olmalıydı. Simitler elimde, annem evdeydi, bana “nerede kaldın kızım” diyecekti. Kafamda “ bozulan eğitim sistemi, küreselleşen dünya, toplumdaki olumsuz değişim dönüp duruyordu. Bu gün, Bora fırınının yerinde yeller eserken, umutlarımıza yeller esmesin düşünü kuruyordum. A. Yaşar SARIKAYA

not: Sinop’a gelirseniz, bir simit alın ve Yalı kahvesine gidin, bir bardak çay- simit eşliğinde denizi seyredin.

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

VEDAT OKYAR VE “KESKİN BIÇAK”

21.11.2021-BİLKE

Sezen Aksu’nun hit şarkısı İbrahim Tatlıses tarafından da yorumlanan “Keskin Bıçak” adlı şarkının söz yazarının aslında sanıldığı gibi Sezen Aksu ‘nun değil Beşiktaşlı eski futbolcu ve spor yazarı Vedat Okyar’a ait olduğu ortaya çıktı. Vedat Okyar bu şarkının şiirini 35 yıl sonra ilk kez kavga ettiği eşi için 15 dakikada yazmış.Okyar bu şiiri yakın dostu Sezen Aksu’ya okuyunca Minik Serçe bunu hemen şarkıya dönüştürmüş.Okyar şiirinin sanatçıya verirken ünlü sanatçıya bir ricada bulunmuş : “Sakın benim size verdiğimi kimse bilmesin” Okyar’ın Aksu’nun şarkıyı çok iyi bestelediğini söylerken tek şikayetinin ilk satırda geçen “Odam rakı kokuyor” mısraının “Odam hasret kokuyor” şeklinde değiştirilmesiymiş.(1)

KESKİN BIÇAK SÖZLERİ

“Geldim yarım, kaldım yarım

Neydi, ne oldu şu tez canım,

Ertelendim hayattan, sevdim yarım,

Derken bugün olmazsa, olur yarın

Kendimden kaçak/Yarim keskin bıçak

Nerde bende o yürek/Yardan cayacak

Kendimden kaçak /Yarim keskin bıçak

Nerde bende o yürek/Yardan cayacak

Hep köşe bucak

Geldim yarım, kaldım yarım

Neydi, ne oldu şu tez canım

Ertelendim hayattan, sevdim yarım

Derken bugün olmazsa, olur yarın

Kendimden kaçak/Yarim keskin bıçak

Nerde bende o yürek/Yardan cayacak

Kendimden kaçak/Yarim keskin bıçak

Nerde bende o yürek/Yardan cayacak

Hep köşe bucak

Ben bu dünyayı anlayamadım

Niyetlendim de altından kalkamadım

Kendimden kaçak/Yarim keskin bıçak

Nerde bende o yürek/Yardan cayacak

Kendimden kaçak /Yarim keskin bıçak

Nerde bende o yürek /Yardan cayacak

Hep köşe bucak’’’

40 yıl ”yürek arkadaşlığı” yaptığı eşiyle bir tartışma sonucu evi terk etmiş, gece eve dondüğünde uyku tutmamış, bu şiiri de yazmış, ilk ve son göz ağrısı Asuman Hanım’a…

Samimidir…Duygudur Vedat Kaptan!..

Bursaspor yıldızıyken Beşiktaşlı olmuştur. Teknik kapasitesi ve oyun kuruculuktaki zekasıyla dikkati çeken Okyar, Siyah-Beyaz’ın simge ismi “çArşı’’nın gönlü olmuştur. Beşiktaş’ta 253 maçta forma kuşanmış,  futbol yaşamında 43 penaltı atmış, yalnızca bir tanesini kaçırmıştır. 33 kez de Ay-Yıldız’ı taşımıştır göğsünde. Brezilyalı sambacılarınkine benzer tekniğiyle zarif futbolunu birleştirmiştir. Dobracılığı müthistir..

Bir anekdot, Bursaspor’da yan yana oynadığı, ardından Beşiktaş’ta top koşturduğu santrfor Tezcan Ozan’dan: ‘’İnönü’deydi maç. Rakip oyuncu öyle sıkı bir tekme attı ki Vedat’a, o kibar adamdan nasılsa küfür çıktı! Rakip de hakeme koştu. Hakem de o günlerin efsanesi; Doğan Babacan. (2 ay önce kabettiğimiz, hani 1974 Dünya  Kupası’nda düdük çalan, B.Almanya-Şili maçında

Şilili Cazzely’e kırmızı kartı çakan hakem) Vedat’ın küfür edeceğine ihtimal vermiyor ama yine de yanına gidip sordu. Vedat, ‘Evet, ettim’ dedi.

Babacan’ın kırmızı kartı havada! Tekmeyi yiyen “Beyefendi Vedat” oyundan atıldı(!)

Olayın birebir tanığıyım. Vedat’a, ‘Niye ettim’ diyorsun. ‘Etmedim’ deseydin ya’ dedim.

Yanıtı hiç aklımdan çıkmıyor:

‘’Üstümde Beşiktaş forması varken yalan mı söyleyecektim!’

Böyle de sözünün eridir ‘’Babadan BJKli’’ Kaptan!” (Babası Rahmi Okyar, Beşiktaş 2.başkanıydı)

Ayrıca; Kartal’dan transfer ücreti, prim, maaş almayan tek futbolcudur da…

Yasemin Boran, 16 yıl önce çok net tanımlamış Kaptan’ı: ‘’Vedat Okyar için ‘Yaşamak’ keyif almak demek.

Şimdiye kadar keyif almadığı hiçbir şeyi yapmadığını herkese söyleyen ve söylediği gibi yaşayan biri o.

Yani; felsefesini yaşayan biri. Hayatında bildiği tek şey futbol.’’ Biz de ekleyelim;

ülkemizin ‘’Spor Kültürü” Beşiktaş’’ın ‘’Keskin Bıçak’’ıydı Vedat Kaptan…

Dokuz yıl önce bugün yitirdik ‘’Bir türkünün/şiirin derin ağaçlığında!..’’ (2)

KAYNAK:

1:https://www.muzikhabercisi.com/379/muzik/keskin-bicak-adli-sarkinin-sirri-ortaya-cikti.html

2:https://halktv.com.tr/makale/futbolun-keskin-bicakiydi-vedat-okyar-326418

 
Yorum yapın

Yazan: 21 Kasım 2021 in GÜNÜN ANLATISI

 

Etiketler: , , , , , , , ,

NORMLAR SAVAŞI

18.11.2021-A.Yaşar SARIKAYA

DOLMUŞ DOLMUŞTU YANİ!

Dolmuşa, üniversite durağından bindiler. Gülme, şakalaşma ve espriler gırla gidiyordu. Dolmuştakiler, öğrencilere bakıp belleklerinde saklı anılarda gençliklerini buluyordu.

-Kaptan, üç öğrenci alır mısın?

– Beş öğrenci uzatabilir misiniz lütfen?

Diyerek, yol parasını elden ele uzatıyorlardı. Hiçbir yere tutunmadan cesaretle ayakta duran delikanlı da, arada bir kızların üstüne savruluyordu. Ah gençlik, her biri cıvıl, cıvıl hayat doluydu.

Aralarından biri, taş bebek gibi güzel, top model kadar alımlı bir kızdı. Düz fönlü, kızıl uzun saçları, başını sağa sola çevirdikçe, etrafa mis gibi şampuan kokusu yayılıyordu. Savrulan saçlarının mavi renkli perçemi de gözden kaçmıyordu hani. Savurduğu saçlar, arkadaşlarının yüzünü yalıyor sonra tekrar geri dönüyordu.

Her durakta yeni yolcular biniyor, “ilerleyelim lütfen” diyorlardı. Öğrenciler boşalan yerleri dolduruyor böylece dolmuş da, isminin tam anlamını alıyordu. Dolmuş dolmuştu yani.

Dolmuş durakta sert bir duruş yaptı, erkek çocuklardan biri can havliyle kız arkadaşına tutunuverdi. Kızın yanakları al al oldu. Yüzü, büyük bir suç işlemenin mahcubiyetini taşıyordu. Utancından başını yerden kaldırmıyor, ürkek tavrı da gözden kaçmıyordu; ilkbaharda don yemiş çiçekler gibi.

İklim ve coğrafya etkisinde kalan, bitkiler gibi değil midir insanlar. Ailesinin, toplumun ve coğrafyanın normları arasında büyürler. Normlar, ülkeler arasında, kentte- köyde, mahallelerde bile farklıdır. Ailesinde, karides ve havyar kültürü olanlardan, bilmeyeni küçümseyenler bile vardır. “Sen ne anlarsın karidesten, havyardan” diyerek. Kimi zaman da giysilerle yarışır insanlar.

Bu farklılıklar hep olmuştur, olacaktır da. Farklılıkların sisteme kazanç malzemesi oluşu, insanın canını yakıyor. Siyasetin de bu alanlardan beslenmesi çok acı.  Her şey, neden “Normlar Arasında Savaş” temeline oturur ki? Modern binalar yapılır, devasa köprüler kurulur da; insanlar arasında gönül köprüsü, akıl köprüsü, sevgi köprüsü kurulmaz.

Yaratılış insanı, akıl- duygu- mantık- vicdan- ruh ile donatmıştır. Finlandiya gibi, küçük yaşta kendini tanıma temelli eğitim politikası güden ülkeler arasında olmalıyız. Topluma kendi donanımını kullanma becerisini kazandırmalıyız. A.Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

ORHAN VELİ

14.10.2021-BİLKE

13 Nisan 1914 de doğan ve 36 yıllık ömrünü 14 Kasım 1950 yılında tamamlayan Orhan Veli Kanık, daha çok Orhan Veli olarak bilinir.

 Melih Cevdet ve Oktay Rıfat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Türk şair. Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı.

Şairimizin doğum gününde sözleri ve şiirlerinden bir demet:

Her yeni cereyan şiire yeni bir hudut getirdi.

Şiir, bütün özelliği edasında olan bir söz sanatıdır.

Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın. 

Boş konuşan insan çana benzer, içi boş olduğu için çok ses çıkartır!

Sokakta giderken, kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığımda, beni deli zannedeceklerini düşünüp gülümsüyorum.

Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? böyle mi görünür gökyüzü her zaman? her zaman güzel mi bu kadar, bu eşya, bu pencere? değil, vallah…

Bilmezler yalnız yaşamayanlar, Nasıl korku verir sessizlik insana; İnsan nasıl konuşur kendisiyle; Nasıl koşar aynalara, Bir cana hasret, Bilmezler.

Cep delik cepken delik

Uyuşmayız, yollarımız ayrı. Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi.

En delikanlı mevsimdir kış. Yüzüne yüzüne vurur yalnızlığını. 

Gün ışığında hissemize razıydık kendimize hüzünler icad ettik avunamadık.

Güzel kadınları severim, işçi kadınları da severim, güzel işçi kadınları daha çok severim. 

Ne kadar severim o insanları! o insanları ki, renkli, silik dünyasında çıkartmaların tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber yaşayan ins…

Siyah akar Zonguldak’ın deresi. Yüz karası değil, kömür karası. Böyle kazanılır ekmek parası… 

İmkansız şey şiir yazmak aşıksan eğer; ve yazmamak, aylardan nisansa.

Oysa kahve içmişliğimiz de vardı: ‘bu ne hatır gönül bilmezlik’ diyemedim.

KAYNAK: https://muhtesemsozler.com/orhan-veli-kanik-sozleri/

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Kasım 2021 in GÜNÜN ANLATISI

 

Etiketler: , , , ,

MİNAS BIJIKYAN- SİNOP 817-1819

12.11.2021-BİLKE

Liman Şehri

   Ağlimanın dokuz mil mesafesinde, eski devirde PAMFİLAGONYA denilen eyaletin meşhur başşehri olan Sinop veya Sinap’ın doğu koyunda mükemmel bir limanı ve Roma devrinden kalmış olup içinde bugün Osmanlı Devleti için büyük gemiler inşa edilen bir tersanesi vardır. Polibios ve Strabon, Sinop’un meşhur bir şehir olduğunu ve iki iyi limanı bulunduğunu söylerler ki, bunlardan biri Ağliman olsa gerek. Bazı eski tarihçilere nazaran burasını, Asobos’un “peri” lakabı verilen SİNOPİ adlı kızı yaptırmıştır.

Büyük Sinop’un Gölgesi

Valerios da, Yason veya Argonotlar’ın “ Yüksek Karampe’ye doğru sahilden seyrederlerken büyük Sinop’un gölgesi denizde yüzüyordu” beyti ile şehrin o zaman esasen yapılmış olduğunu söyler. Diğer bazı yazarlar da, daha muhtemel olarak, şehrin Argonotlar‘dan olan ve şehirde heykeline tapınılan AUTOLİKOS tarafından yapılmış olduğunu söylerler. Plutarkos’un dediği gibi Romalılar şehri zapt ettikleri vakit, sahilde gördükleri güzel bir gencin heykelinin AUTOLİKOS’a ait olduğunu anlayarak Roma’ya götürmüşlerdir. Anlaşıldığına göre, orada önce ufak bir şehir yapılmış olup, Autolikos, Grek tarzındaki kaleyi inşa etmiş, sonra Akdeniz’den gelen Milezyalı bir kolon, mevkiin güzelliğini görerek, yerlilerin zaifliğinden dolayı kendileri oraya yerleşmiş, şehri büyütmüş, intizama koymuş ve refah içinde o kadar çoğalmışlardır ki, Giresun ve Trabzon’a da birer koloni göndermişlerdir.

Böylelikler Sinop’un kurucuları sayılan Milezyalılar, Mihridates’in korkusundan şehri çok tahkim etmişlerdir. Mihridates’ın zamanında payitaht şehri olan Sinop, sonra Romalıların eline geçmiştir. Memnon ve başkaları, Sinop’un Mihridates’ın doğduğu ve atalarının başşehri olduğunu söylerler.

Mabette Put

   Sinoplular eskiden çok kuvvetli olup birçok savaşlar yapmışlardır. Başlıca ilahları, Mısırlıların Serapis Putunun aynı olan Dios olmuştur. Sinopluların kalenin içinde yaptıkları muhteşem bir mabette tapındıkları bu put, Tacitus’a nazaran, Mısır Kralı Ptolemeos tarafından Mısır’a götürülmüştür. Adı geçen Kral putu almak için üç sene uğraşmış ve Sinop kralına elçilerle büyük hediyeler göndermiştir. Nihayet putun, gemiye kendi kendine uçmuş olduğuna dair çıkarılan rivayetle halkı aldatmışlar ve put Mısır’a götürülerek orada muhteşem bir mabede konulmuştur. Bu put pek meşhur olup kahinleri de alim kimselerdi. Pontuslu filozof HERAKLİTES, mazkur putun :”önce ilah, sonra kelam ve ruh bir aradadır” diye bir mesajını nakleder.

Sinop Sikkesi

   Sinop sikkesinin bir yüzünde, Autolikos’a ait olması muhtemel açık bir baş, diğer yüzünde de memleketin verimliliğini gösteren bereket boynuzu resmedilmiştir. Bulunan diğer eski bir sikkede, bolluk ilahı Pluton’un yan yatmış vaziyette resmi vardır. Diğer bir sikkenin üzerinde de, bu gün de görüldüğü gibi, balığın bolluğunu işaret etmek üzere bir balık resmi vardır.[1]

Romalıların bastırdıkları sikkelerin birinde C.J.F.SİNOPES, yani ”Julius kolonisi mesud Sinop kolonisine” yazılıdır ki bu, Roma imparatorlarının Sinop halkını kendi kolonileri saydıklarının ifadesidir.

Kale

Sinop kalesi Strabon zamanında çok güzelmiş. Fakat zamana eski bina yıkılmış ve Grekler zamanında kalıntıları ile yenisi yapılmıştır. bazıları yeni kalenin Cenovalılar tarafından yapıldığını söylerler. [2]

Peygamber Eremya ve Kale

EUSEBİOS, Sinop’un M.Ö.625’de peygamber EREMYA’nın zamanında yapıldığını söyler ki, bununla kalenin ikinci yapılışı ima edilse gerektir. Kale duvarları üzerinde birçok yerde taşlarla beraber örülmüş insan ve hayvan heykelleri, tezyinat ve sütun parçaları, Müslüman mezarlığında da sütun kaideleri parçaları gördük. Bunlar STRABON’un tasvir ettiği eski akademiya holunun kalıntıları olsa gerek.

 Kalıntılar içinde Grekçe yazılar vardı; fakat kopya etmeye vaktim olmadı. Kale duvarının içinde bulunan çok eski şeylerin arasında yüzü bozulmuş, fakat boynu ve saçları görülen mermer bir büst vardı. Deniz tarafında, elinde bir kap yan gelmiş bir adam, bunun ayak tarafında da elinde bir kapla yatmış kadının yanında, üç geyik ayaklı halka biçiminde bir masanın resmedildiği mermer bir heykel vardır. Bunun biraz ötesinde bir tapınak duvarının kalıntısı görünür.

   Kale kuzey taraftadır, güneyde iç kale vardır. Kapının birisinin üzerinde Grekçe yazı ve iki sed üzerinde Cenovalılar’dan kalmış tamamiyle mevcut iki arslan şekli vardır. Çevresi iki milden fazla olan kale, berzah üzerinde yapılmış olup bir ucu sahilin batısına, diğer ucu da büyük liman olan doğu koya kadardır. Kalenin kumluk arazi üzerinde bulunması, Türkler arasında bir efsanenin vücut bulmasına vesile olmuştur. Güya kale önce kumla örtülü imiş, sonra devler onu sihirle açmış ve kumu ağlimana dökmüşlerdir.

Yarımada

   Sinop’un Boztepe ( Grekçesi KARAPİ) denilen yarımadası ucu sekizyüz adım genişliğinde bir dildir. Denildiğine göre, bu dil vaktiyle açık olduğundan kaleye gitmek için karadan bir köprü yapılmış, kayıklar da bir koydan diğerine geçerlermiş. Dilin çevresi 18 mil olarak hesaplanıyorsa da, kale üzerinden ölçüldüğü takdirde o kadar tutmaz.

Yarım adada Türbe ve şapel yanyana

Dilin üzerinde Seyyid Bilal Tekkesi denilen meşhur bir ziyaretgah ve mezarlık gördük. Orada iyi bir su dahi vardı. Yakınında, bir köşesi Ağlimana, biri kaleye, diğeri de limana bakan üçgen şeklinde bir harabe vardır ki, bunun bir şapele ait olması muhtemeldir. Romalılara ait mezarlar aynen kalmış olup buradan çok defa, eski taş ve sikkeler çıkarılır. Orada bulunduğumuz günlerde toprak kazılıp Mihridates’e ait birkaç altın sikke çıkarıldı. Romalılar, hazine ve dini yazılarını kal’ede hıfzederlerdi. Horenli Moses, Mihridates’in Sinop’a hakim bulunduğu zaman kahinlerin yazmış oldukları Ermeni Kralları tarihini Africanus tarafından, üçüncü asırda oradaki tapınaklardaki yazılardan çıkarılmış, bilahere de Pontus’dan Urfa’ya götürülmüş olup, kendisinin gördüğünü söyler. [3]

Strabon, Sinop dağ ve bahçelerinden büyük sitayişle bahseder. Hakikaten de bu gün dahi her tarafı ağaçlıkla süslü bir vaziyettedir. Buradan İstanbul’a büyük gemi inşaatına mahsus, muazzam keresteler sevk edilir. Burada bir nevi kırmızı kilden kaplar yapılır. Denildiğine göre Sinop dağlarında yeşil renkte bir kil de vardır.

Sinop’ta zeytin ağaçları yetişir ve zeytinyağı imal edilir. Sahilin bazı yerlerinde, eskiden “Pontos Absenti” dedikleri absente benzer otlar, dağlarda ise bundan başka çeşitli şifalı otlar vardır.

Hrıstiyan halk kale dışında oturur. Rumlar, cesur ve gururlu insanlar olarak kalmışlardır. Ermenilerin sayısı azdır ve bir kiliseleri vardır. Haçlılar İstanbul’u zapt ettikten sonra Sinop, Osmanlı fethine kadar Trabzon imparatorlarının başlıca bir şehri olmuştur.1461’de İsmail Bey orada tek başına hüküm sürüyordu ve Osmanlı fethinden evvel Trabzon imparatorları Sinop Beyi Şatir’e yıllık bir vergi öderlerdi. 

   Sinop’tan birçok meşhur adam çıkmıştır. Bunlardan filozof Diogenes M.Ö.340’da burada doğmuştur. Sinik ( Cynique) felsevi mezhebine ait olup sefil bir hayat süren ve bir fıçının içinde oturan mezkur filozofun mermerden mamul mezar taşı bulundu. Taşın üst tarafında bir köpek resmi, altında da sual- cevap şeklinde şu yazı vardır:

S-           Söyle ey köpek, bu kadar dikkatle kimin mezarını bekliyorsun?

C-           Köpeğin.

S-           Köpek dediğin o adam kimdir?

C-           Diogenes.

S-           Bu adam nereli idi?

C-  Sinopludur. O bir zaman fıçı içinde yaşardı, fakat şimdi meskeni yıldızlar olmuştur.” [4] 


[1] Tournefort –II.206-, “Sinopluların kendi zamanında, İstanbul için urgan imalatı mükellefiyetinden başka, başlıca işlerinin balıkçılık olup, tuzlama ve balık yağı ticareti ile meşgul olduklarını; tuzlamayı daha çok uskumru ve palamut balıklarından yaptıklarını, yağı da yunus ve fok balığından çıkardıklarını söyler.”

[2] Aynı müellif kalenin kendi zamanında çok bakımsız olduğunu şehirde az sayıda yeniçeri bulunduğunu, Yahudilere tahammül edilmediğini, Rumların da müdafaasız açık bir mahallede ikamete mecbur edildiğini söyler. Feruhan Bey ise kendi zamanında (1847) içinde Türk evlerinin bulunduğu ve tamir edilmiş olan Sinop kalesinde 150 kadar top ve 500 asker bulunduğunu söyler.

[3] ERMENİ Tarihi, Venedik 1827, s. 182

[4] Minas Bıjıskyan- Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası

ARAŞTIRMA: Y.SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Kasım 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , ,

ayşe’ce

KONUK YAZARIMIZIN KALEMİNDEN

09.11.2021- Ayşe EKŞİ ELMACI

Aslında bu sabah birşey yazmayacaktım. Bir sayfada Almanya göçünün ve Almanya göç yasasının 60.yılıymış oradan yola çıkarak çocukluğumun anılarından biri geldi aklıma.(ananemin köyünde isimleri ve cisimlerini bile unuttuğum, yaşananların komikliğinden midir bilmem aklımda kalmış)

Anımsayabildiğime göre 66-67 yılları olsa gerek. Evleri şehrimize giden anayolun üzerindeydi. Her köy evi gibi ağaçtan yapılmış eski bir köy eviydi. Kendi yağlarında kavrulmaya çalışan(ananemin anlatmasına göre)insanlardı. O zaman bir Almanya furyası vardı ki herkesin dilinde, müracaat eden edene…

Derken yazıma konu olan ailenin gelini de yazılır. Bekleyiş içerisindeyken muhtar yazılı bir evrakla müjdeyi verir. Şehir merkezinde Almanya’dan gelen heyet sağlığından eğitimine kendini ifade edişine kadar ince eleyip sık dokur. Neyse bizim gelin heyetin karşısına geçer sağlık kontrolleri falan önceden yapıldığı için en son mülakata alınır.

Alman soruyor tercüman çeviriyor. Adı sanı eğitimi yapabileceği işler falan filan, artık son sorular. Alman soruyor:

-Müzik bilir misiniz(düğünlerde def çalarmış ananemin anlatımı ve aklımda kalanla)

-evet bilirim.

-Söyler misiniz?

Bizimki bir elini def diğer eliyle de tempolu bir şekilde vurarak başlıyor söylemeye

-Zeytin yağlı yiyemem ammannn / basmada fistan giyemem Amman/ Senin gibi zalime / ben yarimsin diyemem ammann…

Derin bir sessizlik adamlar konçerto mu opera mı bekliyorlardı bilemem ama bizim gelin odadan çıkıyor. Ve ilk Almanya’ya gidenlerden oluyor. Çok uzun yıllar bu olay gece oturmalarında kahkahalarla anlatıldı. En son duyduğumda (9-10 yaşlarında olmalıyım)eşini çocuklarını da almış yanına, bir iki sene içerisinde köyün yarısını almış diyorlardı . O evin yerinde sanırım iki tane villa gibi ev kondurdu.

Sonra da Almanya hikayeleri dilden dile dolandı. Almanya çok yuvayı da yıktı dendi . Türküler ağıtlar yakıldı. “Almanya acı vatan” oldu çoğuna . Filmlere konu oldu. Aslında iki kültür arasında sıkışıp kaldılar. Orada yabancı , memleketlerinde ise Almancı //ayşe’ce//

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Kasım 2021 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , ,

EVRİMSEL GELİŞME

07.11. 2021- BİLKE

İçinde bulunduğumuz çağın gerçekleri ile her an yüz yüzeyiz. Küresel iklim krizi, insani değerlerin yok oluşu, ezilenin daha çok ezilmesi bu gerçeklerden sadece bir kaçı. İnsan bilişsel gelişimine paralel olarak, insani değerleri korumayı neden başaramıyor. Çaba var görünse de, neden sonuç alınmıyor?

Kendimizi tanımak, bedenimiz kadar iç potansiyelimizin farkına varmak konusunda yardımcı olacak bir bilim dalını paylaşıyoruz bu gün:

MAKALE

Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Sinirbilim Anabilim Dalı, Yıl: 2 Cilt:2 Sayı: 3 Sayfa: 1-2

Sinirbilim, evrimsel gelişmenin en ilkel canlısından, en üst düzeydeki insana kadar tüm canlıları yapısal ve işlevsel
açıdan inceleyen çok disiplinli bir bilim dalıdır. Öğrenmenin moleküler mekanizmalarından yapay zekaya kadar uzanan
yolda biyoloji, biyokimya, fizik, elektronik, mühendislik ve matematik bilimlerinin birlikte çalışmasını gerektiren bir
alandır.

Molekülden hücreye, hücreden sinir ağlarına, sinir ağlarından tüm beyine ve tüm beyinden davranışlara ve tersine
davranışlardan moleküllere doğru izlenen yoldaki ilişkiler sinirbilimin araştırma alanları içerisindedir. Son yıllarda gelişen
modern teknolojilerin araştırma yöntemlerine yaptığı katkılar sonucu sinirbilim araştırma alanları yoğunlaşmıştır.

İnsan beyni eskiden beri uygarlığın en çok merak uyandıran konularından biridir. Beynimizin algılama, yorumlama, akıl
yürütme, çözüm üretme, ifade etme, hatırlama gibi bilişsel işlevleri uzunca bir süredir psikolojinin olduğu kadar nöroloji,
psikiyatri, antropoloji, felsefe, sibernetik, yapay zeka vb. birçok farklı disiplinin de odak noktası. Bu nedenlerle, bu disiplinlerden
birinin ulaştığı sonuç bir diğeri için yeni bir bulgunun kapısını aralayabilmekte, dolayısıyla da beyin araştırmalarının
disiplinlerarası yapısı buradan ortaya çıkmaktadır.

Sinirbilim anabilim dalımız, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü’nün yasayla kuruluşu olan 1988 yılında kurularak,
Türkiye’deki ilk sinirbilim anabilim dalı olarak yer almıştır. Anabilim dalının kuruluş çalışmaları 1995 yılına kadar
aktifleşemeden durağanlıkla seyretmiştir. Kadrolaşmaya 1995 yazında başlayarak, 1997 yılında altyapı ve eğitim kadrosu
yüksek lisans programı açılmasına uygun hale gelmiştir.

görsel: sinirbilim ve sanat buluşunca (alıntı)

…………..

Sinirbilim Anabilim Dalı bünyesinde; Nörogenetik, Nöroimmünolojik, Elektrofizyoloji, Isı-vibrasyon Testi,
Davranış Laboratuvarlan bulunmaktadır.

Elektrofizyoloji Laboratuvan, Deneysel Elektrofizyoloji çalışmaları alanında gelişmiş laboratuar ekipmanı ve deneyime
sahiptir.

Isı Vibrasyon Testi Laboratuvan; Periferik sinir sisteminde duysal iletileri elektromiyografiden daha hassas
ve girişimsel olmayan bir metodla inceleyen ısı-vibrasyon laboratuvan uzun zamandır çalışmaktadır.

Nörogenetik Laboratuvan; Nöroloji ve psikiyatri alanındaki çeşitli hastalık gruplanndan-inme (stroke), migren,
Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı, şizofreni, bipolar hastalık, obsesif-kompulsif bozukluk- elde edilen DNA ve
serumları nörogenetik laboratuvarında uygun koşullarda bulunmaktadır. Nörogenetik laboratuvarımızda;

  • 400 şizofren hasta ve 300 birinci dereceden yakınlarının,
  • 300 bipolar hasta ve 300 birinci dereceden yakınlarının,
  • 200 obsesif-kompulsif hastanın,
  • 250 inmeli hastanın,
  • 200 migrenli hastanın,
    -150 Alzheimer hastasının,
  • 200 Parkinson hastasımn, DNA’sı araştırma amacıyla
    bulurımaktadır.

Nöroimmünoloji Laboratuvarında; başta multiplskleroz, nöro-Behçet, otoimmün ensefalit ve miyastenia gravis olmak üzere çeşitli otoimmün ve otoinflamatuar nörolojik hastalıkların patogenezi, tam yöntemleri ve biyobelirteçlerinin saptanması üzerine çalışmalar yapılmaktadır.

KAYNAK:

MAKALE
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Sinirbilim Anabilim Dalı, Yıl: 2 Cilt:2 Sayı: 3 Sayfa: 1-2

TAMAMI:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/94867

 

Etiketler: , , , , , ,

FARKLARIN FARKINDA OLMA

01.11.2021-BİLKE

FARKINDALIK-A.Yaşar SARIKAYA

Öğrendim ki, bedenimde sayısız atom varmış. Kaç tane bilmiyorum ama saymam da olası değil zaten. Atom altı parçacıklar, çekirdek- proton- nötronlar ve elektronlar; aklımın onayını bile almadan içimde yaşayıp gidiyorlar. Sesini duymadığım, kokusunu almadığım özgür galaksiler fink atıyor içimde. Aynı kar tanelerinin birbirine çarpmadan sessizce yere inmesi gibi; hiç hissettirmeden bedenimde yaşıyorlar. Algoritma örgüsü,  matematik kurgusu ile ince ve naif, mikrodan makroya muhteşem bir sergi.

İçimiz gibi, dışımız da sonsuz varlıkla donanmış durumda. İnsanlar, canlılar, doğa ve tüm şeylerle iç içeyiz. Bu çokluğun içinde, algıladığımız “KADAR” ya da “MİKTAR” farkındalığımızla varız. O varlık ile dünya içinde dünya kuruyoruz kendimize. Frekans sınırlarının alt ve üstünü duymadan, görme kapasitesinin dışında olanları görmeden, “VAR” veya “YOK” diye adlandırdığımız kabuller içindeyiz.

Annem der ki:” ben 6 yaşında karşıdaki dağları yeni oluyor zannederdim”.  Bu sözü öyle anlarda kullanır ki, hepimizi mat eder. Bizim yeni farkına vardığımız, ama onun çok iyi bildiği durumlarda, sanki GÜNAYDIN der hepimize.

Kendimi tanımak ve farkların farkına varmanın, dünyaya geliş sebebi olduğunu annemden öğrendim.

A.Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,