RSS

Aylık arşivler: Mayıs 2024

DOSTOYEVSKI’NİN KÖPEK HİKAYESİ

08.05.2024- Akın ALTAN

Dostoyevski okuduğu şiir nedeniyle Rus Çarı tarafından hapse mahkum edilir. Hapishanedeki bir köpekle dost olur ve onunla mahkumların arsındaki ilişkileri gözlemler. Aslında bir nevi insan ilişkileri üzerine deney yapar.

Gözlemleri sonucu, insanları tanıdığını sanırken ne kadar yanıldığını anlar ve onları ‘kara halk’ olarak tanımlar. Onu bu düşünceye sevk eden de yine insanların davranışlarıdır.

Mahkumlar her geçtiğinde köpeği tekmeler. Köpek ise yanına bir mahkum yaklaştığında eğilir ve tepki vermez. Bunun gören Dostoyevski, köpeğe yaklaşır ve onun başını okşar. Köpek sanılanın aksine ona şaşkınlıkla bakar. Acı acı havlayarak yanından hızla uzaklaşır.

Önüne gelen mahkumun tekmelediği köpek, o günden sonra nerede Dostoyevski’yi görse ondan kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz.

Dostoyevski’nin köpekle olan hikayesi, sevgisizlik üzerine yapılan efsanevi bir deneydir. Çünkü, ruhu köleleştirilmiş olan köpek sevgiye muhtaçtır. Tıpkı insanlar gibi.

Sürekli haksızlığa uğramış ve kötü muamele görmüş insanlar, aslında sevgiye açtırlar. Bu insanlar, iyi bir davranışla karşılaştıklarında nasıl tepki vereceklerini bilemezler. Böylesi kişilerin gözünde onları aşağılamak, onlara sunulmuş bir nimettir. Eşit ve iyi davranış, onların gözünde değersizdir.

Dostoyevski bu durumu şöyle özetler: “Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar. Bir zalimde hem insanlık, hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur; yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmesi imkansızdır artık. İşin asıl kötü yanı, böyle bir başına buyrukluk kolayca topluluğa sirayet edebilir; kudret, son derece ayartıcı bir şeydir. Toplum da böyle bir etkiye kayıtsız kalırsa, bu alışkanlığın toplulukta kökleşmesi işten bile değildir. Kısacası, bir insana kendi benzerine fiziksel ceza verme hakkının tanınması topluluğun yaralarından biridir; bu yara bir yandan o topluluktaki özü ve vatandaşlık duygusunu kemirirken, öte yandan önüne geçilmez bir düzensizliğe yol açar.”

BİLKE YORUM:

Gittikçe, insanlar köleleşiyor yanlışlara. Popüler kültürün renkli, zengin, aldatıcı renkleri ile insanlara yular mı takılıyor ne? Önlem almak yerine, düzenin ekmeğine kim yağ sürüyor?

Dünyada insan sayısı çoğaldıkça, köleleştirmenin maksimum sınırları büyüdükçe büyüyor. Köleleşmeye yönelimin artması da ibretlik. Eski çağlardan beri negatifin artan ibresi, ezberlere davetiye çıkarıyor. Sınırları zorlayanlar ve köleleşmeyenler de düzene aykırı kalıyorlar.

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Mayıs 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , ,

SİNOP’TA TİRİT EVİ OLMALI

07.05.2024- A. Yaşar SARIKAYA

Bu gün, SİNOP SOSLU TİRİT BASINA TANITIM PROGRAMINI gerçekleştirdik.

Belediye Başkanımız Sayın Metin GÜRBÜZ’E

Turizm Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Cem Cüneyt ERSANLI’YA

15 Eylül Gazeteciler Derneği Başkanı Sayın Cengiz DEMİREL’E, Ajans Sinop İmtiyaz Sahibi Sayın Deniz ÖZEN’E

Vitrin Haber, Sinop Pusulası ve Flaş Haber’in genç Muhabirlerine programımıza katıldıkları için çok teşekkür ediyoruz.

Sözlerime programın basın duyurusu metni ile başlamak istiyorum:

SİNOP TİRİT PROJESİ öykümüz 2010 yılında başladı. 2012- 2014- 2016 senelerinde farklı kurum ve kuruluşlara, 2013’ te halka sunum yaptık. 2024 MAYIS- Basına Tanıtım Programı ile Sinop’ta farkındalık yaratmak istiyoruz.

Amacımız, Sinop’un, kaybolmaya yüz tutan “tirit” kültürünü yaşatmak ve günün koşullarında değerlendirmektir. Gastronomi ve mutfak sanatları arasına girecek kaliteli bir porsiyon hazırlamak için yola çıktık. Yerel basına, Sinop halkına, yerel mutfak işletmelerine, Sinop Üniversitesi Gastronomi Ve Mutfak Sanatları öğrencilerine projeyi tanıtacağız. Yaratıcı düşünceleri harekete geçirmek, tirit projesine yeni sunumlar kazandırmak aşamalarıyla sürece devam ediyoruz. Üniversitemizle birlikte Tirit Yarışması düzenleyeceğiz. Gençlerimiz, mutfak sektöründeki çeşitlerle rekabet edebilecek kaliteli sunumlarla yarışacaklar. İlimize yakışır, zengin bir yemek sunumu kazandırmak istiyoruz. Sinop’a özgü tirit, ilçelerimiz arasında ayrı küçük  dokunuşlarla yöremize zenginlik kazandırmaktadır. Bu zenginliği soslu tirit tabağımızda harmanladık. Her bir ayrıntı, köy kadınlarımızın uyguladığı adımların günümüze taşınmasına örnektir. Geleneksel kullanımda var olan ve bu gün unutulan mantarlı, sebzeli, etli, vejetaryen, vegan seçeneklerini de Sinop gündemine taşıyoruz.

Tirit için kullanılan ürünler doğal ve sağlıklı ürünlerdir. Ceviz, yufka, tereyağı, tavuk ve büyük baş hayvan yöremizde üretilir. Çalışmamızın temelinde, değerlerimiz ve yöre kaynaklarımızın korunması yatmaktadır.  Tanıtımlarımız, kaybolan tirit kültürünün modern sunumla, yurt içi ve yurt dışında yemek listeleri arasına girmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Geleneksel olarak tepside ve sinide yapılan tirit çeşidini, tabakta porsiyon olarak sunuyor ve işletmelere kolaylık getirmeyi planlıyoruz. 

 Mantının yaygınlaştığı gibi tirit de yaygınlaşmalıdır. Böylelikle yöre halkına yeni bir gelir kapısı açılacak, üretim ve istihdam döngüsü süreklilik kazanacaktır.

 Ana malzemeleri önceden hazırlanabilen tirit, kısa sürede servis edilebilir yapıdadır. Bireyleri üretime teşvik edecektir. Üretime geçen bireyler, aile fertlerini de üretime katacak, yeni iş alanları oluşacaktır. Basına Tanıtımımız, TİRİT SALONU, TİRİT EVİ, SİNOP TİRİT gibi  mekânların açılmasına kapı aralayacaktır.

Köyden şehre göçen aileler yufka kültürünü bildiği için bu alanda iş kuracak veya işçi olarak çalışacaktır. Köyden şehre göçen ailelerin çocuklarının okuması kolaylaşacak, ailelerin gelir düzeyi artınca yaşam kalitesi yükselecek refah artacaktır. Mantı satışı yapan işletmeler, tirit imalatını da çeşitlerine ekleyecekler mantı satışları da olumlu etkilenecektir. Tirit yaygınlaşınca, “Tirit yufkası“ paketleme sektörü oluşacaktır.  Restoran, lokanta gibi ticari işletmeler çeşitlerine tirit ekleyerek, müşterileri artacaktır.

Geleneksel olan yöredeki 5 çeşit tiritin, coğrafi  işareti alınabilecek ve yaratıcılıkla geliştirilen sunum için de MARKALAŞMA yoluna gidilecektir. Sinop’a hayırlı olsun .

 

Etiketler: , , , , , , , ,

İNGİLİZ CASUSU REŞİT EFENDİ(Arminius Vambery)

05.05.2024- Sinan ACARTÜRK-Derleyen

“1860’lı yıllarda önce kılığını, ardından dinini, en sonunda da adını değiştirdi.”

Almanya’dan Macaristan’a göç etmiş, bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak 19 Mart 1832 günü Budapeşte’de doğan Prof. Arminius Vambery, 1857’de 25 yaşındayken İstanbul’a yerleşir. Vambery, yine Macar asıllı İsmail Paşa’nın (Kmetty) aracılığıyla Hüseyin Dâim Paşa’nın köşküne yerleşerek paşa çocuklarına Fransızca öğretmeye başlar. Bu dönemde de paşanın kendisine verdiği iddia edilen “Reşid Efendi” adını kullanır.

Tam 4 yıl Osmanlı topraklarında kalan Reşit Efendi, İstanbul’a ilk geldiğinde Osmanlı kahvelerinde meddahlık yapıp özel dersler vermiş ve bu süre içinde Osmanlı kültürüne de vakıf olmuştur. Dil bilmesi ve ilişki ağları vesilesiyle Hariciye Nezaretine tercümanlığa başlamış hattâ Macaristan’a gidip Osmanlı coğrafyası ve insanları hakkında konferanslar verecek kadar konuya da hâkim olmuştur.

1861-1864 yılları arasında Vambery “Raşid” takma adıyla İngiltere Jeoloji Enstitüsü’nün hizmetinde ve Britanya Krallığının emrinde “Sünnî bir Müslüman derviş kılığında” önce İstanbul’dan gemiyle Trabzon’a, oradan katır üstünde kervanlarla bir casus olarak Tebriz seyahat etmiştir.

İngiliz hükümeti için Ruslar’ın aleyhine casusluk faaliyetinde bulunan Vambery, Tahran’da bir süre Osmanlı elçiliğinde kaldıktan sonra hacdan gelen bir Türk kafilesine katılıp Hîve, Buhara, Semerkant ve Herat’ı ziyaret etmiştir. Bu dönem içinde Osmanlıcayı mükemmel denebilecek kadar iyi konuşan Reşid Efendi unvanlı Vambery, geniş dil ve din bilgisi nedeniyle hiç kimsenin şüphesini çekmemiş; çok inandırıcı olduğu derviş kılığındaki yaptığı seyahatlerinde de herkes tarafından büyük bir saygı ve ilgi görmüştür. Seyahatini başarıyla tamamladığı yılın Kasım ayında Herat ve Tahran üzerinden Osmanlı Devletine, buradan da İstanbul üzerinden memleketine geri dönmüştür.

1900 yılının Haziran ayında Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkmayı da başaran Vambery, Sultan Abdülhamid’in de güvenini kazanmış ve 1901 yılında siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’e Abdülhamid’in görüşebilmesi için bir randevu bile ayarlamıştır. Vambery kendi yazdığı günlüklerinde padişahın dostu olduğu için övünmektedir.

Arminius Vambery ya da Reşit Efendi, seferler sırasındaki deneyimlerine ilişkin paylaştıkları arasında ilginç bilgiler bulunmaktadır. Ona göre Ruslar, Türkleri afyona alıştırmışlar, alıştırdıktan sonra da yaptıkları savaşları kazanmışlardır. Vambery, Osmanlı ile ilgili gözlemlerinde ise: “Abdülhamid döneminde ülkede ekonomik anlamda iyi bir ilerleme olmadığına, Türklerin çağdaş kültüre ayak uyduramadığına, Rumların ve Ermenilerin ekonomik ve siyasal anlamda hayatlarından memnun olduğuna, halkın önemli bir kısmının padişahı çok sevdiğine ama ondan izinsiz nefes alamadığına, istibdat rejimini kabul ettiğine, Türk aydınlarının da İngiltere’ye karşı öfkeli olduğuna ama Osmanlı’nın büyük bir savaşla yıkılacağına” değinmiş ve bütün doğu halkının muhafazakâr olduğundan yeniliğe karşı olduğunu, üst tabakada olanların kıyafet, lisan ve eğitim hususunda ilerlemiş olduklarını fakat diğerlerinin eski adetlerinde ısrarcı olduklarını belirtmiştir.

Vambery Türklerin Rum, Ermeni, Slav, Türkmen, Arab, Ekrad (Kürt) ve Çerkeslerden oluştuğunu inançlarının da Avrupa medeniyetine muhalif olmadığını, Türklerin Asya halkları arasında en çok ilerlemiş millet olduğunun, tavır ve hareketleri ve dış görünümlerinin tamamen Avrupalılara benzediğini de yine notlarında belirtmiştir. Vambery, Abdülhamid’e yazdığı mektuplarından birinde açıkça şunları söylüyor: “Avrupa’nın imparatorluğunuzun şu ya da bu parçasını kapmak için sabırsızlandığı acı gerçeğini inkâr etmek gereksizdir. Fakat düşmandan düşmana fark vardır. Ehven-i şer prensibini temel alarak, bütün Avrupa güçleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalsanız, inanıyorum ki size en az tehlikeli ve en fazla yararlı İngiltere olacaktır.”

Vambery, İngilizlerin doğrultusunda hareket ederek Müslüman toplumların içine sızarak onları provoke etmeye çalışmış, bunda da başarılı olmuştur. Nitekim Osmanlı yıkılmış, toprakları parçalanmış, millete de pranga vurulmuştur. Bu prangadan kurtulmak ise yüzbinlerce cana ve neticesinde kurtuluş savaşı verilmesine neden olmuştur.

Arminius Vambery yani İngiliz casus Reşit Efendi, 15 Eylül 1913 tarihinde Budapeşte, Macaristan’da 81 yaşında ölmüştür.

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Mayıs 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , ,

HIDIRELLEZ DUASI

04.05.2024- Yol- The Way

Eski Bir Şaman Duası:

Sevdiğim ve sevebileceğim kim varsa, kendim dahil sağlığı iyi olsun..

Teni sıcak kalsın, enerjisi dışarı taşsın…

Sevdikleriyle bir arada olsun…

Kolu koluna değsin, gözü gözlerinin içine baksın, lafları birbiriyle başlasın…

Nesi varsa bölüşecek birisi olsun, nesi yoksa bulup getirecek biri olsun…

Bu birileri az ama öz olsun, bazıları dünyada tek olsun…

Sevgisinin tamamını ona harcasın…

Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun…

Onun yeri ayrı olsun, ama yalan söylemesin…

O her şeyine, her haline tek tanık olsun; bir hareketiyle güldüren, bir hareketiyle ağlatan olsun…

Duyguların hepsi onda olsun, kalbi buna teslim olsun…

Bütün şarkılar ona olsun, aşık olsun…

Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi olsun…

İbadet eder gibi, kutlama yapar gibi, her gün bu işini yapıp dursun…

Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün, daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün…

Neşesi bol olsun, mutlu olsun, mutlu etsin; neşelenmek nedir bilsin, bildirsin…

İçindeki heyecan hep sürsün…

Duydukları, gördükleri ona kahkahalar attırsın…

Gürültü yapsın, saçma şeyler söylesin…

Çocuklukta en şımardığı ana gitsin-gelsin ama nereye gidip-geldiği bilinmesin…

Değiştirmek istedikleri değişsin, eskileri atsın, ruhunu havalandırsın…

Kapıda hep kamyonu dursun; istediği yere taşınsın…

Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç ve dışındaki sevgi ona yardımcı olsun…

Her gün bir sürprizi ve mucizesi olsun…

Öyle tahmin edilmeyen şeyler olsun ki, bu hayatın zekasını anlatsın…

Bir hayali gerçek olunca; bir hayale gözünü yumsun…

Hayalini kendinden saklamasın, korkmasın…

Her anında sevgiyle olsun, sevgi versin…

BİLKE YORUM: Kültürler, geçmişten günümüze insan iradesinin işleyiş mantığını da taşır. Her coğrafya, kültüre kendinden ekler yapar. Hıdırellez, dünyanın her yerinde kutlanır. Hızır ve İlyas ritüeli, farklı yansımalarla yaşatılır.

Hepsinin özünde, insanlığa güzel duygular kazandırmak, doğa ile uyumlanmak yatar. Şekil ve renklerden önce, özünü kaybetmemek konusunu yaşatabilseydik.

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Mayıs 2024 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

EBLA’NIN KEŞFİNİ POLİTİKAYA ALET ETMEK

02.05.2024- Ahmet SARBAY

Ebla, bugünkü Suriye topraklarında bir zamanların en zengin ticaret devletiydi. Mısır ve Babil imparatorluklarıyla eşdeğer görülüyordu. Özellikle MÖ 2400-2250 yılları arasında en güçlü dönemini yaşamışlardı.

Ebla, 2250 yıllarında Akad kralı Karam-Sin tarafından istila edilir. Başşehir ve kraliyet sarayı ateşe verilir. Daha sonraları harabeleri üzerine şehir yeniden inşa edilirse de MÖ 1650 yılında henüz bilinmeyen düşmanları tarafından tümüyle yok edilir. Ebla binlerce yıllık uykusuna dalarak unutulup gider.

Mezopotamyada yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen Sümer, Akad ve Babil tabletlerinde Ebla adı geçmekle birlikte nerede olduğu anlaşılamamıştı. Kimi Suriye’nin kuzeyinde kimi de yukarı Fırat da olduğunu ileri sürmüştü.

1975 yılında Tel Madrih adında ufak bir köyün hemen güneyinde olduğu tespit edilir. Harabelerin bulunduğu yer Halep’in yaklaşık 55 km güneybatısında, Halep ve Şam’ı birbirine bağlayan ve tüm ülke karayolu şebekesinin omurgasını oluşturan noktadadır.

Arkeologlar sevinç içindedir. Sadece Ebla keşfedilmemiş, saray arşivine ait olduğu sanılan 15 bin kadar çivi yazılı tablet de bulunmuştur. Bu kil tabletler 40 × 40 cm çapındadır ve sarayın bir odasında muntazam olarak istif edilmiş iken sarayın yanması sırasında çivi yazılı tabletler sağlam olarak küller arasında kalmıştır.

Bunlar değer bakımından daha önce Boğazköy‘de, Ebla’nın 100 km batısındaki Ugarit‘te ve 400 km güney doğusundaki Mari‘de bulunmuş olan arşivlerle eşdeğerdeydi.

Ancak ortada bir problem vardı. Kullanılan dil ne Asurca, ne Babilce ne de Sümerce’ye benzememekteydi.

Arkeologlar büyük bir sabırla tabletleri tasnif ederken Sümerce-Eblaca sözlük bulurlar ki, Sümer dili daha önce çözüldüğünden Ebla dili de kolayca deşifre edilir.

Kralın katibi Dub-zu-zu‘nun imzasını taşıyan tabletlerin içeriği çok zengindir. Krala verilen hediyeler hatta dağıtılan un miktarı dahi yazılmış olanları vardır. Büyük bir kısım ticaret ve idare ile ilgili konular olmakla beraber, tabletler arasında çok değerli hatta bazı eşi bulunmayan hukuksal, tarihsel, matematiksel belgeler bulunmaktadır.

Tabletler tercüme edildikçe kamuoyunun dikkati buraya yönelir. Zira o güne kadar kutsal kitaplarda geçen ve efsane olduğu sanılan Sodom, Gomore, İbrahim, İsmail, Davut, Cebrail gibi adlar Tevrat’tan 1500 yıl önce yazılmış tabletlerde okununca bilim dünyası heyecanlanır.

İsimleri deşifre eden İtalyan Prof. Giovanni Pettinato, Amerikalı Tevrat uzmanı Noel Freedman‘a bunlardan bahseder. O da Amerikan ve İngiliz gazetelerini kullanarak ortalığı ayağa kaldırır.

Noel Freedman ilginç bir adamdır. Yahudilikten hıristiyanlığa geçmiştir.

Sansasyonel haber, yahudilerin çıkardığı bir Amerikan Tevrat dergisinde geniş bir araştırma yazısına dönüşür. Tevrat’ta adı geçen Hazreti İbrahim’in gerçekten yaşadığı, İbrahim’in yahudilerin atası olduğunu ve dolayısıyla Suriye’nin yahudi toprakları olduğunu ileri sürülür. İsrail buna dört elle sarılır ve çeşitli haklar talep eder. Bilim politikaya kurban edilmiş olur.

Bu haberler Suriye’de büyük tepki ve kızgınlığa sebep olur. Suriye eski eserleri müzesi müdürü Dr. Afif bin Masi Şam’da çıkan Teşrin gazetesinde yayınlanan bir ropörtajında iddiaları şiddetle reddeder. Ancak bu tepki bilimsel olmaktan ziyade slogan atmaktan öte geçmez.

Arkeolojik ve tarihsel bir araştırma bu tartışmalarla yanlış yöne itilir. Prof. Pettinato istemiyerek neden olduğu bu gelişme karşısında telaşa düşer. Sadece İtalyan arkeologlara verilmiş bulunan kazı izninin geri alınmasından korkar. Hemen bir açıklama yaparak Ebla buluntularının hiçbir surette İsrailoğulların atalarıyla bir ilişkisi bulunmadığını söyler. Ancak bu sefer de New York Times ve Wall Street gibi yahudi sermayeli gazeteler karşı saldırıya geçerler. Suriyelilere ağır suçlamalarda bulunurlar. Çivi yazılarını okuyan uzmanların Suriye devletince baskı altına alındıklarını, Tevrat’ta adı geçen isimlerin bulunduğu tabletlerin ortadan kaldırıldığını iddia ederler. “Malum” medya daha da ileri giderek milletler arası Ebla tercüme komitesinden bir Amerikalı üyenin öldürüldüğünü bile iddia eder.

Kısa bir süre sonra bunların tümünün yalan olduğu anlaşılır.

Olur böyle vakalar, Ahmet Sarbay-Ebla’nın keşfini politikaya alet etmek tarafından- asarbay · Published 16 Temmuz 2021 · Updated 13 Kasım 2021

BİLKE YORUM: Zaman sıfır noktasından eksi sonsuza, yine sıfır noktasından artı sonsuza doğru gerçeklere ulaştıkça eski tezler yerini yeni belgelere bırakır. Dünya siyaseti, küreselleşme ve tek elden dünyayı yönetme isteği göz ardı edilmemeli. Biz görmemekte ısrar ettikçe, bizi yok etmeye çalışanların ekmeğine yağ sürüldüğü unutulmamalı.

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOPLU

01.05.2024-NAPİSİN TV

SINOP’LU

.. Biz sinop’lular hiç dönmek istemeyiz, ama çok kalmayacağımızı ,kalamayacağımızı bilir Sinoplu.

O yüzdendir görenlerin ilk olarak “Ne zaman geldin,ne zaman gidisin?” Sorusu.

Gider geliriz … Deniz Çocuğu”yuz biz.

Denizde doğar, denizde ölürüz.

Serbest stil yüzer, ama öncesinde mutlaka bir hedef belirleriz.

Büyük İskele…Küçük İskele…Mantarlar…

Millet girmeye deniz bulamaz. Bizde iki tane var.

Rüzgar nereden eserse, kafamıza göre…

İster ön denizde yüz ister arka denizde.

Yani anlayacağınız ıslanmayı severiz.

Tabi “Islama”yı da…

Hele ki “Cevizli Mantı” yiyince kendimizden geçeriz.

Dışarıda “Nokul” deyince ilk seferde anlayabilen görmedim ama bir oturuşa bir tepsi nokul yiyeni bilirim.

Barınak’ta bir pizza yaparlar sanırsın ki Napoli’desin.

Piknik bizde ata sporudur.

Ayıptır söylemesi ama “atıcılık”ta olimpiyat şampiyonuyuzdur.

Atiś : îçmektir biZde Gece “Mendirek Serbest Vuruş”la başlar.

Bitiş düdüğü çorbacıda çalar. Starbucks bilmeyiz, “Yalı Kahvesi”ne gideriz.

Sokaklar “ızgara hamsi” ,kahvehanelerse “yanık” kokar.

“Eşli İhale”ye girilir ,”Pis 7’li” atılır, ”King” te kağıt saymazsan hesap sana kalır..Bir de herkese lakap takılır.Hangi Mustafa? Çoban Mustafa…

Değişik tabirlerimiz vardır.

“Otogar”a “Garaj” deriz.

“Yengeç” “Küflü”dür mesela.

‘’Deminden’’e ‘’Demizden’’ dediğimiz de çoktur.

“Midye”ye dalar, ”bıldırcın”a gideriz.

Balıkta at-çek yaparız.

Bildiğin keyifçiyiz.

Düşünün ki hastanemiz de, mezarlığımız da deniz manzaralı.

Yalandan dolandan haz etmeyiz ama biraz abartıyı severiz.

Bir araya geldik mi gülmekten gebeririz.

Güzeliz, yakışıklıyız, centilmeniz, tabi hafiften de artistiz..

Hooooop!’’

Kırmızıda durmana gerek yok!

Çünkü memlekette trafik ışığı yok. Deniz soğuğu” var desem millet vurgun yemiş balık gibi bakar suratıma.

Hamsilos’u, Akliman’ı, Tersanesi, Karakum’u…

Gündoğrusu genelde 3 gün sürer ; Sinop sevdamız ömûr boyu.

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Mayıs 2024 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , ,