RSS

Etiket arşivi: AZERBAYCAN GFÖÇ

SAVAŞTAN KAÇANLARIN GÖÇ HİKAYELERİ

01.06.2025- Selma BÜYÜKDAĞ-selmabuyukdag

Azerbaycan’dan Türkiye’ye Bir Göç Hikâyesi

1920 yılıydı..

Kısa bir bağımsızlığın ardından Azerbaycan toprakları yine işgal edilecekti.

Bu tehlikeyi önceden görüp bütün aileye bunu söyleyen ve göçe yönlendiren kişi, Kerim dedenin de büyük dedesi Kara’ydı. Bunu öngören Kara ile birlikte, Türkiye’ye göçmek üzere bütün akrabalar, bütün aile toplanıp yola çıktılar. Altınlarını, paralarını bellerine bağlayarak, eşyalarını sırtlarında taşıyarak yürüyorlardı.

Tüm hayatlarını geride bırakarak..

Kara, Türkiye’ye kadar hepsine rehberlik yapan kişiydi… Bellerinde yükleri, sırtlarında çuvalları, tam altı ay yürüdüler. Altı ay sonra bir ermeni köyünde iyi insanlara denk geldiler ve orada misafir edildiler. Köylüler yolculara yemek verdiler, su verdiler, banyolarını yaptırdılar. Büyüklerimiz, bu köyde bir ay kadar dinlenip, tekrar yola çıktılar.

Aylarca yürüdüler. Bu sefer bir müslüman köyünde misafir oldular. Kara, bilgili insanlara yol soruyordu, nereye gidelim, diye, ama yanlış yol gösterenler oluyordu. Şu dağın arkasına gidin, orası Türkiye, diyenler, aslında onları o dağın arkasındaki Gürcistan’a gönderdiler..

Gürcistan’ın bir ermeni köyünde, köylüler, büyüklerimizi, odunlukta, tendir damlarında misafir ettiler. Bu arada Kerim dedenin annesi hamile kalmıştı. Gürcistan’ın o köyünde de annesi Kerim dedeyi doğurdu. Ancak, dediler ki, yolumuz daha çok, bu çocuğu burada bırakalım, götüremeyiz, taşıyamayız, bir zarar gelir. Ama ablası, ben götürürüm, burada bırakamayız, Allah Kerim’dir, dedi ve bir bezle onu sırtına bağladı. Kerim dedeyle birlikte bütün bir aile, bütün akrabalar tekrar yola koyuldular. Tek hayalleri Türkiye’ye varmaktı.

Aylar geçti. Kerim dede altı aylık oldu. Sonunda konaklaya konaklaya, yürüye yürüye Türkiye’ye varmışlardı.

Aradan tam üç yıl geçmişti… Üç yıl boyunca tüm zorluklara rağmen, pes etmeden, Türkiye’ye ulaşabilmek için yürümüşlerdi. Vardıklarında karşılarında askerleri gördüler ve çok korktular. Ve askerlerimiz onlara, korkmayın, biz Türk askerleriyiz, burada cumhuriyet ilan edildi, dedi.

Ve Kerim dedenin adı da, Allah Kerim, denilerek getirilmesinden yola çıkılarak, Kerim konuldu.

Devlet, hepsine muhacir hakkıyla ev verdi. Geldikleri yer Kars şehriydi. Kendilerine, farklı şehirlere de gidebilirsiniz, size oralarda da ev verilebilir dediler. Ama büyüklerimiz, tüm mal varlıkları, düzenleri Azerbaycan’da olduğu için ve belki tekrar geri dönerler umuduyla, Azerbaycan’a yakın diye bu şehirde kalmak istediler.

Aradan yıllar geçti. Bu akrabaların içerisinde bir aile vardı ki, bir kardeşlerini yola çıkmadan önce Azerbaycan’da kaybetmişlerdi. Ve bu hüznü hep sessizce, içlerinde taşıdılar. Kendi evlatlarına dahi bundan hiç bahsetmemişlerdi. Kardeşlerden biri, hep kardeş acısıyla yanıp tutuşan türküler söyleyerek dolaşırdı. Adı Habip idi. Habip Bey’in evlatları onun türkülerini dinlerlerdi ama anlam veremezlerdi. Babalarının sesi çok güzeldi.. Çocukları, erken yaşta babalarını kaybettiler.

Büyüdüler, evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar. Onlar için büyümek on sekizine bile gelememekti… Çünkü çocuklar, 1970’li yıllara denk gelmişlerdi. Darbeden önce sağ sol olayları patlak vermişti. Memleket karışmıştı. Komşular komşularını vuruyordu. Bir mahalleden diğer mahalleye gidemiyorlardı. Her mahalleyi birileri sahiplenmişti.

O dönemde okullarını, olay çıkaranlar basıp herkesi eve gönderiyorlardı. Yolda, eve giderken de polisler çevirip öğrencilere, okula gitmelerini söyleyerek baskı kuruyorlardı. Biri diğerinin inancına küfrediyordu. Diğeri ise o küfürleri kendine yediremiyordu. Haksız yere insanlar ölüyordu.

Güzeller güzeli Hamiyet de bu öğrencilerden biriydi. Bu olayların içinde ayakta kalmaya çalışıyordu. Sağ’ın, sol’un ne demek olduğunu bile bilmiyordu Hamiyet. Sağ elini kaldıranların içinde dayak yememek için o da sağ elini kaldırıyordu. Sol elini kaldırıp sloganlar atanların içinde de sol yumruğunu havaya kaldırıyordu.

Acıklı türküler söyleyen babasını erken yaşta kaybetmişti. Ve o da diğer kardeşleri gibi doğru düzgün okuyamadan erken yaşta evlenmek zorunda kalmıştı. O dönemlerde öyleydi. Kız çocuklarının, erkenden büyümek zorundalığından ve peşine düşenlerden korunmak için evlenmekten başka seçenekleri yoktu.

Ama ortalık o kadar karışıktı ki, evleneceği kişi diğer mahalledendi ve nikahtan önce ancak haftada bir gün taksiyle üzerine battaniye örtülerek gizlice gelip Hamiyet’i görebiliyordu. Hatta bir gün kadın kılığında evden gizlenerek çıkarılmıştı. Onu Hamiyet’in mahallesine getirdiğini öğrenen karşıtlar, taksi şoförünü öldüresiye dövmüşlerdi. Geceleri evlere silahlı saldırılar oluyordu. Evlerinin önlerine barikatlar kurarak gecelerini geçiriyorlardı. Kına gecesi de, nikâhı da gizlice yapılmıştı.

Büyüdü Hamiyet. Çocuklarını da büyüttü. Bir gün eşiyle birlikte Azerbaycan kanallarından birini izlerlerken yaşlı birini gördü eşi televizyonda. Elinde, Hamiyet’in dedesi Hasan dedenin fotoğrafı vardı.

Yaşlı adam, fotoğraftaki Hasan dedenin babası olduğunu ve babası ile kardeşlerinin işgalden dolayı Türkiye’ye göç ettiklerini ve o sırada onları kaybettiğini, şimdi son çare bu programa çıkıp, onlara ulaşmak istediğini anlatıyordu.

Adı Ali Ekber’di. Ali Ekber Bey, Sibirya’ya sürgün edildiğini, yirmi beş yıl orada esir kaldığını anlatıyordu. Hamiyet şaşkınlıkla dinliyordu. Bir yanda ise Ali Ekber Bey’in  arkasında bir kütüphane duruyordu. Ben şairim, bütün bu kitapları ben yazdım, diyordu. Ben kardeşlerime aileme hasret kaldım. Esaretten kurtulunca Azerbaycan’a döndüm, onlara ulaşamadım, diyordu. Burada aile kurdum, kız kardeşimin adını evladıma, yetmedi torunuma verdim. Ama doyamadım. Kars şehrinde yaşıyorlarmış, onlara ulaşmak istiyorum, diyordu.

Bu programı izleyen Hamiyet, akrabalarına durumu anlattı ve Ali Ekber’in çocuklarına ulaştılar. Ama çocukları, arayan akrabalarına, kızgın bir şekilde, bunca yıldır neredeydiniz, neden babamızı aramadınız, babamızı o programdan sonra kaybettik, dediler.

Kimsenin Ali Ekber dededen haberdar olmadığını onlar da telefonda öğrendi…

Ali Ekber Bey’in çabası karşılığını bulmuştu. Yeğeni onu görüp ona ulaşmıştı ama o artık yaşamıyordu…

Bu hikâyedeki Hasan dede, benim büyük dedem, sesi güzel olan ve acıklı kardeş türküleri söyleyen Hamiyet’in babası Habip Bey, benim hiç göremediğim öz dedem ve Hamiyet, benim canım teyzem.

Ben bu hikâyeyi teyzemden dinlerken, göz yaşlarım kalbimden akıyordu.

İçimizden gelenler…

‘Ben bu hayata bunları yapmak için geldim.’, dediklerimizin, hislerimizin, yeteneklerimizin, atalarımızın bize kalan mirasları olduğunu her hikâyelerini dinlediğimde daha da iyi anlıyorum.

Mücadelelerimiz, yeteneklerimiz, isteklerimiz, onların yeteneklerini devam ettirmek üzere bizden açığa çıkıyor. Bunu hissediyorum.

Üç yıl yollarda yürüyerek, büyük zorluklarla mücadele etmiş, yaşadıklarını kabullenip, şiirler yazarak, türküler söyleyerek dile getiren, içimde o sonsuz güçlerini hissettiğim büyüklerimin kalplerinden öpüyorum.

Ali Ekber dede, yıllarca süren uğraşları sonucunda, kimseye ulaşamadan öldü. Ama biz onun varlığına, ruhuna ulaştık.

Bu yazı, gözyaşlarımdan akıp senin ruhuna, şiirlerine, kalbine ulaşsın Ali Ekber dede..

Tüm büyüklerimin ruhuna ulaşsın..

Kalbimden kalbinize varsın…

Sevgilerimle,
Selma Büyükdağ

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Haziran 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,