Ankara’da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam’a giderken Kazan Köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, köşede duran bu yabancı konukları görünce hep beraber koşuştular. Kimi su getirdi, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata’ya uzattı:
“Bir soğuk ayran içer misiniz?” dedi.
Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata’sı, ayranı kana kana içmiş ve bir an durakladıktan sonra ona; “Senin kocan kim?” diye sormuştu. Köylü kadını, yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk anası idi; Ankara’nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu :
“Ne zaman doğdun?”
“1919’da Atatürk Samsun’a çıktığı zaman doğdum.”
Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu; tekrar sordu:
“Nasıl olur?”
Evet, nasıl olurdu. Bu Satı kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:
“Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!” Dedi…
Bu espiri Ata’yı bir hayli düşündürdü. Köy’den ayrılırken yaverine kadının ismini ve yakınlarını not ettirdi… Asıl adı, Satı Çapan’dı… Kurtuluş Savaşı’nda gazi olmuş bir askerin eşiydi… Evi çekip çeviren oydu… Girişkenliğiyle Ankara’nın Kazan köyünün muhtarı olmuştu… Herkesin derdine koşup derman olurdu… “Satı Ana”ydı lakabı… Millet mekteplerine devam ederek okuma-yazma öğrenmişti… Babası gibi çiftçiydi… Beş çocuğu vardı… Atatürk’ün önerisiyle adı, Satı Öz oldu… Gazi’nin isteğiyle 1935 yılında 17 arkadaşıyla birlikte… Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi…
“Dünyada her şey kadının eseridir… Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar…
” Armağan V.Bilgin Kaynak: S. Arif Terzioğlu, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk
BİLKE YORUM: Biz ne günlerden bugünlere geldik. Kıymet bilmek ERDEM ister, vicdan ister, hak ister, hukuk ister. Ne asil kadınlarımız vardı. Kara Fatma gibi düşmana karşı duranlar. Artık düşman dost görünüyor. Gerçeği görmek düşüyor bize.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı ve Milli Mücadele ışığını yaktığı tarih…
Peki ama bu ışığı kimler yakmıştı? Sadece Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkanlar mı? Kimler Bandırma’ya “Tam Yol” vermişti? Özetle 19 Mayıs’tan önce ve 19 Mayıs’tan sonra neler olmuştu?
Şimdi Bandırma Vapuru nasıl demir almış onu görelim.
Yazı, Harbiye Nezareti’nden Sadaret’e yazılmıştı: İlga edilen Yıldırım Orduları Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Dokuzuncu Ordu Kıt’aları Müfettişliğine tayin olunmuş ve tayin keyfiyeti padişah huzuruna arz edilmek üzere, Sadaret makamına arz kılınmıştır. Adı geçen zatın emri altında bulunacak olan Üçüncü ve Onbeşinci Kolorduların mıntıkalarını ihtiva eden Sivas, Van, Trabzon, Erzurum vilayetleri ile Samsun Sancağı mülki memurlarının Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebliğleri icra etmelerinin emir buyrulmasını istirham ederim.” (30 Nisan 1919)
Harbiye Nezareti’nin bu yazısı ile Mustafa Kemal Paşa’ya Sivas, Amasya, Tokat, Şebinkarahisar, Van, Hakkari, Trabzon, Dize, Gümüşhane, Samsun, Erzurum, Erzincan, Hınıs ve Şarki Beyazıt sancaklarının bütün askeri ve mülki idaresi tam salahiyetle verilmişti. Sadaretin müspet cevap verdiği bu tezkireden sonra Harbiye nezareti, Erkan-ı Harbiye-i Umumi’ye yaptı tamimde “tayinin aynı gün Zat-ı Şahanenin (Padişahın) irade-i seniyelerine arz kılındığını ve İstanbul’da bulunan Paşa’ya tebliğ edildiğini” bildirmişti.
Harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşa ile Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya vazife ve salahiyetlerini gösteren bir talimat yazısı vereceklerdi. Bu talimat yazısında yukarıdaki sancakların Paşa’nın emrinde olduğu teyit ediliyor, ayrıca Diyarbakır, Mardin, Ankara, Kayseri, Kastamonu, Malatya gibi vilayetlerin Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’nin her türlü müracaatına cevap vermesi isteniyordu.
Buraya kadar olan gelişmeler göstermiştir ki, Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu müfettişliğine tayin edilmiş ve hem Harbiye Nazırı Şakir Paşa hem de Sadrazam Damat Ferit Paşa’dan salahiyetine dair “talimat tezkiresi” almıştır. Yani Paşa’nın gideceğinden, hem aralarında geçen konuşmadan, hem de verdiği “irade”den dolayı Padişahın haberi vardır. Bu derece geniş ve mühim bölgeler üzerinde o döneme kadar çok az kişiye verilen bu salahiyetle, Harbiye Nezaretine sadece bilgi vermek kaydıyla bütün nezaretlere hitap edebilecekti. Açıkçası Mustafa Kemal Paşa bütün orta, doğu, kuzey ve güneydoğu Anadolu üzerinde muvafık gördüğü işleri yapabilecekti. Padişah’ın bu tayin meselesine irade çıkarması bazı çevrelere göre “lütuf” gibi irdelenmektedir. Bu kadar geniş yetkiye sahip kumandana bu irade hak ettiği için verilmiştir. Ülkeyi düze çıkaracak “tek adam” odur. Önemli olan bu tayinle milli mücadeleyi başlatmaktır.
Ve başlatmıştır.
Samsun’a hareket öncesi
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a hareketinden önceki görüşmelerinde hem silah arkadaşları hem de Sadrazam ve Padişah Vahdettin de vardır. Paşa 15 Mayıs 1919’da Damat Ferit Paşa’nın, Nişantaşı’ndaki evinde kendisine verdiği özel akşam yemeğine, yeni Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ile birlikte katılmıştı. Sadrazam, Mustafa Kemal’in salahiyetlerini hangi ölçüde ve nasıl kullanacağını merak ediyordu. Sadrazamın bu konuda tereddütlerinin olduğu anlaşılıyordu. Mustafa Kemal Paşa, “İngiliz raporlarına göre Samsun ve havalisinde bazı karışıklıklar varmış. Yerinde yapacağım tetkikat ile hallederiz” demişti. Sadrazam bu defa Cevat Paşa’ya dönerek “Siz ne dersiniz?” diyecekti. Cevat Paşa bu soruyu, tereddüdü ortadan kaldırmak gayesiyle şöyle cevaplayacaktır: “Efendim, Paşa tabiî o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecek, zaten nerede kuvvet kaldı ki?”
Sabah Genelkurmay Başkanlığı’na giden Paşa, Cevat Çobanlı ve Fevzi Çakmak ile vedalaşmış, oradan Babı-ali’ye geçerek, İzmir’in işgali üzerine toplanan kabinenin, Dahiliye ve Hariciye nazırlarıyla vedalaşmak imkanını bulabilmişti (15 Mayıs 1919).
Padişah’a veda için Yıldız Sarayı’na da giden Mustafa Kemal, bu buluşmayı şöyle anlatacaktı:
“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Padişah’la adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Padişah hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: ‘Paşa, Paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir.’ O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum. “Bunları unutun.” dedi. “Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin.” Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? Kendisine, “Merak buyurmayın efendim. Nokta-i Nazar-ı Şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an olsun unutmayacağım.” (İstiklal Savaşı, Ömer Sami Coşar)
Mustafa Kemal Paşa “Muvaffak ol” diyen Padişah’a veda ederek, derhal Şişli’deki evine dönerek hazırlıklarını tamamlayacak, Akaretler’e giderek annesi ile vedalaşacaktır. Hareket saati gelmiştir. (16 Mayıs 1919)
Paşa ve refakatindekiler Galata Rıhtımı’na otomobil ile inmişler ve açıkta demirli bulunan Bandırma Vapuru’na sandalla geçmişlerdi. Önceden kararlaştırıldığı gibi rıhtımda herhangi bir uğurlama merasimi yapılmamıştır. Vapur işgal kuvvetlerinin mutat kontrolü için Kız Kulesi açıklarında demir atmış bir İngiliz binbaşısı komutasındaki heyet tarafından araştırmaya tabi tutulmuştur.
Bandırma Vapuru’nun hareket halinde olduğu tarihte İngilizler 100 kadar asker ve harp malzemesini Samsun’a çıkarmıştı (17 Mayıs 1919).
Bandırma Vapuru önce Sinop’a gelmiş ve Samsun’a karayolu ile geçilmesinin imkanı aranmıştı (18 Mayıs). Ancak güvenlik sebebiyle tekrar vapura dönülecek ve Bandırma, Samsun’a müteveccihen demir atacaktı.
Cevat Abbas anlatıyor
Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale günlerinden başlayarak sürekli yaverliğini yapmış olan Cevat Abbas Gürer, 1937 yılında 19 Mayıs’tan birkaç gün önce Ankara Halkevi’nde bir konferans vermiş ve Samsun yolculuğuna hazırlanış günlerinde Şişli’deki evin bazı ziyaretçilerinden söz etmişti. Bu ziyaretçiler arasında Refet Bele de vardır. Mustafa Kemal Paşa konuşma arasında ve Anadolu haritası önünde: “Sen ata binmeye meraklısın. Bir çok da atların var. Ne düşünürsün?”
Refet Paşa, Ata’nın bu sorusunu şöyle yanıtlayacaktı:
“Hatırıma öyle geliyor ki, Üsküdar’dan atıma bineyim ve hep ileriye gideyim.”
Albay, parmağı ile Doğu Anadolu’yu işaret etmekteydi.
Mustafa Kemal Paşa, sözlerinden pek memnun oldum. Eğer atına binip Anadolu içlerine girmek istiyorsan, ben bir gün senin bu arzunu yerine getiririm” demişti. Gerçekten de Refet Bey, Samsun yolculuğunda Mustafa Kemal’in yanında yer alan isimlerden biri olmuştu.
“Arkadaş Mustafa Kemal”
Ali Fuad Cebesoy, meslek ve mücadele yıllarında Atatürk’ün yanından ayrılmamış ve o günlere ait anılarına “Arkadaş Mustafa Kemal” isimli kitabında toplamıştı. 19 Mayıs öncesine ait günleri şöyle anlatıyordu:
“1919 Şubat ayı sonu. Mustafa Kemal Paşa’nın evine son defa olarak gitmiştim. Akşam yemeğini beraber yiyecek, dertleşecektik. Beni karşılarken Rauf Bey’i (Orbay) de çağırdım dedi. Rauf Bey’den saklı hiçbir şeyimiz yoktu. Akşam yemeğinden sonra saatlerce konuştuk. Kemal Paşa, eğer bir vazifeye kendisini tayin ettiremezse, Anadolu’da en itimat ettiği bir kumandanın yanına gideceğini ve ilk defa oradan işe başlayacağını söylüyordu. ‘Paşam, ben ve kolordum emrinizdedir’ dedim. Mavi gözlerinin nasıl bir ışıkla parladığını tarif edemem. Yerinden kalkıp hararetle elimi sıktı ve: “Beraber çalışacağız Fuad” dedi.
Bandırma’da kimler vardı?
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’nin 18 kişilik kadrosuyla gelmişti. Müfettişlik kadrosunda şu isimler bulunuyordu:
Üçüncü Kolordu Kumandanı Miralay Refet Bey, Müfettişlik Kurmay Başkanı Miralay Kazım Bey, Birinci Şube Müdürü Hüsrev Bey, Topçu Kumandanı Binbaşı Kemal Bey, Miralay Doktor İbrahim Bey, Binbaşı Doktor Refik Bey, Başyaver Yüzbaşı Cevat Bey, Yüzbaşı Mümtaz Bey, Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, Yüzbaşı Ali Şevket Bey, Yüzbaşı Mustafa Bey, Üsteğmen Hayati Bey, Üsteğmen Abdullah Bey, Üsteğmen Hikmet Bey, Asteğmen Muzaffer Bey, Şifre Katibi Faik Bey, Şifre Katibi Memduh Bey.
Mustafa Kemal, daha sonra Samsun’dan Havza’ya geçmiş ve 18 gün burada kaldıktan sonra Amasya’ya doğru hareket etmişti. Sonra kongreler toplanacak ve Milli Mücadele tam manasıyla fiiliyata geçecektir. E.HİÇYILMAZ
Filistin Cephesinde 3 yıl İngilizlere esir düşen babamın halasının eşi; köyde GOFGOF ALİ lakabı ile anılırmış. Babam çocukken, o kahramanın ağzından dinlediklerini bize ağlayarak anlattı. O nesil, Atatürk’e, şehitlere, Türkiye Cumhuriyetine ne kadar çok duyarlıydılar.
Babam gözyaşları içinde:
“Gofgof Ali eniştem, savaş anılarını anlatırken ağlardı. Bir gün gelir de bu millet Atatürk’ün kıymetini anlamaz, arkasından konuşursa bizim emeklerimize yazık olur, kemiklerimiz sızlar oğul derdi. O ağladığı için ben de dayanamaz ağlardım.” dedi.
NE OLDU BU GÜN
NE OLDU DA
KENDİNİ BİLMEZLER
ŞEHİTLERİN KEMİKLERİNİ SIZLATIYOR
İBLİS BOŞ DURMUYOR
İŞ BAŞINDA……
“Köyde bilinen en eski tarihte askere gidenler arasında, İmam dedenin oğlu Mustafa Çavuş vardır. Annemin dedesidir. Annem annesinin “ babam Kafkas Cephesinde savaşa gidip dönmedi” dediğini anlatır. Bu savaş 93 harbi olmalıdır. 1880- 1922 yılları arasında, köydeki tüm erkeklerin devam etmekte olan savaşlara katıldığını görüyoruz. Önce 20 yaşında askerlik yapıyorlar, sonra tekrar askere çağırılıp yıllarca savaşa katılıyorlar.
Karahasanoğullarından Gofgof Ali, Filistin Cephesinde savaşmış ve 3 yıl İngilizlerin elinde esir kalmıştır. Zeybeklerden Cıvan Ali Trablusgarp Cephesinde savaşarak esir olmuş, kurtulmuş ve gazi madalyası almıştır. Kuşluoğullarından Kara Hasan İstiklal Savaşı gazisidir, gazi madalyası vardır. Gocon Hüseyin, Balkan, Çanakkale ve İstiklal savaşlarına katılmıştır ve onun da İstiklal madalyası vardır. Kabakçı Mustafa da savaş yıllarında Şam’da 3 yıl esir kalmıştır.“(1)
Ülkesi için yaptıkları unutulmayan insan; yaşamında aldığı her nefesi yurt için ne yapmalıyım amacıyla tüketmiş. Bilinmeyen, belki de özellikle bilinmek istenmeyen, unutulmaya çalışılan bir gerçeği okuyacağız bu gün. Belgeler ışığında, aşağıdaki pdf dosyasını açarak okuyabilirsiniz: