Köyün birinde odunculuk yaparak geçimini sağlayan adı Camsap olan fakir bir genç yaşarmış. Bir gün arkadaşları ile bir bal mağarası keşfeder. Balı çıkarmak için onu mağaraya indirirler. Çıkarılan baldan daha fazla pay alabilmek için arkadaşları onu mağarada bırakıp kaçar. Camsap bir çıkış yolu ararken bir delikten ışık sızdığını farkeder. Bu deliği elindeki bıçak ile büyütür. Karşısına şimdiye kadar görmediği güzellikte bir bahçe çıkar. Bu bahçede bir havuz etrafında pek çok yılan bulunmaktadır. Etrafta ise birbirinden güzel, eşi benzeri olmayan çiçek yer almaktadır. Havuzun başında; süt beyazı vücudu ile güzel mi güzel bir yılan oturmaktadır. İnsan başlıdır bu yılanlar Maran veya Meran olarak bilinmektedir.
Tarihe bakacak olursak buna benzer ilk tasviri Hitit kaynaklarında İlluyanka Efsanesi’nde görmekteyiz. İlluyanka; Fırtına Tanrısı Teşup ile savaşmıştır.
Camsap kendini tanıtır ve başına gelenleri anlatır. Bu gizli yaşayan topluluk; sırlarının açık edilmemesi için Camsap’ı serbest bırakamayacaktır. Bunu yılanların şahı, havuz başındaki tahtında oturan Şahmaran ifade edecektir. Camsap orada kalıp bahçede yaşayacaktır. Zaman içinde Şahmaran’ın güvenini de kazanır. Şahmaran O’na tıp biliminin bilinmediklerini öğretir.
Yıllar sonra ailesini çok özlediğini söyleyerek gitmek için yalvarır ve Şahmaran’dan izin ister. Şahmaran; O’na gitmesi için izin verir ama yerlerini söylememesi için de söz verdirir. Söz verip oradan ayrılan Camsap ailesine kavuşur ve bu sırrı yıllarca saklar.
Bir gün ülkenin padişahı hastalanır. Vezir; padişahın Şahmaran’ın etini yermesiyle iyileşeceğini söylemektedir. Her yere haber salınır Şahmaran’ın bulunması için. Herkes hamamlara sokulmaya başlanır. Camsap da bundan payını alacaktır. Camsap hamama alınınca derisinde pullar görünmüştür ve O’nun Şahmaran’ın yerini bildiği düşünülmeye başlanmıştır. Camsap zorla konuşturulur. Şamaran’ın yeri belli olmuştur. Bulunduğu kuyuya gelinir, Şahmaran oradan çıkarılır. Şahmaran yakalanınca; Camsap’a şöyle der: “ Benim başımı kaynatıp padişaha içir, padişah kurtulsun, gövdemi de vezire içir, ölsün, kuyruğumu da kaynatıp sen iç, böylece Lokman Hekim ol”. Şahmaran’ın eti kaynatılarak suyu padişah ve vezire içirilir. Camsap da Şahmaran’ın dediği gibi kuyruk suyunu içer. Padişah iyileşir, vezir ölür ve Camsap Lokman Hekim olur.
Yılanlar o günden beri Şahmaran’ın öldürüldüğünü bilmemektedir. Öğrendikleri gün; Tarsus’un yılanlar tarafından işgal edileceğine dair bir inanış hâlâ halk arasında yaşamaktadır. (Tarsus; İçel ilimizin bir ilçesidir.)
BİLKE YORUM: Kil tabletlerde, söylencelerde, destanlarda ve semavi kaynaklarda rastladığımız benzeri efsaneler; insanlara hayat dersi veren özellikler taşımaktadır. Nedense, anlatılanın özünü kavramak yerine, hikaye kahramanlarını efsaneleştirmek benimsenmiştir.
İçerisinde insana dair sevgi, mutluluk ve doğa sevgisi olan bu yol ve inancın adı “Raa Heqi” olmakla birlikte, “Hızır’ın Yolu” olarak da adlandırılır. Bu inanç, Dersim toplumunun geçmişten beri yüzyıllarca süregelen kadim bir inancıdır. Yaşlı ve kâmil insanlarımız her sene ocak ve şubat ayındaki Hızır günlerine ve mart ayında Hewtemal’e denk gelen bu günlerde doğadaki temiz su kaynaklarına giderek ziyaret mekânlarından alıp getirdikleri bu berrak suları evlerine, ahırlarına ve tarlalarına serpiştirerek bu şekilde dua ederlerdi:
“Ey ulu dağlar ve bu dağların ziyaret mekânları. Bu berrak kutsal suyunuzu bize helal edin. Öyle ki hanemize, hayvanlarımıza ve ekinlerimize bolluk ve bereket getirsin!”
Büyük Hewtemal, eski hesaba göre (Rumi Takvim) 17 Mart’ta olup, Miladi Takvim’e göre de 30 Mart’a denk gelir. Bu günlerde gece ve gündüzler eşitlenir. Ağaçlar yeryüzüne kapanıp secde ederler. Ağaçların kökleri ısınır, dallarına su yürür ve zamanla yeşillenirler. Şimdi kullandığımız Miladi Takvim’e göre kâinatın kutsal güneşi 19-20 Şubat’ta kendisinden ateş düşürerek evvela havayı ısıtır. 26-27 Şubat’ta da güneşin bu ateşi suya düşer ve sular ısınmaya başlar. Son olarak da 5-6 Mart’ta bu ateş kutsal yeryüzüne düşer ve toprak ısınmaya başlar. Yaşamda gerçekleşen bu mitolojik anlatımı insanlar arasında “Cemre’nin düşmesi” olarak isimlendirmişlerdir. Ve bu gün, eski Rumi Takvim’e göre 13 gün gecikmeyle Miladi Takvim’de 21 Mart tarihine denk gelir. Bu gün hayatın yenilendiği (yeni yıl) yeni bir başlangıç olarak Dersim toplumu gibi kadim toplumlarda senenin başı olarak algılanır ve değerlendirilir.
Gelelim “Hızır ve Çam Ağacı” meselesine:
Söylenceye göre yeryüzünde bulunan ağaçlar, hayvanlar ve börtü böcek semaha durur. Bu şekilde birlikte semaha durup döndüklerinde hak ve hukuk, saygı ve sevgi görürler. Bu döngüde kimse kimsenin hakkına girmez, kimse kimseye sevgi ve saygıda kusur etmez. Ağaçların yeryüzüne kapanıp secde ettikleri bu olay yılda bir bu tarihte gerçekleşir. Bu, kutsal bir döngüdür. Yeryüzüne gösterilen bu minnet ve saygı karşılığında yeryüzünde bulunan canlı namına ne varsa başta su olmak üzere yeryüzünün nimetlerinden faydalanırlar. Yeryüzü suya, su havaya, hava da ateşe secde ederek birbirlerine minnet ederler.
Günlerden bir gün böyle bir kapanma-secde (Cemre) günü imiş. Tam o gün Hızır, içerisinde üç mühim nesne olan torbası elinde yeryüzünde seyahat etmekte imiş. Ve dünyanın bir yerinde 12 evliya 31 Mart günü memleketlerine gitmek üzere yola koyulmuşlar. Bu yolculuklarının bir bölümü de deniz yolculuğu imiş. Ancak denizden geçerlerken amansız bir fırtınaya yakalanmışlar. Bunun üzerinde Hızır’ı bu darlık ve imdatlarına çağırmışlar. “Tengiya made bırese ya Xızır! / Darlığımıza yetiş ya Hızır!” demişler. Bu çağrıyı duyan Hızır o anda bulunduğu yerde elindeki torbayı bir çam ağacına asarak bunların yardımına koşmuş.
Ancak gelin görün ki o gün ne olmuş?
Meğerse o gün ağaçların yeryüzüne kapanıp secde ettikleri, minnetlerini ifade ettikleri bir gün imiş. Bütün ağaçlar yeryüzüne secde ederken Dara Merxe-Çam Ağacı Hızır’ın kendi dalına asılı duran emanetinden dolayı büyük bir kararsızlık içerisindeymiş. Şayet eğilip yeryüzüne secde ederse, Hızır’ın dalına astığı emaneti düşer ve içerisinde ne varsa telef olup gidermiş. Bunun kaygısını yaşıyormuş. Çünkü bu torbada yeryüzündeki canlılar için sevgi, saygı, huzur ve mutluluk varmış. Ancak bu secde halini yerine getiremez ise bu sefer de yeryüzünün kendisine bahşettiği sudan faydalanamayacak ve kuruyup gidecekmiş. Neticede Dara Merxe-Çam Ağacı Hızır’ın emanetine ihanet etmeyerek susuz kalıp kurumayı göze almış.
Hızır dolanıp dönüp gelmiş ki bir de ne görsün. Yeryüzündeki ağaçların hepsi secdeye gelip su içmişler. Yeryüzü bu verdiği nimete sevinmiş; ağaçlar, börtü böcek de sevinmiş. Neredeyse ağaçların yeşillenme zamanıymış. Ancak Dara Merxe-Çam Ağacı susuzluktan kuruyup gitmek üzereymiş. Açıktır ki Hızır, yeryüzünde olan biten her şeyin farkındadır. Bunu fark eden Hızır, elindeki sihirli değnekle Dara Merxe’ye (Çam ağacına) dokunarak şöyle der:
“Bundan sonra sen suya ihtiyaç duymadan yaşamını sürdüreceksin. Bu benim bu yaşamda sana hediyem olsun. Bundan sonra sen bütün ağaçların içerisinde her mevsim yemyeşil kalacaksın.
Yapraklarını dökmeyeceksin, kışın fırtınada-boranda üşümeyeceksin. Mademki sen bu emanetime ihanet etmedin, sen bunları hak ediyorsun. Mademki sen dünyadaki canlıların sevgi, saygı, huzur ve mutluluklarına sahip çıktın, tüm bunlar bunun karşılığı olarak senin olsun, ömrün de uzun olsun.”
Rivayet odur ki ağaçlar her sene Hewtemal zamanında, yani Newe-9 Marti’de (21 Mart) yeryüzüne secdeye gelmek için eğilirler. Bu mesele üzerinde Dersim’de anlatılan bir anlatı bu şekildedir:
“Bir köyde bir gelin varmış. Bu gelin sabahın çok erken bir vaktinde kalkıp dışarı çıkmış. Dışarı çıkmasın açıkmış ama bir de ne görsün. Bir bakmış ki bütün ağaçlar yeryüzüne eğilerek secde ediyorlar. Gelin demiş; ‘Ben bu gördüklerimi sabah anlatırsam kimse bana inanmaz. İyisi mi ben başörtümü yere secde ederek kapaklanan bu kavak ağacının uç dalına bağlayayım.’ Ve gelin dediğini yapmış. Sabah olunca da ev halkına bu meseleyi anlatmış. Elbette evdekiler ve köy halkı evvela bu anlatılana inanmamışlar. Bunu üzerine gelin kendilerine demiş; ‘Şayet bana inanmıyorsanız, gelin dışarı gidelim, kavak ağacının tepesindeki dala bakalım.’ Ev halkı ve köylüler hep beraber dışarı çıkmış ve kavak ağacının tepesindeki dalda asılı ve bağlı duran gelinin başörtüsünü görmüşler. Bu başörtüsünü gelinin o yüksekliğe asmasına imkân olmadığını bildiklerinden olan bitene inanmışlar.
Dersim Raa Heqi inancına göre 21 Mart’ta ağaçlar secdeye gelerek yeryüzüne minnetini sunarlar. Bu durum, yeryüzünün kendilerine verdiği nimetlerden ötürü ağaçların ibadetidir. Çünkü yeryüzünde ne varsa tüm bu nimetler Hak’kın bir nimeti olup yeryüzü bunu bir emanet olarak bağrında bulunduruyormuş. O gece, gece ve gündüzün eşitlendiği kutsal bir günün öncesiymiş. Ancak sadece Dara Merxe (Çam ağacı) secdeye gelememiş.”
Diğer ağaçlar Çam ağacına sormuşlar:
“Sen niye yeryüzüne secde etmedin?”
Çam ağacı demiş:
“Benim dalımda yaşlı ve kâmil bir insanın bana emanet olarak bıraktığı bir torbası asılıydı. O yaşlı ve kâmil insan gelip bu emanetini alıncaya kadar ben yeryüzüne secde edemezdim. Bu sebeple yeryüzüne secde edemedim ve sudan mahrum kaldım.”
(*) Derler ki; Hızır tüm ağaçlar içerisinde en uzun ömrü Dara Merxe’ye (Çam ağacına) bahşetmiş. Onu, her mevsim yeşil kalmasını sağlamış. Hızır ile olan bu mitolojik öykü-anlatı ilişkisinden dolayı Dara Merxe denilen dikenli yapraklı bu çam türü ağaç Dersim’de kutsaldır ve ulu ağaçlarının her biri bir ziyaret mekânıdır. Bu ağaçlar kesilmez, etrafı temiz tutulur, çıla-çıra yakılır, saygı gösterilir.