RSS

Aylık arşivler: Ocak 2019

ŞAFAK GÜNDÜZ SARIKAYA SİNOP VE BEN

Yazıda anlatılan yer Kuruçeşme Sokak köşe başı, şimdi yerinde apartman var 

KİRAZ AĞACI

Yağmur damlaları cama değerken,

-Toprağın kokusunu duyuyor musun dedi arkadaşı?

– Evet, yağmurdan sonra topraktan yayılan bu kokuya bayılıyorum. Bana dinginlik ve ferahlık veriyor.

İki arkadaş ne zaman böyle konuşsa, konu geçmişe giderdi. Yağan yağmur şiddetini azaltmıştı ama, toprak kokusu etrafa yayılırken onlar yıllar öncesine yolculuk yapmıştı.

“Yıllar önce Sinop’ta, evimizin önünde bir kavak ağacı vardı. Yaprakları rüzgarla hışırdar, üç katlı evin çatısını aşan uzun boyu ile nazlı nazlı sallanırdı. Ağacın hemen karşısında eski bir Rum evinin kalıntıları vardı. Evin sağlam kalan taş merdivenleri, çocukların oyun alanı haline gelmişti. Çocuklar oynarken, buraların bir zamanlar başka birilerinin yaşam alanı olduğunu düşünmeden bir o yana bir bu yana merdivende koştururlardı. Yakın civarda ağaçlar da vardı; incir, erik, yenidünya, portakal, sarmaşıklar ve otlar arasında kalan bu yıkıntılar çocukların şen kahkahaları ile dolardı.  Çocukların oynadığı merdivenin hemen kenarında köşede kalmış, bodur bir töngel ağacı vardı. (Töngel adı, Karadeniz civarında yaygın bir isimdir. Bazı yerlerde ise döngel veya muşmula ismiyle bilinir.)

Bu çifte merdivenli kalıntı ve biraz ilerisinde eski ahşap evlerin yan yana sıralandığı muhite, Muhacir Mahallesi denirdi.1923’te s mübadele ile Selanik’ten gelen göçmen Türkler, giden Rumların yerine bu mahalleye gelmiş ve buraya yerleşmişlerdi. Mahallenin otantik dokusu zamanla doğal bir film platosu halini almıştı. Rustik bir stille yapılandırılmış gibi, sıra sıra dizilmiş evler, tarihin esintilerini ve gizemini, belki de sitemini bu sessiz sokakta saklıyordu. İlginç ahşap evlerin olduğu bu yer, bazı filmlere set olmuştu. Kıvrıla kıvırıla devam eden bu sokak, Tarzan Kemal’in evinin önüne gelmeden son bulurdu.

Tarzan Kemal’in evinin sırasında olan taş basamaklı bir merdiven, Ada Mahalesi’ne çıkar ve yolun devamında salaç olan bir alana ulaşırdı. O salacın kenarında bir bahçe ve içinde tek katlı bir ev vardı. Evin bahçesi özenle çitlerle çevrilmişti. Evin sahibi, emekliydi sabah akşam toprakla uğraşır, uğraşmak ne kelime toprakla dertleşirdi sanki. İnsanlarla konuşamadığını toprağa anlatır gibiydi. Dostu toprak da, iyi bir dinleyici, iyi bir arkadaştı. Hep yardımseverdi toprak, onca eşelenmesine, dürtülmesine ses çıkarmadığı gibi hep karşılıksız ödüller verirdi ona. Havasından mıdır, suyundan mı, yoksa toprağından mıdır, bu civardaki insanlar toprağı çok severlerdi. Yani toprağın çok arkadaşı vardı.

Bahçeye ahşap küçük bir kapıdan girilirdi. İki adet Kanada kavağı heybeti ile sizi karşılar ve evin balkonunu gören daracık bir yolu, rengarenk çiçekler çevrelerdi. Evin sahibi, o çiçeklere çocuğu gibi bakar, konuşur, sevgisini esirgemezdi. Tıpkı “Kemal Abi”diye seslendiği Tarzan Kemal, gibi. Kanada kavaklarının arkasına gizlenmiş hanımeli, sardunya, kasımpatı, gül, lale gibi rengarenk çiçekler bahçeyi şenlendirirdi. Kahramanımız, kendini bir konçertoyu yöneten maestro gibi hissederdi. Meyve ağaçları da birer enstrüman virtüözüydüler ve orkestrası çok değerliydi onun gözünde. Bu halet-i ruhiyeyi sadece yaşayan anlayacak, diğerleri duymayacak ve hissedemeyecekti.

Bahçedeki tek katlı evin ön tarafa bakan kısımda ise meyve ağaçları vardı. Benim en çok sevdiğim kısım burasıydı. İki dut ağacı yan yana, şeftali tam onların karşısında, hemen yan taraftaki arsaya kaymış ekşimsi bir erik ağacı bulunurdu. Şeftalinin komşusu, Ordu’dan fidesi getirilmiş ve büyümüş fındık ağacıydı. Meyveyi dalından yemek inanılmazdı. Kirazı, dutu, eriği, şeftaliyi ağacında yemek ayrı bir keyif veriyordu insana. Ben, bu bahçeye senelerce gidip geldim ve bu meyvelerden sürekli tattım. Her gidişim bir seremoni olur, ağaçları teker teker ziyaret ederdim. Aralarında en sevdiğim ağaç, kiraz ağacıydı. Dallarından yandaki evin terasına çıkmak mümkündü. Orada zaman dururdu sanki. Aynı hissi, İsviçre’de Lugano gölünü gören San Salvatore Tepesi’nde de hissedersiniz. Kiraz ağacı sizi alıp bugünün gürültüsünden, karmaşasından, stresinden uzaklaştırır farklı bir yere çekerdi ve dallarından yan taraftaki binanın üstüne kolayca çıkılır, zift gibi kapkara çatısından iskeleyi, denizi görmek mümkün olurdu.

Aslında ne manzara ne de ağaçlardı farklı kılan burayı. Buradaki huzurdu belki de farklı gelen ve bana hissettirdikleriydi. Bu görüntüyü sol taraftaki zeytin ağaçları süslerdi. Kiraz ağacının kirazları da lezzetliydi, ne tam kırmızı ne de beyazdı ve bir yerde okumuştum, Gerze’nin adı da kiraz ağaçlarının çokluğundan gelmekteydi.

Ev sahibi, tüm zamanını sabahtan akşama kadar toprakla geçirirdi. Eker, diker, sular hiç boş durmazdı. Diğer emekliler gibi kahveye gitmek, oyun oynamak ona göre değildi. Toprak, evet toprak, iyi bir dinleyiciydi, her daim insanın ihtiyaç duyduğu mineralleri ve organik maddeleri barındırır ve insana güç verirdi, sabırsızlığı törpüler, duygu karmaşasını kontrol ederdi ve bunları karşılıksız ama karşılıksız yapardı. Aşık Veysel’in dediği gibi tam bir sadık yardı kara toprak.

Tarzan Kemal ile iki toprak dostu bir gün beraber bir ağaç dikme töreni için Karakum Tatil Köyü’ne gitmişler ve daha sonra gölet halini alacak o alanda ağaç dikmeye başlamışlardı. Tören bitince herkes alanı koşarcasına terk ederken, Tarzan her zamanki hicvini kullanmış ve ağaç dikerken birdenbire alanı terk edenleri eleştirip:

“ Ağaç dikmeye geldiler,

Hepsi kaçıp gittiler”, demişti.

İnsanlar gitmiş ama onlar kalmış ve beraber ağaç dikmeye devam etmişlerdi. Öyle ya, amaç ağaç dikmekse, sadece ağaç dikmiş gibi görünmek ve şov yapmak için oraya gelinmemeliydi. Protokoller, törenler Tarzan’a göre değildi. O gösterişten hiç hoşlanmazdı. İkisi de her bir fide ile küçük bir bebek gibi ilgilendiler.

Daha sonra Tarzan, orada kaldı ve işine her zamanki gibi titiz ve itina ile devam etti.  Oradan ayrılan en son kişi olmuştu. Göletin civarındaki ağaçların büyümesinde Tarzan Kemal’in imzası vardı. (Sinop’un birçok farklı köşesinde de) Tarzan, her zaman bizi şaşırtırdı. Bir gün yaptığı Fransızca çeviriye bizzat şahit olmuştum. Aniden, Panait Istrati romanından fırlayan bir Mihail karakteri gibi beni çok şaşırtmıştı. Şaşırtmak onun işiydi.

Toprakla uğraşanlar diri kalırlar, enerjik olurlar tıpkı bu iki kişi gibi. Şimdi bakıyorum da ne eski binalar kalmış, ne zeytin ağaçları, geçmişe dair değerler yok olmuş gitmiş. Geçmişe ait kalanların yerinde soğuk, estetiksiz, bahçesiz ruhsuz bina yığınları dolmuş. Belki de insanlar buna duyarsız kalmışlar…

İşte öyle sevgili dostum, galiba çok konuştum arkadaşım dedi ve pencereden baktı:

Yağmur her cama vurduğunda

Kavak ağacı konuşur hışır hışır.

Çocukların sesi yükselir taş merdivenden

Kiraz ağacı hayalimde canlanır.

Ve

Toprak kokusu yayılır havaya

İnsandan toprağa, topraktan insana özlemle

Ne meyveler, ne de eski binalar yok artık.

Ama toprak,

Değmeyin bari toprak kalsın.”

 

ŞGS

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Ocak 2019 in İz Bırakanlar

 

Etiketler: , , , ,

GÖLKÖY KÖY ENSTİTÜSÜ- 3.BÖLÜM

 
 

Etiketler: , , ,

GÖLKÖY KÖY ENSTİTÜSÜ 2. BÖLÜM

gol foto

 

 

 
 

Etiketler: , , ,

O HASTA YATAĞINDA, ANILARI SAYFAMIZDA

Kendi okullarını elleri ile yaptılar. Toprak ile dosttular. Sebze, meyve ektiler, diktiler, büyüttüler. Sofraları ürettikleri ile doldu. Tek bir idealleri vardı, bu ülke için yararlı işler yapmak, savaş yıllarının yaralarını sarmak. Aç kaldılar, ama yılmadılar. Yokluk bir nefes kadar yakındı onlara.

Sinop Ordu köyünden çocuk  yaşta Köy Enstitüsüne giden Sabriye öğretmenimiz, kendi el yazısı ile yaşadıklarının her anını kaleme almış. Anlatımı o kadar güzel ki, hiç bir düzeltme gerekmedi. Eline, gönlüne, yüreğine, bedenine, aklına sağlık öğretmenim. Ellerinden öpüyor, bu anıları gelecek kuşaklara bıraktığın için saygılarımı sunuyorum.

24 Kasım 2018 Öğretmenler Günü Belediye Başkanı Sayın Baki Ergül’ün Sabriye Altunelli öğretmeni ziyareti

Her cümlesi yaşanmış gerçeklerle dolu 6 sayfa:

 

 

 
 

Etiketler: , , ,