Her gün evimin balkonundan tepesini seyrettiğim YALI HAMAMI eminim Sinoplular olarak hepimizi üzüyor. Eski eserler konusunda, nedense bürokrasi çok yavaş ilerliyor. E- işlem ile yazışmaların daha kolay olması gerekmez mi ne dersiniz? Bu yazıyı, gelin hep beraber üzülelim diye yazmıyorum. Duyarlılık göstererek, gündemde tutmak amacındayım. Yerel gazeteler de hassasiyet gösterdiler ve durumu çok haber yaptılar.
Her konuda olduğu gibi, resmi makamlarla bu konuda da çok görüşmeler yapıldı. Yazışmalar yapıldı. Sinoplular arasında bir çok Sinop sever, tek tek yetkililerle görüştü. Hala, elimizin kolumuzun bağlı olmasına üzülmekten başka bir şey yapamıyoruz.
Yalı Hamamı tepeden görünüşü
2001 yılındayız, eski eserlerin restore edilmesi konusunda bir arpa boyu yol aldık mı acaba? Eski Eserler Ve Anıtlar Yüksek Kurulu çalışmaları yavaş ilerliyor ise, bakanlık genelgesi ile konu çözülemez mi? Bakanlığın öncelikleri arasına alınamaz mı?
Hamamın dış görünümü
Getirisi ne olacak dediğinizi duyar gibiyim. Ne olacak, turizm şehri olma yolunda bir adım daha atılmış olacak. Aşıklar Caddesi ile hamam arasında 100 metre var yok. Hamamlarımızın tarihi geçmişi ve iç donanımı, dünya tarihindeki önemini korurken, biz neden duyarsız kalalım.
Yalı Hamamının tarihi hakkında Prof.Dr. M.Ali ÜNAL’ın kitabından bir paragraf okuyalım:
Rıza Nur Kütüphanesine giden yol üzerinde bulunan bu hamamın Candaroğlu İsmail Bey’in inşa ettirdiği rivayet edilmektedir. Evliya Çelebi Yalı Hamamının yekta( eşsiz benzersiz) olduğunu söylüyor. 1560 tarihli evkaf defterinde, İbrahim Bey Türbesi Vakfının gelir kalemleri arsında “Kıst-ı hamam-ı der- kenarı derya” dan bahsedilmektedir ki muhtemelen Yalı Hamamı olarak bilinen hamam olmalıdır.
O tarihte hamamın gelirinden 1.500 akçalık kısmı İbrahim Bey Türbesi Vakfına aittir. (Osmanlı Devrinde Sinop)
Yalı Hamamı restorasyonu için gerekli adımların atılması dileğiyle…
Sinop Kütüphanesinde araştırma yaparken, kitabına rastlamıştım. Okuduğumda, şiirlerinin çok değerli olduğunu gördüm. Hayatını öğrendiğimde ise bir Sinoplu olarak, ezildim ve sorumluluk hissettim. Tapu tescilinin yenilenmesi, onarımı ve kültür varlığı olarak korunması için resmi kurumlarla uzun süren görüşmelerim oldu. Hatırladığım kadarıyla 1984- 85 yıllarıydı. duyarlı bir vatandaş çıktı ve tarafından onarım yapıldı.
Şimdi üstünden yıllar geçti, daha güzel daha bakımlı olması gerekirken, Yesari Baba’ya ait olan araziye bir sürü bina dikildi. Ve kendisine 1metre kare yer yok desek yeridir. Tellerle çevrili büyük arazide, önceden fakirler doyurulur, aşureler pişirilip dağıtılır, yardıma ihtiyacı olanlara yardımlar yapılırmış. Durum bu gün, aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibidir.
Kitabından okuduğum bilgiye göre, bu gün Yesari lakabı ile anılan aile, bu adı Yesari Baba’dan almıştır. Yesari Baba, memleketi Batum’dan gelen hemşerilerini korumuş kollamış, arazi içindeki ahşap eve yerleştirmiş; sonra da bu aileye türbeyi bekleme, koruma ve kollama görevi verilmiştir.
Ne yazık ki bu gün tavanı çökmüş, yıkık dökük durumdadır, kendine ait arazi içindeki yüksek evler de bu harabeyi seyretmektedir
Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu ve yetkililerin bu durumu çözeceği günü bekliyoruz. Bu konuda AJANS SİNOP’UN yaptığı haberlerin linki:
Yesari Baba’nın asıl adı Mehmet’ tir, solak olduğu için solak anlamında Yesarî adı verilmiştir. 1803 yılında, Gürcistan’ın Batum şehrinde doğmuş, Horasan erenlerinden Hacı Bektaş Velî dergâhında eğitim alarak, ’’ Baba ‘’ payesine yükselmiştir. Birçok yer dolaşmış ve sonra Sinop’a gelerek, Bektaşîlik Tarikatı’nın felsefesini yaymaya çalışmıştır.
Hoşgörülü düşünce ve yaklaşımlarıyla çevresinde sevilip, sayılan, aynı zamanda tasavvufî şiirleri olan bir şahsiyettir. Yaşamının son demlerini Sinop’ta geçiren Yesarî Baba, 1881 yılında burada sonsuzluğa göçmüştür. Vefatı sonrasında; günümüzde Ada Mahallesi, Zeytinlik mevkiinde adına bir türbe yaptırılmıştır.
İlgili makamların ve yer sahibi hissedarların duyarlı olacağını düşünüyor, en kısa zamanda çözüme ulaşmasını diliyoruz. Sinop, el birliği ile çözemeyeceğimiz hiç bir şey olmaz. Sinop’a yakışan onarımın gerçekleşmesidir. Onarım çalışmasının haberini beklemekten vaz geçmedik, vaz geçmiyoruz.
Sinop sever, şiir sever, yazmayı sever güzel bir Sinoplu ile buluşturuyoruz sizi. Melek Kırıcı, Edebiyat, Roman, Şiir kategorilerinde eserler yazmış Sinoplu bir yazardır. Başlıca kitapları alfabetik sırayla;
1-Mahkum Mahfuz,
2-Sinope,
3-Üçüncü Sinema
Melek Kırıcı kitapları; Cevahir Yayınları aracılığıyla kitapseverlerle buluşmuştur.
Yazdığı şiiri, Sinop Cezaevi görüntüleri eşliğinde okuyan Melek KIRICI izliyor ve dinliyoruz
Kıbrıs’ta yaşayan Melek KIRICI’ ya çalışmalarında başarılar, hayatında mutluluklar diliyoruz. BİLKE
Bu gün konumuz, Sinop Tersanesinde yapılan gemiler. Sinop, tarihte hep övgü dolu işlere imza atan bir kent olmuştur. M.Ö. Dünya Ticaret Merkezi olmuş, demir, balık, zeytin, toprak gb daha sayamayacağımız bir çok ürünü ihraç etmiş ve dünyaca tanınmıştır. Sinop’ta gemi imalatı da yapılmıştır.
Osmanlı döneminde yapılan gemi adedine birlikte bakalım diyoruz. Tarihte üreten Sinop, şimdi nerelere gelmiş karşılaştırması ile de bir kaç cümle etmek isteriz.
Üretmeyen bir toplum olarak, anlık sevinç, anlık zevk, anlık prestij, anlık para için çok şey kaybettiğimiz açıkça görülüyor. Geçici bir işe yerleşmek, ailenin geçimini sağlamak, hele hele bir de kadrolaşmak, aylarca torpil peşinde koşmak ve siyasetten referans almak zorunda bırakıyor insanları. Kısa vadeli değil, uzun vadeli düşünmek zorundayız. Küresel sermayenin, özellikle dünyayı sürüklediği bu ortam, ülkeleri kendilerine bağımlı yapmak istemesindendir. Vatandaşlar olarak, hepimiz bu konunun farkındayız. Üretmeyen toplumların, dışa bağımlı hale geldiğini de biliyoruz. Bu nedenle, yurtta üretimin artması için, kendimize düşen görevleri yerine getirmek, seçimlerimizi doğru yapmak kendi menfaatimize olacaktır.
İnsanlarımızın istihdam alanlarına, geçinmek için işe, değişen dünyanın gidişini idrak etmek için eğitime ihtiyacı vardır. Bir grubun değil, herkesin memnun olacağı bir sistemi özlemek hayal mi yoksa? Üreten Sinop olmalıyız. Toprağımız bereketlensin istiyorsak işleyelim. İşleyemiyorsak, devletçe sistem geliştirelim. Köylerimizdeki boş tarlalara Tarım İl Müdürlükleri önderliğinde, neden lavanta, salep ekmeyelim. Denizlerimizi temiz tutmayı neden beceremiyoruz? Temiz tutalım, balıklar bol olsun. Dileklerimizin kimseye zararı yok. Masumane beklentilerimizi gerçekleştirecek yönetim kadroları ve arkasını takip edecek vatandaşlarımız olsun yeter ki.
YIL 1562 SİNOP TERSANESİNDE YAPILAN GEMİ ADEDİ( M. Ali ÜNAL-Osmanlı Devrinde Sinop)
EMEK başlığını attığım ve duygularımı sözcüklerle buluşturmak için çabaladığım hikayemi, sakladığım anılar arasında buldum. Okuduğumda, eskiden de toplumun kanayan yaralarının hep aynı olduğunu gördüm. Bireyin aklını, mantığını kullanabilecek seviyeye getirecek bir eğitim sistemi. Taraftarlık, gruplaşma, yandaşlık olmadan, ÖZGÜR birey yetiştirme eğitimi. Kişisel farklılıkları ortaya çıkaran ve üretici bireyler yetiştiren bir sistem.
Köy ve kırsallardan, kentlere okumak amaçlı gelen gençlerin sorunlarını bu gün de çözemedik. Hikayede, bu durumun açtığı sorunları konu etmek istemişim. 1974 yılı, Öğretmen Okulu 7. sınıf kompozisyon ödevimdi. Ailelerinden uzak olan yatılı arkadaşlarımız, meslek sahibi olabilmek için çok emek veriyorlardı. Diğer liselerde de okuyanların yaşamlarına tanık oluyorduk. Bir oda kiralayan, sobası odunu olmayan, battaniyeye sarılıp derslerine çalışan örnekler vardı.
Ben gündüzlü okuyordum, sosyolojik yapıyı o zaman da inceliyordum. Babam, annem bu konuda çok duyarlıydılar. Köyden gelen öğrenciler, hastanede işi olanlar, resmi dairelerde evrak takip edenler hep evimizde konuk edilirdi. Gördüğüm sosyal dengesizlikleri kapatacak bir eğitim sistemi olmalıydı diye düşünüyordum. Bu düşünce o zaman da kafamı fazlasıyla meşgul ediyordu. Bu sorunlar, lokal tedavilerle nereye kadar giderdi?
Bu gün, üniversite sayısı çoğalmış olmasına rağmen, öğrencilerin yurt ihtiyacı karşılanamamaktadır. Yurtlar ihtiyaca cevap vermeyince, çocuklar ve gençler sığınacak bir yer ve bir lokma ekmek için örgütlerin kucağına düşmektedir. Yurttaş olarak bu duruma seyirci kalmak ve bir şey yapamamak çok üzücü. Eğitime yatırım yapılması için hep beklemede mi kalacağız?
Hikayemin ilk sayfası:
EMEK
Her günün hazin bitiminde topraklar, taşlar, ağaçlar yanıyor; yerdeki küçük su birikintileri üzerine serpiştirilmiş elmas kristalleri, ışınını yolladığı yeri büyülüyor ve insanlar bitkinleşiyordu.
Issız arazi üzerine kurulmuş çorak topraklarla çevrili değirmen de akşam kızıllıklarını üzerinde taşıyordu. Kah perişan çatısı, kah kırık dökük duvarları sonsuzdan gelen kızıllıklarla eriyor, eriyordu. Eşsiz enerji kaynağımızın akislerinde eriyen değirmen de, kulakları değirmenin çağlayan suyuna, tahta kapısının gıcırtısına, küçük buğday tanelerini öğütürken çıkardığı uğultuya alışılmış ihtiyaç hisseden değirmenciyi, akıntısıyla sürüklüyor, götürüyordu.
Tan ağarmaya başladığında, değirmenin yanında bulunan küçük kulübesindeki yatağından kalkar, un çuvallarını oradan oraya taşır, boşaltır….öğütürdü.
Tepesi dökülmüş saçları, iki üç kıvrım olmuş ensesine doğru uzanıyor; renginde çileli hayatının acı dolu yıllarının izlenimleri okunuyordu. Bu izlenimleri aynen bembeyaz, güneşin ışıkları ile parlayan sakallarında görmek mümkündü. Kendi gibi çileli, yüzü buruşuklarla dolu karısı ile hayat yolunda el ele yürüyorlardı. Nasıl ihtiyar değirmencinin sırtı un çuvallarının zalim yaraları ile dolu ise, karısının da eli çorak toprakların kazmanın, orağın yaraları ile dolu idi.
Bir çocukları vardı.23 yaşını doldurmuş ve İstanbul’ da okuyordu. Bütün çabaları, çalışmaları onun içindi. Oğulları için çalışıyorlardı. Çilekeş hayatlarının bir parçasıydı o. Kendilerini yıpratarak, ezerek kazandıklarını ona yolluyorlardı. Bu para değil de sanki vücutlarından koparılan et parçasıydı. Çünkü o derece acı çekerek kazanıyorlardı. Çocukları okuyacak, büyük adam olacak, onlara bakacaktı. O zaman, bu acıların hepsi dinecekti.
Acaba insanlar her zaman düşündüklerini elde edebiliyorlar mıydı? Mutlaka hayır. Çünkü insanlar her zaman dünyayı kendi gözleri ile görürler, tek yönlü düşünerek olayları yorumlarlardı. İşte bu ihtiyar da öyleydi.
O sırada radyolar, gazeteler, üniversitede çıkan öğrenci olaylarından bahsediyor, aranan öğrencilerin isimlerini anons ediyorlardı.
………………………………………………………
Vicdan sahibi insanlar yetiştirecek bir EĞİTİM SİSTEMİ beklentisiyle… A. Yaşar SARIKAYA
Üretim ve tarım konusunda dertleşelim bu gün. Sinop keten tarımı konusunda tarihte neler olmuş bir bakmak gerek. Amacımız, toprağı işlemek konusunda duyarlı olmak ve doğanın kıymetini bilmemiz için. Hani gel zaman git zaman derler ya masallarda, keten konusu da GEL ZAMAN GİT ZAMAN ifadesini hatırlattı bize. Zaman geçti, ama bir arpa boyu yol aldık mı siz karar verin.
Biz toprağa değer vermedikçe o da bize ürün vermeyecek, hassasiyetimiz bu yüzden. TOPRAK ANA bize küskün, TOPRAK ANA çorak; tohum bekler, su bekler, ürün bekler.
1487 ve daha sonraki yıllarda keten tarımı yapılan köylere bakalım:
Keten tarımı, tarihi ve ne kadar ürün alındığı tabloda görülüyor. Devam edelim köylerimize:
Ne olurdu, halk üretse, devlet destek verse ve insanımıza gelir kapısı açılsaydı.
Ne çok köyde keten tarımı yapılmış ve bundan devlet vergi almıştır. Yine olması için atılan tüm adımları destekliyoruz. Keten tarımı konusunda Ayancık ilçemizin girişimlerini göz ardı edemeyiz. Devlet destekli olmadıkça da sürdürülebilir olamadı. 80’li yıllardan beri, bu konuyu gündeme taşınıyor. Toplantılar yapılıyor, eski keten fabrikası konusunda brifingler sunuluyor. Gele gele geldik bu güne. 2017 de başlatılan projenin, sürdürülebilir olmasını çok istiyoruz. Proje hakkında Sinop İl Tarım Orman Müdürlüğü haberini paylaşıyoruz:
İlimizde 2017 yılında başlatılan Keten Üretimini Geliştirme Projesi kapsamında çalışmalarımız devam etmektedir. Daha önce Ayancık İlçesinde 48 dekarlık alanda yapılan adaptasyon ekim denemelerinde istenilen sonuçlar alınmış ve yöremize uygun liflik keten çeşitleri tespit edilmişti. 2018 yılı kasım ayında ise Merkez ilçe Kabalı ve Taşmanlı köyleri ile Gerze İlçesi Çırnık köylerinde Trakya Araştırma Enstitüsü Müdürlüğünden temin edilen keten çeşitleri ile toplam 5 dekarlık alanda demonstrasyon ekimleri yaptırıldı. Ocak 2020 tarihi itibarı ile çıkışlar istenilen seviyede olup bitki boyu 5 cm geçtiği gözlendi. Haziran ayında yapılacak olan hasat sonrası bölgeye uygunluğu tespit edilmiş olunacak.
2020 yılı üretim döneminde Samsun Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü ile Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğünde tescil işlemleri gerçekleştirilen liflik keten çeşitleri ile İlimiz çiftçilerine keten ekimi yaptırılacaktır. Sözleşmeli Tarım Modeli kapsamında yetiştiriciliği yaptırılacak keten üretimi ile İlimiz Keten Üretim Merkezi olması amaçlanmaktadır.
Memleketimiz ve insanımız için adımların hızlanması dileğimiz. İnsanımız iş istiyor, normal yaşam koşullarında yaşamak istiyor. Devlet desteği toprağa üretime inşallah diyoruz.
Sesli harflerin, haykırma ve durum ifade etme gibi hallerde ilk insandan beri kullanıldığını düşünürsek yalan söylememiş oluruz. Sözcüklerin de insanlarla birlikte, binlerce yıldır yolculuk yaptığını fark etmemizi sağlar. Sinop adındaki SİN hecesinin tarihler boyu yaşadığı gibi.
Tüm toplumlarda ortak görünen bir enfantil simge-sesten, çeşitli dillere “yaşlı ve saygın erkek, baba” anlamına gelen sözcükler türetilmiştir. Farsçababa/babū < Sanskritçebaba (baba, muhterem kişi, derviş), Çince baba,Yeni Yunancapapá,Fransızca papa vb.
Sümercede: baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesindeki gibi “büyük şeyh, dede” anlamlarıyla da kullanılır. Sümercedeki Ur-baba, za-baba gibi. -BİLKE-
Halkoyunlarımızda “zeybek” kategorisinde yer alan Ege Yöresi Halkoyunlarını zevkle izleriz. Peki ZEYBEK kelimesinin kökeni nedir?
Zeybek Sözü ve Kökeni:
Zeybek sözcüğünün kökeni hakkında bugüne kadar çok çeşitli ve birbirinden farklı görüşler ortaya atılmıştır. Halikarnas Balıkçısı Zeybek Sözcüğünü Mitolojiye şu şekilde dayandırıyor; ‘‘Homeros bu sözü ”olaks” diye Omeqa ile yazar. Omeqa ise, ona tanrıçanın ilkbaharda doğurduğu yumurtasının, ilkbaharda bölünerek iki ayrı “o” olmasıdır. Ayrılan bu yumurtalardan tüm yaratıklar ve bitkiler çıkmıştır. Böylece de ”Obekkos”, ”Tobekkos” ve ”İbakki” sözleri ”Zeybek” olmuştur.
Mahmut Ragıp Gazimihal, sözün Grekler tarafından kullanıldığını da belirtiyor. ”Yunanca’da ”b” sesi olmadığı için, onların dilinde Sayvakikos , Zaypapikos şeklinde Rodos ‘ta ise Turkikos’un aynı anlamda kullanıldığı ve kelimelerin aslının Saybak olup bizde kelimenin incelenip ve özleşerek Zeybek haline geldiği de açıklanır.
Divanı Lügatı Türk, Cilt I, sayfa 333 de Bekneg kelimesindeki Bek sözünün sağlam olduğu yazılmaktadır. Yine Divanı Lügatı Türk, cilt III. Sayfa 154 de Sağ sözünün Zeybeklik, anlayışlılık anlamında olduğu kaydedilmektedir. Divanı Lügatı Türk, Cilt I. S. 80’de s harfinin bazen Türk dilinde z okunduğu söylenmektedir. Zeybek sözünde sağlam anlamında bir (Bek) sözünün bulunması anlamı olan sağlam sözünü doğrulayacak ek ad olması şarttır.
Bek sözcüğü bir insan için kullanıldığına göre ek sözü, insanın niteliğini iyi yönünden anlatan söz, olması gerekir. Yani Bek sözü ile ancak anlayışlılık ve akıllılık anlatan Zag sözü ile birleşik ad olabilir ve şeklini alır. Bunu Türk dilinin yapısı zorunlu kılmaktadır. Türkçemiz ses uyumu kuralı burada da, karşımıza çıkmaktadır. Başta gelen kalın fakat hafif sesli hece, sonda gelen ince fakat sert heceye uydurularak okunur, kuralına göre Zag hecesi kendisinden sonra gelen sert, ince Bek hecesine uydurulmuş, Zeg olmuş Bek ile beraber anlayışlı, akıllı, sağlam, zeybek olarak Avrupa tarih kitaplarına geçmiş ve çağımıza değil Bozdağ, Dalgalı dağ köylerinde yaşamıştır.
Efe Sözü ve Kökeni Efe sözü Rumca ‘dan alınan “Efendi” sözünün kısaltılması sonucu geldiğini savunanlar olmakla birlikte “Efe” kelimesi efendinin tam karşılığı değildir. Efe genç, diğer anlamda delikanlı demektir. Örnegin; Efendimiz Sultan Alayhi Vesselam denir, Efemiz denmez.
Efendi Bizans dilinde sahip, okuma-yazma bilir demektir. Hoca Efendi, Kalem Efendisi, Hoca Efe, Kalem Efesi denmez. Fakat Efelerin Efesi denir (silah taşır yiğit). “Efe” sözcüğü “EFEB” den gelir. Efeb; genç delikanlı yani silah taşıyan yiğit demektir. Efeb teşkilatı Yunanistan’dan önce Anadolu da kurulmuştur. Bunlar tıpkı Zeybekler gibi dağ başında talim ederler ve daha sonra kente gelerek tiyatroda silah oyunları yaparlardı. Tiyatro yuvarlak olduğu için dansları da daireseldi. Bu dans aynı zamanda dinseldi. Celal Esad Arseven tarafından düzenlenen Sanat Ansiklopedisinde ”Eskiden asayişin korunmasına memur hafif silahlı bir sınıf askere verilen addır.” Selçuklular zamanında Aydın ve Teke taraflarında böyle bir askeri sınıf oluşturulmuştu ki bunlara Efe denirdi. Efe-Zeybek ve Kızan Arasındaki Bağıntı
Efe, Zeybek gruplarının başıdır. Zeybekler arasında kahramanlık yapmış cesur ve mert kişiler arasından seçilir. Efe olmak için Zeybekler arasında yaşça büyük olmak önemli değildir. Zeybek, Kızanlara göre daha çok kahramanlık yapmış cesur kişilerdir. Zeybekler efenin Emriyle kızanları yetiştirirler. Zeybekler, efelerin yanında birer kol beyi görevi görürlerdi. Zeybekler iyi silah kullanan cesur kişilerdir. Zeybeklerin maiyetindeki gençlere ”Kızan” denilir. Kızan çocuk anlamına gelse gerek. Çünkü Anadolu’da kimi oyunlarda kızlar delikanlı, delikanlılar da kız giysilerini giyerler. Kızan belki de önceleri başka anlam taşırdı. Günümüzde akıllarda kalan bazı Efeler ve Zeybekler şunlardır; Çakıcı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Çakırcalı Efe, Saçlı Efe, Mestan Efe, Gökçen Efe, Sarı Zeybek, Kamalı Zeybek, Pepe Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Demirci Mehmet Efe. Zeybek Oyunlarının Tarihte Ortaya Çıkışı-Cumhur Sevinç- Kaynak http://www.türküler. com
Arkeolojik araştırmalara göre , Sinop’ta ilk yerleşim yerleri ,Sinope ,Kabalı çayı vadisi ve Ayancık ıstıfan(stephane)bölgesidir. Kabalı çayı vadisinde erken kalkolitik (İ.Ö.4500) dönemine ait iki yerleşme yeri saptanmıştır.
1953 yılında Kocagöz höyükte yapılan kazılarda,ilk tunç çağı 1. ve 2. dönemine ait(İ.Ö.3000-2700) eserler bulunmuştur. Bölgede yapılan araştırmalarda ,çevrede çok sayıda tarih öncesi yerleşim yerlerine rastlanmıştır. Bu yerleşimler sahil şeridi boyunca nehir ağızlarında ,nehir vadileri boyunca iç kesimlere doğru yayılırlar. Buralarda ilk tunç çağı 2. nin başlarında çıkan korkunç yangınlar sonucu höyükler terkedilmiş,bu yüzden sonraları bu höyüklerde yerleşime rastlanmamıştır.
Sarsı Köyünün kuzeyinde ve Orta Karasu Vadisinde , Kılıçlı ve Hacıoğlu’nun yanında birkaç dizi sit alanıyla birlikte , Tunç Devri yerleşim bölgelerinin çok yaygın olduğu tespit edilmiştir. Buluntular Hacıoğlu’nun yerinin Sinop’un prehistorik döneminin başına ait olduğunu gösterir. Güllüavlu sit alanında Nohutluk mevkiinde bir erken-orta tunç devri sit alanı belgelenmiştir. Bu sit alanı Erfelek yoluna bitişiktir. Rölyef dekorasyonlu cilalanmış çanak ve çömlekler ,orta Anadolu orta tunç devri tipleriyle karşılaştırılınca bulgular orta Anadolu ile temasa geçildiğinin kanıtıdır. ( 2)
Merkez ilçede Kılıçlı tepe ,Habuhas tepe , Tıngır tepe ve Mezarlık tepe araştırmalarında eski yerleşimler incelenmiştir. İnceleme sonucunda Kılıçlı tepede geç kalkolitik çağ , ilk tunç çağı ve orta tunç çağına ait çanak-çömlek parçaları görülmüştür.
Habuhas tepe ,Sinop Erfelek karayolunun kuzeyinde bulunan Bektaşağa Köyünün güneyinde yer alır. M.A.Işın tarafından arkeoloji dünyasına tanıtılmıştır. İlk tunç çağı yerleşimi tespit edilmiştir. Mezarlık tepe , Sinop-Samsun karayolunun 1 km kuzeyindeki Yalı köyünün Kurudere Vadisine bakan yamacında yer alır. M.A.Işın tarafından saptanmıştır. Yapılan incelemelerde ilk tunç çağı yerleşimlerini işaret eden çanak-çömlek parçaları toplanmıştır.(3)
Erfelek ilçesinde yapılan arkeolojik araştırmalarda Gavur tepe , Sarı Mustafa Tepesi ,Gölaltı tepesi , Ören tepe ve Kahkül tepe eski yerleşimleri incelenmiştir. Araştırma raporu sonuçlarına göre buradaki bulgular yerleşim tarihini , geç kalkolitik ve ilk tunç çağı olarak göstermektedir.(3)
GAVUR TEPE , Mescitdüzü Köyü arazisi içinde yer alır. M.A.IŞIN tarafından saptanmıştır. Doğal bir tepe üzerinde yer alan ve ilk tunç çağı , geç demir çağı ile Roma çağında yerleşim görmüş olduğu anlaşımıştır.
SARI MUSTAFA TEPESİ , Kazmasökü Köyünün 1 km kuzey batısında , Devret Deresinin kenarında yer alır. M.A.IŞIN tarafından saptanmıştır. Geç kalkolitik çağ ve ilk tunç çağı yerleşimleri olduğu saptanmıştır.
GÖLALTI TEPESİ , Meydan Köyü , Gölaltı Mahallesi arazisi içinde doğal bir tepe üzerinde yer alır. Roma ve Bizans çağı yerleşimleri olduğu anlaşılmıştır.
ÖREN TEPE , Mescitdüzü köyünün arazisi içinde yer alır. M.A.IŞIN tarafından saptanmıştır. Üst tepede ilk tunç çağı çanak-çömleği bulunmuş ,alttaki tepede de Roma çanak-çömleği bulunmuştur.
KAHKÜL TEPE ,Sinop-Erfelek karayoluna bağlanan Veysel-Hamidiye yolunun güneyinde , Erfelek Çayı üzerindeki köprünün karşısında yer alır. M.A.Işın tarafından saptanmıştır. Doğal bir tepe üzerindedir ve ilk tunç çağında yerleşim görülmüştür.
Gerze ilçesinde yapılan araştırmalarda köşk höyük ,Yanık Maltepe ve Keçi Türbesi eski yerleşimleri ile Hıdırlı Mezarlığı incelenmiştir. Buradaki bulgular da ilk tunç çağı yerleşimlerini işaret etmektedir.(4)
KÖŞK HÖYÜK ,Gerze Köşk burnunun doğu yakasında yer alır. Burada yapılan incelemeler sonucunda ilk tunç çağı ve orta tunç çağı yerleşimleri olduğu anlaşıldı.
YANIK MALTEPE , Sinop-Boyabat karayolunun Hıdırlı Köyü sapağından 1km içeride ve Hıdırlı Köyünün 2 km batısındadır. Doğal bir tepedir , burada ilk tunç çağı çanak-çömlek parçaları toplanmıştır.
KEÇİ TÜRBESİ ,Sinop-Boyabat karayolunun Hıdırlı Köyü sapağından 7-8 km içeride ve Hıdırlı Köyü Durasılı Mahallesinin 1 km kuzey doğusundadır. Doğal bir tepe üzerinde yer alan yerleşmede bulunan çanak-çömlek parçalarından ilk tunç çağı , orta tunç çağı ile Roma ve geç Roma çağı yerleşimleri olduğu anlaşılmıştır.
HIDIRLI MEZARLIĞI , Sinop Müzesine satın alma yoluyla gelmiş bulunan ve orta tunç çağına tarihlenen çok sayıda tunç eserin buluntu yeri olarak belirtilen alandır. Küçük bir dere yatağının oluşturmuş olduğu bir vadidir.
Boyabat ilçesinde yapılan araştırmalarda Maltepe-Emiryayla , Salar Kalesi , Pazar Tepesi ,Boyalı İkiztepe I ve II eski yerleşimleri ile Emiryayla Osmanlı Mezarlığı incelenmiştir. Bu araştırma raporlarının sonuçları da yerleşimlerin tarihini tunç çağına çekmektedir.(5)
MALTEPE-EMİRYAYLA ,Emiryayla köyünün 3 km kuzeyinde yer alır. M.A.IŞIN’ın araştırmaları ile saptanmıştır. Doğal bir tepe üzerinde olan bu yerde yapılan araştırmalarda ilk tunç çağı ve orta tunç çağına ait çanak-çömlek parçaları toplanmıştır.
SALAR KALESİ ,Boyabat’ın 15 km batısında bulunan ve Direklikaya olarak anılan Paphlagonia tipi kaya mezarı ile tanınır. Özellikle kuzeybatı ve batı yamaçlarında gerçekleştirilen yüzey araştırmasında ,kalenin iskan edilmiş dönemleri olan Helenistik ve Roma çağlarına ait parçaların yanı sıra , ilk tunç çağı çanak-çömlek parçalarına da rastlanmıştır.
PAZAR TEPESİ , Erkeç Köyünün 2 km güneyinde yer alır. Doğal bir tepe üzerinde yer alan bu bölgede yapılan araştırmalarda yalnızca ilk tunç çağına ait çanak-çömlek parçaları toplanmıştır.
BOYALI İKİZTEPE I ,Boyalı Köyünün 1 km güneybatısında aralarında yalnızca 50-70 m uzunluğunda bir boyun bulunan 2 tepe saptanmıştır. Yapılan inceleme sonucunda 1. tepede ilk tunç çağı ,orta tunç çağı , ve geç demir çağı : 2. tepede ise ilk tunç çağı , Helenistik çağ ve Roma çağı yerleşimleri olduğu gözlendi.
EMİRYAYLA OSMANLI MEZARLIĞI ,Emiryayla Köyünün yaklaşık 5 km kuzeyinde ,yolun hemen kenarında ,içinde 3 adet kitabeli mezar da bulunan ve 18. yüzyıla tarihlendirilebilecek bir Osmanlı mezarlığı saptandı.
SARAYDÜZÜ İlçesinde Bayram Tepesi incelenmiştir. Bayram Tepesi ilçe merkezinin 1 km güneydoğusunda yer alan doğal bir tepe üzerindedir. Yapılan yüzey araştırmasında ilk tunç çağına ait çanak-çömlek parçaları toplanmıştır.
Kaynak-Sinop’ta ARKEOLOJİK ARAŞTIRMA RAPORLARI
1951-1953 yılları arasında Sinop’ta E. Akurgal, A. Erzen ve L. Budde tarafından yapılan çalışmalar sonucunda 4kent merkezinde bazı boya bezekli Geç Demir Çağı testileri bulunmuştur. Orta Anadolu’dan ithal olduğu düşünülen Geç Phryg stilinde bu testiler Attika küçük kaseleri ile birlikte bulunmaları nedeniyle M.Ö. 560- 550 yıllarına tarihlenmişlerdir(5) 5-Akurgal 1955, Lev.33; Akurgal – Budde 1956, Lev.3, a-d.
1970 yılında ise, J.A. Dengate Sinop ve Samsun illleri sınırları içinde bir yüzey araştırması gerçekleştirmiş ve bu illerde özellikle Demir Çağı yerleşmelerini ziyaret etmiş ve Alaçam-Sivri Tepe, Havza-Şeyhsafi Tepesi ve Vezirköprü Oymaağaça Höyük (Höyük Tepe) gibi çok önemli merkezleri arkeoloji dünyasına tanıtmıştır(7) 1973 yılında daha önce yalnızca bir dönem kazı yapılmış olan Maşat Höyük’te kazı çalışmalarına T. Özgüç başkanlığındaki bir ekip tarafından yeniden başlanmış ve Demir Çağı’naait güçlü yapı katları ortaya çıkarılmıştır(8)
Bu gün, arşivimizde biriktirdiğimiz bilgilerden paylaşacağımız konu “KARADENİZ ARAŞTIRMASI”
KARADENİZ
Deniz jeoloğu Walter Pitman ve William Ryan
Karadeniz günümüzden 7500 yıl önce, tatlı su iken meydana gelen büyük bir deprem ve artçı sel felaketleriyle su doldu. Tüm dünyadaki suların yükselmesi sonucunda Akdeniz’in taştığını ve Marmara’yı aşarak bir göl olan Karadeniz’i doldurduğu düşünülüyor. Sel felaketi Karadeniz’in sularını 160 m yükseltiyor ve 160 000 kilometre kare kadar alan sular altında kalıyor. Bunun sonucunda bir çok canlı ölürken ,kıyı bölgeler de sular altında kalıyor.
Deniz jeoloğu Walter Pitman ve William Ryan ,1997 de bu selin 7150 yıl önce ve aniden meydana geldiğini kanıtlayan makaleleri yayınladılar. Bazı bilim adamları bu sel felaketinin kutsal kitaplardaki Nuh’un Gemisi hikayesi ile bağlantılı olabileceğini savunuyor.
Arkeolog Frederick Hiebert 1994 yılında, Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında su altındaki antik uygarlıklara ait kalıntıları incelemek üzere bir araştırma gezisine çıktı. Bu gezide yöre halkı da Karadeniz’in derinliklerinde bir şeyler olduğuna dair hikayeler anlatmıştı.
Birkaç yıl süren öncü araştırmalardan sonra, Karadeniz’in oksijensiz derinliklerinde batıkların ,hatta mumyalaşmış insan kalıntılarının olduğuna kanaat getiren Hiebert asıl araştırma için 27 Temmuzda ekspedisyona Sinop’tan başladı.
Sinop adada bulunan mağaralar da o zaman araştırmalar içinde idi. BİLKE
Su hayatın başlangıcıdır. İlk olması, sona kadar olacakların tamamını hafızasında sakladığına işaret eder mi bilmiyoruz. Şurası kesin ki, toprak hava su ve ateş canlıların varlık sebebidir. Önemli bir bilimsel çalışmayı paylaşalım:.
Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste, DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş. 1980’lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu anlamış. Suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş.
Benvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda’dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. Yapılan tüm deneyler Benveniste’nin sonuçlarını desteklemiş. Benveniste buna karşılık “12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler” demiş. Benveniste ayrıca “Biyokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yaratır” demiş.
Unutmayalım ki; insan bedeninin %85’i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı.
Masaru EMOTO “İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR.”
Yaratıcı Japon bilim adamı Emoto’nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır. Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.