09.10.2020-BİLKE
CAFER SARIKAYA ANILAR

Arkadaşım Şükrü Zonguldak’ta çalışıyor, köye izine gelmiş. Ona yakın davranıyorum ki belki ben de Zonguldak’a giderim. Bir gün bana “Zonguldak’a götürmem için biraz bal lazım, bizim Gül Ağaya gidelim hem oturur sohbet ederiz varsa da biraz bal alırız” dedi. Ben hiç olmaz der miyim, bana da konuşmak için fırsat çıktı, gittik Gül Ağanın yanına.
O da evdeymiş. Gül Ağa ile işimiz biti ve Şükrü ile birlikte dönüyoruz. Yukarı oluktan aşağı inerken arkadaşıma “ben paraya sıkıştım, Bafra’da kazandığımı kızmasın diye babama verdim” dedim. Sonra koşarak eve geldim. Ne aksilik ki babam gene evde yoktu. Sabah bir kalabalık gördüm, “bu insanlar neden toplanmış” dedim.
Çifte gideceğim, komşu geldi “Cafer bir yere gitme caminin yanına gel” dedi. Gittim caminin yanına oradaki insanlar bana başka türlü bakıyorlar, sanki suçlu gibi. “Cafer bu işin içinde sen de varsın, tutuklu arkadaşlarının yanında bir takım izler bulunmuş” dediler. Anlayamadım, bir olay olmuş ama ne olmuş. Beni de süzdüler, yara bere var mı diye kontrol ettiler, olmayınca serbesttim.
Babam köye geldi “tutuklu arkadaşlarını koyuversinler” dedi. Onlar sarhoşken Hacer yengenin arı kovanlarına sarnıçtaki suya götürüp boşaltıp ballarını almışlar. Çünkü arılar suya boşaltınca zarar vermezler.
El ve yüzlerinde arı izlrti varmış, bende görülmedi. Zaman sonra köye jandarma geldi hepimizi karakola aldı. Ben gezdiğim yerleri anlatıyorum, arılardan haberim yok diyorum ama gene suçlandım. Hacer Yenge de bana eskisi gibi bakmadı. Bu işi kim yapmış halen bilmiyorum. Arkadaşlarımın yüzünden ben de zarar gördüm. Hacer Yenge, Şerife Yenge’ nin annesi. Aradan epeyce zaman geçti, ben hala köyden kaçmak istiyorum. Ama bu sefer karımdan çocuğumdan habersiz değil. Belki de babama da söylemeyi düşünüyorum. Her şeyi kuruluğa alayım, evin kışlık işlerini yapayım öyle söylerim diyorum. Kezban dedesinin evi İmamgilde üstelik kıza da hamile. yıl 1956.
Bir gün evde babam oturmuş mısır soyuyor. “Baba” dedim “ben bu sefer sizden izin istiyorum. Bu böyle olmayacak izin ver de gideyim” dedim. Babam başladı ağlamaya, ben de ağlıyorum. Ama babam bir yerimi kırmadı diye de şükrediyorum. Allaha şükür ben gene düştüm yollara.
Hanım karnı burnunda, doğumu yakın. Bizim evde kalsa hamileymiş kimin umurunda. Üveylik var, işten güçten, ağır kaldırmaktan karnını doyuramıyor. Dayısının evine gitmiş, orada doğumu bekliyor. Ahmet ve kazım dayı ile birlikte konuşmalar yaptık. “Ben şöyle bir dışarı gideyim bir bakalım mevlam ne gösterecek” dedim. Onların, Kezban’ın ve babamın da müsaadeleri ile ben Sinop’a geldim.
Doğruca eskiden durduğum yani Asmakaya’ların yanına gittim. “Acaba bana iş bulabilir misiniz, yardımcı olur musunuz” dedim. “Yok”dediler, ben piyasada çalışmaya, gemiden gaz yağı tenekesi boşaltmaya, arabalara çimento doldurup boşaltmaya başladım. Handa yatıp kalkıyorum. Hana para, iş yapınca üst baş rezil oluyor, hadi git hamama oraya para, karnımı doyuruyor yiyorum. Geriye bir şey kalmıyor. Kendi kendime “Cafer bu iş böyle gitmeyecek, sen şöyle eli ayağı düzgün kravatlı fötr şapkalı birini görürsen kaçırma” dedim.
Tam da denk geldim bir gün. “Beyim ne olur hem ben, hem karım ve çocuğum perişanız. Ne olursunuz bize yardım elinizi uzatın. Yani bize bir ekmek kapısı açın. Ben çalışmaktan yılmam, her türlü işi de becerebilirim. Askerde muhabereciydim, bonservisim de var. Hemen okul dışı diploma da alabilirim”. Dilim bayağı iyi ötüyordu. Giriştiğim bu yolda bayağı ilerleme kaydettim. Hep görüştüğüm kimselerde aynen düşündüğüm türden kişiler. Hemen hepsi de beni dinleyip derman olmak istediler. Mesela emniyet müdürü “oğlum seni hastaneye koyalım karın da sen de ikiniz de çalışırsınız. Telefon edeyim dedi.
devamı var…