RSS

Aylık arşivler: Ocak 2021

PARİS’İ GEZELİM Mİ?

Paris Esintileri-Şafak SARIKAYA- 06.01.2021

Paris’e bir toplantı için gitmiştim, havaalanından otele geçmek için metroyu kullandım. Metro çıkışında taksiye bindiğimde, şoför otelin çok yakın olduğunu belirtti. Gerçekten 500 metre kadar yürüdüm. Yürürken sanki Paris’te değil de; sırası ile Çin, Hindistan ve Arap ülkelerinden geçiyor gibiydim. Paris’in göbeğinde farklı kültürler kendi mahallerinde yaşamlarını sürdürüyorlardı.

Elimdeki haritaya bakıp otelin yerini tam arıyordum ki, bir Fransız nereye aradığımı, yardımcı olmak istediğini sordu, bereket az Fransızcam sorusunu anlayıp cevaplandırmaya yetiyordu. Takım elbise ile elimde harita tutan bir turist gibi miydim bilmiyorum, otelin yerini gösterdi ve hemen şurada dedi. Otelin yakını sanki zamanda yolculuk yapmış havası veriyordu, küçük bir pazar yeri kurulmuş çoğu Araplardan oluşan kişiler yaprak tütün, baharat satıyorlardı. Biraz daha ileride Afrikalılar vardı, onlarda tezgah açmıştı. Fransa’da, olaya Fransız kalmıştım.

Otele yerleştikten ve toplantı bittikten sonra en yakın yer olarak Montmarre’de bulunan Paris’in sembolü sayılan Sacre Coeur Bazilikası vardı.16 Haziran 1875 tarihinde başlayan inşaat, maliyetinin tamamına yakın Fransız halkı üstlenmiştir. Yapımı 1914 yılında biten Basilique du Sacré-Cœur, sadece I. Dünya Savaşından sonra açılmıştır. Burası, şehrin en yüksek 2. Yeri, (Ressamlar Tepesi olarak ta bilinir)manzara sevenler için çok uygun bir yer, merdiven basamaklarını çıkmak zorundasınız mutlaka.

Kesinlikle görülmesi gereken başka bir yer elbette ki Louvre Müzesi. Brası dünyanın en büyük sanat müzesi. Louvre Sarayı’nda kurulmuş bu müze şehrin içinden geçen Sen Nehri’nin kıyısında yer alıyorr. Tarih öncesi çağlardan, 21. yüzyıla kadar uzanan, oldukça geniş bir koleksiyon yelpazesi var. Yaklaşık 35.000 kadar tarihi sanat eseri, 72.735 metrekarelik bir alanda sergilenmekte. Paris Metrosu 1. hatla kolayca ulaşılabilirsiniz.

Sadece içeriğiyle değil, içine kurulmuş olduğu tarihi yapıyla da oldukça önem taşıyan müzenin binası; 12. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın başları arasında dönemin kralı II. Philippe tarafından kale olarak yaptırılmış, fakat şehrin hızla gelişip kale sınırlarını aşması sonucunda yapı savunma özelliğini kaybettiği için 1546 yılında I. François’in emriyle Fransız krallarının resmî konutu olarak kullanılması adına saraya çevrilmiştir.

Bugün müzenin bodrum katında hala kalenin kalıntılarından izler görülebilir. Defalarca genişletme çalışmaları geçirdikten sonra nihayetinde 1682 yılında XIV. Louis’nin Versay Sarayı’na taşınma kararı vermesiyle beraber Louvre, aralarından Yunan ve Roma medeniyetlerinden kalma önemli eserlerin de bulunduğu kraliyet koleksiyonun sergilenmeye başladığı müze olmayan ama aynı işlevi gören bir yer haline gelmiştir. Yaklaşık 10 yıl kadar kullanıldıktan sonra 1692 yılında kraliyet adına kurulmuş olan edebiyat ve heykeltıraşlık okulları buraya taşınmış ve 100 yıl boyunca burada eğitime devam etmişlerdir.

Fransız Devrimi sırasında kurulan meclis, Louvre’un Fransız sanatının eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kullanılması gerekliliğine karar verdiği için tekrar müzeye çevrilmiştir. Yine de, XVIII. Louis, X. Charles ve İkinci Fransız İmparatorluğu devirlerinde büyümesini sürdüren müzenin koleksiyonuna 20.000 yeni eser ilave edilmiştir. Bugün müzenin sahip olduğu tüm sanat koleksiyonu sekiz ayrı başlığa göre ayrılmış durumdadır ve bu düzene göre sergilenmeye devam etmektedir. (1)Müze içindeki önemli eserler olarak Marsysas Heykeli, Üç Güzeller Mozaiği, Mevsimler Mozaiği, Auxxere Kadını, Rampin Binicisi, Heracles Heykeli, Milo Venüsü, Büyük Sfenks hemen akla gelebilir.Ama en dikkat çeken elbette Mona Lisa ve etrafında bir fotoğraf çekecek fırsat bulabilirseniz ne ala, inanılmaz kalabalıktı.

Notre Dame Katedrali: Türkçede bizim hanımımız, hanımımız veya hanımefendimiz gibi anlamlara gelir. Anlatılmak istenen kişi Meryem Ana’dır. Paris’e gittiğim yıl 2016’ydı. 2019 yangının da 3 yıl önceydi ve 2 ay önce yapılan metro saldırısı nedeniyle her yer elleri silahlı polisle doluydu. Temeli 1163’te dönemin papası tarafından atılan yapı, Seine Nehri’nin kıyısındaki Ille de la Cite Adası’nda bulunuyor.

Victor Hugo’nun 1831 tarihli “Notre Dame’ın Kamburu” eseriyle ünü ölümsüzleştirilen katedral, özellikle Fransız Devrimi döneminde ciddi zarar gördü ve tarih boyunca birçok kez restore edildi. Vatikan’ın da “Hristiyanlığın Fransa’daki sembolü” olarak tanımladığı yapı, Paris Başpiskoposluğuna ev sahipliği yapıyor. Paris’te görülmesi gereken bir diğer yer, yapımına 1661 yılında başlanan Versay Sarayı’dır. Paris’in biraz dışında ama tarihi bir Fransız şatosu gibi. Ancak gittiğimde tadilatı ve onarımı devam ettiği için göremeden geri geldim. RER C hattını ve treni kullanmalısınız.

Elbette Paris’in ve Fransa’nın sembolü nedir derseniz akla önce Eyfel Kulesi gelir. Gitmek için yine metrodan yararlandım. Aslında Şanzelize’den (Champ Elysee) uzaktaki kuleyi seçebiliyorsunuz. Şanzeli’den yürüyerek Eyfel Kulesi’ne geçtim. Bir yazıda dolandırıcı olduklarını öğrendiğim bir kadın yere bir şey düşürdüğümü söyledi bak ne buldum gibi bir şeyler söylüyordu, ama ona hiç aldırmadım. (Bu numarayı çok yapıyorlarmış.) Kule yılda 6 milyon turist çekmekteymiş.

Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Expo 1889 Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. Aslında kulenin mimarı Gustave Eiffel değil, İsviçreli Maurice Koechlin ‘in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre’dir. Fotoğraf çekmesini istediğim kişilerin Türk çıkması da tesadüftü.Paris’te Şanzelize (Champ Elysee) Caddesi ve cadde sonundaki Zafer Takı (Arc de triomphe), Disneyland, Orsay Müzesi, Pantheon, Lüksemburg Bahçeleri, Moulin Rouge, Rodin Müzesi diğer görülebilecek yerler arasında, aslında daha çok yer var.Sadece Louvre Müzesi’ni uzun uzun gezmek bile saatlerinizi biraz zorlarsanız 1 gününüzü alabilir. Bu güzel şehre ayrı zaman ayırmak lazım. Belki onları görürsem ve tekrar gidebilirsem başka bir yazıda anlatırım.Sağlıcakla Kalın!

1- https://tr.wikipedia.org/…/fransanin-sembolu…/1803968

 
 

Etiketler: , , ,

KIYIDA KÖŞEDE UNUTULAN İNSANLAR

05.01.2021-BİLKE

Kaybolan kültürleri araştırırken, köylerimizde ders niteliğinde insan manzaraları gördük. Gördüklerimiz, bizi kıyıda köşede herkesin unuttuğu insanlarla tanıştırdı. Yokluk içinde olan ve yok demeyen, kimseye el açmayan, eğilmeyen onurlu insanlar ile yolumuz kesişti.

Siyasi ve dini terör yapılarından korkuyorlar, o nedenle yardım için hiç bir yere başvurmuyorlardı. Kız çocuklarının okutulması için kurucu başkanımızın önderliğinde EĞİTİM PROJESİ yolculuğumuz başladı.

başarılı gençlerimize gelen LENOVA BİLGİSAYAR paketleri açılırken

İlk olarak, eğitim öğretim yılı başlamadan önce Yatılı İlköğretim Bölge Okulları ile görüştük. Oradan mezun olup Sinop merkezde Anadolu Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi ve Fen Lisesi kazanan ihtiyacı olan öğrencilerin listesini istedik. Eğitim Projesi serüvenimiz böyle başladı.

Bu projeden faydalanan ve şimdi Türkçe Öğretmeni olarak görev yapan arkadaşımız, öğrencilik yılarını kendi kalemiyle yazıya döktü. Dernek olarak, toplumdaki adaletsiz dağılım mağdurlarının yanında olmaya devam edeceğiz. Yanımızda olan herkese teşekkür ederiz. Öğretmenimizin gözünde öğrencilik:

Sobasının üzerinde her daim ıhlamur çayı kaynayan bir öğretmenin, tüm imkansızlıklara rağmen güzelleştirmeye, yuva yapmaya çalıştığı, on iki öğrencili bir birleştirilmiş sınıfta başladı ilkokul hayatım.   O zamanlar en büyük zorluğun birleştirilmiş sınıfta okumak, çok sevdiğim öğretmenimi başka sınıflarla paylaşmak olduğunu zannederdim.

Ama öyle değilmiş. En büyük zorluk insanın henüz kendi saçlarını bile tarayamayacak kadar küçükken ailesinden uzak kalmasıymış. Bunu henüz on iki yaşımda yatılı bir okula verildiğim gün tecrübe ettim.  Önceleri yatılı okulun bir çeşit cezalandırma yöntemi olduğunu düşünürdüm. Acaba nasıl bir suç işlemiştim de ailem bana böyle bir cezayı uygun görmüştü?  İlk haftalar hep yola bakmakla, ağlamakla, deftere anne- baba yazmakla geçti. Önce bitlenmeyelim diye saçlarımız kesildi. Hem de öyle bir kesildi ki kim erkek kim kız ayırt edebilmek için adını sormak gerekirdi. Nevresim değiştirme ve banyo günlerinden nefret ederdim. Çünkü ne nevresimin içine battaniye sokacak kadar gücüm vardı ne de banyo suyunu ayarlayabilecek aklım. Sonraları diğer çocuklar gibi ben de alıştım. Tabi bana kattıkları da çok fazlaydı yatılı bir okulda kalmanın. İnsan orada azla yetinmeyi, paylaşmayı da öğreniyor. Önce bir dilim ekmeği paylaşıyorsun, sonra bir odayı, bir masayı, sevgini, derdini, özlemini… Ve yavaş yavaş artıyor paylaştığın şeyler.

Lise hayatımın da ortaokul hayatımdan pek farklı geçtiği söylenemez. Sadece zaman, mekân ve kişiler değişti. Yine yatılı bir okul, sekiz kişilik bir yurt odası, sabah yedi akşam yedi etütleri, makarna ve mercimek çorbası…

Yurttaki hayatım bir önceki yıllarımın aynısıydı ancak okulda daha önce içine girmediğim ve alışık olmadığım yabancı bir ortam vardı. Yatılı olanlar ve olmayanlar arasında hemen hemen gözle görülür bir çizgi çizilmişti. Onlar arabalarla okula bırakılırlardı. Hatta birçoğunun kendi arabası bile vardı. Ancak yatılı olanlar bir servisin içine tıklım tıklım doldurulur adeta okulun kapısından içeri atılırlardı. Aslında üniformalarımıza bakmak bile yeterliydi kimin yatılı olup olmadığını anlamak için. Çünkü biz yatılı olanların üniforması solmuşken onlarınki pırıl pırıl parlardı. Belki bu yazıyı okurken kaldı mı 21. yüzyılda böyle bir ayrım diyeceksiniz. Evet bizzat yaşadım ayrım bizim en büyük kahrımızdı.

Sonra öğrenciler arasındaki bu ayrımı kaldırmaya gönül vermiş, hayatla olan zorlu mücadelemi desteklemek isteyen bir dernekle karşılaştım. Bilim Kültür Eğitim Derneği. Henüz lise ikinci sınıftaydım. Kendisini hep şükranla andığım okul müdür yardımcımız beni yanına çağırarak bu dernekle tanışmama vesile oldu.  Hani bazen insan kendini dünyanın en şanslı kişisiymiş gibi hisseder ya o çocuk yaşımda kendimi bana öyle şanslı, öyle değerli hissettirdi ki BİLKE.

Üniversite yıllarımda da benden desteğini esirgemedi BİLKE. O yıllarda da kurduğumuz aile ilişkisini sürdürmeyi başardık. Her geçen yıl daha da büyüyen, genişleyen ve etrafına umut veren bir aileydik.  Attığım her adımda onların desteği benimleydi. Bu yüzden lise ve ortaokul yıllarımda yaşadığım o ayrımı, dışlanmışlığı üniversite yıllarımda hiç yaşamadım. Çünkü bir telefon uzağımda olan “alo” dediğimde bana cevap verecek birçok gönüllü annem vardı.

Bu yıl BİLKE ile tanışıklığımızın sekizinci yılı. Sekiz yıl önce ürkek bir öğrenciyken ellerimi tutan ve benim en büyük şansım olan BİLKE, öğretmen olduğum bu yılda ve gelecekteki hayatımda bana bir rehber ve sıcak bir yuva olmaya devam edecek.”

2016-Seyhan ÖĞRETMEN

Öğretmenim duygularına ve kalemine teşekkürler. BİLKE-BİLKE-BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Ocak 2021 in Eğitim

 

Etiketler: , ,

YAVRU KÖPEĞİN KESİK KUYRUĞU

04.01.2021- Yaşar SARIKAYA

Yavru köpeğin kuyruğunu kökünden kesen el, bu nasıl insanlıktır? Bu eylemi hangi kafa ile yaptın, bir de haz mı aldın? Sonra güzel güzel yaşadın mı aramızda, hiçbir şey olmamış gibi?

Canavar ruhlu bu tip insanlarla birlikte yaşamak ve aynı havayı teneffüs etmek bize ağır geliyor. Sonra, yaptıkları gayet normalmiş gibi yüzümüze bakıyor ve aramızda dolaşıyorlar.

Bu olayı yaşayan yavru köpek ile ilk babam tanıştı. 1982- 83 yıllarıydı. Rahmetli babam, şişe cam fabrikası arkasında, denize 100m uzaklıkta 6 dönüm arazi almıştı. Köyden çocuk yaşta kaçtığı için, hep köy ve toprak özlemi vardı. Emekli olunca her gün oraya gider, evin yemek, ekmek artıklarını bir kaba koyar hayvanlara götürürdü. Akşama kadar toprakla oyalanır, akşam eve dönerdi.

Bir akşam, orada bir yavru köpek gördüğünü anlattı. Köyün çocukları yavrunun kuyruğunu kökünden kesmişler dedi. Köpek yiyecekleri babamın elinden yemiyormuş. Uzakta bekliyor, babam yiyecekleri bırakınca değil bir metre, 30- 40 metre kadar uzağa gitmedikçe yemiyormuş.

Sonra alışmış babama, her geldiğinde onun yemek vereceğini bildiği için bekliyormuş, ama yine uzakta. İnsan varlığından o kadar korkmuş ki, insan gördüğünde asla yaklaşmıyormuş. İnsanlardan hayat dersi alanlar da mesafeli olur, yaklaşamazlar..

Babam yavruyu her anlattığında gözleri dolardı. Ben de dayanamaz ağlardım. Yavrunun kuyruğunu kökünden kesmek olayı, beni aylarca sarstı. Hala aklıma geldikçe içimin sızısı tazelenir. Yüreğime bir hançer saplanır, acısı bütün vücuduma yayılır. Yakınlarda benzer olay, yine haberlerde yer aldı. Bu nasıl bir iç kinidir, bu nasıl bir canavarlıktır, bu neyin dışa vuru mudur? Kendine her şeyi yapmayı hak gören bu tip insanlar, toplum içinde değer bulacak gruplar da bulurlar.  

TV’ de izlediğim bir haberi, mutlaka benim gibi izleyenler olmuştur. Yabancı bir ülkede, adamın biri her gün sokak hayvanlarını besliyormuş. Herkesin hayırsever iyi bir insan diye saygı duyduğu bu kişi, daha sonra çocuk istismarcısı çıkmış. Bu tip insan modelleri, içimizde gayet normal dolaşıyorlar. Hırsızı, arsızı, canavarı, hak yiyeni eh bir de parası ve arkası da varsa; o zaman her şey mubah.(!)

Hayvana, canlıya, doğaya zarar verme eyleminin insan denen varlığa HAZ vermesi, normal aklın kabul edeceği bir şey değil. Kendi gibi düşünmeyenlere, kin ve nefret duyguları beslemek ve bu olumsuzluktan beslenmek de çok acı. Daha da acısı, bu eylemden HAZ alma duygusunun toplumda gittikçe artmış olması. Kötülük eylemi, bir insana nasıl- neden- niçin HAZ verir? Siyasetin, bürokrasinin, sosyal medyanın, TV dizilerinin ve filmlerin dili de işin tuzu biberi.

Karısını öldürenler, sevgilisini hiç acımadan parça parça doğrayanlar, küçücük çocuklara işkence edip öldürenler ve bu yaptığından HAZ alanlar ….. Dünya, nereye doğru gidiyor? Önlemek için ne yapıyoruz? Yönetim sistemi, eğitim sistemi, hukuk sistemi, siyaset sistemi oturmak zorunda. Seçilenlerden beklentimiz çok. Bu sorunların öncelikli çözüme ihtiyacı var.

Eğitim ailede başlar. Psikolojik sorunların temeli herkesin bildiği gibi çocuklukta yatar. Uzmanlar, çocukluğunda dayak yiyen, horlanan çocukların suç oranının yüksek olduğunu söylüyorlar. Üretme, çalışma yerine sadece tartışmak, yenmek, haklı çıkmak, galip gelmek duyguları hakim olmaya başladı. Suç oranının azalması için, siyaset üstü modellerin çoğalmasına ihtiyaç var.

Toplumu ayrıştıran dil, ayrıştıran kıyafet, ayrıştıran sloganlar ile kin ve nefret duyguları artıyor. Ucuz tartışmalar arttı, herkes her şey hakkında uzman gibi davranmaya başladı. Halk, acil sorunlara çözüm istiyor ve bekliyor. Sorunların çözümüne seçim yatırımı gözüyle bakılıp ihmal edilmemeli. İnsanın beden ve ruh sağlığı öncelikli olarak yerini almak zorunda.

Toplumda, ortak bir İNSANLIK dili olmasını umut ediyoruz kendimizce.

bu yavruları babam bodrumda bulmuştu büyütüp sahiplendirmiştik
 
Yorum yapın

Yazan: 04 Ocak 2021 in Eğitim

 

Etiketler: , , ,

VİYANA İZLENİMLERİM

03.01.2021-Şafak SARIKAYA

2021’nin ilk günlerinde 2015 yılında iş için gittiğim Viyana’da gördüğüm birkaç yerle ilgili gözlemlerimi paylaşacağım. Viyana’da aslında görülecek çok yer var ama ben öncelikle Umberto Eco’nun meşhur “Gülün Adı” romanına esin kaynağı olmuş dünyanın en ünlü barok manastırı San Benedict’ten bahsedeceğim.

San Benedict, Viyana’dan önceki Avusturya’nın başşehri olan Melk’te bulunuyor, Viyana’ya 70 km. uzaklıkta, trenle 70 dakikada gidebilirsiniz. Melk tarihi o kadar eski ki; şehir 1089’da Benedict Rahipleri’ne hediye edilmiş.Manastıra geniş ve güzel bir bahçeden devam ediyorsunuz, ön avlu girişinde tepede bir çocuk heykeli ve fıskiyesi olan bir havuz sizi karşılıyor.

Manastır günümüzde ortaokul ve lise olarak hizmet vermekte. İçine girdiğinizde bir tarafında Habsburg Ailesi’ne mensup önemli kişilerin resimlerinin asılı olduğu 200 metre uzunluğundaki koridor var.Benedict Manastırı adını 6 yy’da burada üç yıl yaşayan Papa Benedict’ten almış. Benedict aynı zamanda bir şifalı bitki çayının adı. Eski manastırlarda keşişler 30 çeşit bitkiden yapabiliyorlarmış.Maria Theresia Habsurg Hanedanlığı’nın devletini bizzat yöneten tek imparatoriçe. İmparatoriçe Fransız İhtilali’nde idam edilen Marie Antoinette’in annesi. (1)Manastırda 497 oda ve 1365 pencerenin olduğu ve yapımında tam 1 milyon adet tuğla kullanıldığı söylenmekte. Emperyal salonlarda teşhir edilen eserlerin zenginliği karşısında şaşırmamak elde değil. Binanın görkemine paralel altın kaplı kutsal emanetler, kupalar, giysiler, el yazması kitaplar özel cam bölmelerde teşhir ediliyor. 500-600 yıllık eserleri gördükten sonra bir odadan çıkınca hemen Orta Çağ’dan kalma kıymetli mücevherlerin saklandığı büyük bir sandık görülüyor. Bu kasadaki kilit sistemi çok ilginç, 12 adet ayrı kilit sistemi birbiri ile bağlantılı. Bir iddiaya göre 2. Viyana Kuşatması çok korkuttu da derler; ne kadar doğrudur bilmiyorum.

Manastırın kütüphanesi Avrupa’nın en zengin kütüphanesi sayılabilir. Arşivinde 100 bin cilt kitap var. İlk bölümde 16 bin kitap yer alıyor. El yazmaları önemli yer tutuyor. Kütüphanedeki kitaplıkta bilim adamlarının isimlerinin yazılı olduğu metal silindirler var ve orada (bir Türk olarak ismini görmek gurur verici)Murat Vural ismi de yer alıyor, Son bölüm Barok Kilise’ye geçmeden önce terasta kalıp kenti kuş bakışı seyredebilirsiniz.

Viyana’daki önemli yapılardan birisi de Schönbrunn Sarayı. Schönbrunn Sarayı’nın ve bahçesinin yapımı ancak 1744-1749 yılları arasında imparatoriçe Maria Theresia tarafından tamamlatılmıştır. 1683’deki II. Viyana Kuşatması’nda, çevredeki binaların yok edildiği bilgisi de var.1569’da, Kutsal Roma İmparatoru II. Maximilian, bir tepenin altında Viyana nehrinde büyük bir su ovasını satın almış. II. Maximilian günümüzde sarayın bulunduğu bölgede kaynayan bir su görüp, sudan biraz içmiş ve tadını beğenerek, suyun üstününe bir çeşme yapılmasını emretmiş. Çeşmeye de, güzel çeşme yani “Schönbrunn” adı verilmiş.Schönbrunn Sarayı ve Bahçesi 1996 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edildi.

(2)Schönbrunn Sarayı dışında, Belvedere Sarayı, Hofburg İmparatorluk Sarayı, Viyana Opera Balosu, Avusturya Milli Kütüphanesi de görülecek yerler arasında.Sanata özellikle Barok Döneme ilgi duyanların görmesi gereken bir şehir Viyana.Rahat gezebileceğimiz günler geldiğinde, görmek dileğiyle,Sağlıcakla kalın!ŞGSKaynaklar:1-https://www.hurriyet.com.tr/dunyanin-en-unlu-barok…2-https://tr.wikipedia.org/wiki/Sch%C3%B6nbrunn_Saray%C4%B1

 
 

Etiketler: , ,

AÇ TAVUK VE BUĞDAY ÇECİ

02.01.2021-BİLKE

Anadolu kültüründe yaygın olarak kullanılan “AÇ TAVUK KENDİNİ BUĞDAY AMBARINDA SANIR” atasözü, Sinop’un bazı köylerinde “AÇ TAVUK KENDİNİ BUĞDAY ÇECİNDE GÖRÜR” biçiminde kullanılır. Sinop- Gerze-Dikmen yöresi köylerine gider ve yaşı 80 üstü olanlarla konuşursanız, bu atasözünü mutlaka duyarsınız.

Çec kelimesi sözlükte, “henüz samanla karışık, kalburdan geçirilmemiş tahıl yığını” olarak geçer. Bu atasözü, etkisini kaybetmeden günümüze kadar ulaşabilen atasözleri arasında en çok kullanılanıdır. Derin anlam içerir ve bazı durumları özetlemek için oldukça etkili bir cevap olarak kullanılır.

Corona günlerinde, koruma tedbirleriyle hepimiz sıkıldık. Evlerde kapalı kaldık, eski günlere özlem duyuyoruz. Eski günlerin açlığı ile gelecek için hayal kurmaktan da geri kalmıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü kararlarını takip ediyor, aşıyı bekleyip duyuyoruz. Aşı karşıtı olanlar olsa da, salgının kesinlikle aşısız önlenemediği geçmişteki tecrübelerle sabittir. Devletlerin sağlık politikaları, insan hayatını ve geleceğini en iyi şekilde düşünür umudu ile, insanlar bu dönemde güzel günlerin hayalini kuruyor.

Gelelim atasözümüze ve halkın bu söze yüklediği anlamlara:

-Varlık sahibi olmayan kişiler sürekli bir hayal aleminde dolanırlar. Yoksulluk çeken kimseler sürekli olarak ihtiyaç duydukları şeyleri elde etme hayali kurar. Olmayacak düşlerin hayalini kurarlar.

-Yoksulluk çeken insanlar ihtiyaç duydukları şeylere karşı duydukları hasrete bağlı olarak olmayacak hayaller kurarlar. Onları elde ettiği anların hayalini yaşar.

2021 yılı, sağlıklı bir yıl olur umuduyla…

BİLKE-BİLKE-BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Ocak 2021 in Eğitim

 

Etiketler: , ,