01.03.2025- Yazar Suat ÖZGE
~GÜLÇİÇEK TİYATROSU~
İncir ağacının altında iki kardeş gülüşüp sohbet ederlerken, sinirli sinirli evden çıkan, anne babaları, amcaları ve yengeleri Bünyamin’i yanlarına çağırdılar. Gülçiçek o an ters giden birşeyler olduğunu anlamıştı…
-“O gardaşın olacak kız sözlediğimiz amcaoğluna ihanet etmiş.Değirmencinin Nizyazi’nin oğluna yazdığı mektubu bulmuş anan yastığının altında.Topkandık.Hükmünü verdik. Gardaşın namusumuzu kirletmiştir. Ve temizlemek sana düşer Bünyamin… -” dediklerinde yüzü bembeyaz kesilmişti.Ne dediyae kabuk ettiremedi. Eline tutuşturulan silah ile ilk defa tanıştığı okadar belliydiki… Binbir şey söyleyip aklını bulandıran ve kardeşini infaz etmesi için kulaklarına sürekli birşeyler fısıldayan ailesine karşı koyamadı en sonunda…. Gülçiçek’i kolundan kavrayıp kaldırdığında zavallı kız çoktan anlamıştı neler olduğunu… Önüne doğru itekledi sonra kardeşini. Gündoğan şelalesine yürümesini söyledi bağırarak….İlk defa ona sesini yükseltirken canı yanıyordu.
-“Abi ne olur yapma. Uyma o cahillere. Sadece sevdim. Namusuma halel getirmedim. Zorla evlendirmek istedikleri amca oğulumu kardeş bellemiştim ben… Nolur kıyma… Ne istersen vereyim. Kölen olayım yapma abi… İnsan gardaşına kıyar mı? -” derken sözlerini hıçkırıkları bölüyordu…

Gündoğan şelalesine geldiklerinde, ikiside hüngür güngür ağlıyorlardı birazdan ayrılacakları için…
Sonra Bünyamin daha fazla uzatmadan iki el ateş etti. Bir parça kumaş yırttı sonra Gülçiçek’in elbisesinden. Elinde tuttuğu kumaş kanlanmıştı….Ve kanla kirlenen gömlek namuslarının temizlendiğinin işareti olacaktı… Gülçiçek daha on sekizinde ölmüştü oracıkta…Ölüm denen şey geröekten bu kadwr basit birşeymiydi?
Kardeşinin cesedini Gündoğan şelalesine iteklerken hiçbir delil kalmaması için, yüreğinin ağrığını hissetti… Bir saat kadar sonra Bünyamin ölü gibi girdi evlerinin avlusuna… Kardeşinin kanlı gömleğini ailesine verdiğinde, evden ölü çıkmamış, sanki bayram havası gelmişti evlerine…Nedendi bu şenlik?
Ve sonra kahraman ilan edildi Bünyamin. Omuzlara alınırken amcaları tarafından gözleri kıpkırmızı olmuş hüngür hüngür ağlıyordu acısından….Gitmişti. Biricik kardeşini artık dönüşü olmayacak bir yola göndermişti. Tam bir erkek mi olmuştu artık. Ailesi, kardşini öldürdüğünde öyle olacağını söylemişti de.
Dert ortağı, herşeyi biricik kardeşi yoktu artık. Ve hayat zindan olmuştu o günden Bünyamin’e.
Günahı yüreğini dağlıyordu.Ailesiyle konuşup bu günahın bedelini nasıl ödeyebileceğini sorğunda, yoksula el uzatmasını, fakiri doyurmasını, düşküne yardım etmesini söylediler alay eder gibi.Sanki infaz emrini veren o gaddar insanlar kendileri değillerdi…
İlçeden beş kimsesiz, sokakta yaşayan çocuk buldu ertesi gün. Onları bir kuruma yerleştirip, ölen kardeşinin yerine koydu hepsini. Elinden geleni yapıyor, okul masraflarını ve yurt paralarını eksiksiz ödemeye çalışıyordu… Böyle böyle teselli etti kendini…
Bir hayali vardı bu hayatta kardeşi Gülçiçek ile birlikte kurduğu.Yaşadıkları kasabaya kendilerininde oynayacağı bir tiyatro kurmak.Babaları, onlar küçükken hastalıkları sebebiyle büyük şehire götürdüğünde görmüşlerdi ilk defa tiyatro oyununu. Ama paraları olmadığı için giremedikkeri için ise bu durum içlerinde ukte kalmıştı.Koyunlarına çobanlık yaparlarken merada, hep türlü oyunculuklar sergilerlerdi.Ama yoktu artık Gülçiçek. Ve kardeşiyle kurduğu hayalin gerçek olması için elinden gelen herşeyi yapmalıydı…Ancaj bmyle rahat edebilirdi içi.
Uzun uğraşlar verip bir oyunculuk kursuna katıldı.Ve boş vakitlerinde kayıldığı kursta küçük tiyatro oyunları oynarken yaşadığı vicdan azabınıda bir nebze unutuyordu…
Hayatı tiyatro ve bakımını üstlendiği çocuklardan ibaretti artık… Var gücüylrie gece gündüz çalışıp sürüsünü genişletti hayallerine ulaşabilmek için. Kasabadaki en büyük sürü ise Bünyamin’in sürüsü olmuştu artık… Koyunlarını başında hak ağlayıp, kah gülerek çalıştığı tiyatro oyunlarını gören komşuları,
-“Çoban bünyamin delirmiş zaar-” deyip dalga geçerlerdi onunla…Ve onca sene hep ailesine soğuk durdu. Kardeşine kıymasına izin verdikleri için öyle öfkeliydiki hepsine…Nasıl bir töreydi bu? İnsanların akıllarını kemiren ve olmaz işler yaptıran töre denen şey ne cahillikti böyle.
Ve böylece tam on yedi sene geçti aradan.Geçen onca senede hayalini gerçekleştirebilmek için çalışıp didinip öyle çok uğraş vermişti ki. Ama herşey tamamdı artık. Kasabada tiyatroyu kuracağı mekanı bile bulmuştu.İçi biraz olsun huzur bulmuştu ama, tamda o günlerde birdenbire vücudunda halsizlikler hissetmeye ve olduğu yerde bayılıp kalmaya başlamıştı…
Doktora gittiklerinde ise küçükten beri peşini bırakmayan rahatsızlığın artık son raddesine geldiğini anlattı doktor. Beynindeki tümörden artık ameliyattan başka kurtuluşu yoktu…Risk büyüktü.Hemde çok büyüktü…
Fakat ne ameliyat olacak kadar parası , nede ameliyatı yapabilecek cesaretli ve donanımlı doktor bulamamışlardı…
O günlerde postacı kapısını çalıp bir mektup bırakmıştı Bünyamin’e. Mektupta ise,
-“Borçlar bir gün ödenmeli. Binyamin ağabey bir zamanlar okul ve yurt masraflarını karşıladığın beş öğrenciden biriyim.İhtisasımı yurt dışında tamamladım.Hastalığını yardım ettiğin okul masrafkarını karşıladığın diğer arkadaşlarımdan öğrendim. En yakın zamanda Türkiye’ye dönüp ameliyatını yapacağım…. Sana minnettar olan NAZENDE.. “yazıyordu mektupta…
Bir hafta sonra ameliyat masasına yattı Bünyamin. Ve çıkamaz dedikleri o riskli ameliyattan Nazende hanımın olağan üstü çabasıyla çıktı… O günlerde aile efradından en son kalan töre aşığı gaddar babası ise yatağa düşmüştü artık… Günleri sayılıydı…
Hastahaneden çıkar çıkmaz gözyaşlarıyla bir tabela yaptırdı. Kasabada açtığı tiyatro salonunun kapısının üzerine asmıştı tabelayı gözyaşlarıyla. Tiyatro salonunun adı”GÜLÇİÇEK TİYATROSU” olmuştu…
Sokak sokak solaşıp herkesi ilk gösterisine çağırırken içi öyle garip olmuştuki. Tam bin kişi gelmişti salona….Oyunu oynarken yüreği titredi Bünyamin’in. Çünkü kendi hayat hikayesini konu edinmişti ilk tiyatro oyununda…
Son sahneye geldiğinde ise Gündoğan şelalesinin başına gözyaşlarıyla gelip,
-“Sevgi can almaz kardeşim… Sevgi yaşatır… Nolur dön ağabeyine Ceylan gözlüm… dediğinde bira önce doktor rolünde oynayan Nazende hanım boşluktan elini uzatıp elini tutmuştu Bünyamin’in… Sonra binlerce kişinin önünde hıçkıra hıçkıra ağlayıp, sarıldılar…. Dakikalarca öyle hasretle sarılmaya devam ettiler birbirlerine. Peki ölen bir insan geri gelebilirmiydi? Hayalindekini mi canlandırmıştı oyununda Bünyamin?
Gözleri kıpkırmızı olmuş halde elini tuttu Nazende hanım’ın. Ve sahnenin tam ortasına gelip, defalarca aynı cahilliğin yapıldığı şehrininin insanlarının gözlerinin içine bakıp,
-“Öldürmedim kardeşimi… Ben katil değilim. Oda bir adamı sevdiği için suçlu değil. Artık ona kimse dokunamaz. Ailemizden son kalan yöreyi benimsemiş babam şimdi ölüm döşeğinde.Kimse peşine düşemez kardeşimin. Kimse artık ona birşey yapamaz. Ve ben herşeyi açıklayabilirim…Evet o şelalesinin başında Gülçiçek öldü. Ama kurşunla değil…Yeni bir hayata doğdu o gün kardeşim.Onu herkesten gizli okutabilmek için öyle eziyet çektimki.Koskoca bir doktor artık. Ve ağabeyinin hayatını kurtardı benim ceylan gözlüm… Ağalar, teyzeler bu oyun gerçekti… Gülçiçek ölmedi…Ölen böyle sapkınlıkları isteyebilme cüretini gösteren kirli beyinlerimizdi. Kanlı gömlekle namus temizlenmez.İnsan insanın ölüm hükmünü veremez-“dediğinde dizlerinin üzerine çöktü Gülçiçek… Ağabeyinin ayaklarına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlarken, binlerce insan gözyaşlarıyla ayağa kalkıp iki kardeşin hikayesini avuçları acıyıncaya kadar alkışladılar…
Gülçiçek ölmedi… Ama töreler ölsün.Nice sapkın zihniyetler nice çiçekleri solduruyor. Kanla namus temizlenmez. Kimse kimsenin namusunu ölçüp ölüm hükmünü veremez…
