12.10.2020-BİLKE
BABAM,
Ellerinle yazdığın anıları WORD dosyasına atarken çok duygulanıyorum. Yaşadığımız dünyayı, yeniden tanıyorum sanki. Anılarını paylaştığım için, AJITASYON yaptığım sanısında olanlar var.
Oysa, senin çektiklerin fakirlikten değil. O yılarda köylerin, hayvancılığın, toprak işlemenin, çiftçiliğin durumunu yansıtıyor. Bu günlerde olduğu gibi. Dedem Şayıp Ağa, dağ başında yetişmiş ama köy işlerini bilen yapan biri değil. Kitap okumayı seven, kültürlü, Sinop- Boyabat- Gerze- Ayancık eşrafıyla görüşen, hatırı sayılır bir adam. Tarla, hayvan, bağ bahçe çok; ama evin işini yapacak insan yok. Her şey senin ve annemin üstüne kalmış.
Çalışma, üretme ve mücadele örneklerini anlatıyorum ben. Her zaman başı dik, çalışarak kazanan dürüst insanları. Empati hakkında kitaplar yazan, konferanslar verenler de dahil sanırım kendimiz dışındakileri anlayamıyoruz.
Baba bahçede güller, üzüm asması, diğer ağaçlar ile uğraşırdın. Ezan okunduğunda üstünde bahçe giysileri ile camiye giderdin. Baba üstünü değiştirseydin dediğimizde, ” pis değil ki, yalancılık ayıp, dedikodu ayıp, hırsızlık ayıp, gösteriş önemli değil üstüm başım kime ne derdin. İyi ki seni bu konuda kırmadık, iyi ki nasıl istiyorsan öyle yaşadın.
Yazılarını paylaştıkça, yüreğim bu olaylar ROMAN olmalı diyor. Kurgu ve anlatım dili hazır olduğunda başlayacağım.
A. Yaşar SARIKAYA

CAFER SARIKAYA ANILAR
Bir gün hastanenin önünde 2 beyefendi gördüm. Hemen asker usulü ellerimi yukarı kaldırıp bir selam çaktım. Beyim bağışlayın, ben ve karım ve çocuğum çok fena durumdayız. Bizlere acıyıp bizleri bir işe yerleştirirseniz en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Bu beyler 2 si kol kolaydılar. Ben selam çakıp dil dökmeye başlayınca birisi diğerine boş ver gibisinden gidelim dedi. Diğeri ise merhamete gelip o da ona Burhan bey, az sabret dedi. Ve bana dönüp “çocuğum okuman yazman var mı bir meslek bir sanatın falan” dedi.
Ben başladım döktürmeye, “ efendim askerde telsiz ve santralciydim. Okur yazarım, ama diplomam yok, fakat en kısa zamanda alabilirim efendim. Burhan bey aceleci ne uğraşıyorsun böyLe insaNlarla der gibi, “Recep bey bekleme haydi gel” diye gene çıkıştı. Recep bey de gene az önce söylemiş olduğu gibi sabret dedi. Bana dönüp cebinden bir kart çıkardı.
“Her halde bunu okursun” dedi kartı okudum.
Yüksek orman mühendisi Recep Dinç. Şimdi beni iyi dinle önce sordu “paran var mı ” diye. “Var efendim” dedim. “O zaman karını ve çocuğunu al gel, ve beni kime sorarsan bulursun hiçbir şeyi merak etme. Oturacak evin elektriği suyu var, iş de vereceğiz. Daha ne diyeyim”.
Burhan bey ve arkadaşı gittiler. Ben bu haberi alınca neredeyse bayılacaktım. Sanki gökyüzünde uçuyorum. Ama arkasından bir de bunun çürük tarafı olabilir mi diye de endişeleniyorum. Eğer doğru ise Allah bana en büyük nimeti sundu diye yaratanıma çok çok şükrediyorum.
Sonra ben düştüm Recep beyin yoluna. Her ne kadar bana hiç vakit geçirme çocuğunu ve karını al da gel demişti. Dahası da var, paran yoksa para da verecekti. Ben fazla yük olmayayım diye var demiştim. Ben gideceğim ama, işte gene bir aması var. Kararım, önce bir oranın durumunu göreyim diye düşündüm.
Önce Bafra’ dan okul dışı diplomamı alayım dedim. Bafra’ya gittim. Hemşerim müdür bey aynı görevde. Beni görünce hemen tanıdı, “senin diploman hazır” dedi. “Ama bize karşıdaki dondurmacıdan buraya dondurma servisi yapmasını söyle. Tabi parasını da ödeyiver”. Dondurmayı aldım, diplomayı da sonra doğru köye çıktım. Böyle yazarken çok kolay anlatılanlar, yaşarken çok zor. O zamanlar vasıta yok, bulursam biniyorum, bulmazsam yürüyorum. Çıktım köye, tabi önce babama uğradım, kazandığım parayı bıraktım. Karım evde değil, ben giderken onu doğum için akrabasının evine bırakmıştım.
Kabaağaç köyüne geçtim. Kezban’ın Annesi öleli çok oldu. Üvey kayınvalide ile geçim sağlayamadı. Ben köyde yokum, babası da karnın burnunda git kocanın evine diye eve almamış. Kezban amcazadesi Yan İsmail’in” evine gitmiş. Kezban’ın durumu çok kötü, uyduruk eski bir kötü soba, pencerenin camı kırık, paçavra ile kapatmış. Kızım Ayşe’ye yeni doğum yapmış, hem bebeğini üşütmemeye, hem de kendini korumaya uğraşıyor. Benim de yapabilecek hiçbir imkanım yoktu. çünkü öbür tarafta belki de mühendis bey bizleri bekliyordu. Ben hemen fırsatı değerlendirmeyi düşündüğüm için Kezban’a “durumun fena ama biraz daha dişini sık, ben bir Ayancık’a bakayım. Durumu ,yerinde göreyim adamın dediği doğru mu bakalım? Size uygunsa gelip sizi alır götürürüm “deyip ayrıldım.
Sinop’ta emniyet müdürü İsmail beyi bulup olanlardan onu haberdar ettim. Ben ayancık’a götürebilecek bir vasıta ile göndermesini rica ettim. Adamcağız hemen Ayancık’a giden minibüse tenbih etti. Ve minibüs beni aldı, aldı ama şehir dışına çıkınca parasızım ya, muavin beni minibüsün üstüne aldı. Minibüs üstünde kaç saat sonra geldim Ayancık’a. Direk mühendis beyi buldum. O da verdiği sözü unutmuş değil, “hoş geldin” dedi. “Karın ve çocuğunu da getirdin mi” dedi. Ben de “getiremedim, çünkü hanım yeni doğum yaptı” dedim. Recep bey hemen bölgeye telefon edip “gelecek olan tekavil ile bir adam gönderiyorum. Karşılayıp gerekeni yapın” emrini verdi. Ben tekavile binip İnaltı bölgesine geldim. Elhamdülillah işlerim çok iyi gittiğini söyleyebilirim. Orada bölge memurları beni çok iyi karşıladı. Hoşbeşten sonra, açlık tokluk soruldu. Çay ikramı yapıldı. Derken Recep beyin talimatı ile yatacağım yer ve yapacağım işler söylendi. Ben de şimdi bölgenin adamı oldum.
Yapacağım işler de sıralandı yani orada bulunan her memurun işlerine bakacağım. Çalışan orman işçilerinin yemek ve yatıp kalktıkları yerin temizliği su ve odun işleri gibi derken ufak bir de aylık alıyorum. Ama aldığım bu aylık hem bana hem de elin kapısında bulunan karım ve çocuklarıma bakmaya yeterli değil. Bunun için gene bir çare düşünmekteyim. Bir gün Recep Bey benim halimi hatırımı sordu. Galiba hem kendisi görüyor durumumu, ve memur arkadaşlar da benimle ilgili konuşuyor. Bana dediği şu oldu, “bak ben seni Sinop’ta dinledim. Ben sana karını ve çocuğunu al da gel dedim. Bak koca bina, elektriği suyu içinde ileride bir de kadro gelir, seni kadroya alırım”. Düşünceliyim diye beni teselliye çalıştı. Sonra “oğlum, her yerde olduğu gibi bana insanlar da benim oğlumu kardeşimi işe al diyor. Evet ben amirim ama hemen her şey de benim elimde değil. Sana bir öğüt daha vereyim, sen büro işlerini fevkalade yapabilirsin, buradaki memurlara hizmet et, ve onların gözüne girmeye çalış. İleride elbette bir kadro çıkar” gibilerinden beni uyarmıştı.
Ben bu uyarıyı alınca durur muyum, geceleri sabahlara kadar büro işlerine daktilo çalışmalarına başladım. Ve de başarılı oldum. Daktiloyu fevkalade kullanıyorum. Nihayet çok geçmeden depo memuru kadrosu geldi. Ben Recep Beye bu kadroyu daktiloda yazdığım bir yazı ile istedim. Bir müddet sonra beni çağırdı, isteğimi çok haklı buldu.
Cafer SARIKAYA ANILAR
devamı var