RSS

Kategori arşivi: Bilinmeyenler

MELİH CEVDET ANDAY’IN YOKSULLUK GÜNLERİ

20.06.2024- M. Cevdet ANDAY

13 yaşındaydım.

Ortaokula gidiyordum.

Babam öleli 2 yıl olmuştu.

Yoksul düşmüştük.

Annem terzilik yapıyordu, zar zor geçiniyorduk.

Büyük bir evin iki odasında oturuyorduk.

Kitaplarımın çoğu noksandı, okul çantam bile yoktu…

Bayram geldi.

Annem ne yaptı etti, bana bir ayakkabı aldı.

Bir pantolonla bir gömlek dikti.

Sabah erkenden kalkıp giyindim.

Bir gün önceden sözleşmiştik.

İki arkadaşım beni evden alacaklar, birlikte bayram yerine gidecektik.

Atlıkarıncaya, kiralık bisikletlere binecek, tatlıcıda tatlı yiyecektik.

Belki sinemaya da gidecektik…

Annemden para istedim.

“Paramız yok oğlum,” dedi.

Çılgına dönmüştüm, arkadaşlarım neredeyse geleceklerdi.

Onlara ne diyebilirdim?

Parasız olduğumuzu,

Bu yüzden bayram yerine gidemeyeceğimi söyleyemezdim ya…

Hırçınlaşmıştım, üstümdekileri çıkarıp duvarlara atmaya başladım.

Beni üzgün üzgün seyreden annem, o zaman dolaptan çantasını çıkardı, para aradı.

Bula bula bir lira buldu.

Kadıncağızın bir lirası kalmıştı yalnız, bütün parası oydu.

O bir lirayı bana uzattı:

“Haydi giyin,” dedi,

“Bir lira yetmez mi?”

Bir lira o zaman büyük paraydı.

Oraya buraya attığım elbiselerimi ayakkabılarımı topladım.

Yeniden giyindim.

Paramı cebime koyup arkadaşlarımı beklemeye başladım…

Geldiler.

Biraz oturdular.

Annem onlara şeker ikram etti, ikisini de okşadı, öptü.

Sonra: “Haydi artık gidin!” dedi.

“Güzel güzel eğlenin!”

Sokağa çıktık.

Çok neşeliydim, kabıma sığamıyordum.

Fakat köşeyi dönerken evimize baktım.

Annem pencereden uzanmış, gülümseyerek bana el sallıyordu.

O zaman içimden bir ağlamadır geldi, gözlerim dolu dolu oldu.

Tıkanıyordum.

Ağladığımı belli etmemeye çalışarak arkadaşlarıma:

“Ben gelmeyeceğim” dedim.

Neden olduğunu anlamadılar.

Biri: “Paran yok ondan gelmiyorsun.” dedi, alay ederek.

Elimi cebime attım ve bir lirayı çıkarıp gösterdim:

“İşte para!” dedim.

Beni orada bırakıp gittiler…

Bir süre sokaklarda sersem sersem dolaştım.

Kimseye göstermeden hıçkıra hıçkıra ağladım.

Sonra gözlerimi sildim.

Elimden geldiği kadar neşeli olmaya çalışarak eve döndüm.

Annem beni görünce:

“Neden döndün?” diye sordu.

“Canım istemedi” dedim ve cebimden bir lirayı çıkarıp anneme uzattım…

Zavallı kadıncağız, çok şaşırdı.

Parayı elimden alıp masanın üstüne koydu.

Sonra beni kucakladı, göğsüne bastırdı.

O da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Ben ağlamıyordum artık.

Annemin yüzünü öptüm ağlamamasını söyledim.

Artık üzüntülü değildim…

Bayram yerine gidemediği için üzülmek;

Benim gibi koca bir çocuğa,

Bir ortaokul öğrencisine yakışmazdı…

Olgun bir adam olmuştum birdenbire 🙏🙏💖💖

Melih Cevdet ANDAY

GÜLÜMSE BLOG- ALINTI

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

ARKA TAŞI VE ARKADAŞ

17.06.2024- ERGUVAN AĞACI

Arka-taşınız çok sağlam olsun İnşallah 💙

Evet yanlış duymadınız ARKATAŞI Hatta arka taşlarınız çok olsun…

Eski Türklerde gençler savaşırken arkalarından hançerlenmemek, oklanmamak için sırtlarını bir ağaca, kayaya, taşa dayayarak savaşırlarmış. (En sağlam ve en güvenilir yer)

Tabi bozkur hayatı yaşandığı için de, doğal olarak savaş anında büyükçe bir kaya (düz bir mermer gibi) sırta sarılırmış. Yılar içinde bu taşın adı ARKA-TAŞI olmuş.

Zaman içinde de “Arkadaş” şeklinde dilimize yerleşmiş. Ve bugün bizi arkadan vurmayacak, en samimiyetle güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim olmuş. #Arkataşı – #Arkadaş

kaynak erguvan ağacı

BİLKE YORUM: Arkadaşlık, bireyler arasındadır. Bir kişinin, arkasını dayayacak dostu varsa ne mutlu ona. Akrabalık bağlarından da yakın olur arka taşı olmak.

Ülkeler arası düşünebiliriz. Amerika İsrail, birbirine arka taşı olurlar. Mülteciler konusunda, Avrupa ülkeleri birbirine arka taşıdır. Türkiye’yi ise mülteci akınına açık devlet haline getirerek, kendilerini korurlar. Bu konuda kim arka taşı olmuştur Türkiye’ye?

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

İNSAN KURBAN ETMEDEN HAYVAN KURBANINA GEÇİŞ

16.06.2024-A. Yaşar SARIKAYA

Tarih boyu insan, ne ilkel dönemler yaşamış ve ne çok aşamalardan geçmiştir. Birbirini öldürmüş, vahşi hayvanlar gibi yaşam sürmüştür. Hayatta kalmak uğruna geçen binlerce yılda, aile olma, barınma, avlanma, toprağı ekme biçme ve toplu yaşamanın bilincine varmıştır.

Çözemediği doğa olaylarından korkmuş; fırtına tanrısı, rüzgar tanrısı, güneş tanrısı gibi bir çok inanca sığınmıştır. Genç kızları ve erkek çocukları tanrılara kurban ederek, tanrıların kendilerini koruduğuna inanmıştır. Dünyanın her yerinde geleneğe dönüşen tanrılara insan kurban edilmesi ritüeli, İBRAHİM Peygamberin gördüğü rüya ve kıssa ile insanlığa yeni bir kapı aralamıştır.

İnsan, genellikle örneklenen olayın özüne bakmak yerine, hikayeyi yüceleştirmeyi seçer. Bu, MÖ. 2000-3000 yıllarında, insan kurban etmenin yanlışlığını anlatan ve de örnekleyen İbrahim Peygamber’in, insanlığa idraki bir armağanıdır. Olay, tüm semavi kaynaklarda olduğu gibi, kil tabletlerde de değişik adlandırmalarla yer almaktadır.

Günümüzden beş bin yıl önce, “insanları tanrılara kurban etmeyin” uyarısıdır bu. Hac Suresi 37. ayette” kestiğiniz kurbanların kanı bize ulaşmaz, ancak takvanız ulaşır” der Kuran. Kan mı öne geçer takva mı ne dersiniz?

İnsan, ayakları yere sağlam bastığında, kendi donanımının farkında olduğunda, dünyadaki yerini bildiğinde kuvvetli olmaz mı? (Kavi- kuvve- takva) Kendini bilmeden dünyadaki bütün hayvanları kurban etsin, fayda sağlar mı? Kıssaların hisselerinin ortak paydası hep bilinçlenmektir.

İnsanlık, bilinçlenme yolunda daha çok yol kat edecek gerçekten. Yapay zekayı geliştirirken, kendi egosu ve doymayan hırsını büyütüp beslemesin ve dünya herkesin eşit koşullarda yaşadığı alan olsun dileyelim.

Dr. Faruk ÇOLAK, akademik araştırmasında konuya yer veriyor:

Genel anlamda kurbanı, yani insan dışı bir varlığın kurbanını bir kenara bırakıp, insan kurban etmeye bakarsak karşımıza oldukça karmaşık ritüeller ve anlatmalar silsilesi çıkmaktadır. Kitab-ı Mukaddeste, insan
kurban etmeyle ilgili olarak Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmek istemesiyle ilgili hadise anlatılır (Green 2001).

Kur’an’da ise Kitab-ı Mukaddes’teki vak’anın benzeri yer alır. Ancak, Kitab-ı Mukaddes’te kurban
edilmek istenen İshak’ın yerine Kur’an’da Hz. İbrahim’in hangi oğlunu kurban etmek istendiği belirtilmez. Hatta olayın rüya merkezli anlatılması, insan kurban etmenin gerçekliğini bile tartışmalı bir duruma getirmektedir. (Kur’an-ı Kerim 1983: 448,449)2.

Bu bilgilerden semavî dinlerin ortaya çıktığı dönemlerde insan kurban etme geleneğinin varlığını sürdürdüğü sonucu çıkarılabilir. Semavî dinlerin merkezi sayılan Arap yarım adası sakinleri arasında, yani Araplarda insan kurban etme geleneklerinin
(Susa 2005: 148) olduğunu biliyoruz. Ancak Susa, Arap toplumlarında insan kurban etmenin kanlı mı, yoksa kansız mı -diri diri gömme- yapıldığı konusunda yeterli bilgi vermemektedir. Kur’an’ın indirildiği dönemde Arap topluluklarında insan kurban etme geleneklerinin kız çocuklarının diri diri gömülmesi şeklinde uygulandığı çeşitli dinî konuşmalarda günümüzde bile anlatılmaktadır.

Tarih boyunca semavî dinlere bağlı anlatmaların haricinde Maya, İnka ve Azteklerde insan kurban etme geleneğine bağlı olarak genellikle esirlerin kurban edildiği (Leon-Portilla 1963; Erginer 1997: 79) ve Hititlerde yaygın olmamakla birlikte insan kurban etme ritüelinin varlığı bilinmektedir (Kınal 1987: 222). Keltlerde insan kurbanı çeşitli biçimlerde olmakla birlikte ağırlıklı olarak kılıç darbesiyle öldürme (Eliade 2003: 172)3 ve Cermenlerde ise, insanı öldürmekten çok ona benzeyen bir varlığın parçalanması (Eliade 2003: 177)4 şeklinde uygulamalar vardır”(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/156862)

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , ,

AVOKADOYA MEKRUH DEMİŞLER 250 SENE SONRA GELMİŞ

14.06.2024- Gülümse

300 Yıl Önce Osmanlı’da Yetiştirilirken Günah Sayıldığı İçin Ağaçları Yakılan Avokado Meyvesinin Hikâyesi;

Avokado’nun anavatanı Meksika’dır ve tarihi MÖ. 10 bin yıllarına kadar dayanır. Timsah armudu da denen bu meyve oval şeklindedir ve armuta benzer. Oldukça da besleyici bir meyvedir. Tropikal iklimde yetişen avokado bugün Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde de yetiştirilir. Peki ya çok önceden de yetişiyordu desek?

Evet, yaklaşık 300 yıl önce Osmanlı’da da avokado yetiştiriliyordu. Osmanlı döneminde yaşayan 1688 doğumlu Molla Kamil Efendi, din alimi olmasına rağmen pozitif ilimlerle de ilgilenen bir beyefendi. Hatta ailesinin buna itiraz etmesine rağmen eğitim almak için Roma ve Paris’e kadar gitmiş biridir kendisi.

Molla Kamil Efendi, buralarda özellikle nebatiye ve ziraat ilimlerinde eğitim almış ve İstanbul’a geri dönmüş. Ağabeyinin aracılığıyla da sarayda bostancıbaşının yanında çalışmaya başlamış. Çalışkan ve azimli Kamil Efendi’nin dikkatleri üstüne çekmesi 1720 yılında yaşanan bir olaya dayanıyor.

Bu tarihte İstanbul’daki lale bahçelerinde nedeni anlaşılamayan bir hastalık tüm laleleri mahvetmiş. Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da bu meseleyi çözmesi için Kamil Efendi’yi görevlendirmiş. O da öğrendiği bilimsel yöntemlerle hastalığı tedavi etmiş ve “Halaskaran-ı lalezar” lakabı ile sarayın takdirini kazanmıştır.

Ayrıca Kamil Efendi’ye müfakat olarak da Yalova’da ziraat çalışmalarını yapması için bir arazi tahsis edilmiştir. Kamil Efendi’nin burada yaptığı en ilginç çalışma ise Fransa’da görüp çok beğendiği avokadoyu Anadolu şartlarında yetiştirmeye çalışması olmuştur.

Uzun uğraşlar sonucunda avokadoyu Yalova’da yetiştirmeyi başarmış ve mahsulünü saraya takdim etmiştir. Kamil Efendi bunu yaparken avokadonun faydalı olduğunu, leziz bir tada sahip olduğunu söylemiş.

Meyvenin tadını beğenen Damat İbrahim Paşa verdiği davetlerde insanlara avokadoyu ikram etmeye başlamış ve moda haline gelen bu egzotik yiyecek kısa zamanda İstanbul seçkinleri tarafından benimsenerek sofralardaki yerini almıştır. Ancak Kamil Efendi halkın da istifade etmesini istese de bu meyve halka inememiş, sadece yüksek zümredekiler arasında tüketilmiştir.

Ancak “avokado modası” çok uzun sürmemiştir. Tarih 1730 yılını gösterdiğinde Osmanlı Devleti’nde Patrona Halil ayaklanması çıkar ve isyancılar Damat İbrahim Paşa ve Kamil Efendi’ye zulmederek öldürür.

Ayaklanmaya katılan bir grup, avokadonun timsah ile ağacın birlikteliğinden olduğu söylentisini yaymıştır. Avokadonun mekruh olduğu, Müslüman memlekette üretilmesinin ve yenilmesinin caiz olmadığı fetvası verilince de Yalova’daki bütün avokado ağaçları yakılarak tahrip edilmiştir.

Türk tarihinde modern bir anlayışla çalışan bu bilim adamının yaptıkları böylelikle bir grup yobaz tarafından engellenmiştir. Avokadonun faydalı bir meyve olduğunu tekrar keşfetmemiz ve ülkemize geri gelmesi de 250 seneyi bulmuştur.🙏🙏💖💖

BİLKE YORUM: Yıllar yıllar önce nelere günah denilmedi ki. Matbaaya, müziğe, arabaya, TV’ye ve daha birçok yeniliğe. Elektrik bile kafir icadıydı, masada yemek yemek günah denirdi. O fikri savunanlar, şimdi lüks arabalarda geziyor ve lüks içinde yaşıyorlar. AVOKADO bile onların azizliğine uğramış.

Çin Seddi yapılmış yapılmasına da, düşman casuslar, set bekçilerine para verip rahatça içeri girmişler. İradesinin ve vicdanının bekçisi olamazsa insan, kendine yasaklardan duvarlar örse de, İBLİS içinde beslenip büyüyorsa kar etmez.

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

EKMEK PULUNDAN SÜMERBANK FIRININA YOLCULUK.

09.06.2024-İlhan ÖDEN

1975 ve daha önceki yıllarda ekmeklerin altına hangi fırında pişirildiğini belirten pullar yapıştırılması zorunluydu. Bunun zannedildiği gibi reklamla falan alakası yoktu. O zamanlar özellikle ekmekte belediyelerin sıkı denetimi vardı. Sağlık şartlarına uygun pişirilmiş mi? İçinde yabancı madde var mı? En önemlisi belediye tarafından belirlenen ağırlıkta mı olduğu, zabıta memurları tarafından sık sık fırınlara baskın yapıp, kontrol edilirdi.

Bakkallarda farklı fırınlardan gelip satılan ekmeklerde herhangi bir kusur görülür, vatandaşlardan şikayet gelirse ekmeğin arkasındaki pullardan hatalı fırın tespit edilir, hakkında işlem yapılırdı. Hala önemli ama o zamanlar en önemli gıda maddesi ekmekti.


Çoğunuz hatırlamazsınız ama Ramazan ayı geldiğinde ekmeklerin üzerine susam eklenirdi. Zamanla yapıştırılan pulların arkasındaki ekmeğin yenilmediği, ekmek israfına sebep olduğu, bazen de kağıtların yanlışlıkla yenildiği öne sürülerek, bu uygulamadan vazgeçildi.
Bence yararlı bir uygulamaydı, sanki şimdi ekmek israfı önlendi mi? Ekmek kalitesi o kadar düştü ki artık imkanı olanlar normal ekmek yemiyorlar. Fırınlardan mısır ekmeği, tam buğday, sarı buğday, ekşi maya, Çavdar ekmeği, Kara kılçık ekmekleri gibi özel unlardan yapılıp 30 lira civarında satılan ekmeklerden alıyor birkaç gün bayatlamadan kalan bu ekmeklerden alıp yiyorlar. Ben de bu ekmeklerden alıyorum ama birkaç kere alınca bıkıp, başka çeşidi deniyorum.
Ben Sümerbank çocuğuyum, Nazilli Sümerbank lojmanlarında doğdum, Sümerbank ekmeğiyle büyüdüm. Aslında tam aradığım şey çocukluğumdaki, fabrika fırından yeni çıkmış, fırından alp eve getirinceye kadar farkına varmadan yarısını yediğim sıcak ekmeğin burnumdaki kokusu ve tadı. Acaba sizler de benim gibi mi düşünüyorsunuz? Sümerbank çocukları. Sağlıcakla kalın. İLHAN ÖDEN- NAZİLLİ SÜMERBANK 

BİLKE YORUM: İlerliyor muyuz yoksa geriliyor muyuz düşündürüyor insanı. Ekmeğin üzerine üreten fırının markası neden yapıştırılmıştır? Fırıncıyı zengin etmek, kodamanların rant elde etmesini sağlamak için değil. Ekmeğin hazırlanışı ve pişene kadar geçirdiği adımların halka zarar vermesini önlemek için denetim ve kontrol amaçlı yapılmıştır. Devlette atılan tüm adımlar, halka ve yerel zenginliklerimize değer katma amaçlı olmalıdır.

TL’nin ABD doları karşısındaki değeri (Dolar kuru), 1923-38 yılları arasında, en düşük 1.28, en yüksek 2.12 TL olarak belirlenmiştir.  Savaştan çıkmış bir ülke, dünya devleri ile yarışmıştır. Her ayrıntı, bize bu memleketi ne kadar hor kullandığımızı vurguluyor. Sorumluluk bilinciyle hareket edecek toplum olalım.

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

ELVİS’İN KONSERİNDEKİ KÖR KIZ

08.06.2024- Elvis PRESLEY’İN ANILARINDAN

Bu anı Norfolk Scope, 20 Temmuz 1975 konserinde yaşanmıştır. Gerçekten Elvis’in insani yanını, çocuklara sevgisini, merhametli oluşunu ve mükemmel bir kişilikte oluşunu gösterir niteliktedir. 

20 Temmuz 1975’te bir konser sırasında şarkılar arasında Elvis şakalaşıyor ve atkı dağıtıyordu, sahnenin sol ucunda duran küçük bir kızı fark etti. Yaklaştı ve önünde diz çöktü.

Kör olduğunu anlayan Elvis ellerini tuttu ve birkaç dakika onunla konuştu. Seyirciler küçük kıza söylediklerini duyamıyordu çünkü mikrofonu ağzından uzak tuttu. Sonra eşarbını öptü ve onunla iki gözüne de dokundu. İşi bittiğinde atkıyı aldı ve kızın yüzüne yaklaştırdı. Kız orada kaldı Elvis’in yaptığına güvenerek. Çocuk doğduğundan beri kördü.

Elvis konserden sonra kızın annesiyle konuştu ve görme yeteneğini geri kazanmak için ameliyat parasını ödedi.

O kız Bu gün grafik sanatçısı …..

BİLKE YORUM: Sanatçılar topluma örnektirler. Eserlerinin, insanlardaki etkileri çok büyüktür. Erişmek isteyip erişemedikleri yerlere ulaşanları gördüklerinde, aynada kendilerini gördüklerini düşünürler ve onları yüceltirler.

İnsan, bilim adamı, müzisyen, şarkıcı, tiyatrocu, şair, yazar, karikatürist, ressam…….vb. daha çok meslek sahibi olabilir. Halkın içine girmek, halkın yanında durmak, halk ile halk olmak kolay değildir. Halk böyle sanatçıları yüreğinin içinde yaşatır, onlara öykünür. Siyaset ARENASI, iktidar ve muhalefet kanadında küreselleşen dünyanın paralelinde durum alırken, sanatçıların görünmez gücü olumlu etkileşimler yaratmalıdır.

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

Fransa’dan gönüllü iade alınan pişmiş toprak figürü

05.06.2024-KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Ülkemize gönüllü olarak Dinçer Denis ERKE tarafından iade edilen 1 adet pişmiş toprak kadın figürini ile 1 adet erkek figürin başı Fransa’dan Türkiye’ye getirilerek 07.06.2021 tarihinde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde muhafaza altına alınmıştır.


Paris’te faaliyet gösteren bir Müzayede evinden 2016 yılında satın alınan pişmiş toprak kadın figürini ile erkek figürin başı, Orta Tunç Çağı II (M.Ö. 1800-1600) dönemine tarihlendirilmektedir. Adı geçen kişi, eserleri ülkemize gönüllü olarak iade etmek için 22.04.2021 tarihinde Paris Büyükelçiliğimiz kanalıyla başvuruda bulunmuş ve aynı gün Paris Kültür ve Tanıtma Müşavirliğimize teslim etmiştir.
Elleri göğsünde ve ayakta duran yassı formlu özellikleri ile pişmiş toprak kadın figürinin, Anadolu’da, Doğu Kilikya, Amik Ovası ve Güneydoğu Anadolu (Fırat Nehri’nin batısı) Bölgesinde yayılım gösterdiği bilinmektedir. Çıplak kadın figürinlerinin bereketi ve doğurganlığı temsil eden tanrıça kültü ile ilgili faaliyetlerde kullanılan dini bir nesne olma olasılığı yüksektir.
Kültür varlığı kaçakçılığının önlenmesi ve yurt dışında bulunan ülkemiz kökenli eserlerin geri kazanılması amacıyla Bakanlığımızın ilgili kurumlarla koordinasyon halinde yürüttüğü faaliyetler konuya duyarlılığı artırmaktadır. Bu doğrultuda, gönüllü iadeler memnuniyetle karşılanmakta ve yapılan çalışmalara katkı sağlamaktadır.

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Haziran 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

101. KOVAN İŞTE O KOVANDI

25.05.2024- Yaşar Aktaş- Alıntı

1921 martında İnönü ovasında Ethem çavuş evladı gibi sevdiği 75 lik

Topla 18 saattir düşman mevzilerine isabetli atış yapmaktadır

Ethem çavuş bir mermi Daha almak için sandığa elini atınca bir gariplik fark eder

Bir merminin üzerine yazı yazılmış çaputla da bir çivi sarılmıştır.

Yazıyı okumaya zaman yoktur mermiyi ateşler Düşen kovanı bir kenara bırakır herkes merak içindedir kovanda ne yazıyor diye. Hava kararır atışa ara verilir komutan askerlerin meraklı bakışları altında kovanı eline alır yazıyı okur.

Seyfi çavuş 4 alay 3 tabur 8 batarya 7 ocak 1921 inönü

Bu mermi 2 ay önce İnönü’de kullanılmış. Ankara imalatı harbiye de çalışanlar yazıyı fark edince kovanın üstüne çaput ile ucu inceltilmis bir çici bağlayarak tekrar cepheye yollarlar. Kovan Ankara’ya tekrar döndüğünde üstünde yeni yazı vardır.

Aksekili ethem çavuş

8 alay 3 tabur 1 batarya

20 mart 1921 İnönü.

Kovan tekrar düzeltilir barut doldurulur mermi çekirdeği konulur çivi çaputla sarılır cepheye gönderilir böylece kovan üzerindeki mesaj sayısı 8 olmuştur.

Tarih 9 eylül şanli Türk ordusu İzmir’e girer. Aynı tarihlerde kovan Ankara’ya döner. Bu sefer kovanın üzerinde bir künye birde mektup vardır. Kamil usta mektubu açar herkesin duyacagı bir sesle okumaya başlar. Allaha şükürler olsun düşman kaçıyor muzaffer Türk ordusu düşmanı kovalıyor güzel İzmir’e yakınız artık iki gün önce Banazdaki muhaberede Seyfi Çavuş Şehit düştü künyesini ailesine göndermek istedik ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik kovandaki yazılardan anladık ki bu topçu neferinin bir ailesi de siz olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini size yolluyorum yüzbaşı Muhsin Talat 4. alay 2 tabur 8 batarya 5 eylül 1922 Salihli

İmalatı harbiyede herkes ağlıyordu hiç tanımadıkları halde yazıyla kardeş oldukları seyfi çavuş vatan uğruna şehit düşmüştü. Kamil usta ağlayarak tezgahın başına geçer kovanı yenilemeye başlar seyfi çavuşun künyesini iki perçinle kovanın dibine sabitler.

Savaş bitmiş zafer kazanılmış kovanın gönderilmesine gerek kalmamıştır. Teğmen Hamdi Vasıf mühimmat depolarında yapılan sayım esnasında mermiyi bulur. O esnada MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Çankaya’daki sofrasında ayağa kalkmış bıçağını hafifçe tabağa vurarak

Beyler yarın cumhuriyeti

İlan edecegiz diyordu

Ertesi gün mecliste yaşasın cumhuriyet sesleri dalgalanıyordu.

Cumhuriyetin ilanı 101 pare top atışıyla kutlanır

101 inci kovan o kovandı evlattı evladıydı Türk milletinin bu son top topyekün bir milletin sesi oldu O sesin sahibi

Gazi kovan bugün M.K.E .Müzesinde cumhuriyeti yaşamaya devam ediyor

Yaşar Aktaş- kültür ve merak grubu

BİLKE YORUM: Sosyal medya gruplarında dolaşan bir yazıyı paylaşıyoruz. Cumhuriyetin kıymetini bilmek ve yeniliklerine değer vermek amacında birlik olmalıyız. Orta Doğu ülkelerinde yaşananlar, İsrail’in Filistin Halkına tutumu, İran uçak kazası, Libya, Mısır, Irak olayları sorumluklarımızı hatırlatmalı. Kitap okuyan, dünyadaki gelişmelerden ve olaylardan haberdar olan toplum olmalıyız. Tek düze, parti odaklı ve dar açılı bakmamalıyız. Su savaşları, buğday savaşları planlarını kurgulayanlara karşı, YERLİ ÜRETİMİ desteklemek görevimiz olmalı. Topraklarımız boş kalmamalı, kendimiz üretip kendimiz pazarlamalı, ele muhtaç olmamalıyız.

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Mayıs 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

“SİNOP ADADA GÖMÜLÜ ALTIN SABAN” ANLATISI

24.05.2024- Mustafa GENÇ- Gazeteci

Sinop bir çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış tarihi bir şehirdir. Geçmiş tarihimiz boyunca burada yaşamış insanların büyük çoğunluğunu da Türklerin ve Rumların oluşturduklarını biliyoruz.

Yine Ünlü Seyyah İbni Batu’ta da yazmış olduğu kitabında; Sinop’un Ada düzlüğünde 11 tane Rum köyünün olduğundan stayyişle bahsetmektedir. Bu önemli Şahsiyet kitabında, Adadaki Rum köylerinde yaşayan insanların tarımla uğraştıklarını, Sinop’ta da çok sayıda Rumların yaşadığını yazmaktadır.

Yine Sinop’ta yaşayan kişilerin büyük bir bölümünün duydukları ve konuştukları gibi, şehrin Yarımada düzlüğünde herhangi bir yerde ‘Altın Saban’ veya önemli kişi ve devletlerin hazinelerinin gömülü olduğu sanılıyor.

Böyle bir konunun mümkün olup olmadığına inanmak için de Sinop’un tarihi yapısını çok iyi incelemek gerekiyor. Sinop şehrinde bir çok medeniyetlerin, güçlü kavimlerin uzun yıllar içersinde hüküm sürdüklerini bildiğimiz de , bu tür hazinelerin varlığını da boş bir hayal olarak değerlendirmememiz gerekir.

Sinop tabii bir liman olduğu için, Karadeniz’in sığınılacak güvenli tek limanı durumundaydı. Bu nedenle de buradaki ticaret hacmi bir çok yerleşim yerlerinin üzerinde seyrediyordu.

Sinop şehri tarihin belli bir döneminde ‘Devlet’ olarak hüküm sürmüş, adına para bile bastırılmıştır. Bunun yanında Sinop’ta Balatlar Kilisesinde başlatılan kazılar şehrimizin tarihi ve geçmişi içinde büyük önem taşımaktadır.

Bu tarihi yerde kazı başlangıcındaki törende bir konuşma yapan Kazı başkanı Gülgün Hoca ; Balatlar Kilisesinin bir bölümünde KOSTANTİNAPOLİS’in hazine odasının bulunabileceğini, bu konuya gerekçe olarak; Kostantinapolis’in Anadolu da kendine ait bazı önemli toprakları kaybetmesiyle başlayan süreçte büyük sıkıntı içine girdiğini, bu nedenle de o yıllarda nüfusun büyük çoğunluğu Rumlardan oluşan ve savunması da güçlü olan Sinop’a yöneldiğini konuşmasında belirtmişti.

Yine Sinop’ta gizli bir yerde Altın Saban’ın bulunduğuna dair Sinop’lu vatandaşlarımız babalarından, dedelerinden ve büyüklerinden duydukları hikayelerini çeşitli ortamlarda sürdürmeleri bu işin önemli bir ayrıntısıdır.

Yine konuştuğumuz bazı Sinop’lu büyüklerimiz, daha önce Sinop Şehir Parkında, bu gün ise Sinop Müzesinin bahçesinde sergilenen iki aslan heykelinin, ilk bulunduğu yerdeki pozisyonunda, Aslanların bakışlarının kesiştiği noktada hazinenin bulunduğunu bize söylemiştir. Bununla birlikte Eski Müze Asistanı Fuat Dereli de Aslan Heykellerinin Lonca kapısından alınarak Şehir parkına konulduğunu bize açıklamıştı.

Altın Saban’ın Adanın değişik yerlerinde olabileceği belirtilirken, Karakum’un üzerinde bulunan yüksek tepenin isminin ‘Altın Tepe’ olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Bunların yanında Eski Amerikan Radarının Sinop’a bakan yüzünde bulunan ‘Yıkık Kaleyi’ de yine gözden kaçırmamak gerekir. Çünkü geçtiğimiz yıllarda Müze Müdürlüğü nezaretinde bu bölgede belirlenen bir yerde, dozerle yapılan aramanın amacını yine bir çok Sinoplu’nun çok iyi bildiğini zannediyorum.

Kısaca Sinop’ta gizli bir yerde önemli bir hazinenin bulunduğu tahmin ediliyor , ancak bu hazinenin ne zaman toprak altından gün ışığına çıkarılacağı ne yazık ki bilinemiyor. Haydi hayırlısı diyoruz….

Mustafa Genç-Gazeteci

 
Yorum yapın

Yazan: 24 Mayıs 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

BUNALIYORUM ÇOCUK…

21.05.2024-Şerafettin GÜÇ-Karamanoğulları Tarihi Araştırmacısı Eğitimci Yazar

“Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum…” Bu sözler cumhuriyetimizin kurucusu ve Türk Devrimi’nin büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Peki, Atatürk’ü bu sözleri söylemesine iten sebep neydi?

0 yıl süren bir savaş sonucunda Anadolu yıkıntıya dönmüş, halkı ve doğal kaynakları sömürülmüş, insanları cahil bıraktırılmıştı. Elbette, bitkin ve yorgun bir ülkede savaşı kazanmış olmak yetmeyecekti, ülkeyi kalkındırmak ve ilerletmek gerekiyordu.

Üstelik yatırım yapacak para yokken, Osmanlı’nın borçları da ödeniyordu. Bu da yetmezmiş gibi, dünya ekonomik bunalımı çıkageldi.

Bunalım, bir şeyler üreterek satmaya çabalayanları da yiyip bitirecekti.

İşte bu koşullar altında kıvranan halkının sıkıntılarını doğrudan ondan dinlemek için, Gazi yurt gezisine çıktı. Yol boyunca dura dura, halkı dinleye dinleye 6 Mart 1930 günü Isparta üzerinden Antalya’ya ulaştı. Gazi, kaldığı evin bir odasına Hasan Rıza Soyak’la birlikte çekilerek, kapıyı kapatır ve bir koltuğa oturur:

BUNALIYORUM ÇOCUK

Çok yorgun ve sinirlidir. Elleri titreyerek sigarasını yakar ve şöyle konuşur:

Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde devamlı dert, şikâyet dinliyoruz… Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde… Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin hakiki durumu bu işte.

Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden aymaz, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş.

Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın aklında kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek alışkanlığıdır. İşte bu zihniyetle; herkes, her şeyi Allah’tan bekleyiş ve rahatlık içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; ama nihayetinde ben de bir insanım be birader, sihirli bir gücüm yok ki…

İleri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, insan gücünün üstünde, gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?

KAYNAK

Atatürk’ün özel kalem müdürlüğünü yapan, en yakınındaki isimlerden Hasan Rıza Soyak’ın “Atatürk’ten Hatıralar” kitabından alıntıdır.

(1) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2019.

(2) Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1995.

(3) Yalçın Kaya, Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri, Cilt 2, Tiglat Matbaacılık, 2001.

BİLKE YORUM: Yaramaz çocuklar vardır, anneleri ne derse desin inadına tersini yaparlar. Toplum sahnesinde aynı örnekleri görmekteyiz. Gruplaşmaların amacı, inatlaşmak yerine erişeceği sonlar için üretmek olmalıdır. Nedense takıntı, bilinç kanallarını tıkıyor ve bağlıyor. Kuru kuru boş tartışmalara yol açıyor. El etek öpme ve padişahlık sevdası hiç durmadan dile getiriliyor. Aralarında ağzından emdiği süt burnundan gelen bebeğin de olduğu 20 çocuk, bir gecede babası tarafından boğduruluyor. Bu durumun övünülecek neresi var? DLT’ den sonra hiç Türkçe sözlük ve Türk kültürü çalışmaları yapılmıyor. Bununla övünmeli miyiz?

Üreten bir lider olan ATATÜRK, gelecek kuşaklara bilişimin sözleri ile, çok VERİ DEPOLAMIŞTIR. Düşünceleri, fikir sanat boyutu, uygulayıcılığı ile örnektir. Tartışma ve inatlaşma ortamı olamaz.

 
Yorum yapın

Yazan: 21 Mayıs 2024 in Bilinmeyenler, Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , ,