RSS

Aylık arşivler: Ağustos 2024

17 YAŞINDA ANNESİNİ İLK DEFA GÖREN ADAM

31.08.2024- Murathan Mungan / Harita Metod 

Murathan Mungan, kendisini doğuran kadını, yani öz annesini görmek üzere, uzun yıllar sonra onun evine gidecektir.
Yıllar sonra, hiç hazırlıksız “bu senin oğlundur” diye karşısına çıkarmak istemez yakınları. Bahçeden eve doğru girerler.
Sahanlıktan oraya açılan kapı.
Murathan’ın ilk gördüğü şey, gelenlere telaşla terlik çıkarmak için öne eğilen bir kadındır.
Sonrasını anlatır:
“..Boğazımda, hayatımda hiç olmadığı kadar büyük bir düğüm.
Kendimi tutmak konusunda sıkı sıkıya tembihlenmişim.
Ne de olsa hastalık geçirmiş kadın. Her şey yavaş yavaş söylenecek ona. Oturuyoruz.
Orada, karşımda oturan kadın benim annem. Ama bir yabancı. Hiçbir hatıram yok.
Arada bir gözlerimiz değdiğinde ona fazla bakamıyor, gözlerimi kaçırıyorum..
Çocukluğumda ona ilişkin duyduğum üzücü hikayelerdeki kadınla hiçbir alakası yok.
“Eve bakacak kiracılar” diye tanıtılıyoruz. Çıkıyoruz.
Pencerede, tülün ardında, arkamızdan bakan kadının artık annem olduğunu biliyorum.
Dönüşte, minibüste cam kenarına oturup Mümtaz dayıların evine kadar yol boyu hiç durmadan ağladığımı hatırlıyorum.
Gözlerimin çok, ama çok acıdığını da hatırlıyorum o gün.
Bir süre sonra tıpkı bir çocuk gibi neden olduğunu unutarak ağlamayı sürdürüyor insan.
Tam on yedi yıl sonra beni doğuran kadını görmüştüm o gün.
O annemdi.

Asıl annem oydu; beni doğuran.
Çocukluğum boyunca seyrettiğim acıklı filmlerdeki, acıklı romanlardaki gibi bir hayatım olmuştu birdenbire. Kendimi bambaşka bir filmin içinde bulmuştum.
“Aldığı ilaçların tesiriyle öğlene kadar uyur” demişti teyzem, annem için.
Ertesi sabah, nedense erken kalkmış, kahvaltıdan sonra teyzem anneme, “Sana bir şey söyleyeceğim Muazzez, ama heyecanlanmaman gerek, biliyorsun” demiş. “Önce şu ilaçlarını al bakayım.”
Annem, emekli olan teyzemin o sıralar maaş artışı için intibaklarını beklediğini biliyormuş. Yüzündeki neşeli havaya bakarak o konuyla ilgili bir şey sanmış önce, “intibakların mı geldi yoksa?” demiş.
“Yok hayır, benimle ilgili değil, seninle ilgili bir şey söyleyeceğim…”

Bunun üzerine annem, bir an bile düşünmeden;
“Dün gelen benim oğlumdu, değil mi?” demiş. 😥😥

 
Yorum yapın

Yazan: 31 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

CEHENNEM YERİNE HERKES ATEŞİNİ BURADAN GÖTÜRÜR

30.08.2024- Arkeoloji Tarihi

Karacaoğlan Doğum Yeri Karaman / Türkiye

Karacaoğlan, 17. yüzyılda yaşadığı rivayet edilen, âşık edebiyatının en önemli şairlerinden biridir. Yaşadığı yer ile ilgili değişik rivayetler olmasına karşın, 2014 yılı içerisinde Karaman’ın Sarıveliler ilçesinde yer alan tarihi Hacı Salih Cami’nin restore işlemi sırasında bahçesinde bulunan tarihi mezar taşlarının birisinin üzerinde “Karacaoğlan, ruhuna Fatiha” yazdığı öğrenilmiştir.

Karacaoğlan’ın şiirleri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini; içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Birçok şiiri bestelendi.

Şiirlerinin özellikleri:

Karacaoğlan, yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı’nın ve tekke şiirinin etkisinden uzak kalmıştır. Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle Türkçe yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin birçoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır.

Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokça başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir. Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur.

Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet’ten etkilenmiş; şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18. yüzyıl şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran’ı, 19. yüzyıl şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem’î ve Yeşil Abdal’ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer ve Cahit Külebi Karacaoğlan’dan esinlenmişlerdir.

Şiirleri 1920’den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan’ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir. Literatürde Karacaoğlan Saadettin Nüzhet Ergun, Karaca Oğlan (1927) İlhan Başgöz, Karac’oğlan (1984) Şükrü Elçin, Halk Edebiyatımızda Kaynaklar Meselesi ve XVI. Asır Ozanı Karacaoğlan (1988) Umay Günay XVI. Yüzyıl Saz Şairi Rumelili Karacaoğlan (1993)Saim SAKAOĞLU Karacaoğlan (2014)

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

DÜNYA’DAKİ CEHENNEM: SERRA MADENİ

29.08.2024-Hazırlayan: Bilhan Akkaya

Her şey ocak, 1979’da başladı. Serra Pelada, Brezilya’da, Amazon Nehri ağzının 430 kilometre güneyinde yer alan küçük bir kasabadır. 1970’lerin sonlarında yerli bir çocuk nehirde gizlenmiş altı gramlık küçük bir altın parçası buldu. Kısa bir süre içinde bu keşif; insanlık tarihinin en kötü ve vahşi açık hava altın madencilik süreçlerinden birini başlattı.

Çocuğun parça ile buluşmasından birkaç hafta sonra; Brezilya’nın Pará’da göl kenarında kırsal bir alanda altın olduğu ve sitenin madencilik için halka açık olacağı söylentisi yayıldı. Ve sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi. Bir hafta sonra bölgeyi; keşiften faydalanmayı ve aileleri için daha iyi bir gelecek inşa etmeyi uman onbinlerce potansiyel madenci doldurdu. İnsanlar; iş bulma umuduyla Brezilya’nın dört bir yanından geldiler. Günde 2-3 dolar kazanan işçiler, elle kazı yapılan alanların başladığı bölgeye ulaşmak için yüzlerce metre merdiven ve halat kullanmaları gereken bir sözleşme imzaladı.

Ancak kendilerini; gerçek dipsiz bir kuyuda buldular. Giderek uzun ve yorucu çalışma günleri içinde; çamur ve ter ile yüz kiloluk tortuları ve toprağı incelemek için yarı yıkık merdivenlerden taşıyıp durdular. Yeniden ve biraz şansla tekrar bir altın parçası keşfetmek zorlu bir süreci gerektiriyordu. Başlangıçta bu uzak bölgeye ulaşmanın tek yolu uçak veya yaya olarak gelmekti. Madenciler genellikle taksilerin onları en yakın şehirden toprak yolun sonuna kadar götürmesi için yüksek fiyatlar ödedi. Oradan kalan mesafeyi; yaklaşık 20 kilometreyi, yürümeleri gerekiyordu. İlk başlarda; büyük altın külçeleri keşfedildi, mesela 7 kilogram ağırlığında bir parça.

1980’lerin başında piyasa fiyatı yaklaşık 100.000 dolardı bu parçanın. Tabii ki maden; aynı zamanda korkunç koşulları ,şiddeti, onunla birlikte büyüyen şehrin yıkımı ve sakinlerinin öldürülmesiyle tanınmaya da başladı. Madene giren herkes; geri dönüş yolunu bulamadı. Köyü bir kaos sarmıştı ve yerel halkı öldürülme kaygısı sarmıştı. Ünlü Brezilyalı fotoğrafçı Sebastiao Salgado orada neler döndüğünü öğrenince; Serra Pelada madenlerine gitti. Salgado; çok az kişinin bulabildiği altını ararken, deliliğin ve kaosun eşiğinde çalışan işçilerinen rahatsız ve şok edici fotoğraflarından bazılarını çekti. Bölgeye ulaştığında fotoğrafçı medyaya şöyle dedi:

“Tüylerim diken diken oldu. Birçok yere seyahat ettim, hiçbiri bunun gibi değildi. Talihin imalarını taşıyan rüzgarlara kapılan adamlar, altın madenine geliyordu. Kimse zorla içeri alınmadı ama geldiklerinde herkes altın hayalinin ve hayatta kalma ihtiyacının kölesi haline geldi. İçeri girdikten sonra da ayrılmak imkansız hale geldi. ”

Fısıltılar, sessiz çığlıklar, insan eli tarafından yönlendirilen küreklerin sürtmesi duyuluyordu sadece. Makine asla kullanılmıyordu. Bu sesler;kazıcıların ruhlarında yankılanan altının sesiydi. Pek çok kişi için böyle bir kaos ; yılgınlık getirdi, özellikle de hiçbir şey bulamayanlar, en iyi seçimlerinin daha derin kazmak olduğunu düşünenler vb. Sorun şu ki, çukurları ne kadar derinse; çalışma alanı o kadar tehlikeli hale geliyordu, çünkü komşu parseller arasında oluşan zayıf kil duvarlar genellikle kazıcıların üzerine çöküyor ve onları altınlarıyla gömüyordu. Madenciler bu altın arayışı içindeyken; alkol ve kadın ile ayakta kalabiliyordu ve her ay çözülemeyen 60 ile 80 arasında ölüm gerçekleşiyordu. Altının keşfinden birkaç ay sonra Brezilya ordusu; işçilerin sömürülmesini ve madenciler ile ev sahipleri arasındaki çatışmayı önlemek için operasyon başlattı. Hükümet; bulunan tüm altınları alma kararı aldı. Resmi olarak 45 tondan biraz daha az altın bulunmuştu ancak bulunan altının; %90’ının kaçak olarak çıkarıldığı tahmin ediliyor. Bölgede hala 20 ila 50 ton altın kaldığı düşünülmektedir.

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Ağustos 2024 in Uncategorized

 

AFOROZ EDİLEN ÇATALIN AKIL ALMAZ HİKAYESİ!

28.08.2024- Gezginin Yol Defteri

Aslında Avrupa’ya ilk çatal İstanbul’dan gitmişti. İstanbul’da doğan (O dönemdeki adıyla Konstantin) Bizans İmparatoru II. Basil’in yeğeni Maria Argyropoulina, siyasi gerekçelerle Venedik Dükü II. Pietro Orseolo’nun oğlu ile evlendirilmişti. Fakat biri katolik, diğeri Ortodoks olan eşler arasında derin bir mezhep farklılığı vardı. Bu nedenle, 1004 yılında Venedik Sarayına gelin gelen Bizans prensesi Maria Argyropoulina’nın yaptığı herşey Venedik Sarayı’nı rahatsız etmeye başlamıştı. Çünkü; hem Venedik hem de diğer Avrupa şehirlerine göre, çok daha konforlu ve görgülü bir şehirden gelen prensesin, İstanbul’dan getirdiği her türlü alışkanlık, saray tarafından hor karşılanmaya ve yadırganmaya başlamıştı.

Maria’nın ipek ve mücevher takma şekli, koku veren otları tütsüleyerek yakması, yağmur suyunda banyo yapması ve yemek yerken özel kutusundan çıkardığı altın çatalını kullanması Venedik Sarayı’nda son derece sıra dışı bulunmuş ve kem gözlere nefret doldurmuş. Aslında asıl mesele; ezelden beri süre gelen Katolik – Ortodoks çatışmasının zavallı Maria üzerinden sürdürülüyor olması idi.

Bizans’ın mezhep farklılığına olan düşmanlığını “çatal” üzerinden gösteren Vatikan ise “Tanrı insana doğal çatallar yani parmaklar vermiş, yemek yerken parmakların yerine çatal kullanmak dinsizlikle eş değerdir” diyerek çatalı aforoz etmişti. Hatta Venedik’e geldikten kısa bir süre sonra mikrop kapıp vebadan ölen Maria’nın kötü kaderi, Vatikan tarafından çatal kullanmasıyla ilişkilendirilerek, ölmesinin nedeni de çatal kullanmasına bağlanmıştı.

Ve onun ölümünden sonra çatal kullanımı lanetlenerek uzunca bir süre yasaklanmıştı. Hatta şeytan resmedilirken artık şeytanın elinde tuttuğu dirgenin yerine, Maria’nın İstanbul’dan getirdiği çatal konulmaya başlanmıştı.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , ,

KURDUN KUŞUN HAKKI KUŞ YENİĞİ

27.08.2024- Yusuf YAVUZ -AŞKA AŞIK

Sonbahar, Anadolu’da kışa hazırlık zamanıdır. Birçok bölgede adı ‘Güzle’ olan yerler vardır. Güzle, kırsal yerleşimlerde güzün geçirildiği, yaz ile kış arasındaki zaman diliminde kara kışı daha kolay geçirebilmek için yiyeceklerin hazırlandığı bölgeyi işaret eder.

Tarhana, bulgur, nohut, fasulye; toprak ne verdiyse kurutulup kışa hazırlanır. Turşu, pekmez, pestil ve meyve kurutma (kak) geleneği eskiye dayansa da salça ve reçel yapımının geçmişi çok eski sayılmaz. Her mevsimin meyvesi farklı biçimde değerlendirilir ancak dallarda unutulan ya da kuşların erkenden gelip yokladığı kimi meyveler vardır ki; yaşamı kırsalda geçen bir kuşağın belleğinde önemli bir yer tutar.

Kuş yeniği elmadan armuda, üzümden eriğe birçok meyvenin kuşlar tarafından bir bölümünün yenilip gerisinin bırakılmasıdır. Bir başka yanıyla da aslında “kurdun kuşun hakkı” bilinciyle yaşamını sürdüren insanların kuşlar için dalında bıraktığı meyveler de diyebiliriz bunlara. Ahlat, alıç gibi yabani meyveler de buna eklenir. Ancak dağda taşta kuşların yiyebileceği ne varsa bütün meyveler bu listeye eklenebilir. Bugünkü gibi kuşları hayvanat bahçesinde ya da belgesellerde görmeyen kuşaklar için insanın en eski yaşam yoldaşlarından biri olan bu canlılarla doğanın verdiklerini paylaşmak olağan bir şeydi. Her sofrada “Kurdun kuşun hakkı” vardı. Kuşların bir parçasını yediği elma, armut ya da üzüm gibi meyvelerin ısırılan kısmı sonbahar güneşinin altında hafifçe kurur, geri kalan kısmı ise tazeliğini korur. Kurdun kuşun hakkını düşünerek sofrasından kalkan insanlar da, kuşların dalda yarım bıraktığı o meyveleri hiç gocunmadan yerler. Hatta kimine göre “kuş yeniği” bir kiraz, elma ya da armut daha lezzetlidir.

Eğer dalında kalmış kuş yeniği, kuru bir kara kiraz bulduysanız, şanslısınızdır. Ya da küçük yapılı bir yaban armudu. Yaşadığı coğrafyaya duyduğu güvenle yola koyulan çobanlar, yolcular, askerler, çiftçiler ve gezginlerin azığına katıktır kuş yeniği meyveler. Anadolu kırsalının dağlık kesimlerinde şu sıralar dallarda kuş yeniği zamanı. Geçmişte tarımsal zehirlerin bu denli yaygın olmadığı dönemlerde, sofrasındaki ve dallardaki bereketi kurtla kuşla bölüşen insanların yaşadığı bu coğrafyanın öyküleri de kuşlarla birlikte birer birer kayboluyor. Yaşamımızı bit yenikleri kuşattıkça, kuş yenikleri bu toprakları terk ediyor… Kuşlar bile yemiyor artık…

 
Yorum yapın

Yazan: 27 Ağustos 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , ,

AB ÜLKELERİNDEKİ 5 TÜRK KALKINMA UZMANINDAN BİRİSİYİM

25.08.2024- Barış Balcı

Köylerde gezerken inek dışkılarından yeni yapılmış buram buram kokan tezeklerin yanında, elimde simit yiyerek dolaşıyorum…

Bütün yakın arkadaşlarım burada, yedi yıldır aynı telefonu kullanıyorum (blackberry 9800). Satsanız 150 lira etmez, ama bir hafta sarjım dayanıyor, üstelik istediğim her yeri rahatça arayıp, bütün sosyal medya hesaplarıma bakıp, maillerime cevap verip, kaybolduğumda navigasyonuyla yolumu bulabiliyorum.

Her ortamda da masanın üstüne çekinmeden koyuyorum… Böyle bir fotoğraf paylaştığımdan dolayı benim ne maaşım, ne yetkilerim, ne mevkiim ne de insanların bana olan saygısı, sevgisi azalmıyor. Aynı şekilde 7 yıldır aynı telefonu kullandığım için de hiç kimse beni küçük görmüyor…

Oysa Avrupa Birliği ülkelerinde görev yapan 5 Türk kalkınma uzmanından birisiyim. Günlük ortalama 14 milyon lira cirosu olan bir gemi ikmal limanının proje sahibiyim. Sadece geçtiğimiz yıl ülke ekonomisine 5.2 milyar dolar para kazandıran bir ekibin masa başındaki ismiyim.

Yine bir telefonumla milyar dolarlık gemilerin güvenerek geldiği sayılı isimlerden birisiyim. Ayrıca turizm veya kırsal alanda yapılacak her projeye 10 milyon liralık hibe desteği sağlayan imzaya sahibim… İşte insanlar buna bakıyorlar… Sizin mevkinize, beyninize ve kariyerinize bakıyorlar. Telefonunuza veya yediğinize içtiğinize değil, anlatabildim mi?

Bakın bugün 3 bin liraya iki tane yabancı dil kursuna gidip burada AB bünyesinde kokartlı rehber olabiliyorsunuz. Aldığınız maaş ise tam 12 bin lira! Sonra Turizm Bakanlığına geçerseniz eğer, aldığınız bu maaşı da katlıyorsunuz. Yani kafanızı çalıştırırsanız bugün bir Iphone 7 parasına geleceğiniz kurtuluyor arkadaşlar! Size yemin ediyorum buraya Samsung’u, Iphone’u üreten adamlar geliyorlar ve ellerinde halen 10 senelik telefonlarla konuşuyorlar, fakat devamlı ellerinde kitap var ve okuyorlar. Kendilerini geliştiriyorlar…

Bir kere bile odalarında bir dizi veya aptal yarışmalar seyrettiklerini görmedim, Telefonları sadece çaldığı zaman çantalarından çıkartıyorlar, çünkü hayatı gerçekten gezerek eğlenerek sosyal bir şekilde yaşıyorlar. Magazin manyaklarının takıldığı Instagram’da veya sanal alemlerde değil! Abartmıyorum Volvo’nun yeni modellerini yapan mühendis bile halen 15 sene önce yaptığı arabaya biniyor, Neden yeni yaptığınızı kullanmıyorsunuz?, diye sorduğumda ”Çünkü ihtiyacım yok” diyor!

Düşünsenize ne kadar eski araba kullanıyor olsa da ”İşte bu adam Volvo’nun mühendisi” diyorlar o kadar !.. Ve işte insanlar da buna bakıyor arkadaşlar… Geriye kalan benim telefonumun modeliymiş, ayakkabımın markasıymış, nerede kiminle ne yediğimmiş. Yemin ediyorum kimsenin umrunda bile değil arkadaşlar. Çünkü bunlarla adam yerine konulmuş olmuyorsunuz !… Umarım az da olsa bir şeyler anlamışsınızdır da geleceğinizi düşünüp ailelerinize acı çektirmezsiniz!

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Ağustos 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

GENÇ ÖLEN YAŞLILAR VE İHTİYAR DOĞANLAR

24.08. 2024- İshak ALATON DEMECİ

76 Yaşındayım. 8 yıl sonra, 84 yaşında ceviz kıracağım…..

ALARKO’nun kurucusu Ishak Alaton’un hayat dersi niteliğindeki bir demeci: Üniversitelerimizde yaptığım söyleşilerde bana en çok para hakkında soru sorulur…. Herhalde iş adamı olduğum için… Ben, “paranın iki kişiliği vardır” derim…. Birincisi; para bir değiş tokuş aracıdır… Para verip yiyecek, giyecek, ev, bark, hatta sağlık satın alabilirsiniz… İkincisi ile gelecek korkusunu yenersiniz…. “Yaşlılığımda çaresiz, muhtaç, perişan kalmam, çünkü kötü günler için paramı bir kenara ayırdım” dersiniz…

Ama para ötesi, yani para-üstü bir konu daha vardır… Bunu parayla satın alamazsınız… Bunun adı zevk ve keyiftir… Zevk almak, keyif duymak, ancak KÜLTÜR ile mümkündür… Resimden zevk almak için sergiler bedava, müzik, kaset ve diskler üç otuz para…. Ayrıca konserler de pahalı değil… Tiyatrolar hamburger fiyatına… Aşk ve sevgi zaten bedelsizdir….. Güneşin batışından, denizin hışırtısından ya da bir satranç oyunundan zevk alabiliyorsanız, kalenizle bedavaya şah çekebilirsiniz…

Güneşi kaç paraya batırabilirsiniz..? Denizi hışırdatmanın fiyatı nedir..? Yaşlılığınız için biriktireceğiniz; kötü gün parası kadar, belki ondan da önemli olan bu zevkler ve mutluluklardır… Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür…. Para kazanmaya emek verdiğiniz kadar kültür edinmeye de emek verin !.. İster genç olun; ister yaşlı, yaşınızla barışık değilseniz ihtiyarsınız demektir…

Çok genç ölen yaşlılar olduğu gibi, ihtiyar doğanlar da vardır……. Yaşlılar; ölüme daha yakın derler…. Ama ölüm, nüfus kâğıdı sormuyor Şimdiki tutkulu projem, bir ceviz ormanı yetiştirmektir…… Fidanları dikmeye başladım bile… Ceviz fidanı; 8 yıl sonra ağaç olup, ceviz verirmiş… Şimdi 76 yaşındayım. Yani 84 yaşımda ceviz kıracağım…Bu kez kendi cevizlerimi….. İSHAK ALATON♥️ (Not:89 yaşında vefat etti)

 
Yorum yapın

Yazan: 24 Ağustos 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , ,

ZAMANIN EVVELİNDE

21.08.2024. A. Yaşar SARIKAYA

Bir varmış bir yokmuş diye başlamıyorum. Zaman sözcüğünün, eski Türkçe DLT Sözlüğünde KAÇAN olarak yer alması konusuna tekrar dikkat çekmek istiyorum. An aralığını salise olarak düşünürsek, zaman denilen kavram, kaçırdığımız an+an+anlar olmaz mı?

Eski insanlarımız, sözcüklere, ustalıkla anlam yüklemişler. O anlamları, çözümlemek, ilişkilendirmek ve kökenini bilmek istiyorsak sözcüğün temel yapısına inmek gerekiyor. Yaşam devam ederken, zamanla iç içe yol alıyoruz. Maddesel yapımızla el ele, kol kola gittiğimiz gibi, duygusal yapımızla da zamanla hep birlikteyiz.

Takvim ve saat konusu, çok eski tarihlerde Sümerler ve Mayalar gibi bir çok uygarlığın ilgi alanı olmuş, dünya insanlarına da sağlam veriler bırakmışlardır. Bir gün, bir zaman, gelecekte diye başlayan konuşmalarımız, zaman temellidir hep.

Zamanı topluma, kendimize ve doğaya yararlı işlerde kullanmak dileğiyle ZAMANIN EVVELİNDE parçamı sunuyorum:

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

MENDOZA’NIN TANIKLARI

20.08.2024- Naciye KELEŞ- Dünya uygarlıkları

Ölmek için 20 yıl boyunca sahibinin dönüşünü bekleyen köpek Argos’un hikayesi. Olaylarla dolu uzun bir yolculuğun ardından eve döndüğünde Ulysses’i tanıyan dünyadaki tek varlık sadık köpeği Argos’tu. Onlarca yıl süren bir yolculuktan döndüğünde onu tanıyan kişi karısı değildi.

İsimsiz insan kalabalığının arasında bir kahraman, Antik Yunan’ın en önemli savaşlarından birinin ardından düşüşe geçerek Ithaca’daki evine döndü. Onun kim olduğunu yalnızca köpeği Argos biliyordu: Ulysses eve dönmüştü. Yunan mitolojisinin büyük kahramanlarından Ulysses ya da Odysseus, destanda adı geçen, zekâsından dolayı adını alan Ulysses’tir. Ustaca savaş taktikleri sayesinde, atlar dolusu Yunan askeriyle kazandıkları efsanevi savaşla Achaean’ları Truva’da zafere taşıdı. Yıllarca bu savaş çatışmasına katıldıktan sonra Odyssey’de (Canto XVII), kahramanın eve dönüş yolculuğu anlatılır.

Sirenlerle, sert fırtınalarla ve tüm ekibini domuza çeviren cadılarla karşı karşıya kaldı. Odysseus tüm bu savaşları kurnazlıkla yapmayı başardı ve sonunda -Homeros’un şiirine göre- anavatanı Ithaca’ya ulaştı. Odysseus yaşlı ve yorgun geldi. Gri saçları yüzünü ve kafatasını doldurmuştu. Vücudunun derisi artık Truva’da savaşmak için yola çıktığı zamanki gibi pürüzsüz değildi. Tam tersine yıllar ve savaş ona ağır bir darbe indirmişti. On yıl savaşta; eve gitmek için bir on tane daha. Ithaca’ya döndüğünde Odysseus, düşmanlarının onu tanıyacağından korktu. Bu nedenle geniş sempati duyduğu bilgelik tanrıçası Athena’nın yüz hatlarını örtmesi ve ona dilenci gibi giydirme gücünden yararlandı.

Geri döndüğünde karısı bile onu tanıyamadı. Bütün adada kahramanı tanıyan tek varlık köpeği Argos’tu. Yirmi yıldır görmediği bakımsız, tozlu ve yaşlı hayvanın geldiğini görünce, elinden geldiğince sahibinin ayağına doğru süründü. Onu selamlamak için gözlerini çevirdiğinde, kim olduğunu gayet iyi bildiğini göstermek için zahmetli bir şekilde kuyruğunu salladı. Ancak Odysseus dilenci rolünü gizlemeyi bırakamadı. Bu nedenle kendi köpeği olduğunu bilmesine rağmen selam verememişti. Kahraman sadece gözyaşı döktü. Argos bundan sonra mutlak sadakatin sembolü olarak efendisinin ayakları dibinde öldü. KREDİ: Mendoza’nın tanıkları….

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

BİR KAMBUR ADAMIN EVLENME TEKLİFİ

19.08.2024- Gerçek Hikaye

Moses Mendelssohn hiç yakışıklı bir adam değildi. Çok kısa boyunun olmasının yanı sıra, çok garip bir de kamburu vardı. Moses Mendelssohn, günün birinde Hamburg da yaşayan bir iş adamını ziyarete gitti. İş adamının, Frumtje adında çok güzel bir kızı vardı. Moses, bu güzel kıza umutsuz bir aşkla tutuldu. Fakat güzel kız onun çirkin görüntüsünden ürkmüştü. O nedenle, değil onun sevgisine karşılık vermek, yüzüne bile bakmak istemiyordu.

Ayrılma zamanı geldiğinde Moses, güzel kızın üst kattaki odasına çıktı ve tüm cesaretini toplayarak onunla son kez konuşma girişiminde bulundu. Kızın güzelliği öylesine olağanüstüydü ki bir an için onun cennetten geldiğini bile düşündü. Fakat kızın, başını kaldırıp da yüzüne bakmamaktaki direnci, Mosesi çok üzdü. Güçlükle başarabildiği konuşması sırasında çirkin aşık bu güzel kıza bir soru sordu…

“Evliliklerin kutsal bir özelliği olduğuna inanır mısınız?” dedi.

“Elbette” diyerek yanıtladı güzel kız,, ve gözlerini yine kaldırmayıp Moses in yüzüne yine bakmadan, kendi de ona bir soru sordu:

“Peki ya siz?” dedi. “Siz inanır mısınız buna?”

Moses bir an bile duraksamadı:

“Evet,ben de inanırım” dedi ve ekledi:

“Biliyor musunuz ? Her erkek çocuğu doğduğunda Tanrı, onun evleneceği kızı belirlermiş… Benim doğumumda da, benim evleneceğim kız belirlenmiş ve bana Senin karın kambur olacak demiş. O zaman ben bir istekte bulunmuşum. Tanrım, kambur bir kadın bir trajedi olur… ”Lütfen onun kamburluğunu bana ver ve onu güzel bir kadın yap”

Moses in bu sözlerinden sonra Frumtje gözlerini yerden kaldırdı, onun gözlerinin içine baktı ve elini uzatıp, Moses in elini tuttu. Ve daha sonra da onun, sevgili eşi oldu…

Bu anlatılanlar bir “peri masalı” değil,, ünlü Alman besteci Mendelssohn ‘ın büyükbabası ile büyükannesinin evlenmelerinin gerçek öyküsüdür..

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,