RSS

Kategori arşivi: Bilinmeyenler

“KARUN KADAR ZENGİN OLMAK” NEREDEN GELİYOR

08.05.2025- Dünya Medeniyetleri Tarihi

Kroisos; Krezüs ya da İslâm kaynaklarında geçen adıyla Kârûn, zenginliğiyle bilinen Lidya kralı. MÖ 560-546 yılları arasında tahtta kalmıştır. Kroesus, Lidya´yı gücünün zirvesine taşımıştı.

Kral Krezüs zamanında Lidya, ticaret ve altın madenciliği ile çok zenginleşti. Batı Anadolu’daki Yunan şehir devletlerini istila ederek ve doğudaki seferleriyle devletinin sınırlarını şimdiki Kızılırmak sınırına kadar genişletti.

Mermnad Hanedanı’ndan gelen Kroisos Lidya kralı Alyattes’in oğluydu. MÖ 549’da Perslere karşı Babilliler, Mısır ve Sparta ile ittifak kurmuştu. Bu ittifaka güvenerek Pers İmparatorluğu’na savaş açtı. Kapadokya’ya saldıran Krezüs, Pers kuvvetleriyle MÖ 547’de Pteria Muharebesi’nde karşılaştı ancak savaş alanında iki taraf da kesin bir sonuç elde edemedi.

Beklediği yardım gelmeyince başkent Sard’a geri çekildi. Pers Kralı Sirus onu takip etti ve Lidya´yı Pers topraklarına kattı Antik çağın bilinen en zengin kralı olan Krezüs mitolojiye göre her tuttuğunun altın olması için ilâhlara yalvarır; bu dileği kabul edilince mutluluğa erişeceğini sanır. Ancak çok zengin olduğu halde mutluluğu bir türlü bulamayan kral acı içinde kıvranarak ölür.

Tarihçi Taberi efsane ve deyimlerdeki kişinin Musa zamanında yaşayan farklı bir kişi (Koreh) olduğuna inanmıştır. Kroesus, Arap, Yahudi ve Pers medeniyetlerinde Karun şeklinde anılmaktadır. Karun Hazinesi, çoğu MÖ 560-546 yılları arasında Lidya ülkesini yöneten Kroisos veya Krezüs (Karun) dönemine ait olan ve Uşak’ın 25 km batısında ve İzmir Karayolu üzerinde bulunan Güre Kasabası yakınlarındaki tümülüslerden 1960’lı yıllarda çıkarılarak ABD’ye kaçırılan ve 1993 yılında uzun bir hukukî süreç sonucunda geri alınan eserlerin toplu adı. Bazı kaynaklarda Lidya Hazinesi olarak da anılır. Hazinenin ele geçirilen kısmında yaklaşık 450 parça bulunur.

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Mayıs 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

ARKTİK’TE YALNIZ BİR KADIN

05.05.2025- WİKİPEDİA

Buzla kaplı Arktik’te, tam iki yıl boyunca yalnız başına bırakıldı — yanında yalnızca bir kedi vardı. İşte Ada Blackjack’in inanılmaz hikâyesi.

1921 yılında genç bir İnuit anne olan Ada Blackjack, Arktik’e yapılacak bir keşif gezisine katılmayı kabul etti. Ne bir kâşifti ne de bir avcı. Sadece hasta oğlunun tedavisi için para kazanmak isteyen kararlı bir kadındı. Terzi olan Ada, Vilhjalmur Stefansson liderliğindeki bu yolculuğa katıldı. Hedef, Wrangel Adası’nı Kanada adına sahiplenmekti. Beraberindeki dört beyaz erkek arasında Ada hem tek kadındı, hem de tek İnuit’ti. Erzaklar tükenince adamlar buz denizine çıkarak yardım aramaya gittiler… ve bir daha geri dönmediler. Ada, ölüm döşeğindeki bir yol arkadaşıyla ve Vic adındaki kediyle baş başa kaldı.

Ardından sadece Ada ve Vic kaldı — bu sonsuz buz çölünde, medeniyetten 1000 kilometre uzakta, yapayalnız. Ve o zaman, Ada hayatta kalmayı öğrendi. Tüfek kullanmayı öğrendi. Sadece bir bıçakla kutup ayılarını uzaklaştırdı. Soğuk parmaklarını kemirince kendi eldivenlerini dikti. Tuzaklar kurdu, fok eti yedi, yüksek sesle İncil okudu. Her gece, Vic gelip ona sokuldu, birlikte ısındılar. İki yıl sonra, yardım geldi. Ada hâlâ hayattaydı. Zayıf düşmüştü. Yorgundu. Ama ayaktaydı. Yenilmemişti. Dünya onu neredeyse unuttu. Gazeteler erkekleri övdü. Ama biz bugün Ada Blackjack’e hak ettiği saygıyı sunuyoruz:

Bir hayatta kalan. Bir anne. Bir savaşçı. Bir efsane.

*****

Ada Delutuk, 10 Mayıs 1898 veya 1899’da [ 1 ] [ 2 ] Solomon, Alaska’ya 8 mil (13 km) uzaklıktaki Spruce Creek’in ücra yerleşim yerinde doğdu . Ada’nın babası, Ada sekiz yaşındayken gıda zehirlenmesinden öldü ve annesi onu ve kız kardeşi Rita’yı Nome, Alaska’daki bir Metodist misyoner okuluna gönderdi . [ 3 [ 4 ] Kendisine İngilizce okumayı ve dikiş dikmeyi öğreten misyonerler tarafından büyütüldü. [ 5 ] 16 yaşındayken eski bir avcı ve kızak köpeği sürücüsü olan Jack Blackjack ile evlendi ve onunla birlikte Seward Yarımadası’na taşındı . [ 4 ] Blackjack’lerin üç çocuğu oldu ve bunlardan sadece biri bebeklikten sonra hayatta kaldı. Jack, Ada’ya kötü davrandı ve sonunda onu ve hayatta kalan oğulları Bennett’i terk etti. [ 4 [ 5 ] Ada, kocası geri dönmeden önce boşandı ve Bennett ile birlikte annesinin yaşadığı Nome’a ​​40 mil (64 km) yürüdü. Ada hayatta kalmak için evleri temizledi ve madencilere kıyafet dikti, ancak yine de Bennett’in tüberküloz tedavisini karşılayamadı. [ 6 ] Bu nedenle, geçici olarak Bennett’i tüberkülozuna daha iyi bakabilecek Jesse Lee Çocuk Evi’ne yerleştirmek zorunda kaldı . Ada, oğluyla yeniden bir araya gelmek için para kazanmaya kendini adadı.

Nome polis şefi ER Jordan, Ada’nın durumundan haberdardı, bu yüzden ona bazı adamların Çukçi Denizi’ni geçerek Wrangel Adası’na yapacakları Arktik keşif gezilerine kendileriyle birlikte gitmek üzere İnuitleri işe aldıklarından bahsetti . Jordan, keşif gezisinin amacını bilmese de İngilizce konuşan ve mükemmel bir terzi olan Ada’nın, ekibe kürklü giysiler dikecek birine ihtiyaç duyan görev için uygun bir aday olabileceğine inanıyordu. [ 5 ] Keşif gezisi Kanadalı kaşif Allan Crawford tarafından yönetildi ancak Vilhjalmur Stefansson tarafından finanse edildi, planlandı ve teşvik edildi . [ 7 ] Stefansson, Wrangel Adası’nın kuzeyinde bir kıta aramak için yapılacak başka bir keşif gezisi için para toplamak üzere geride kaldı. [ 4 ] Arktik’in uyum sağlamaya istekli olanlar için kolayca yaşanabilir olacağına inanıyordu.

Stefansson, adayı Kanada adına talep etmek için spekülatif bir girişimde bulunmak üzere beş yerleşimci (bir Avrupalı ​​Kanadalı, üç Avrupalı ​​Amerikalı ve bir İnyupik, Blackjack) gönderdi. [ 8 ] Kaşifler, Stefansson tarafından önceki deneyimleri ve akademik kimlik bilgilerine dayanarak özel olarak seçildi. Stefansson, keşif için coğrafya ve diğer bilimler alanlarında ileri düzeyde bilgiye sahip olanları değerlendirdi. [ 7 ]

15 Eylül 1921’de ekip, Kanada veya Birleşik Krallık adına adayı talep etmek üzere Sibirya’nın kuzeyindeki Wrangel Adası’na bırakıldı. [ 9 ] Blackjack, özellikle mürettebata katılacak birçok Alaska Yerlisinden yalnızca biri olacağına inandırıldığı için, keşif gezisine katılma konusunda birçok endişeye sahipti . [ 5 ] Ekipte beş kişi vardı: Aşçı ve terzi olarak işe alınan Blackjack; [ 10 ] Amerikalı adamlar Lorne Knight, Milton Galle ve Fred Maurer; ve Allan Crawford. Maurer, 1914’te Karluk’un gemi enkazından kurtulduktan sonra adada sekiz ay geçirmişti .

Adadaki koşullar ilk başlarda yeterliydi, ancak bir yıl sonra kötüye gitti. [ 7 ] Erzaklar tükendi ve ekip adada hayatta kalmak için yeterli av hayvanı öldüremedi. [ 5 ] 28 Ocak 1923’te, üç adam sonunda yardım ve yiyecek için 90 mil (140 km) uzunluğundaki donmuş Çukçi Denizi’ni geçerek Sibirya’ya ulaşmaya çalıştı ve Blackjack ile hasta Knight’ı geride bıraktı. Knight iskorbüt hastalığına yakalandı ve 23 Haziran 1923’te ölünceye kadar Ada tarafından bakıldı. Diğer üç adam bir daha hiç görülmedi ve böylece Blackjack, keşif ekibinin kedisi Victoria dışında yalnız kaldı. [ 5 ] Blackjack, sekiz ay boyunca aşırı soğuk koşullarda hayatta kaldı, tilki avlamayı, tekne yapmayı ve ren geyiği derisinden parka dikmeyi öğrendi. [ 11 ] 19 Ağustos 1923’te [ 9 ] Stefansson’un eski bir meslektaşı olan Harold Noice tarafından kurtarıldı . [ 7 ] Bazı gazeteler onu gerçek “dişi Robinson Crusoe ” olarak selamladı. [ 1 ]

Blackjack biriktirdiği parayı oğlunu tüberkülozunu tedavi ettirmek için Seattle , Washington’a götürmek için kullandı. Tekrar evlendi ve Billy adında bir oğlu daha oldu. Sonunda Arctic’e geri döndü ve 85 yaşına kadar orada yaşadı.

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Mayıs 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

SULTANAHMET’TE BULUNAN EVRAKLAR

26.04.2025-Deniz Tekin

1996 yılında, Sultanahmet’te bir evde pek çok fotoğraf ve evrak bulduk. Bir çanta mektup, 7 albüm fotoğraf ve sayfalar dolusu nota. Bir kemancı vardı fotoğraflarda ama tanıyamadım. Ev sahibi de tanımadığını söyledi. Hepsi çatıdaki bir sandıktan çıkmış. Şaşılacak şey…

O kadar çok nota sayfası vardı ki ve öylesine özenle yazılmışlardı ki hayran kaldım. Aklıma bir anda Cihat Aşkın’a haber vermek geldi. Cihat Aşkın, memlekette keman işi konusunda bir otorite. E tabii o vakitler telefon falan yok. Birkaç örnek alıp Cihat Hoca’ya götürdüm. Cihat hoca notaları görünce çok heyecanlandı.

-Tekin Bey, bunların devamı var mı? dedi.

-Bir sandık, dedim. Gözlerinin içi parıldadı.

-Gidelim hemen, dedi. Gittik. Meğer tam bir hazine bulmuşuz. Çakmıyorum ki müzik işinden. Fakat Cihat hoca alıyor bir sayfa mırıldanıyor. Baktım sahiden nefis ezgiler. Seyyan Hanım isminde bir şarkıcı varmış, ona ait eşsiz fotoğraflar. Sonra sahipsiz mektupların içindeki tarihi vesika niteliğindeki bilgiler… Dayanamadım, sordum sonunda:

  • Cihat Hocam kim yazmış bunları? Kim bu müzisyen?
  • Necip Celal, dedi.
  • Aman alın götürün de yeter, dedi. Aldık, götürdük. Taksiye yükledik her şeyi.

Arkadaş tanımıyorum ki… İçimden “Çok güzel” dedim. Necip Celal’se iyi. Anlamadığımı görünce o ünlü şarkıyı mırıldandı Cihat Aşkın:

“Sevdim bir genç kadını Ansam onun adını Her şey beni ona bağlar Kalbim durmadan ağlar”

Yuh, bu şarkıyı kim bilmez! Tango gibi tango! Çok acayip bir şeyler bulduğumuza bir kere daha ikna oldum. Ev sahibi bunları çöpe atacaktı. Ev temizliği diye giriştikleri işten nasıl bir hazine çıktı! Ev sahibi kadın çok bir para istemedi. Takside konuşuyoruz Cihat Hoca’yla. Daha doğrusu o sevinçten havalara uçmuş vaziyette. Şu ekteki fotoyu gösterdi.

  • Kim bu? dedi.
  • Bilmem ki hocam.
  • Yahya Kemal
  • Nasıl Yahya Kemal hocam bu?
  • Gençliği, Paris yılları.
  • Necip Celal’de ne işi var?
  • E soyadı
  • Soyadı mı?
  • Necip Celal’in soyadı Andel. And içen kişi demek. Bu soyadını ona veren de Yahya Kemal. Böyle bir ahbaplıkları var.
  • Vay be! Peki şu kadın kim?
  • Ha o mu, meşhur Seyyan Hanım. Seyyan Oskay.
  • Ben tanıyamadım. Çıkaramadım adını.
  • Necip Celal’in şarkısını söylüyor.
  • Hangi şarkısıydı?
  • “Mazi kalbimde bir yaradır
  • Aaaa bildim, bildim. Bu şarkıyı söyleyen Seyyan Hanım mı yani?
  • Evet, yalnız sözler Necdet Rüştü’nün. Müziği ise Necip Celal Andel’in.
  • Nefis!
  • Ne harika tangolar bunlar Necip Bey, diyor.

Bahtım saçlarımdan karadır

Beni zaman zaman ağlatan İşte bu hazin hatıradır”

Cihat Aşkın’ın evine gittik. Büyükçe bir masa vardı. Koyduk evrakları üstüne. Heyecanla hepsini seçiyoruz. Elime bir gazete haberi geçti, ünlü Alman sinema artisti Evelin Hold, Necip Celal’in meşhur “Mazi” şarkısını okumuş. Nerede? Kadıköy Hale Sineması’nda! Vay be! Süpermiş. Bir başka notta bu gazete haberinin hikâyesini anlatmış Necip Celal. Haliyle inanmamış böyle dünyaca ünlü bir starın ülkemize gelip onun tangosunu söylemiş olduğuna:

“Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle ülkemize gelsin de benim tangomu okusun” demiş. İnanmamakta ısrar eden Necip Celal’e bir arkadaşı gazetedeki bu haberi göstermiş. Haber doğru! Beyoğlu’ndaki meşhur Tokatlıyan’da kalıyor Evelin Hold.Telefon ediyor Necip Celal.Teşekkür ediyor.Evelin Hold da kendisini uzun süredir aradığını, muhakkak görüşmek istediğini söylüyor Necip Celal Andel de tıpkı Rodrigo gibi âmâ… Evelin Hold, Andel’in gözlerinin iyileşmesi için temennilerde bulunuyor ve Hale Sineması’ndaki konsere davet ediyor. Evelin Hold, sahneye adımını atar atmaz salon yıkılıyor alkıştan. Hınca hınç dolu o gece Hale Sineması Vaktiyle Londra’da duvarlara:

“Clapton is God” yazarlarmış. Evelin Hold da o gece öyle alkışlanıyor. Sırasıyla; Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söylüyor ve nihayet sıra Türkçe şarkıya, yani Necip Celal’in Mazi’sine geliyor.

İşte o an Evelin Hold’un jesti geliyor… Elini kaldırıp Necip Celali işaret ediyor Evelin Hold ve “Mazi, Necip Celal” diyor. “Ne göğsünde uyuttu beni Ne buseyle avuttu beni Geçti ardından uzun yıllar O kadın da unuttu beni” diyor! Şarkıyı o gece 4 defa söyletiyorlar Evelin Hold’a. Ortalık alkış kıyamet.. Şarkı bitince kulise gidiyor Necip Celal. Evelin Hold’a bir kere daha teşekkür ediyor ve ellerinden nazikçe öpüyor. Fakat Evelin Hold sahiden hayran olmuş Necip Celal’e. O şiveli konuşmasıyla:

Velhasılıkelâm iyi dost oluyorlar… Ertesi gece için randevulaşıyorlar. Nerede? Suadiye Plaj Gazinosu’nda. Günlüğüne yazdığı notta Necip Celal o geceyi şöyle anlatmış:

“Suadiye plajı bana bu akşam her zamankinden daha güzel geliyor. Mehtap denizin üzerine vurmuş, etraf sessiz, konuşmadan geceyi dinliyoruz. Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim, Yusuf Kenan, Holywood muhabiri Turan Aziz ve daha bir çok sevdiğim arkadaşlarım… Şimdi ellerimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içimden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor… Kendimden geçmiş bir halde mütemadiyen çalıyorum. O da etrafın isteği üzerine Mazi’yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi. Schuman’ın Akşam şarkısı, Fibich Poem ve onun çok sevdiği Toselli serenad…

Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken, mehtap da artık kayboluyordu. Gazino tamamiyle bizim için kapatılmıştı. Onunla tadına doyulmaz, rüya gibi bir dans ettik, eğlendik. Dans ederken bana: ‘Mazi’yi hiç unutmayacağım, dudaklarımdan hiç eksik etmeyeceğim’ dedi Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. İçimden çoşup gelen bir takım sesler var. Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor, fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordiyonu elime alarak, ‘Ayrılık’ı çaldım. Yanıma yaklaştı, dans eder gibiydik yine ama ele ele tutuşmuyorduk. İşte o anda bana, üzerine çok samimi sözler yazılmış bir fotoğrafını verdi ve sonra tekrar dans etmeye başladık. Ona bir cesaret:

‘Ne olur bu gece hiç bitmese’ dedim. Ben bu sözleri söylerken, plajın saati 3’ü çalıyordu. Sabah gidecekti. ‘Beni unutma” dedim. ‘Sen de’ dedi. O akşam ağabeyimin Erenköy’ündeki köşkünde kalacaktım. Yayan yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim. Zihnim hep onunla meşgul.. O melodiyle meşgul. Öylece pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda yaz böcekleri, kurbağalar ve sık çalılar arasında duyulan bir tek bülbül sesi… Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu. Gayri iradi piyanoya doğru yürüdüm. Başımda inanılmaz bir ağrı. Hemen oturup en sessiz pedala basarak içimden gelen sesleri yavaş yavaş çalmaya başladım. Çünkü başka türlü olmayacaktı. Mümkünü yoktu. O gece yazdığım beste ise şöyleydi… Sevdim bir genç kadını Ansam onun adını Her şey beni ona bağlar Kalbim durmadan ağlar Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer Ne yazıkki deniz engin şu ufuklar ölgün Bin elemle doluyor her yeni gün…” Necip Celal, yazmamış: Yaşamış! Biz Cihat hoca ile evrakları toplarken, eşi Nisan Hanım geldi. Ortada bir koli ve bizi harıl harıl çalışırken görünce şaşırdı:

  • Hayrola Cihat, bunlar nedir? dedi.
  • Görmen lazım. Çok şaşıracaksın.
  • Dayım, dedi.

Nisan Hanım fotoğrafları görünce sahiden pek şaşırdı: Ben konudan uzağım tabii… “Arkadaş” dedim içimden, “Konu nereden nereye geldi.” Elbette cehaletime de ayrıca yandım. Bütün o evraklar Cihat Hoca’’da kaldı. Uzun yıllar o notolarla uğraştı durdu. Derledi,topladı,düzeltti. Nihayet o gün bulduğumuz eserleri bir albüm haline getirmiş.Sahiden çok sevindim buna. Var olsun, benim için Necip Celal Andel albümünü ithaflı bir şekilde imzalamış Cihat Aşkın. Daha böyle pek çok hikâye vardı o günlüklerin içinde. Pek çok şarkının yazılış serüveni vardı. Tango da ne güzel bir icat be kardeşim. Yüreğini şenlendiriyor insanın.. Deniz Tekin

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

UNUTULMAYAN SON TELGRAF

23 NİSAN 2025 – AKD

Atatürk’ün hastalığı ağırlaşmış, ölümle mücadele etiği bu günlerde bile canı kadar sevdiği küçük kızının bayram telgrafını ( 29 Ekim için ) cevapsız bırakmamış , ona gönderdiği bu son telgrafını büyük bir insan gibi Ülkü’ye hitaben yazmış imzalamış ve Ankara’ya göndermiştir.. (31 ekim 1938 )

Atatürkün Dolmabahçe Sarayındaki son zamanlarında Ülkü de Saraydaydı ancak Atatürk zaman zaman komaya giriyordu uyanınca kendisinin ne karar baygın kaldığını çevresine soruyor ama kimseden doğru cevaplar alamıyordu.

Atatürk bu şüphesi üzerine bir baygınlığından sonra uyanınca bana hemen Ülkü’yü yollayın o bana doğruyu söyler dedi Atatürk minik kızı Ülkü’nün ona hiç bir zaman yalan söylemeyeceğini biliyordu çünkü doğru söylemeyi ona kendisi öğretmişti

Sarayda hemen Ülkü bulundu ancak Ülkü içeri girmeden kapıdaki doktorlar Atatürk komada kaldığını sorarsa kısa bir süre olduğunu söylemesini sıkı sıkıya tenbih ettiler Ülkü buna itiraz edince bunun Atatürk’ün iyiliği ve sağlığı için söylemesi gerektiğini zorladılar Ülkü üzgün bir tavırla başı yerde korkak bir şekilde odaya girdi Atatürk’e korkarak yaklaştı Ülkü’nün bu halini gören Atatürk sana bir şey soracaktım ama artık sormayacağım vazgeçtim demiştir Atatürk o üstün sezi yeteneği ile soruyu sormayarak onu yalan söylemekten kurtarmış o hasta halinde bile sevgili kızı Ülkü’yü kendisinden çok sevdiğini ve düşündüğünü göstermiştir.

Ülkü’nün arkasından odaya giren Ülkü’nün annesi Vasfiye Hanım’a

Ülkü’nün bu kendisinin ağırlaşan durumuna çok üzüldüğünü görerek:

“sizi Ankara’ya yollluyorum ben de iyileşip gelirim her seneki gibi Cumhuriyet bayramını beraber kutlarız diyerek onu annesi Zübeyde Hanım’ın yadigarı Ülkü’nün annesi Vasfiye Hanım’la beraber Ülkü’yü Ankara’ya çifliğe yollamıştır.

A.K.D.

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

AMERİKA KITASI’NIN KEŞFİ VE BEYAZ ADAMIN İSKANI

20.04.2025-Hanefi KAYA- Abdullah ÇAPAROĞLU -DÜMAD – Dünya Multidisipliner Araştırmalar Dergisi
WOJMUR – World Journal of Multidisciplinary Research ISSN: 2717-6592

Dünya tarihinde önemli bir yeri olan Amerika’nın keşfi ve beyaz adamın bu topaklara
yerleşmesi, bir zamanların Doğu dünyasının Avrupalılar için ne tür gizemler taşıyor ise, şimdilerde
doğulular için de aynı gizemlere sahip, bir büyük hadisedir.
Bu büyük hadisenin özellikle 19. yüzyıldan sonra Avrupa ve Asya kıtalarında tanınması ve
her alanda ilişkiler kurulmasıyla başlayan çözülme dönemi, aslında herşeyin tüketildiği, sahip
olunanın el değiştirdiği ve bilinmezlerin ortadan kaldırıldığı yeni bir dönemi oluşturur.

Bu dönem artık yerli Amerikalıların olmadığı, Avrupalı Amerikalıların yaşadığı bir dönem olması hasebiyle,
doğulu ya da Asyalı insan tipi o büyük merakı ile baş başa bırakılmıştır.

Bundan sonraki Amerika, hür dünyanın bir parçasıdır ve artık gizlenmeden bütün bir tarihin oluşumuna katkı sunacak her türlü imkana sahiptir. Bu yönüyle o gizemler ülkesini ilk elden tanıtacak bir tarih anlayışının gelişmesi, doğulu insanın hafsalasındaki o karanlık dönemi de aydınlatması açısından büyük imkan sağlamıştır.
Bu makale Bryn O’Callaghan tarafından yazılmış olan An Illustrated History Of The USA,
Longman Group UK Limited 1990 çalışmanın bir bölümünü sunmaktadır ve bu bölüm Amerikalı
beyaz adam ile Pasific’li yerlilerin ilk buluşmalarını ortaya koymaktadır. Makale Beyaz Adamın
küstahlığı karşısında, yerli Amerikalının dürüst ve katlanılabilir yaşamını gözler önüne sermektedir.

Giriş
1490’lı yıllarda Kristof Kolombus ile başlayan dünyayı yeniden keşif macerası, Hindistan
yolu aranırken bir rastlantı sonucu ilk defa yeni bir toprağın keşfiyle sonuçlanmıştır. Bilinen dünyanın
dışında kalan bu toprak parçası Pasific Okyanus’unun karşı tarafında bulunan ve bilinmezlerle dolu
yeni bir karalar ve adalar silsilesinden oluşmaktaydı.

Bu topraklara ilk gelen Kristof Kolombus’un olduğu düşünülüyor olsa da aslında Arap Tüccar Gemileri’nin çok daha eski zamanlarda bu topraklarla ilişki kurdukları ve hatta buralara kadar mal taşıdıkları Piri Reis’in hazırlamış olduğu büyük dünya atlasından anlaşılmaktadır. Onun yapmış olduğu bu harita Amerika’nın bir keşif sonucu değil, aslında bilinen bir yer olarak beyaz adam tarafından istilasından başka bir şey değildi.
Kolombus gibi maceracı kimliklerin altın bulma merakının sonucunda ulaşılması ve geçilmez olduğu
düşünülen Pasific Okyanus’u aşılmış ve yerli kabilelerin yaşadığı, uygar dünya olan Avrupa ve
Asya’dan tecrit edilmiş bir şekilde kalmış olan bu yeni dünyanın keşfi, ilk başlarda pek önemsenmemişti.

Avrupa’nın ezik insanlarının yerleşmeye başladığı bu çorak ve zor koşulların dünyası,
zamanla yerlilerden alınarak yeni bir yaşama kapılarını açtıktan sonra, iklimi, doğası, toprağı, yaşam
koşullarıyla benzersiz bir nimet sunmaya başlaması, söz konusu toprakların tamamının keşfine
başlanmasına ve dünyanın üçte birinin bulunduğu muazzam bir keşfin kapılarının açılmasını ve yeni
bir doyum imkanı yaratılmasını sağlamıştır.
Aç gözlü Avrupalıların boyunduruğunda başlayan bu yeni yaşam, barışın hakim olduğu
Amerika topraklarını kısa bir zaman sonra kaosun ve kargaşanın merkezi haline getirmiş, beyaz
adamın vahşi çehresiyle nerede ise yerlilerin hiç yaşamadığı yeni bir dünya yaratılmaya başlanmıştır.
Amerika’da yerli olmak demek hiçbir hak ve selahiyeti olmayan vasıfsız bir mahluk ile aynı olmak
demekti.
Beyaz adamın Amerika’ya getirmiş olduğu bu yeni anlayış, Avrupa’nın binlerce yıllık
geçmişinden kaçan ezik Avrupalılar tarafından icra ediliyor olması da bir büyük muammanın diğer
bir veçhesi olarak kalmıştır.
Bu makalede Bryn O’Callaghan’ın bakış açısıyla Avrupalıların yaratmış olduğu yeni
Amerika’nın ilk yerleşim zamanları hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında
Amerika’nın yerlileri ve yeni meskunları arasındaki ilişkilerin bir çeşit özetini yansıtacak olan
makale, ilk defa da olsa Amerika’nın arka yüzünün küçük bir tanıtımını yapmaktadır. Türk tarih
literatüründe pek fazla bilinmeyen An Illustrated History Of The USA, Longman Group UK Limited
1990” adlı eser kurgusuyla, Amerika’nın kuruluş yıllarının ilk fotoğraflarını sunması açısından
önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir.

Makalenin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2905008

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

8 12 YAŞINDA ASKERE GİDEN ÇOCUKLAR

12.04.2025-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Başbakanlık Osmanlı Arşivi 1835 Köy Nüfus Defterleri araştırmalarımda dikkatimi çeken bir deyim vardı. “REFT ASAKİRİ BAHRİYELİ”, Bu açıklama 12 yaşında bir çocuğun asker kaydı olarak defterde yer alıyordu. 4 karyede, 12- 13- 15- 16- 21 yaşlarında olanlarda da bu kayda rastlamıştım.

Sinop, Kurtuluş Savaşında nüfus oranına göre en fazla şehit veren iller arasında olduğundan, bilgileri birleştirerek yazılar yazdım. Eleştirenler oldu, bu yaşta çocuklar askere alınmaz diye. Sinop Üniversitesinde bir akademisyenin konu hakkındaki çalışmasından bölümler aktarma ihtiyacı duydum:

SİNOP ŞEHİR MERKEZİ DEMOGRAFİSİ ÜZERİNE
BİR İNCELEME (1836)
Tuğba KARA- Dr. Öğr. Üyesi, Sinop Ünv. Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Muhammet Servet İPEK-Yüksek Lisans Öğr.

6.Nüfusun Yaşa Göre Dağılımı

………………

Topçu neferi için yaş sınırının 8 olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde asakir-i bahriye’de olarak gösterilenlerin en küçüğü de 8 yaşında görünmektedir. (sayfa-10)

  1. Nüfusta Hareketlilik
    a. Donanma ve Askere Alınanlar
    Osmanlı Devleti’nin bu döneminde askere alma yaşı 15 yaş ve altı idi. Alt sınırın sekiz yaş olduğunu söylemek mümkündür. En azından çalışmasını yapılan defterde Asakir-i bahriyeye alınan 14 kişinin yaşlarının 8-16 arasında değiştiği görülmektedir. Bu on dört kişiden biri 8, ikisi 10, beşi 12, üçü 15, ikisi 16 yaşındadır.
    Bu kişilerin tamamı 1250/1834-35 senesinde askere alınmışlardır. Altısının bilgilerinde Zi’l-kaʻde ve Zi’l-hicce 1250/Mart-Nisan 1835 tarihleri vardır. Diğerlerinde ise sadece sene 1250 tarihi düşülmüştür. Hicri aylardan Zi’l-hiccenin yılın son ayı olduğu göz önünde bulundurursa bu on dört kişinin 1250 senesi sonuna kadar askere alındığı söylenebilir. Ayrıca sadece birine demirci kaydı düşülerek
    meslek belirtilmiştir. Kalanlar için meslek belirtilmemiştir. (sayfa-24)

Merke4z çalışmasında görülen bu sayıya, köylerdeki sayı eklenirse, oranın fazla olduğu açıktır. Çalışmayı yapan Dr. Tuğba KARA ‘ya teşekkürlerimle.

Tamamı: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/746294

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

TABANLARI YAĞLAMAK

05.04.2025-ALINTI

TABANLARI YAĞLAMAK 1:

Tabanları yağlamak deyiminin bir hikâyesi olduğunu, onun da çarıkla ilgili olduğunu biliyor musunuz?

Yüzyıllardır dedelerimizin, ninelerimizin giydiği çarık mandanın sırt derisinden yapılırmış.

Eskiden imalathane nerede, usta nerede…

Herkes kendi çarığını kendi yaparmış.

Çarık yapmak için insanların taban ölçüleri alınır, ham deriden uygun deri parçası kesilerek çıkarılır, kenarlarından sırımla büzülürmüş.

Kolay yapılırmış, ama bakımı zormuş.

Boya nerede, cila nerede!

Bir süre giyilen çarıklar kurumaya başlarmış.

Güneş çarığı sıkar, çarık da ayağı sıkar, atasözünü boşuna söylememiş atalarımız.

Sözün kısası, çarıkları yağlamak gerekirmiş.

Çarığın tabanı yağlanarak ayakların rahat etmesi sağlanırmış.

Zeytinyağı bu iş için bitirimmiş.

Öteki yağlar da iş görürmüş.

Uzun yol yürüyecek kişi çarık tabanlarını yağlarmış bir gün önce.

Günümüzde ‘’ ayrılmak, kaçmak, sıvışmak, tüymek, kaybolmak ‘’ anlamlarına geliyor tabanları yağlamak.

2-Tabanları yağlamak deyiminin hikâyesi:

Bir gün Nasreddin Hoca, yağmurlu bir günde evinin balkonunda oturmuş gelen geçenleri seyrediyormuş. Bu arada herkes yağan yağmurdan kaçışmaya başlamış. Bunlar arasında Hoca’nın tanıdığı yaşlı başlı, aksakallı, cüppesiyle yağmurdan kaçan bir adam da varmış. Hoca adama oturduğu yerden seslenerek: – Çoluk çocuğun koşmasına şaşırmadım da senin şu saçın ve sakalınla Allah’ın rahmetinden kaçtığını biraz tuhaf karşıladım, demiş. Zavallı adam evine yürüyerek gitmiş, gitmiş ama yağmurdan da sırılsıklam olmuş. Bir başka yağmurlu gün, bunun tam tersi olmuş. Daha önce yağmurdan sırılsıklam olan adam evinin penceresine oturmuş, yağmuru ve yağmurdan kaçan insanları seyrederken bir ara paçalarını sıvayıp yağmurdan kaçan Hoca’yı görmüş: – Bu ne hâl Hoca? Ele verirsin talkını, kendin yutarsın salkımı, demiş. Hoca bu, hiç altta kalır mı? Hemen cevabı yapıştırmış: – Ben senin gibi yağmurdan kaçmıyorum ki. Allah’ın rahmetini çiğnememek için tabanları yağlıyorum. Eskiden ayakkabı olarak, ham deriden yapılma çarıklar giyilirmiş. Taban ölçülerine göre kesilen ham deri, kenarlarından yine deriden kesilme iplerle büzülüp bağlanırmış. Çarıklar özellikle yaz aylarında, tozdan topraktan ve sıcaktan dolayı kurur, kuruyunca da sıkılaşıp darlaşırmış. İşte bu yüzden, arada sırada zeytinyağı veya başka bir yağ ile tabanları yağlanarak yumuşak kalması sağlanırmış. Özellikle uzun yola çıkacak olanlar bir gün önceden çarık tabanlarını iyice yağlarlarmış. Yola çıkmak, kaçıp gitmek mânialarında kullanılan bu deyim o günlerden kalmadır…………. GÜNAYDIN…ADALETLİ UMUTLU YARINLAR DİLEĞİYLE….. Dr.Kayıhan Ö. Turan  

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

EĞİTİMSİZ BİR BİLİM ADAMI

12.03.2025-Aydın Izbudak

CANLI HESAP MAKİNESİ FULLER…

Virginialı Hesap Makinesi veya Kara Tom olarak da bilinen Thomas Fuller, 1710’da doğdu. Afrika Liberya ile Benin arasında bir yerde dünyaya geldi. 1724’te, 14 yaşındayken Fuller köle olarak satıldı. Köleleştirildikten sonra Amerika ‘ya gönderildi ve sonrasında Presley ve Elizabeth Cox’un yasal mülkü oldu.

Fuller okuma yazma bilmemesine rağmen, hızlı hesap yapabilme konusunda inanılmaz bir yeteneğe sahipti. Kölelerin okuma yazma bilmemeleri yaygındı çünkü çoğunlukla eğitimsizlerdi. Zaten beyaz derililere göre en iyi düşünen ve bilen insanlar kendileriydi.

Fuller’in bu özelliğini duyanlar onu teste tabi tutmak istediler. Bir çok kişinin amacı ilk başlarda ona zor sorular sorup onunla eğlenip dalga geçmekti. Kuzey Virginia’daki eğitimcilerde, onun benzersizliğini duydular ve onu halkın önünde bir teste tabi tutmak istediler. Fuller matematik problemlerini çözebilirdi ve her zaman doğru cevaplar verirdi. Fuller, herhangi bir zaman diliminde saniye, dakika, saat, gün, hafta ve ay sayısını bilebilirdi. Ayrıca herhangi bir mesafeye ait büyüklükleri ve uzunlukları da bilebilirdi.

Başkalarının kalem ve kağıt kullanarak hesapladıklarına kıyasla genellikle doğru cevaplar verirdi. İlk soru şuydu:

“Bir buçuk yılda kaç saniye var?”

İki dakika içinde Fuller cevap verdi: “47.304.000.” Sıradaki soru şuydu:

“70 yıl 17 gün ve 12 saatlik bir adam kaç saniye yaşamıştır?”

Fuller cevap verdi:

“2.222.210,500.”

Adamlardan biri kalemi kullanarak hesaplama yaptıktan sonra cevapları doğrulamaya bile çalıştı, ancak hatalı olanın kendisi olduğunu gördü ve sonrasında yılları hesaplamayı denedi. Ama Fuller onu yine düzelterek şöyle cevap vermişti:

‘Artık yılı unutuyorsun.’dedi.

Doğru cevaplara canı sıkılan bir izleyici daha zor bir soru sormak istedi. Diyelim ki bir çiftçinin altı dişi domuzu var ve her dişi domuzun altı dişi domuzu var, ilk yıl ve hepsi aynı oranda artıyor, sekiz yılın sonuna kadar çiftçi kaç dişi domuz verecek? Fuller gözlerini kısarak kapatıp, başını önüne eğip biraz düşünüp cevap verdi.

34.588.806.

Bu soruyu soran kafadan sormuştu ve hesapları yapan uzman gurup kalem ile cevabını uzun dakikalar sonra çözebilmişlerdi ve cevabını bulurken bir kaç yanlış yapmışlardı. Fuller’a üstün matematiksel yeteneklerini nasıl edindiği sorulduğunda, bunun bir ineğin kuyruğundaki tüyleri saymak gibi çiftliklerdeki deneysel uygulamalardan geldiğini söyledi. Ve insan eğitimi sadece okulda almaz kendi kendini eğitebilir dedi.

Fuller’in canlı hesap makinesi yapan bu yeteneği küçüklükten matematiğe olan hayranlığı ve zekasından geliyordu. Daha sonra Fuller’den bir çok matematik konusunda bir çok eğitimde yararlandılar. Fuller, 1790’da Alexandria, Virginia yakınlarındaki Cox çiftliğinde öldü. Öldüğünde 80 yaşındaydı. Fuller öldükten sonra, Boston Gazetesi Columbian Centinel bir yazı yayınladı ve ondan

“kendi kendini yetiştirmiş aritmetikçi” ve “eğitimsiz bir bilim adamı” olarak bahsetti..

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Mart 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

HİNDSTAN’DA SİKKİM KENTİ

07.03.2025-Dehen ÖZBEK

“SİKKİM’E KADAR YOLUN VAR” ne demek?

Beautiful huge statue of Lord Buddha, at Rabangla , Sikkim , India. Surrounded by Himalayan Mountains it is called Buddha Park – a popular tourist attraction.

“ Sikkim ‘e Kadar Yolun Var “ Deyiminin İlginç Hikayesi: Doğru bilinen yanlış deyimlerden biri olan ‘Sikkim’e Kadar Yolun Var’, Bilinenin Aksine Argo İçermiyor.

-Sikkim, Hindistan’ın Kuzeydoğusunda Bir Vilayet… Birilerine çok kızıldığında argo bir söylem gibi kullanılan ‘Sikkim’e Kadar Yolun Var‘ deyimi aslında genellikle yanlış kullanılan ancak genel yanlışların doğru algılandığı ifadelerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Günlük kullanımda birinin yanınızdan uzaklaşmasını istediğinizde ya da çok öfkelenildiğinde kullanılan bu deyim, kızılan kişinin çok uzaklara gitmesini istediğinizi anlatıyor.

Sikkim, Hindistan’ın kuzeydoğusunda bir vilayet. Sikkim, eski zamanlarda sürgün yeri olarak kullanılması ile biliniyor. O dönemlerde cezalandırılmak istenen kişiler sürgün yeri olarak en uzak noktalardan biri olan Sikkim’e gönderiliyor. O zamanlarda şimdiki gibi ulaşım araçlarının olmadığını da hesaba kattığımızda Sikkim’e gidene kadar çekilen yolda sürgün edilen kişiye ayrı bir eziyet olarak ekleniyor.

Sikkim Hakkında Hindistan‘ın Himalaya bölgesinde bir eyalet olan Sikkim, Nepal’in doğusu, Bhutan’ın batısı, Çin’in güneyindedir. Sikkim, 18. ve 19. yüzyıllarda Butan ve Nepal ile uzun süreli savaşlar yaptı. İlk olarak 1817’de İngiliz etkisi altına girdi, ancak İngiliz Hindistanı ve Tibet arasında yarı özerk bir prenslik devleti olarak kaldı. Sikkim; bir Prenslik iken, 14 Nisan 1975’te yapılan bir referandum sonucunda, 16 Mayıs 1975 tarihinde 22. Eyalet olarak Hindistan’a bağlanmıştır. Nüfusu 2011 itibarıyla 607 bin ve başkenti Gangtok şehridir. Araştırma Dehen Özbek

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

MARMARİSLİ BİR ÇOBAN VE DENİZDEKİ MAYINLAR

23.02.2025- Sunay Akın’ın Geyikli Park Kitabından

Yıl 1915

Marmarisli bir çoban keçilerini otlatırken, denizde boncuk gibi dizili karartılar görür.. Muhtara haber verir, oradan Kaymakama, oradan komutana giden haber İstanbul’a ulaşır. Bu karartılar bir Fransız gemisinin, limanda gördüğü Alman denizaltısına karşı döşediği mayınlardır.

İstanbul’dan mayınları toplamak üzere bir deniz subayı ve üç asker gelir. . Mayınlar uzmanlar ve Marmarisli sünger avcılarınca sahile çıkarılır. Uçaklar görmesin diye üzerleri ağaç dalları ile örtülür. Mayınları taşımak için “lök” denilen develer bulunur. Ancak mayınlar develere nasıl yüklenecektir ? Görgü tanığı İsmail Hakkı Kutay anlatıyor ;

“Çözümü Marmarisli denizciler buldu. Mayının tepesine halattan bir simit yaptılar. Bir de altına aynından yaptılar. Aşağıdaki simitle yukarıdakini birbirine bağladılar. Develere yüklediler. “ Mayın kervanı uzun bir yolculukla Gökova’ya gelir. Arabalara yüklenir, Aydın’a götürülür, oradan trene yüklenir ve İstanbul’un yolunu tutar. Doğru Haydarpaşa. Haydarpaşa’dan mayın gemisine yüklenir rota Çanakkale’dir..

O mayınların öyküsü orada bitmez.

“Ne Batı cephesindeki Alman topu, zehirli gazı, ne de onların dahiyane planları bize o kadar tesir etmedi. Nispetine göre en etkili şey neydi bilir misiniz : Türklerin Çanakkale Boğazı’na attıkları ve demir bir tel üzerinde sallanan 20 adet mayın.. Bu, bize yüz binlere mal oldu..” (Churchill) Winston Churchill ‘in şikayet ettiği bu mayınları döşeyen gemi bilindiği gibi Nusret veya diğer adı ile Nusrat gemisidir. 17 Mart günü Nusrat ,müttefik savaş gemileri boğaza girmek için beklerken, mayınlarını serin sulara çoktan bırakmıştır. Bırakmıştır bırakmasına ama ; Akşama doğru bir uçak geçer boğazın üstünden. Bu uçak “Ertuğrul” isimli bir Türk keşif uçağıdır. Uçakta iki kişi vardır. Pilot Yüzbaşı Cemal Bey ve yanında yer alan makinist-montör Mehmet Bey . Çok önemli bir tespit yaparlar. Boğaza döşenen mayınlar yoktur..

Boğaz temizdir. Müttefik mayın tarama gemileri boğaza dökülen mayınları temizlemiştir ! Hemen harekete geçilir ve Nusrat gece yarısı ikinci defa boğaza sessizce süzülür ve yirmi altı kadar mayını sulara bırakır. İşte boğaza giren İngiliz ve Fransız zırhlılarını birer alev topuna dönüştürüp Çanakkale Boğazının derinliklerine gönderen mayınlar Marmaris’ten gelen o mayınlardır ve Ordu’nun elindeki son mayınlardır. Bunca eziyet ve emek yerini bulmuş, Marmaris’e bir Fransız gemisinden dökülen o mayınlar dönüp dolaşıp Çanakkale boğazına giren kendi zırhlılarını onlara mezar etmiştir..

Bu keşfi yapan uçak Kaz dağlarında düşüp hurdaya dönen ama Pilot Cemal ve yardımcısı Mehmet Bey tarafından büyük bir gayretle onarılıp hurdadan uçar hale getirilen ve onların koyduğu isimle “Ertuğrul “ adını alan iki kişilik bir pırpırdır.. Onlar, mayınların temizlendiğini görmeselerdi savaşın kaderi çok farklı olacaktı. Pilot Cemal Bey ve Rasıt (gözlemci) Mehmet Bey’e rahmet ve minnet dualarımız ulaşsın..

Rasıt Mehmet Bey diğer adı ile Vahran Bey. .Evet Rasıt Mehmet Bey’in asıl adı Vahran’dır ve Ermeni bir Osmanlı vatandaşıdır.. Ruhları şad olsun.. (Öyküler Sunay Akın’ın Geyikli Park Kitabından.)

Çanakkale savaşı milyonlarca öykü barındırır. Bir kahramanlık savaşıdır. Askerlerce ve askerce yapılan bir savaştır. Askerlik mesleğinin bütün özelliklerini taşır. Cesaret ve asalet ve onur. Yaraladığı askere su veren , yaralı düşman askerini sırtında cephe gerisine taşıyan , siperler arasında zaman zaman samimiyet ve sonra kıyasıya savaş. Onlar gerçek askerlerdir. . Çanakkale Savaşı sonuç itibarı ile Osmanlıyı kurtaramadı. Ama emperyalizmin esas yenilgisi orada başladı. Bize Mustafa Kemal Paşa’yı ,o büyük kahramanı hediye etti.. Tüm dünya o’nun bir askeri deha olduğunu orada fark etti. Mustafa Kemal’siz Çanakkale savaşını anlatamazsınız.. alıntı

🇹🇷
 
Yorum yapın

Yazan: 23 Şubat 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,