RSS

Aylık arşivler: Haziran 2024

DOĞRU SORGULANIYOR YALAN KABUL GÖRÜYOR

30.06.2024-Doç. Dr. Sibel Onursoy- Öğretim Gör. Erdem Alper Turan- Öğretim Gör. Segâh Yeşilyurt ve Doktora Öğrencisi- Fatma Kübra Astam

“Yalan Habere Karşı Tutum ve Davranışlar: Üç Üniversite Örneğinde Durum Araştırması” başlıklı çalışmanın sonucunda varılan noktaya yer vereceğiz. Deneysel çalışmalar, doğru sonuçlara götürür. Kimya, Fizik gibi fen bilimlerinin deney malzemesi madde, Sosyal Bilimlerin ise insandır. Halk deneylerin bir parçasıdır, unutulmamalıdır. BİLKE

Sonuç
İçinde yaşadığımız toplumsal gerçekliği anlamlandırmak karşılaştığımız bilgi ve haberlerle
ilişkilidir. Sosyal medya ortamlarının hızı, yaygınlığı bireyin analizini, anlamlandırmasını,
anlamlandırma hızını ve değerlendirmelerini kısıtlayabilmektedir. Haberi ya da bilgiyi çıkarları
yönünde kullananların ya da ticari kar kaygısıyla hareket edenlerin aldatmalarına hizmet
edebilir. İktidar güçlerinin düşüncelerinin kamuda yayılması ve benimsenmesinde yani bir
uylaşımın sağlanmasında sosyal medya önemli bir kanaldır. Sosyal medyada çok hızlı ve
algoritmalar sayesinde nokta atışı olarak yayılabilecek, okuyuculara dayatılabilecek olan yalan
haberlerin ve bilgilerin olumlu ya da olumsuz etkileri, doğruluk kontrolü ve bu yöndeki
tutumların geliştirilmesiyle mümkün olacaktır.


Basılı yayımların önem taşıdığı dönemlerden dijital içeriklerin yaygınlık kazandığı
günümüze kadar iletişim ekolojisinde daima varlığını sürdüren yalan haberler, her dönemde
okurun/izleyicinin ya da kullanıcının maruz kaldığı bir içerik türü olmuştur. Dijitalleşmenin
etkisi haberin/bilginin üretimi, dağıtımı ve yaygınlaştırılması kolaylaşmış, sayısal olarak artmış,
buna bağlı olarak haber doğruluğu çevrimiçi etkenler boyutunda belirsizleşmiştir. Küçük bir
örneklem perspektifinde gerçekleştirilen bu çalışmada üç üniversite öğrencilerinin haber ve
bilgi yayılımındaki davranış örüntüleri, katılımcı genç izleyici kitlesinin yalan haber odağında
karar süreçleri, maruz kaldıkları haber ve bilgilerin etki boyutu, tutum ve davranışları
değerlendirilmektedir.
Üç üniversitenin öğrencileri örnekleminde yapılan analizlerin sonucunda gereksiniminin çoğunlukla sosyal medyadan karşıladığı görülmektedir. Bu gereksinimi haber karşılamada ilk sırada Instagram yer alırken, ardından YouTube, Facebook ve Twitter onu izlemektedir. Yazılı ve görsel içerikli haberler ve bilgiler (yazı, fotoğraf, video) yalan haber odağında değerlendirildiğinde, fotoğraflı ve video gibi görsel nitelikli içeriklerin, (sadece) yazılı metne göre daha çok doğru kabul gördüğü ortaya çıkmıştır. Bu durumda araştırılan kitle üzerinde görselliğin, yalan habere katalizör oluşturabildiği ortaya çıkmaktadır.
Araştırmadaki genç haber okurları örnekleminde, magazin, siyaset ve ekonomi konulu
yalan haberlerle daha sık karşılaştıkları, maruz kaldıkları bu haberlerin çoğunlukla propaganda
ve yönlendirici (manipülatif) özellikte olduğu, reklam amaçlı yalan haberlerin bu özellikleri
izlediği tespit edilmiştir. Kasıtlı amaç içeren, kışkırtıcı ve alaycılık yalan haber özellikleri içinde
çok da az olmayan boyutlarda karşılaşılmaktadır. Eğlenceli/mizah türü içeriklerin daha inanılır
bulunması risk oluşturmaktadır. Mizahî ya da eğlendirici içeriklerden şüphe duyulmaması,
yalan habere mizahın bir katalizör oluşturabileceği ortaya çıkmaktadır.
Kişi, kurum, muhabir, site gibi haberin kaynakları, örneklemdeki okurların güven
duygusunu etkilemekte ilk sırada gelmektedir. Haberin gündemde oluşu, içeriğinin zenginliği,
kişinin ilgi alanında oluşu habere güveni etkilemektedir. Öte yandan etkileşim (yorumlar),
paylaşım ve beğeni sayılarının etkisi bulgularda biraz daha geri planda değerlendirilse de etkisi
sürmektedir.
Araştırma sonucunda haberin doğruluk kontrolüne hiç niyetlenmemiş bir azınlık olduğu
görülmüştür. Sayıca az olsa bile bu durum sosyal medyanın hızı özelliği ile ilişkili olarak yalan
haberin yayılımında önemli bir rol oynayacaktır. Katılımcı gençler doğruluk kontrolü
konusunda yüksek özgüvene sahiptir ve doğrulatma yöntemi olarak çoğunluk bir haberi birçok
alternatif kaynaktan okuyarak gerçekleştirmektedir. Ayrıca haber teyit kaynaklarını yetersiz
bulmaları ve haberin doğruluğundan şüphe duymamaları da doğruluk kontrolü eğilimlerini
sınırlamaktadır. Bu noktada, hemen olmasa da doğruluk kontrolü davranışının gelişmesinin
yalan haberlerin artışıyla paralellik göstereceğini belirtmek yerinde olur. Doğruluk kontrolü
konusunda sosyal medya kullanıcısının bilinçlendirilmesine gereksinim olduğu bu küçük
örneklem kitlesinde gerçekleştirilen araştırmanın bir sonucudur. Ayrıca aynı kitlenin sosyal
medyada maruz kaldıkları yalan haberlerden dolayı medyaya duydukları güvenin azalması bu
araştırmanın bir başka sonucudur. Hatta ilgilendikleri haber konusu kaygılarını
arttırabilmektedir.
Küçük bir örneklemden elde edilen bu sonuçlar, haber ve gazetecilik konusunda özelliklede sosyal medyanın ağırlık kazandığı son zamanlarda haber ve bilginin zararlı etkilerini bertaraf
etmede etkili ve yeni çalışmalara rehber olacaktır.

Kaynak: Türk Kütüphaneciliği, 34, 3 (2020), 485-508
Doi: 10.24146/tk.759014


 
Yorum yapın

Yazan: 30 Haziran 2024 in Bilim

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

YUNAN SUBAYI İLE GÜLNAZİK NELER YAŞADI

29.06.2024-Doç. Dr. Elif ÖKSÜZ GÜNEŞ Karadeniz Teknik Üniversitesi
Gülnazik Anlatısı Hakkında
“Gülnazik”, Milli Mücadele yıllarında Yunanlıların Ege bölgesini işgali sırasında Gülnazik/ Nazik adlı genç bir kadının yaşadıklarını anlatan Batı Anadolu’da varyantları bulunan; Gülnazik, Nazik, Nazik Gelin, Atina’nın Urganı, Atina gibi adlarla derlenen bir anlatıdır. Varyantların her birinde olay birimlerindeki farklılığa bağlı olarak metin içerisinde başkişinin söylediği türküler değişiklik gösterir. “Manisa Simav, Konya-Ilgın, Kayseri-Gesi, Edirne-Uzunköprü, Balıkesir-Dursunbey, KütahyaTavşanlı, Çorum-Ankara, Sivas-Zara, Denizli-Çal, Kütahya-Gediz, EskişehirSivrihisar gibi yerlerde bu ağıt-türkünün” (İvgin, 2018, s. 643) farklı türevleri tespit edilir.

Ferya Çalış’ın Eskişehir Dumluca’da Yunan ordusu, yaşadıkları köye geldiğinde altı-yedi yaşlarında olan Şerife Ebe adlı kaynak kişiden derlediği metinde Batı Anadolu’daki durum; Yunan ordusunun arpa yığınlarını, evleri, buğdayları, tarlaları, insanları yakışı; güzel kadınlara tecavüz edişi; insani boyutları aşan zulümleri “‘Zengin bir herif vardı, Ziybek (Zeybek) diyi. Aman yavrum adamı dövmüşler de evin içine
atıp diri diri yakagomuşlar’, ‘Yonan Gara Mustafa’nın bacaklarını kesmiş, eziyet idmiş, öldüregomuş. Gaynanasını da goyun yüzer gibi memelerini yüzmüşlerde sırtından aşıragomuşlar. Köye cenazeleri geldi., bütün Dumluca yandı, gavruldu. Tek dumluca değil, bütün gomşu köyler yandı’ ‘Yonan gitti emme guzum yedi yıl gıtlık oldu; fakirleştik, irezil oldu bütün köyler. Allah bi daa yaşatmasın’” (Çalış, 2002, s. 134)
şeklinde özetlenir.

Eskişehir ve çevresinden yapılan söz konusu derlemede hem maddi hem de manevi bakımdan zarar veren Yunan işgali esnasında zor durumda kalan Gülnazik adındaki genç kadının yaşadıkları yer alır. “Gülnazik” anlatısının bu varyantında başkişi ile amcasının oğlunun düğünü yapılırken Yunanlılar Eskişehir ili
Sivrihisar ilçesi Elekli köyüne girer. Yunan kuvvetlerinin lideri Gülnazik’i görünce “Bu
güzel kızı verirseniz köyü yakıp yıkmayız” dediği Elekli köyü muhtarı Gülnazik’i
Yunan askerlerine teslim eder. Atina’ya götürülürken yardım istediği erkek kardeşi
Tahir, Gülnazik’i kurtarmak isterken bir Yunan askeri tarafından öldürülür.

Gülnazik
Şu bayır güllü bayır
Gülünü de dikenden ayır
Kardaşım adın Tayır
Beni Yonandan ayır
Durnam durnam
Ben Yonanda durmam
Yunan
Otomobile binmedin
Gözyaşını silmedin
Ne çok ağlan Gülnazik
Tayır gardaşın olduğunu bilmedim
Nazik Nazik
Gençliğine yazık
Gülnazik
Otomobile bindirin
İncitmeden indirin
Beni geri döndürün
Ben Yonan malı olmam
Durnam durnam
Ben Yonanda durmam
Fasille vursam pişer mi?
Yere düşsü şişer mi?
Sen Yonansın ben Müslüman
Bize nikâh düşer mi?
Durnam durnam
Ben Yonanda durmam” (Çalış, 2002, s.136 )
Anlatının bu varyantında Gülnazik’in Atina’da yaşadıkları ve orada ne kadar
kaldığı, nasıl kaçtığı anlatılmaz; ancak köyüne gelişi ve annesine seslenişi yer alır:
Gülnazik
Annem beni kaçırdılar
Yollarımı şaşırdılar
On beşime değmeden
Bir Yonan’a düşürdüler
Durnam durnam
Ben Yonanda durmam

Atina’dan tuz geldi
Allah’tan izin geldi
Aç anam aç kapını

Yonan’dan kızın geldi
Durnam durnam
Ben Yonanda durmam

Ailesinden ayrı kalan Gülnazik, bu süreçte kendisini bekleyen nişanlısının o gün bir başkası ile düğünü olduğunu öğrenir. Tanınmamak için siyah kıyafetler giyerek düğüne gitse de nişanlısı Gülnazik’i tanır; düğünden vazgeçmek istediğini belirtir. Gülnazik ise “Bunca yıl Yonan kahrı çektim de gumalık kahrı mı cekemeyecem?
Guman olurum senin” (Çalış, 2002, s. 138 ) diyerek hem ailesine hem de nişanlısına
kavuşur.
Her türkü arka planda bir hikâye barındırır. Farklı varyantları bulunan türkünün hikâyeleri de değişkenlik gösterir. Gülnazik türküsünün Denizli Çal varyantı “Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgali sırasında yaşanan olayların sonucunda teşekkül eder. Bir Yunan komutanı, beğendiği Gülnazik’le zorla evlenir ve onu
Yunanistan’a götürür. Gülnazik’in burada üç çocuğu olur. Yedi sene sonra Gülnazik, bir yolunu bularak Yunanistan’dan kaçar ve yolda çocuklarını denize atar” (Gültekin, 2013, s. 18). Yaşanan bu olay üzerine de Gülnazik türküsü şekillenir.

Bu türkü ile ilgili İzmir’in Ödemiş ilçesinden derlenen varyantta Kurtuluş Savaşı sırasında Ödemiş,
Yunan işgaline uğradığında Yunan subay Gülnazik’e âşık olur, babasından istetir;
ancak babası: “Bir Yunana kesinlikle kızımı vermem.” diye onları reddedince ailesine zarar vermelerinden korkan kız, kendisini onlara vermesi için babasına yalvarır. Ailesi ve milleti için kendini feda eder, Yunanlar Anadolu’dan çıkarılınca subayla beraber Yunanistan’a gider, iki çocukları olur. Aradan sekiz on yıl geçince subaya savaşın bittiğini, anne ve babasını özlediğini, onları görmek istediğini söyler. Çocuklarıyla
beraber Türkiye’ye gitmek üzere gemiye binerler. Denizin ortasında “Siz Yunan’ın
çocuklarısınız” diyerek onları suya atar, kendisi de intihar seçer. Bunu duyan ailesi ve çevresi “Ben Atina’da durmam” diye bir türkü yakar. Manisa/Turgutlu varyantında Türk gelinini isteyen Yunanlı subay, imamla işbirliği yapar.

Balıkesir varyantında ise, Yunan subayın Türk kızını zorla alması gibi bir durum söz konusu değildir. Anlatılan hikâyede o, gönül rızasıyla evlenir, daha sonra Atina’ya gider (Şahin, 2004, s. 83).
“Gülnazik” anlatısında başkişinin Yunan askerle evlenme biçimi, yakınlarını kaybetmesi, Atina’da kaldığı süre, çocuklarının sayısı, Atina’dan döndükten sonraki hayatı ya da ölme biçimi gibi unsurların/hususların farklı yörelerde değişkenlik göstermesinde metnin halk anlatısı olmasının ve sözlü geleneğin etkisi vardır. Masal çalışmaları ve derlemeleriyle ilgilenen Naki Tezel bu anlatıyı hikâye türünün
imkânlarından yararlanarak yeni bir biçimde yazar.

Yaşanan Gerçeklikten Kurguya, Türküden Öyküye: Naki Tezel’in “Gülnazik”
Adlı Öyküsü:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2002149

Naki TEZEL-Sonuç:
Folklor araştırmalarında önemli bir kimlik olan Naki Tezel, Türk halk masallarının derlenmesi ve yayımlanması ile ilgili çalışmalarıyla tanınır. Derlediği masal ve halk hikâyelerinde kaynak kişilerin anlattıklarının yanı sıra metinlerin ana motiflerini bozmadan kurguyu yeniden şekillendirir. Naki Tezel’in, olay örgüsünü çoğunlukla Millî Mücadele yıllarında cephede ve cephe gerisinde yaşananların konu
edinildiği hikâye türü formunda yazılan Yılan Köprü adındaki kitabının son metni
olan “Gülnazik” adlı öyküde, Batı Anadolu’nun işgali sırasında Gülnazik’in Yunan bir
zabit tarafından tecavüze uğraması, vatanından ve ailesinden ayrılmak zorunda
kalması; bu süreçte yalnızlaşması, millî benliğinden uzaklaşmadan bireysel ben’ine ve
çocuğuna yabancılaşması trajik ve dramatik biçimde anlatılır. Naki Tezel, başkişinin
Yunan askerle evlenme biçimi, yakınlarını kaybetme, Atina’da kaldığı süre, çocuklarının sayısı, Atina’dan döndükten sonraki hayatı ya da ölme biçimi gibi konularda Batı Anadolu’nun farklı yörelerinde değişkenlik gösteren Gülnazik’in öyküsüne, anlatının ana duygusuna sadık kalarak yeni bir form kazandırır.

Naki Tezel’in “Gülnazik” hikâyesinde Millî Mücadele yıllarında Yunan askerlerinin sivil halka zulmü; kendi küçük çıkarları için işgalcilerle işbirliği yaparak güçlü olmayı hayal eden, kendi benliğinden ve millî kimliğinden uzaklaşan kişilerin onlara destek olması bağlamında tarihsel gerçeklik kurgusal gerçekliğe kaynaklık eder.
Toplumun önder kabul edip güvendiği imamın bireysel menfaatleri için yanlış yönlendirmelerine rağmen, Yunan ordusunun Anadolu’daki fiziksel ve psikolojik yıkımlarına karşı koymak amacıyla vatan savunmasına giden halk, kendi askeri gücünü kendi yaratmaya, millî bir kuvvet kurmaya çabalar. Başkişinin yaşadıklarından sorumlu olan ve “gavur imam”, “Atina’nın imamı” olarak nitelenen imam ise düşmanla birlik sağlayarak Atina’da kadılıkla eşdeğer mevki kazanmayı düşler. Bunun için de vatanın namusunun yanı sıra kadınların namusunu da onların istismarına açık hale getirir. İmam, hem işgal edilen topraklardaki erkini biyolojik erkekliği ile somutlaştırma hem de cinsel arzularını doyurma niyeti ile kendisinden bir kadın getirmesini isteyen Yunan zabite karşı çıkmak yerine, tecavüzün gerçekleşmesine
yardımcı olur. Köyün güzel kızlarından Gülnazik’i kızın anne ve babasının
öldürülmesi pahasına Yunan zabite sunar. Gülnazik’in hem dramatik hem de trajik hayatının başlamasına sorumlusu yozlaşmış kimlik imam, hikâyede öteki/ düşman ile aynı düzlemde yer alır.
Tecavüze uğradıktan sonra kendisine aşk duyguları ile yaklaşmaya başlayan Yunan zabit tarafından Atina’ya götürülmesi, orada eziyet görüp değersizleştirilmesi Gülnazik’in kendini yabancı hissetmesini hızlandıran unsurlardır. İçinde bulunduğu yeni çevrenin/ Atina’nın fiziksel, sosyal ve kültürel yabancılığı başkişi özelinde kadınların savaşlardaki mağduriyetini derinleştirmesi bakımından önem arz eder.
Atina’da daima ötekiliği hatırlatılarak muamele edilen Gülnazik anne olduğunda kısmen/bedensel varlığı ile kabul görse de kültürel bakımdan hâlâ yabancıdır. Türklerin Yunan ordusu karşısındaki zaferi kendisinden saklanarak düşman unsurun
bir parçası olduğu unutulmaz. Gülnazik de Yunanları hem düşman hem de yabancı
değerlendirmekten vazgeçmez. Çocuğunun babasının Yunan oluşunu kabullenmediğinden kendi çocuğuna yabancılaşır ve Atina’dan kaçışı sırasında Türklerin denize döktüğü Yunan ordusunun bir uzantısı/ devamı gördüğü çocuğunu
kendi rızasıyla denize atar. Onun bu tutumu hikâyede millî bilincin yansımalarının
yanı sıra hayatının bir döneminde maruz kaldığı yabancılıktan, ötekilikten, düşmanla
aynı mekânı paylaşmak zorunda kalıştan, bireysel ve toplumsal ben’in taciz
edilmesinin belleğinde bıraktığı olumsuz imgelerin somut göstergesinden, derin
yaralarından kurtulma çabasıdır.





 
Yorum yapın

Yazan: 29 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , ,

MADDENİN 4. HALİ

28.06.2024-Ferhat BÜLBÜL …
GİRİŞ: Maddenin halleri genel olarak ilköğretimde ve hatta ortaöğretimde katı, sıvı ve gaz
olmak üzere hala üç halde anlatılmaktadır. Fizik, kimya ve mühendislik alanlarında yükseköğretim yapan öğrencilere dahi, maddenin dördüncü hali olan plazma kavramından nerdeyse hiç değinilmemekte, değinilse dahi bu kavramı anlatmada güçlükler yaşanmaktadır. Bu çalışmada, davranışsal yaklaşıma göre, bilhassa yükseköğretim öğrencilerine; bilişsel yaklaşıma göre de özellikle ilköğretim öğrencilerine maddenin halleri ve plazma kavramını en basit ve en etkili anlatmaya yönelik bazı görüşler
sunulmuştur. Bu görüşlerin yüksek öğrenimle olan bölümleri, mühendislik öğrencilerine (kimya ve makine mühendisliği) uygulanmış ve yazılı ve sözlü sınavlarda yüksek başarı elde edilmiştir.

Katı hal: Katıda atomların sıkı bir şekilde dizildikleri, düzenli bir şekilde yani yapı içerisinde 3 boyutlu bir geometrik düzen oluşturarak istifleniyorlarsa bunlara “kristal katılar” denildiği ve bu kristal yapıların çoğunu genellikle metallerin içerdiği belirtilecek. Bu kristal yapıya oda sıcaklığında HMK (hacim merkezli kübik) kristal düzenindeki demir metali verilecek. Atomların düzenli bir şekilde dizilmediği ve gelişigüzel bir şekilde dağıldığı yapılara da düzensiz (amorf) katılar olarak tanımlandığı ifade edilecek. Bu yapıya örnek olarak da polimer malzemelerden naylon verilecek. Katı dendiği zaman kristal ve amorf kavramlarının akla gelmesi gerektiği özellikle vurgulanacak.

Sıvı hal: Katının almış olduğu enerji ile sıkı dizilen atomlarının birbirlerinden uzaklaştıkları ve maddede oluşan bu hale de “sıvı hal” dendiği ve bu süreçle ilgili olarak buzun eriyerek su haline geçmesi verilecek. Yine bu bilgi demir-karbon diyagramında düşük karbonlu çeliğin yaklaşık 1500ºC’nin üzerinde sıvı hale geçtiği gösterilecek ve sıcaklığın bu değere gelinceye kadar demirde farklı kristal yapıların ve
fazların (α-hacim merkezli kübik, γ-yüzey merkezli kübik, δ-hacim merkezli kübik, sıvı) oluştuğuna dikkat çekilecek. Dolayısıyla ısı enerjisinin hallerin dönüşümünde ne kadar etkili olduğu bir kez daha dile getirilmiş olacak. Sıvı dendiği zaman önce moleküler yapı kavramının akla gelmesi gerektiği özellikle vurgulanacak.
Gaz hali: Sıvı halde bulunan bir sıvının enerji alması ile atomlarının birbirlerinden daha da uzaklaşmasının söz konusu olduğu ve bu olayın sonucunda ortaya çıkan hale de “gaz hali” dendiği ifade edilecek. Gaz haline kaplama sisteminde kullanılan argon gazı verilecek. Gaz dendiği zaman önce atomik yapı kavramının akla gelmesi gerektiği özellikle vurgulanacak.

Plazma hali: Atomik halde bulunan gaza biraz daha enerji alması ile mevcut gaz atomlarının son yörüngesindeki elektronları bıraktıkları, elektronlarını kaybetme olayına da (+) iyon haline geçme olduğu, oluşan bu hale de “plazma” dendiği ifade edilecek. Kısaca plazmanın iyonize olmuş gaz olduğu belirtilecek. Plazma ortamı içersinde (+) yüklü iyonların, (-) yüklü elektronların, nötr gaz atomlarının, fotonların ve bilinmeyen kozmik parçacıkların var olduğu bir fiziksel karışım olduğu ifade
edilerek, bir örnek çalışma yapılarak öğrencilerin plazma halini görmesi sağlanacak.
Bunun için bir kaplama sistemi kullanılacak. Plazmanın oluşturulması için 3. halden yani gaz halinden başlanacağı belirtilerek, kaplama sistemi vakumlanıp içerisine argon gazı gönderilecek. Kaplama sisteminde anot ve katot kutupları arasından bir elektrik enerjisi geçirilerek nötr haldeki argon gazı iyonize edilecek ve bu esnada öğrenciler plazmanın varlığını oluşan mor renkli atmosferden anlayacaklar. Plazmanın iletken olduğunu ve bu iletken sayesinde de katı malzeme yüzeylerine atomik seviyede kaplama yapmamızı sağladığı belirtilecek ve gösterilecek. Yine plazmaya örnek olarak güneş, yıldırım ve ateş örnekleri verilecek.

BİLKE YORUM: Fikirlerin anlaşılması veya anlaşılmaması, iletilmesi veya iletilememesi olayı ile ilişkilendirebilir miyiz? İradenin çalışması, karşıya nasıl ulaşır? Kulak duyar, göz görür, dil söyler de, farkına vararak bilincine ermek zordur. İnsanlar arasındaki uyum sorunu buradan kaynaklanıyor olmalı. Bilgi, somutlaştırıldığında katı madde gibi görünür olur. Kavrayan bilinç, anlatılan bilgi veya fikrin, tez- teori- sonuç evrelerini ayırt eder. 1. evrede 4. evre gibi davranışlar, insan ilişkilerinde uyumsuzluğa neden olur.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Haziran 2024 in Bilim

 

Etiketler: , , , , , , , ,

TAM 50 YIL ÖNCE BEKLENMEDİK BİR ÖLÜM ACISI

26.06.2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

İnsan hafızası, yıllar geçse de anıları içinde saklıyor. Hafıza, nokta kadar hacimsiz, elastiki bir torba gibi de genişleyen bir alan. Bir saniyede anımsadığımız geçmiş, anları ard arda ekleyerek bellekte film rulosu oluşturarak bize seyir zevki yaşatıyor. Acısı ve tatlısıyla. Verileri hafızadan çağırdıkça, geçmiş belleğimizde canlanıveriyor.

Nedir zaman, bilim insanlarını ve felsefecileri yıllar yılı meşgul eden zaman nedir? Bire bir içinde yaşadığımız an+an+ anların toplamı ve gelecek+ geçmişi içine alan GENİŞ ZAMAN. Bir de tümünün toplamı DEHR, evrenin ya da evren+ evren ötesi hafızası. Derinlere dalmadan anıma geçeyim:

50 yıl önce, çiçeği burnunda 19 yaşında genç bir köy öğretmeniyim. Ordu ili Fatsa ilçesi Yeniköy-Sarıyakup Mahallesi okulunda görevliyim. İki derslikli okulda mevcut 90, yeni  öğretmen atanana kadar tek öğretmenim. Öğrencileri sabahçı öğlenci yaptım. 1-2-3 sabah, 4-5 öğleden sonra eğitime devam ediyoruz. Sabah 8.30 başlıyor, akşam 17.00′ de bitiriyoruz. Öğle arası da bayram için koro, halkoyunları çalışmaları yapıyoruz. Çocuklarla, çocuklar kadar şen yakan top oynuyor, ip atlıyor, koşuyoruz. Gençlik işte, beden bu tempoyu kaldırıyor. Gel de bu gün yap bakalım.

Gönlümde yanan  öğretme aşkı ışığı ve görev sorumluluğumu omuzlarımda taşıyor, çalışıyor, çabalıyorum.  Ev sahibimin kızı Gülsüm evlenecek. O zamanlar köylerde gelinlik adeti yok. Nasıl cesaret ettiğimi bilmiyorum ama ona gelinlik diktim. Maaş günü ayda bir Fatsa’ya iniyorum. ÇAMAŞ henüz nahiye, yürüyerek Çamaş’a oradan da jeep ile Fatsa’ya gidiyorum. O zaman bu günün yolcu minibüsleri nerede, 5 kişilik jeepe  9- 10 kişi biniyor, virajlı yollardan tekerin biri uçuruma ha gitti ha gidiyor korkusuyla yol alıyoruz.

Gelinlik dikmek için Manifaturacıdan kumaş ve diğer gerekli malzemeleri aldım. Dikiş makinesi buldum, teyel, prova derken gelinliği diktim gerçekten. Köyde ilk defa bir kız, düğününde gelinlik giymiş oldu. İlçeden etamin de almıştım, genç kızlara etamin üzerine kanava işlemesini de öğrettim. Sabahtan akşama kadar okulda çalışıyor, akşamı da boş geçirmiyordum. Okulda tiyatro, koro, halk oyunları çalışmaları da sürüyor bir taraftan. 23 Nisan Bayram kutlaması, çocuklarla beraber ettiğimiz emeğe değdi.

Hazırladığımız Antep Ekibi, okul bahçesinde coşkulu anlar yaşattı. Öğrenciler çok başarılıydı. Gübre torbasını kasnağa geçirerek yaptığımız davul da işimizi görmüştü. SÜTÇÜ İMAM tiyatrosunu sergiledik, köy halkının duygulanışı ve alkışları muhteşemdi. Öğrenciler, Maraş’ın işgalini ve halkın direnişini tiyatro öğrencileri gibi canlandırdılar.

Öğretirken öğreniyor, insan karakterleri üzerinde coğrafya ve tabuların etkisini anlamaya çalışıyordum. 4. sınıfta gözleri şimşek gibi pırıl, pırıl parlayan Ali ve tatlı kız kardeşi Ayşe vardı. Anneleri 27 yaşında, genç ve becerikli bir Karadeniz kadınıydı. Kadınlarla çok anı paylaşmıştım. Yurdumun kadınları çilekeşti, tarlada, dağda bayırda ormanda birer kahramandı hepsi. Bu günün köyden kente göçen kadınları ise asla onların eline su dökemezdi. Ayşe’ye bayram için prenses giysisi dikmiştim. Ali, sobaların yanmasında, odunların kesilmesinde, okul nöbetlerinde, bir yerden alınması gereken ihtiyaçlarda en yakın yardımcımdı.

Bir gün sınıfta ders yaparken, dışarıdan sesler geldi. Dışarı çıktım ve baktım.  Köyün adamları, hep beraber sal ile hasta taşıyorlardı. Ali ve Ayşe’nin annesi fındık bahçelerken kaza geçirdi dediler. Dere tarafında bir tarlada fındık diplerini kazıyormuş, tepeden üstüne kocaman bir kaya yuvarlanmış. Tarladan alıp önce dereye, sonra da köye gelene kadar aradan 2 saat geçmiş. Acil ilçeye götürülecekti, köyün ileri gelenleri ” sen de bizimle gel” dediler. Çocukları evlerine yolladık, bindik cipe gidiyoruz. Fatsa hastanesine gidene kadar tam 1 saat geçti, yani 3 saat zaman kaybettik. Hastada hareket yok, sadece nefes alıp veriyor. Çocuklar gözümün önüne geliyor, ne yapmalıyım, kime gitmeliyim diye düşünüyorum. Hastaneye geldik, atladım arabadan, hemen acilde çalışanları “zaman kaybettik” diyerek harekete geçirdim. Sedye geldi, hastayı içeri aldılar. Hastayı röntgene, gerekli tahlillere hazırladım. Hayatımın ilk deneyimlerini yaşıyordum. Sonra doktor, ameliyata alacağız, üstündekileri çıkar ameliyat giysisini giydir dedi. Ameliyata hazırlarken hastanın yarasını çok yakından gördüm. Yanakta, göz altından çeneye kadar ay gibi kavisli bir yarık vardı. Giysisini çıkarırken yarık açıldı ve tüm dişlerini gördüm. Bu kareyi hayatım boyu unutmadım, çok etkilenmiştim. Daha çok genç ve deneyimsizdim. O kadar çok İyi olmasını istiyordum ki. Hastayı hazırladım. Hastanın eşi, annesi ve ev sahibimle birlikte sonucu bekliyorduk.  15-20 dakika sonra çıkardılar. Bize  tam teşekküllü bir hastaneye götürün dediler.  Artık anlaşılmıştı, hasta beyin kanaması geçiriyordu. Hastayı tekrar giydirdim ve hazırladım.

Eşi hastayı doktorun tavsiyesi üzerine Samsun Hastanesine götürdü, ben akşam köye döndüm. Ali ve Ayşe’ye ne diyecektim. İçim sızlıyor, yüreğim dayanmıyordu. Onlar benden iyi haber bekliyorlardı. Eve içim kan ağlayarak gittim, çocuklar gözlerimin içine bakıyordu.

Hayatımın en zor anıydı.   Sanıyorum hepsi 6 kardeşti. Çocuklarla göz göze geldiğim anın acısını şimdi de yaşıyorum.

Ertesi günü köye cenaze geldi……….

Ali şimdi İstanbul’da iyi bir işte çalışıyor. Telefonla bana ulaştı, eski günleri andık. O beni unutmamış, ben de onu unutmamıştım. Öğretmenim sizi unutmadım dediğinde sesinde, eski günleri anımsıyordum.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

EMİRDAĞLI DELİ BATTAL

25.06.2024- Sevil OKUR

1919 yılı Haziran ayında Emirdağ’da halk arasında “Yunan gavuru Emirdağ’a geliyor.” söylentisi yayılınca eli silah tutan tüm erkekler Askerlik şubesine giderek başvururlar, gönüllü olarak silah altına alınırlar ve Kuvva-i Milliye Harekatını başlatırlar. Geride sadece yaşlılar, bedensel engelliler, çocuklar ve Deli Battal isimli bir meczup kalmıştır.    

Deli Battal, herkesin kızdırdığı bir delidir, kendisini kızdıran kişileri yakalayınca paçasından tutarak havaya kaldırır, yere çarpar ve herkesi güldürür. Acıkınca bir eve giderek yağlı katmer ve üzüm hoşafı isteyerek karnını doyurur. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı zaten yoksul olan milletimizi daha da yoksullaştırmıştır. Emirdağlı Kadınlar, yün eğirir ve yünden çorap yaparak Kuvva-i Milliye’ye gönderirler.        Bir gün Deli Battal, İncili Mahallesinde bulunan bir eve giderek bir kalıp sabun ister, sabunu alınca evin karşısındaki çeşmede ayağından çıkardığı topuğu yırtık çorabını ve öküz derisinden yapılmış çarığını köpürterek iyice bir yıkar, çorap ve çarığını elline alarak yalın ayak doğru Askerlik Şubesi binasına gider. Yolda bir ayağı dizinden aşağı kesilmiş bir Balkan Savaşı gazisi: “Deli Battal, senin yalın ayakla gezmen bizim şerefimize dokunur, yanıma gel de sana bir çift çarık vereyim.” der ama Deli Battal cevap bile vermeden yoluna devam eder.    

Askerlik Şubesi Binasına girerek kapalı bir kapıyı çalarak içeri girer, o esnada Şube Reisi, Kaymakam, Jandarma Komutanı ve Kuvva-i Milliye reisi gizli bir toplantı yapmaktadır, Deli Battal, esas duruşa geçerek tekmil verir: “Kuvva-i Milliye Karargahına Deli Battal’dan selam olsun, Kuvva’cılar var olsun, Deli Battal hepinize kurban olsun.. Duydum ki Mustafa Kemal’in askeri yalın ayakmış, çarığı da delikmiş, Kuvva’cılara yardım için herkes bir şeyler yapıyor. Allah şahidimdir ki benim malım mülküm yok. Size çoraplarımı getirdim, şimdi yıkadım, vallahi temizdir, çorabımın topuğu azıcık deliktir ama çarığım sapa sağlamdır.”   

Deli battal, çorap ve çarığını teslim ederken ağlamaktadır, göz yaşlarına hakim olamaz ve konuşmasına devam eder: “Eskere alın desem, beni yazmayacağınızı biliyorum, Deli Battal’dan Mustafa Kemal Paşa’ya selam olsun, gazanız mübarek olsun. Haydi bana eyvallah.” Deli Battal, odadan asker selamı vererek çıkar ve yalın ayak sokaklarda dolaşmaya başlar. Yunan Ordusu Emirdağ’ı işgal edince Yunan kuvvetlerini takip ederek öğrendiklerini ve gördüklerini gizlice Milli Kuvvetlere bildirerek istihbarat elemanı olarak faaliyet gösterir. Türk Ordusu 1922 yılı Eylül ayının ilk günlerine Emirdağ’a girdiğinde Yunan Ordusunun gizli silah depolarını komutanlara bildirir, Yunanlılar kaçarken Deli Battal’ı yakalarlar ve kurşuna dizilerek şehit ederler.    Emirdağ’da dikilen heykelinde bir elinde çorabı diğer elinde ise çarığı vardır. Saygıyla Ve Rahmetle Anıyorum.

BİLKE YORUM: DELİ BATTAL gözlerimizi yaşarttı, biz o günlerden bu duyarsız günlere nasıl geldik?

Duyarsız olamıyoruz; dünyanın başka ülkelerine değil de Türkiye’ye kaçak giren mülteci akınına,

Bu kadar çok üniversite açılıp da donanımlı öğrenci yetiştirilmemesine,

KPSS barajının öğrencileri intihara sürüklemesine,

Akademik TİTRİN, sadakat ile karşılık bulmasına,

DLT’den sonra devlet tarafından kapsamlı bir TÜRKÇE SÖZLÜK yapılmamasına,

Rüzgar ve Güneş enerjisi yerine NÜKLEER ENERJİ ısrarına,

Enflasyonun belimizi bükmesine,

Eğitimde rahatça alan bulan dini yapılanmaların işgaline………duyarsız olamıyoruz.

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

PLATON VE BEDENDEKİ 4 SIVI HILTLAR

24.06.2024- Doç. Dr. Cevdet KILIÇ

Hıltlar: Antikçağ ve ortaçağ tıp anlayışlarında dört çeşit hılttan bahsedilir. Bunların çeşitli özellikleri vardır. Bedeni dolaşan kan akıcı ve sıcak, beyinde saklanan balgam akıcı ve soğuk, dalak ve midede bulunan kara safra kuru ve soğuk, karaciğerde saklanan sarı safra kuru ve sıcaktır.92

Her biri kendi rengine göre tanımlanır. Platon’a göre bu hıltlar kandan gelen tatlı bir lenfadır. Bunlar da dört çeşittir.

1. Siyah ve ekşi ödden gelen sıcaklığın tesiriyle tuzlu bir nitelikle karıştığı zaman acılaşır. O zaman ekşi hıltın adını alır.

2. Taze ve gevrek bir etin havanın yardımıyla bozulmasından meydana gelen bir hılt daha vardır.

3. Hava ile şişmiş olan bu hılt akıtla çevrilidir. Bundan ötürü çok küçük olduklarından teker teker görülmeyen fakat bir araya geldikleri zaman çıkardıkları köpüklerle bir renk alarak gözle görünür
kütle halini alan kabarcıklar vücuda getirir.

4. Gevrek bir etin hava ile karışan bütün bu bozulmasına beyaz sümük diyoruz. Vücuttaki sümüğün artan
kısımları ter, gözyaşı ve vücudun her gün kendini temizlediği bütün öteki salgıları yaratır.93


Platon’dan sonra formüle edilen dört hılt, aslında Platon’un ortaya attığı hıltlarla benzerlik arz etmektedir. Çünkü Platon’un da değindiği dört hılt şekli vardır. Ancak bunların çıkış ve oluşum noktaları daha sonraki
dönemlerde ortaya atılan “ahlat-ı erbaa” karışımlarından farklı olukları anlaşılmaktadır.

***

92 Erdemir, A. Demirhan, “Ahlat-ı Erbaa,” TDVİA., İstanbul 1989, C. II, s. 24.

93 Platon, Timaios, 83d.

BİLKE YORUM: Hılt nedir diye araştırdık.

Ahlât-ı erbaa, antikçağ ve ortaçağda insanın biyolojik, ahlâkî ve psikolojik fonksiyonlarını etkilediği kabul edilen, insan bedenindeki dört sıvı maddeye verilen addır. Bu dört sıvı(kan, safrâ, sevdâ, balgam)nın dengede olmasıyla sağlık, bozulmasıyla da hastalık ortaya çıkmaktadır.

Fuzûlî’nin Sıhhat u Maraz’ında Ahlât-ı Erbaanın İşlenişi ve Bir Tıp Eseri çıktı karşımıza.

Bir başka açıklama şöyle: “HILT, yüksek yoğunluklu lazer ışınları kullanarak dokuların iyileşmesini hızlandıran bir tedavi yöntemidir. Bu yöntemin fizik tedavide kullanılan geleneksel lazerlerden farkı çıkış gücünün çok yüksek olması ve çok daha derine nüfuz edebilmesidir.”

Platon’un icadı nedir diye aradık: Yazının düşünceyi belirli bir kodlama yoluyla kaydetme işlevi, üzerine yazıldığı malzemeye bağlı olarak etkinlik kazandı: Kil tabletler, papirüsler ve en nihayetinde kâğıt yazının doğal ortamı olarak vücut buldu.

Bilmediğimiz ve öğreneceğimiz çok şey var. Bilim insanlarına saygıyla…

 
Yorum yapın

Yazan: 24 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

YAPAY ZEKA! YANGINLAR BİTMİYOR GAZZE’NİN ÇIĞLIĞI DA

232.06.2024- A. Yaşar SARIKAYA

Son günlerde basın ve yayın organları ile sosyal medyanın gündemini YAPAY ZEKA konusu dolduruyor. Bu gelişmelere sevinirken, yaz sıcağında çıkan yangınlar çok üzücü. Dünyanın, İsrail ve ABD’nin el birliği ile yaptığı soykırımı görüp eli kolu bağlı hiç bir şey yapamaması da.

Yapay zeka, yangın- sel- deprem gibi afetler ve sömürge sistemi için önlem almalı diye düşünüyor insan. Toplumda gelir dağılımı dengesini kurma yollarını bulmalı, doğayı korumayı öncelikleri arasına almalı.

Bu denklem tarih boyu hiç kurulmadı, kurmak da gittikçe zorlaşıyor. Denklemler, hep kar hesabı, gelir artırımı, güçlüyü daha güçlü yapma üzerine kurulmuş. Bir kısım bu sisteme karşı çıkarken, bir kısım da küçük çıkar hesapları güderek güçlüye tabi oluyor, sistemin ekmeğine yağ sürüyor.

Binanın temelinde zayıf olan direkler güçlendirilir. Halkın her katmanı ülkeyi oluşturmaz mı? Halkın bilinç potansiyelini artırma çalışmaları önemlidir. Bunu gerçekleştirmek, işleyen sistemin gündeminde olmalıydı. Oysa sistem güçlüyü güçlü, zengini zengin, zayıfı daha zayıf yapmaktadır.

Siyasette, kendinden olmayanı gözden çıkarmak, yok saymak alışkanlığı yıkılmalı. Sosyal sınıflar arasında açılan makas, gittikçe artmaktadır. İletişimin bir yolu olmalı, halk birbirinden kopmamalı. Eskiden yaşanan komşuluklar, imeceler, sokak oyunları ve daha çok örnek verebileceğimiz değerlerimiz anımsanmalı. Bu topraklarda, tarih boyu Müslim- gayri Müslim bir arada kardeşçe yaşamıştır. Mübadelede, Sinop’tan ağlayarak ağlayan Rumlar Türklerle kucaklaşarak anılarını gittikleri yere taşımıştır.

Uygarlık için herkese görev düşüyor. Birbirimizden kopmamalı, çıkarcıların kurduğu denklemi tersine çevirmeliyiz.

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

BİTKİLERİN DUYGUSAL TEPKİ DENEYLERİ

22.06.2024- Peter Tompkins/Christopher Bird- Çev: Sulhi Dölek.

Backster Etkisi …

1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimini verdiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi. Sonra sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirdi. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre, belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı güldü.

Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu Backster. Yaprağını sıcak kahveye soktuğunda da beklediği tepkiyi görmedi. Sonunda kibriti alıp bitkiyi yakmayı düşündüğünde her şey değişti. Bitki çılgınca galvanometrenin ibresini tavan yaptırdı. İnanamadı Backster. “Nasıl yani?” dedi kendi kendine, “Bitki düşüncelerimi mi okudu?”. İnsanlık tarihinin önünde yeni bir dünya açılıyordu artık.

Deneyler deneyleri kovaladı. Bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp çevrelerindeki her şeyi hissettikleri de çıktı ortaya. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, eline iğne battığında duyulan acıyı da hissediyordu bitkiler. Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de hissediyordu. Hatta korkudan baygınlık bile geçiriyordu. Bir gün şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde bütün bitkiler sessizleşti. Hiç birinden tepki gelmiyordu. Sanki hepsi birden sessizliğe bürünmüştü. Taaa ki o bayan havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonra yeniden tepki vermeye başladılar. Bayan botanikçinin bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrendiği zaman anladı Backster, bayanı görünce bitkilerin korkudan bayıldıklarını. Bir deney tasarladı. 6 yardımcısına aynı gece aynı saatlerde yapmak üzere farklı görevler verdi. Görevlerden biri gece yarısı gelip laboratuvardaki bitkilerden birini söküp parçalamaktı.

Ertesi gün o gece bitkiyi parçalayan yardımcı içeri girdiğinde bütün bitkiler çılgınlar gibi haykırmaya başladı galvanometrelerin ibrelerinin tavan yapmasını böyle adlandırıyor Backster. Bu deneyden anlaşıldı ki bitkiler sadece hissetmiyor, aynı zamanda hafızaları da var. Ve Amerika’da bazı adlî vakalarda bitkilerin şahitliğine başvurulmaya başlandı. Bitkiler asla yanlış sonuç vermiyordu çünkü yalan nedir bilmiyorlardı. Bu çalışmalar makale olarak yayınlanmaya başlayınca dünyanın dört bir yanından bilim adamları konu üzerinde çalışmalara başladılar. Sonuçlar akıl almaz. Koparılmış bir yaprak, kendisine güzel sözler söylenmesi durumunda normal yapraktan aylarca daha uzun süre canlı kalabiliyor. 120 km mesafedeki bir acıyı, sevinci hissedebiliyor. İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor, kötülük yapanları hafızasına kaydedebiliyor. Aynı zamanda bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşıyor. Kendisine kötü davranılan bitki üzüntüsünden intihar bile ediyor. Yanındaki bitkinin susuz kalması durumunda kendi suyunu onunla paylaşıyor.

Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip. Her biri doğanın bir parçası. Belki bir gün onları daha iyi anlama imkânımız olursa bize tarihin bütün yaşanmışlıklarını bile anlatabilirler. Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçları. Bilelim ki dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranılırsa, bütün bitkiler bunu hissediyor. Hani “Kirazlı Kaz Dağı değil” diyorlar ya, emin olun Kirazlı’da kesilen bir ağacın acısını sadece Kaz Dağlarında değil, Munzur’daki, Kuzey Ormanlarındaki, Salda’daki, Toroslardaki ağaçlar da hissediyor. Bir gün biz de hissedeceğiz…

Kaynak: Bitkilerin Gizli Yaşamı, Peter Tompkins/Christopher Bird, 1973, Sungur Yayınları, Çev: Sulhi Dölek. Derleyen: Osman Kutlu. Çağdaş durmaz.

BİLKE YORUM: İnsan, en gelişmiş canlıdır; diğer tüm canlılar gibi dünyaya gelir yaşar ve ölür. Gelişmiş canlı olmanın getirisi, dünyayı geliştirmeye, toplulukların insanca yaşamını sağlamaya, canlıların ve tüm varlığın maddesel ve duygusal dünyasının gerekleri doğrultusunda çalışmaya yönelmezliği düşündürüyor.

Bitkilerin duygularının varlığı konusunda 1939 yılında Kırlian çalışma yapmış. Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı aygıtlarla nesnelerden yayılan birtakım ışınımları fotoğrafik olarak saptamayı amaçlayan elektrografik fotoğrafçılık tekniğinin adı. Bu çalışmalar devam ede dursun, insan maddesel yapıları da hor kullanıyor. Dağları, taşları, kumları yok ediyor. Eko zincir etkileniyor, herkes her şey etkileniyor.

Ne zaman ki bilinç seviyemiz normal insan seviyesine ulaşır ve işte o zaman tüm varlık huzur bulur dileklerimizle…

 
Yorum yapın

Yazan: 22 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

MELİH CEVDET ANDAY’IN YOKSULLUK GÜNLERİ

20.06.2024- M. Cevdet ANDAY

13 yaşındaydım.

Ortaokula gidiyordum.

Babam öleli 2 yıl olmuştu.

Yoksul düşmüştük.

Annem terzilik yapıyordu, zar zor geçiniyorduk.

Büyük bir evin iki odasında oturuyorduk.

Kitaplarımın çoğu noksandı, okul çantam bile yoktu…

Bayram geldi.

Annem ne yaptı etti, bana bir ayakkabı aldı.

Bir pantolonla bir gömlek dikti.

Sabah erkenden kalkıp giyindim.

Bir gün önceden sözleşmiştik.

İki arkadaşım beni evden alacaklar, birlikte bayram yerine gidecektik.

Atlıkarıncaya, kiralık bisikletlere binecek, tatlıcıda tatlı yiyecektik.

Belki sinemaya da gidecektik…

Annemden para istedim.

“Paramız yok oğlum,” dedi.

Çılgına dönmüştüm, arkadaşlarım neredeyse geleceklerdi.

Onlara ne diyebilirdim?

Parasız olduğumuzu,

Bu yüzden bayram yerine gidemeyeceğimi söyleyemezdim ya…

Hırçınlaşmıştım, üstümdekileri çıkarıp duvarlara atmaya başladım.

Beni üzgün üzgün seyreden annem, o zaman dolaptan çantasını çıkardı, para aradı.

Bula bula bir lira buldu.

Kadıncağızın bir lirası kalmıştı yalnız, bütün parası oydu.

O bir lirayı bana uzattı:

“Haydi giyin,” dedi,

“Bir lira yetmez mi?”

Bir lira o zaman büyük paraydı.

Oraya buraya attığım elbiselerimi ayakkabılarımı topladım.

Yeniden giyindim.

Paramı cebime koyup arkadaşlarımı beklemeye başladım…

Geldiler.

Biraz oturdular.

Annem onlara şeker ikram etti, ikisini de okşadı, öptü.

Sonra: “Haydi artık gidin!” dedi.

“Güzel güzel eğlenin!”

Sokağa çıktık.

Çok neşeliydim, kabıma sığamıyordum.

Fakat köşeyi dönerken evimize baktım.

Annem pencereden uzanmış, gülümseyerek bana el sallıyordu.

O zaman içimden bir ağlamadır geldi, gözlerim dolu dolu oldu.

Tıkanıyordum.

Ağladığımı belli etmemeye çalışarak arkadaşlarıma:

“Ben gelmeyeceğim” dedim.

Neden olduğunu anlamadılar.

Biri: “Paran yok ondan gelmiyorsun.” dedi, alay ederek.

Elimi cebime attım ve bir lirayı çıkarıp gösterdim:

“İşte para!” dedim.

Beni orada bırakıp gittiler…

Bir süre sokaklarda sersem sersem dolaştım.

Kimseye göstermeden hıçkıra hıçkıra ağladım.

Sonra gözlerimi sildim.

Elimden geldiği kadar neşeli olmaya çalışarak eve döndüm.

Annem beni görünce:

“Neden döndün?” diye sordu.

“Canım istemedi” dedim ve cebimden bir lirayı çıkarıp anneme uzattım…

Zavallı kadıncağız, çok şaşırdı.

Parayı elimden alıp masanın üstüne koydu.

Sonra beni kucakladı, göğsüne bastırdı.

O da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Ben ağlamıyordum artık.

Annemin yüzünü öptüm ağlamamasını söyledim.

Artık üzüntülü değildim…

Bayram yerine gidemediği için üzülmek;

Benim gibi koca bir çocuğa,

Bir ortaokul öğrencisine yakışmazdı…

Olgun bir adam olmuştum birdenbire 🙏🙏💖💖

Melih Cevdet ANDAY

GÜLÜMSE BLOG- ALINTI

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

ERİK DALI TÜRKÜSÜ VE GERÇEK SAHİBİ

19.06.2024- Fethiye TV HABER

Orİjinal “Erik Dalı” Türküsü ve Gerçek Sahibi Kadir Türen VİDEOSU:

Türkiye’de olduğu gibi dünyaya nam salan ‘Ankara oyun havası’ olarak milyonlarca kez izlenen, düğünlerin vazgeçilmez şarkısı olan ‘Erik Dalı’ türküsünün gerçek sahibi Burdur Altınyaylalı (Dirmilli) Kadir Türen’in kendi sesinden orijinal “Erik Dalı” türküsü…

TRT Repertuar Kurulu 2019 yılında, Burdur türküsü olan ‘Erik Dalı’nın Kadir Türen’e ait olduğunu tescilledi. Kadir Türen 1919 yılında Dirmil’de dünyaya gözlerini açmış, 28 Haziran 1998 yılında yine Dirmil’de vefat etmiştir.

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Haziran 2024 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , ,