31.07.2025-İNGİLİZ ANTROPOLOG PAUL STİRLİNG ‘IN (POL AMCA) OBJEKTİFİNDEN- Ali PEKER
SAKALTUTAN KÖYÜ (1949)
İngiliz antropoloğ Paul Stirling ,1949’da Sakaltutan ve Elbaşı köylerinde bir süre yerleşip ,antropolojik araştırmalar yapmış, doktora tezini de bu konuda yazmıştır.
1965’te çıkardığı “Türkish Village “isimli kitabında Sakaltutan ve Elbaşı köylerini sosyal ,kültürel ve ekonomik olarak derinlemesine incelemiştir. Bu köyleri 1971 ve 1985’te tekrar ziyaret etmiş ve bilgi toplamıştır.
Pol amca ,konusunda; Atabey Kılıç hocam ;” Bu köylerin ahalisi Stirling’e “Pol Amca ” diye hitap ederdi ” demişlerdi. Stirling’in ismini İlk kez bundan birkaç sene önce, Mustafa Ünal hocam’dan duymuştum.
Bir de anısını anlatmıştı;
“Doksanlı yıllar olmalı, Paul Stirling Erciyes Üniversitesi’nde bir konferans vermişti, konferansın bitiminde soru -cevap bölümüne geçildi. İçimizde bir arkadaş hocaya şunu sordu ,”Türkiye ile Batının bir kıyaslamasını yapar mısınız ?”
“Batı , galiba Türkiye’den 75 yıl kadar ileride ” diye cevapladı. Nazik adamdı, siz geridesiniz, dememişti. O zamanlar genç bir akademisyendim, bu cevap üzerine, gayri ihtiyari ,
“oha ” demişim, duymuştu ve ne anlama geldiğini de biliyordu .Şöyle dedi ,”Bak delikanlı, ben bu konuya elli yılımı verdim, daha gençsiniz hele bir çalışın, sonra anlarsınız. “.
Kurak geçen mevsimlerde veya aylarda yağmurun yağması için çoğunlukla “yağmur duası” yapılır. Bu yağmur duası genellikle kalabalık bir cemaat ve din görevlilerinin katılımıyla gerçekleştirilir.
Eskiden şehrimizde de sık sık yağmur duası yapılırdı. İlimizdeki yağmur duası, Ada yöremizdeki Çelik Bahçesi Pınarı’nın üst tarafında bulunan “Yağmur Taşı” etrafında olurdu. Ancak daha sonraki yıllarda bu yağmur taşı Amerikan Radarının tel örgüsünün içinde kaldığından, taşın etrafında yağmur duası yapılamadı.
Şehrimizdeki yağmur taşı yüksek ve kalın bir taş olup, üst tarafı insan kafasını andırıyordu. Ben bu taşın fotoğrafını çekmek için birkaç kez gittim, ancak yoldan yağmur taşı görünmüyor. Belki de Amerikalılar bu taşı kırmış olabilir, bilemiyorum. Ben bu yağmur duasına inananlardanım. Sebebini de sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlimizin Saraydüzü İlçesinde ilgililer, bir ay öncesinden yağmur duası töreni düzenlemişlerdi. Bu törene beni de davet ettiler. Günlerden pazar… Saraydüzü yöresi, İstanbul’dan, Boyabat’tan, Durağan’dan gelen davetlilerle dolup taştı. Tam öğle saatlerinde toplanan insanlar birlikte yürüyerek Saraydüzü’nün en yüksek tepesine tırmandılar. Daha sonra törene katılanlar bir daire şeklinde yere oturup, hocaların Kur’an-ı Kerim okumasını dinlediler. Ardından yağmur duası yapıldı. Törenin son bulmasıyla birlikte havanın kararması ve kısa bir süre sonra yağmurun çiselemeye başlaması herkesi heyecanlandırdı.
Her neyse, kalabalık tepeden Saraydüzü Köy Konağı’na hızlı adımlarla geri döndü. Burada hazırlanan yemek bölümüne oturuldu. Henüz yemek tam anlamıyla bitmeden aniden öyle bir yağmur bastırdı ki, yaklaşık iki saat içerisinde her yer sel ve göl haline geldi. Ben bu olayı yaşayan birçok davetliden yalnızca biriyim. Törende gazeteci olarak bulunduğum için yağmur duasını tertipleyen ilgililerle birebir konuştum. Bana şunları söylediler:
“Biz bu törenin gününü bir ay önce belirledik. Bugünkü durumu da hep birlikte yaşadık. İki ay öncesinden bu yana bu yöreye hiç yağmur yağmamıştı. Bu nedenle yağmur duası tertipledik. Daha önceki yıllarda da aynı tepe üzerinde birçok kez yağmur duası yaptık. Her törenimizin ardından yağmur yağdı.
”Gerçekten o gün, hayatımda en fazla etkilendiğim günlerden biriydi. Saraydüzü’nden akşama doğru ayrıldığımda yolda rastladığım bir kurbağanın su birikintisi kenarında yıkandığını ve su içtiğini görünce çok duygulandım. O yıllarda Sinop’ta su kıtlığı hüküm sürüyordu, çünkü Erfelek Barajı henüz devreye girmemişti. Birkaç arkadaşımla konuştum ve şöyle dedim: “Şu Saraydüzü hocalarını biz de Sinop’a davet etsek de, buraya yağmur yağdırıp Sinop’un içme ve kullanma suyuna katkı yapsalar, fena mı olur?”
Mustafa Genç Sinop Gazeteciler Cemiyeti eski Başkanı
09.07.2025-Forbes Mexico, El Universal, El Financiero ve Ulusal Politeknik Enstitüsü’nden resmi raporlar.
Adhara Maite Pérez Sánchez, 28 Ağustos 2011 doğumlu. 162 gibi inanılmaz IQ’su ile tanınan, Albert Einstein ve Stephen Hawking gibi dahilerden bile daha yüksek bir ıq’ya sahip bir çocuk. Veracruzlu Meksikalı bir kız.
3 yaşında Asperger sendromu teşhisi kondu, okul zorbalığı gibi zorluklarla karşılaştı ancak bu hayatının inanılmaz dönüm noktalarına engel olamadı.
İlkokulu 5 yaşında, ortaokulu 6 yaşında, liseyi 7 yaşında bitirdi. 11 yaşında Meksika’da Ulusal Politechnic Institute (IPN) Endüstri Mühendisliği Matematik alanında yüksek lisans yapan en genç kişi oldu. Ayrıca iki lisans derecesini tamamladı: Sistem Mühendisliği ve Matematik Mühendisliği.
En büyük hayali astronot olmak ve NASA’da çalışmak. Ay ve Mars görevlerine katılmayı hedefliyor.
Şu anda Arizona Üniversitesi’nde Astrofizik okuyor, ancak bunu başarmak için finansal ve vize zorluklarıyla karşı karşıya.
Adhara, otizmle ilgili deneyimlerini paylaştığı ve diğer çocukları hayallerinin peşinden koşmaya motive ettiği Pes Etme kitabının yazarı aynı zamanda. Ayrıca nöbetleri önlemek için akıllı bir bilezik geliştiriyor ve otizmli çocukları destekleyen bir kuruluş olan “Adhara Yıldızları” nı kurdu.
2019’da Forbes onu Meksika’nın en güçlü 100 kadını arasında tanıttı ve 2021’de Meksika Senatosu akademik başarılarını onurlandırdı. Adhara, otizmin ve engellerin insan potansiyelini sınırlamadığını gösteren azim ve yeteneğin bir örneği.
Kaynak: Forbes Mexico, El Universal, El Financiero ve Ulusal Politeknik Enstitüsü’nden resmi raporlar.
Yaşayan bir kültür ya da gelenek özünü yitirdikçe yerini simgesi alıyor. Tıpkı 1958 yılında Ürgüp’te çekilen bu fotoğraftaki gerçekliğin yerini artık dramatik müzikler eşliğinde banka reklamları ya da siyasi partilerin tanıtım videolarının alması gibi.
Nevşehir Ürgüp’te bir ailenin bayram gününü yansıtan bu fotoğraf, National Jeographic Magazine Dergisi’nin 1958 Ocak sayısında Kapadokya’yı ele alan kapsamlı bir yazıdan.
Peri bacalarından dolayı “Koniler ülkesi Kapadokya” başlığıyla yayımlanan yazıya Ürgüp, Göreme ve Uçhisar’dan yöre halkının gündelik yaşamından çeşitli kareler de eşlik ediyor.
Ürgüp’te bir dini bayram günü konuk olunan ailenin sofrasında çeşitli meyve ve kuru yemişler, bir tabakta salatalıklar dikkat çekiyor. Masa örtüsünden işlemeli köşe yastıklarına, kadınların ve kızların saç örgülerinden erkeklerin kıyafetlerine, kayadan oyulma odanın düzeninden bir arada olmanın yarattığı ortak duyguya kadar birçok ayrıntı yansıyor fotoğraftan. Fotoğrafçı Marc Ribound, bu karenin altına Ürgüplü aile ve yakın akrabalardan oluşan sofradakilerin peri bacalarının olduğu bölgede yetişen meyveleri yediğini ekleyerek, erkeklerin modern, kadınların ise geleneksel kıyafetlerinin tezatlığına değinmiş.
Orta Anadolu coğrafyasının 20 yüzyılın ortalarındaki manzaralarını yansıtan bu kareler, aynı zamanda giyimden yeme içme kültürüne, biyolojik çeşitlilikten gündelik yaşamın akışına kadar birçok ayrıntıya işaret ediyor.
Derginin ilgili sayısında yer verilen bir başka fotoğraf ise ağaç çubuklarına geçirilerek gerilmiş koyun kaburgalarını sonbahar güneşinin altında kurutan bir çifti yansıtıyor. Bir zamanlar birçok et kurutma ve saklama yöntemi vardı Anadolu’da.
Fotoğrafta, Göreme’de bir evin avlu kapısının üzerine asılarak kurutulmaya bırakılan koyun etleri görünüyor. Fotoğrafçı Marc Ribound, bu karenin altına düştüğü notlarda, Kapadokyalı her çiftçinin kendi kendisinin hem kasabı, hem de bakkalı olması gerektiğini belirtiyor. Bu, bir bakıma Anadolu insanının kendi kendine yetebilmeyi öne alan yaşamının özeti gibi. Etler, peynirler, üzümler ve tahıllardan oluşan kışlık gıda ihtiyaçlarının önceden hazırlandığı bir üretim ve yaşam kültürü, tüm Anadolu coğrafyası gibi Kapadokya’nın da gerçeği. Aynı zamanda hayvanlar için de kış hazırlıkları yapılıyor, kurutulmuş otlar evlerin ya da ahırların damlarında yığılıyor.
Eski adı Maccan olan Göreme’de kadınlar kayadan oyulma evleri onarıp kireçle badanalıyorlar. Fotoğrafa yansıyan bir kıs çocuğu, üzerindeki kıyafete ve saçlarına kireç damlamasına aldırış etmeksizin gülümseyen yüzüyle yaşadığı dönemden geleceğe bakıyor.
Ürgüp-Uçhisar arasındaki yol kenarlarında peri bacalarına tüneyen güvercinlerin gübrelerini toplayan köylülerin görüntüleri de bölgenin bir başka gerçekliğini yansıtıyor. Kayseri’den Nevşehir’e, Niğde’den Aksaray’a Kapadokya coğrafyasının ayrılmaz parçası olan güvercinler, aynı zamanda tarımsal üretim için de önemli olmuş. Çoğu yerde halen varlığını sürdüren güvercin evleri, insanla kuşlar arasındaki karşılıklı ilişkinin binlerce yıllık hikâyesini anlatıyor.
20. yüzyılın ortalarında Kapadokya’dan yansıyan bir başka kare de canlı hayvan pazarındaki pazarlık geleneğinin kutsallığından söz ediliyor. Ankara keçisi başta olmak üzere keçinin Orta Anadolu için önemli olduğuna değinilirken kendi kültürel dokusu içinde sürüp giden bir yaşamdan kareler aktarılıyor. Halıcılığın o yıllarda oldukça güçlü olduğu bölgeden yansıyan kareler arasında çokça halı dokuyan kadın figürü de var…
Bugün gerçekliğini giderek yitiren yaşamların yerli ve milli sosu eklenerek abartılı biçimde siyasi malzemeye dönüşmesiyle aslında neden bir türlü bütünlüklü, kimlikli ve irade kullanacak halde olunamadığını düşündürüyor bu fotoğraflar. Ürgüplü ailenin bayram sofrasındaki bütünlük ve gerçeklik, bankaların, küresel meşrubat şirketlerinin ya da siyasi partilerin Ramazan ayında ve bayramlarda dolaşıma soktuğu duygu sömürüsü dolu reklam videolarının nesnesi haline geldi.
Metropollerden taşraya, kamu idaresinden yerel yönetimlere kadar hemen her yere sirayet eden “görüntüyü kurtarma” siyaseti tam da buradan besleniyor. Gerçeği yok olup ortadan kalktıkça her türlü değerin, kültürün ve güzelliğin sanal çeşitleri dolaşıma sokulup durdukça aslında tam olarak neyi kaybettiğini bile anlayamadan sürüklenip duruyoruz.
İnsan bazen bir halkın çıkarsız, sade ve içten gülümsemesini bile özlüyor işte…
Görseller: (Marc Ribound, National Geographic Magazine, Ocak 1958, sayfa:122-146)