RSS

Etiket arşivi: deneme

GERÇEK SEVGİYİ ARAYAN ADAM

14.03.2025- Suat ÖZGE

~AİLESİNE KAVUŞMAK İSTEYEN ADAMLA, GERÇEK SEVGİYİ ARAYAN ADAM’IN HİKAYESİ…~

Havaalanında ailesinin geldiği uçağın piste iniş yaptığını öğrendiğinde içi içine sığmıyordu artık. Dış hatlar tarafından yolcular birer birer görünmeye başladığında, dikkat kesildi. Ve bembeyaz elbiseleriyle eşi Luisa’yı görmüştü. İki eliyle tuttuğu çocukları hemen yanındaydı… Tam beş metre kadar kalmıştı ki kavuşmalarına, kollarını açtığı an, gözlerini de açmıştı o güzel rüyasından uyanıp… Gecenin üçünde kan ter içinde hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı sonrada…

Çalışmak için gittiği ülkede tanıştığı ve çok sevdiği Luisa ile evlenmişti Tamer.Luisa özü sözü bir, dürüst ve fazlasıyla iyi niyetli eşinin karakteri ve yaşam tarzından okadar etkilenmiştiki …Tamer birtürlü vatandaşlık alamadığı ve Luisa da hasta ve yolculuk yapamayan annesini bırakamadığı için, ülkeye giriş, çıkış yaparak defalarca vizesini yenilemek zorunda kalmıştı ailesinden ayrılmamak için. Ülkede vatandaş olma şartlatı çok ağur olduğu için birtürlü içi rahat etmiyordu genç adamın…

İlk çocuğu doğduğunda ne kadar Türkiye’ye gelmek isteseler de hasta annelerini bir başına bırakamamışlardı yine…İkinci çocukları doğduğunda ise Luisa’nın annesi hastalığına yenik düşmüştü. Ailesiyle birlikte Türkiye’ye dönmeye karar verdikleri günlerde ise savaş patlak vermişti…Ülke vatandaşı olmayan herkes, sınır dışı edilirken, böyle bir sebepten eşi ve çocuğundan ayrı kalmak ciğerini yakmıştı Tamer’in… Her ülke kendi vatandaşları için uçaklar göndermişti. Ve tek bir vatandaşını bırakmamak için her ülke tarafından yoğun bir çaba harcanmıştı… Zorla havaalanına götürülürken, işgalci güçlerin de ailesini toplama kamplarına götürmesini içi yanarak ve gözyaşlarıyla izledi o gün Tamer…

Türkiye’ye geldiğinde ise günlerce süren yazışmalarda oradaki dostlarının bitirine ulaşmış, toplama kamplarında esir tutlan ailelerin çok yüksek para karşılığı serbest bırakılabileceği haberini öğrendiğinden beri her yolu denemişti para bulabilmek için… Ailesi her an ölümle burun burunayken, Tamer onlarda binlerce kilometre uzakta hergün ölüp ölüp diriliyordu sanki… Ve o bitmek bilmez rüyaları hergün görmeye devam ediyordu…

Tam beş sene geçsede ne bir haber alabilmişti ailesinden, nede yeterli miktarda para bulabilmişti. İşgal altındaki ülkeyi ele geçiren taliban kendi katı kurallarını halka diretmeye devam ediyordu… Eşinin ve çocuklarının esir edildiği ülkeyle tek bağlantısı, irtibat halinde olduğu arkadaşı Sanita’ydı artık…

Denemediği iş oynamadığı şans oyunu kalmamış yinede gerekli olan para şöyle dursun, geçineceği miktarda parayı dahi zor bulmuştu. Umutları tükenme noktasına gelmiş, parayı bulabilmek için boğazına kadar harama batmıştı artık.

Gecekondusunda ailesine kavuşabilme umutlarını tamamen yitirmiş şekilde günlerini geçirirken, birgün postacı bir zarf bırakmıştı kapısına. Zarfı açtığında,okuduklarıyla öyle şaşırmıştı ki…Çünkü zarftaki mektupta,

-“Bu belki hiç tanımadığım adreslere ve insanlara yazdığım bininci mektup.Tanımadığım insanlardan yardım istemek beni oldukça utandırıyor. Ama bu hayatta çok yalnızım. İhtiyar bir adamın hayatının son baharında,istediği yardıma kayıtsız kalmazsın umarım.Hastalıklarımla tek başıma uğraşmak okadar zorki… Belki sana çok garip gelecek ama bir aile sıcaklığı istiyorum…Belkide bir dost eli.Ücretsiz bir ihtiyara bakmak sana çok saçma gelebilir biliyorum. Ama çaresizliğimi anlamanı istiyorum. Başının gözünün sadakası olsun deyip yardım etmek istersen gözüm yollarda seni bekliyor olacağım… YILDIZLI SOKAK.. NO 22/B”-yazıyordu…

Tamer o gece uzun uzun ailesini düşünürken, hayatta gerçekten ne kadar da derdi olan insanlar olduğunu geçiriyordu aklından birtaraftan…

Gece boyu gözüne uyku girmedi.Çaresizliği okadar iyi biliyordu ki…Sabah erkenden hazırlandı. Ve şehrin bir ucundaki adrese gitti.Harabe, terkedilmiş yıkık dökük bir köşktü burası. Ve daha merdivenlere adımını attığında, derin derin öksüren bir adamın sesini işitti…İçeriye girdiğinde ise, duvaları yıkık küçük bir odada yatan ihtiyar adamı görmüştü… Benzi sapsarı ve oldukça halsiz bir adamdı. Tıpkı kendi üzerindeki elbiseler gibi,pejmürde bir haldeydi giyimi. Saçı sakalı oldukça uzamış, bıyıkları dudaklarını epeyce kapatmıştı bakımsızlıktan… Tamer kendini tanıttığında, yaşlı adam mektubuna ilk defa cevap veren ve ücretsiz bakımını üstlenen bu adama derin derin baktı yaşlı gözlerle… Sonrada,

-“Beni ne kadar bahtiyar ettin bilemezsin evlat-” demişti, gözyaşlarını görmemesi için bakışlarını Tamer’den kaçırarak…

Yaşlı adamı sırtına aldı tanışmaları bittikten sonra. Ve şehrin bir ucundaki gecekondusuna kadar taşıdı.Yaşlı adam okadar mutlu olmuştuki.Tamer ise kendi derdine çare bulamazken, yaşlı adamı mutlu etmenin huzurunu yaşıyordu bir anlık bile olsa.Saçını sakalını güzelce kesti, adının Muhsin olduğunu öğrendiği adamın.Sonrada aylardır yıkanmadığını anladığı yaşkı adamı yıkadı bir güzel .Belki yüzlerce defa kendisine teşekkür eden adamla öyle iyi bir dost, sırdaş olmuşlardı ki saatlet içinde… Tamer uzun uzun anlattı yaşadıklarını. O gözyaşı dökerken, Muhsin bey de derdine ortak oldu gözyaşlarıyla…

Ve bu garip tanışma, ikisinede sıkı bir dostluk kazandırmıştı.Hergün elleriyle yediriyordu yemeğini yaşlı dostuna.Birlikte çay içip sohbet ederlerken, tüm dertlerini unutuyorlardı biran için. Sonra Tamer ailesinin esir hayatından bahsediyor yine hüzünleniyor, ve birlikte ağlıyorlardı… Sanki kaybeytikleri ve bulamadıkları herşeyi birbirlerinde bulmuşlar, gerçek bir baba oğul olmuşlardı. Fakat Tamer ne zaman Muhsin beye hikayesini anlatmasını rica etse, suskunlaşıyordu adam. Ağlıyor, ağlıyordu… Tamer de fazla üzerine gitmiyordu daha fazla ağlamaması için…

Tam üç ay olmuşyu Muhsin bey’i evine getireli. Ve öyle içten davranmıştı ki ona. Arkadaşı Sanita ile yazışıp, ailesinden haber almaya çalıştığı hergün gözyaşlarıyla evine döndüğünde, Muhsin bey sakinleştirirdi Tamer’i…

Ve bir gün küçük bir inşaat işi için evden çıkmış, akşam üzeri eve döndüğünde gördükleriyle dizlerinin üzerine çöküp kalmıştı.. Muhsin bey cansız bir halde yatıyordu yatağında.Son günlerde pek iyi değildi ama böyle olacağını tahmin etmediği için öyle derin bir acı duymuştuki Tamer yüreğinde… Ailesinin yokluğunu biranlık dahi olsa unutturan yaşlı dostunu gözyaşlarıyla mahalle imamının bulduğu birkaç yardımseverle defnemişti o gün.

Ailesinin acısına bir acı daha ekleyip eve geldiğinde, hüzünle rahmetli Muhsin bey’in döşeğini kaldırırken, yastığının altında bir mektup bulduğunda öyle şaşırmıştı ki… Hayretle okuduğu mektupta şunlar yazıyordu…

-“Kalan üç aylık ömrümü menfaatsiz ve çıkarsız sevginle geçirmemi sağladığın için sana minnettarım evlat. Evlat diyorum çünkü öz oğlumun göstermediği sevgiyi gösterdin bana. Hep hikayemi sorardınya. Ailesi tarafından bile sadece parası için sevilen bir adamım ben.İflas ettiğimi düşünen eşim beni boşadı. Çocuklarım ise parası biten hasta babalarını sokaklara atacak kadar insafsızmışlar meğerse. Ama hiçbiri zor günler için sakladığım bankadaki kasamı bilmiyordu. Onların gerçek yüzünü gördükten sonra, hep gerçek sevgiyi aradım durdum. Bu sevgiyi sende buldum evlat. Aşağıda yazdığım bankaya git. Ve müdür Esat beye göster bu mektubu. Tüm param artık senindir. Ailene kavuşacak, ve seni bir ömür boyu rahatça yaşayabilecek o para gösterdiğin sevginin karşılığı değil, bir babanın evladına bıraktığı mirasıdır… Bu dünyadan çıkarsız sevgiyi gören bir Muhsin geçti çok şükür-“

Tüyleri diken diken olmuştu Tamer’in. Titreyerek ellerini açtı ve sonrada ağlaya ağlaya dua etti Muhsin bey için..

Tam üç gün sonra heyecandan içi içine sığmıyordu. Eşinin ve çocuklarının olduğu uçak alana iniş yaptığında dış hatlara çevrilmişti gözü… Luisa bembeyaz elbisesiyle iki eliyle çocuklarını tutmuş halde öylesine mutlu bir halde koşuyordu ki eşine. Beş metre kaldığında gözlerini açtı Tamer. Rüya değildi işte…Rüya değildi. Doyasıya sarıldı senelerce hasretini çektiği ve ayrı kaldığı ailesine… Gözyaşlarıyla hepsini öperken kokluyordu da biryandan. Ve içten içe Muhsin bey’e teşekkürler ediyordu defalarca…

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Mart 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

KIZINI BULMA ÜMİİDİNİ HİÇ YİTİRMEMİŞTİ

18.01.2025- Suat ÖZGE

~PAYLAŞMAK~

Eski eşiyle ayrılmasının üzerinden tam otuz yıl geçmiş olsada kızını bulma ümidinden hiç vazgeçmemişti.Bir garip çiftçi kadın olan Sara, fakirliğin verdiği güvensizlikle eski eşinin kızını kaçırdığı o uzak ülkeye gitmeyi bile hayal edemez ve sürekli kızına kavuşmak arzusuyla elinde olan tek adrese mektuplar gönderirdi…Gitmeyi hayal etse, bu hayali gerçekleştirmeye parası yetmezdiki zaten.

Haftanın her pazartesi günü yoldan geçen postacıyı saatlerce bekler, yarım yamalak yazabildiği mektubunu postaladığında ise inanılmaz bir huzur dolardı içine.O zamana kadar kızından hiç cevap gelmesede bir kez olsun mektup göndermekten vazgeçmemişti…

Ve bir gün postacı tam otuz yıl sonra ilk defa çaldı kapısını.Ve bir mektup bıraktı yaşlı kadına.Mektubun kızı Julia’dan olduğunu görünce belki on dakika elleri titrediği için açamamış,mektubu göğsüne bastırarak ağlamıştı… Kızı mektubunda babasının uzun yıllar önce öldüğünü ve ozamana kadar kendisinden sakladığı mektupları ancak bulabildiğini yazmıştı.Artık daha fazla annesinden ayrı kalmak istemediğini ve ilk trenle yola çıkacağını yazmıştı…

Yüreğini kor alevler yakmıştı adeta yaşlı kadının.Postacıdan öğrendiğinde göre Almanyadan trenin gelmesi üç gün sürecekti.Tam üç gün üç gece gözüne bir damla uyku girmedi.Evladına kavuşacağı anı iple çekti adeta…

Ve üçüncü günün sonunda tren istasyonunda otuz yıllık bir anne kız kavuşması yaşanıyordu.Sara, kızını mektubunda yazdığı üzerindeki elbiselerinden tanımış ve koşup sarılmıştı ona.Sarılırken elini ensesine götürdüğünde ise biranda buz kesti.Ama bozuntuya vermedi…

Birlikte yaşlı Sara’nın yaşadığı eski çiftlik evine gittiler.Tıpkı annesinin mektuplarda bahsettiği yemyeşil köy ruhunu ferahlatmıştı Julia’nın.

Bir gece kızının üzerini örtmek için odasına girdiğinde ise bir süre uzaktan izledi onu. Uyuya kaldığı için elinden düşürdüğü günlüğü masaya koymak isterken birkaç satır takıldı gözüne. Satırlarda şöyle yazıyordu:-“Almanyada Bermingam sokaktaki eve taşındığımda ev sahipleri olan bir baba ve kızının trafik kazasında öldüğünü öğrendim. Ölen kızın adının Julia olması büyük bir tesadüftür belki de. Hayatta hiç anne baba sevgi görmemiş biri olduğum için. Yaşlı Sara’nın her hafta o adrese gönderdiği mektuplarındaki yakarışlarına içtenliğine kayıtsız kalamadım. Böyle bir anne şefkati istemiştim her zaman. Acısı çok büyüktü. Ve mektubuna karşılık verip, kendimi de kızının yerine koyarak acısını biraz olsun azaltmak istedim. Tabi kendi acılarımı da… Aradan büyük bir zaman geçmiş ve yanına gittiğimde beni tanıyamayacağı için çok fazla cesaretlendirmiştim kendimi bu işe kalkışırken. Suçluluk duymuyorum. Işıl ışıl gözlerine bakınca ve ona sarılınca ilk defa burnumda anne kokusunu hissettim…Fakat o yaşlı kadının bilmediği birşey daha var. O da benim acılarımı paylaştı. Amansız hastalığından bana kalan zaman sadece bir hafta… Ve ben yaşlı anneme çok alıştım… -“

Yaşlı Sara okuduğu satırlardan sonra bu oyunu hiç bozmadı. Gerçek kızının uzun yıllar önce öldüğünü duymak yüreğini dağlamıştı ama bu genç kızın varlığı yaralarına merhem olmuştu adeta. Ve tıpkı günlükte okuduğu gibi anne kız birlikte dolu dolu bir hafta geçirdiler. Julia tüm acılarını yüreğinden alıp götürmüştü. Bir haftanın sonunda ise yatağa düşecek kadar rahatsızlanmış, Sara doktor çağırsa da artık yapılacak hiçbir şeyin kalmadığını oda anlamıştı. Kesik kesik nefes alan genç kızın yanına gidip ellerini tuttu ve gözyaşlarıyla seslendi ona… – “Tren istasyonunda sana sarıldığımda beri benim kızım olmadığını biliyorum. Çünki benim Juliamın ensesinde çok derin bir yaranın çukurluğu vardı. Bu oyuna devam ettim. Çünki öyle güzel oynadın ki.Tıpkı kızım gibi hissettirdin bana. İkimizin de çok ama çok ihtiyacı vardı bu oyuna… Güzel kız sen haklıydın. Acılar paylaştıkça azalıyormuş. Acılarımı paylaştığın için sana minnettarım… -“

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 18 Ocak 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

BİR YOL VE BİR YÖRÜK HİKAYESİ

25.10.2024-Erkan YILMAZER

Zaman 1970 li yılların sonları .

İş :Batı Toroslarda Burdur/ Antalya arasında, çetinliğinden dolayı adına türküler yakılan (Yol ver bana Çubuk beli geçeyim!), yılan gibi kıvrım kıvrım dolanan Çubuk Boğazı yolunun yeni bir güzergah ile yenilenmesi işi.

İşin Yüklenicisi yabancı bir şirket. Sabahın ilk mesai saatleri.. Yabancı şirket bünyesinde çalışan Türk harita teknisyenleri Çubuk boğazının başlangıç mevkiinde topoğrafya cihazları ile birtakım ölçümler, çalışmalar yapmaktadır. Bunları dağın karşı yamacındaki çadırından izlemekte olan bir Yörük, ne yaptıklarını merak ederek yanlarına gider.

-Merhaba ağalar, kolay gelsin. Ne işlersiniz?

-Merhaba dayı. Arazide durum tespiti, eğim ölçümü gibi çalışmalar yapıyoruz. Çubuk boğazında yapılacak yeni kara yolunun güzergahını belirlemek için gerekli çalışmalar bunlar. Dağ çok yaman, boğaz da uzun. Şirket mühendisleri kaç gündür bunun için kafa yoruyor.

-Eee, nahal (nasıl) bellikleceniz (işaretleyeceksiniz) yeni yolu? Boğazın hangı yanından yol açmak niyetindesiniz ? Harita teknikeri yabancıları kastederek :

– Ona şirket mühendisleri karar verecek, birazdan gelirler ama kolay olmayacak.

-Duroon (duradurun) dayım; ben size bi möhendiz getireen. Bi de onun dediine bakın. Soonacıma gine bildiniz gibi yaparsınız.

Yörük bu sözü söyleyip ayrıldıktan bir iki saat sonra bir eşekle tekrar bulunur gelir. Bu arada yabancı mühendisler de sahaya gelmişler, sahadaki Türk teknisyenler yörüğün gelişini ve söylediklerini yabancı şefe aktarmışlardır. Yabancı şirketin Şantiye şefi işlerine karışılmasından canı sıkılır ama Türk köylüsünü merak ettiğinden ve kendisi için eğlenceli olacağını da düşündüğünden onu dinlemeye itiraz etmez. Şef’in sözlerini Yörük Osman’a Türk çalışanlar tercüme ederek aktarır:

-Merhaba. (Piposundan bir nefes çektikten sonra, dumanını üflerken eşeği işaret ederek , dudaklarında müstehzi bir ifadeyle) Bana senden söz ettiler. Buradakilere bir mühendis getireceğini söylemişsin ama sen arkadaşınla gelmişsin.

-Merhaba beyim. Heye, söylediydim. Hemi de getirdim. (Eşeği göstererek) İşte getirdiğim möhendiz. İşittim ki boğazı nerden, nahal geçeriz diye kafa yorarmışsınız. Sizler helbet daha eyisini bilirsiniz emme bi de bu fukara möhendize kulak verin isterseniz. Eşeğin iki yanında ağzına kadar dolu birer saman hararı (büyük çuval) yüklüdür. Yörük Osman cebinden çıkardığı çakı bıçağıyla çuvalların altında birer ikişer çentik açar. “Dehh kızım !”diyerek eşeğe yol verir. Yolun, boğazın zaten yabancısı olmayan eşek ağır ağır, tıkır tıkır Çubuk Boğazı’ndan iniş aşağı bir yol tutturur. Osman, yabancı şef’e ve diğerlerine dönerek “Takip edin !” der.

Başta yabancılar olmak üzere bütün saha ekibi ”bir eşekten mi akıl alacağız!” düşüncesiyle önce bozulurlar, aralarında sinirlenenler olur. Eşek, tatlı bir eğimle dura, döne yamaç aşağı Çubuk boğazının vadisine doğru ilerledikçe iki yanındaki çuvallardan yavaş yavaş dökülen samanlar geriden gelenlere iki şeritli bir yol işareti bırakmaktadır. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa, hayretten hayrete düşen yabancı, yerli uzmanların fikri değişmeye başlar. Büyük bir yükten kurtulmanın rahatlığı ile Yörük Osman’a teşekkür ederler. Hemen, saman izlerine kalıcı işaretler koymaya başlarlar. Güzergah kaba taslak ortaya çıkmaktadır. Boğaz içinde, bir dere kenarında kurmuş oldukları günlük kamp/şantiye çadırında Osman’a kahve, çay, kek vs ikram ederler. Osman, tercüman vasıtasıyla yabancılara “Bu çadırı yanlış yere kurmuşsunuz. Bunu burdan kaldırın; daaha şu yamaca kurun” diye yüz elli , iki yüz metre uzaklıkta ama emniyetli bir yeri işaret eder.

Yabancılar “Neden ki?”diye sorarlar.

“Çünkü burayı su basar. Akşama kalmaz yağmur var. “ der.

Hava gayet açıktır ve gökyüzünde yaprak kadar olsun bir bulut yoktur. Bunun üzerine yabancı şirketin Şantiye şefi olan mühendis bir bizim yörüğe, bir havaya bakarak, kendinden emin bir tavırla,

“ Mühendisine lafım yok ama Meteroloji’de zayıfsın. Biz o işi iyi biliriz. Bugün, yarın yağmur filan yok. Zaten kampı yarın başka yere taşıyacağız. Çadırı toplamamıza hiç gerek yok” der. “Pekey beyim, siz bilirsiniz…” der yörük; keçilerini toplamak üzere yanlarından ayrılır. Öğleden sonra gökte bir küçük bulut görünür ve gitgide büyür. Büyüdükçe kararır, karadıkça büyür. Kırk beş dakika, bir saat içinde bardaktan boşanırcasına bir yağmur iner. Masum bir kuzu gibi sakin sakin yayılıp akan dere birden azgın bir sele döner. Arazide çalışmakta olan yerli, yabancı mühendisler, işçiler kamp çadırına zor yetişirler. Eşyaların, önemli cihazların bir kısmını kurtarırlar, bir kısmı çadırla beraber sele kapılıp gider. O sırada, olacakları önceden sezen, onları tepeden izlemekte olan Yörük Osman koşarak yardımlarına yetişmiştir. Rüzgar dinip, yağmur geçtikten sonra yabancı şef ( yine tercümanlar vasıtasıyla) bizim Yörük Osman’a sorar:

-Hava açık ve gökyüzünde bir küçük bulut bile yokken, yağmur yağacağını, üstelik ”akşama kalmaz” diyerek nasıl bilebildin ?

-Çünkü yağmur yağacağı zaman benim hayalarım üşümeye, ince ince ağrımaya başlar. Ordan bildim. Yörüğün bu sözü kendisine tercüme edilen yabancı şirketin şantiye şefi, bir kahkaha patlatacak ve bugün bile dilden dile dolaşan şu meşhur sözünü söyleyecektir:

“Mühendisi eşeğinden, Meteorolojisi ..şağından olan bu millete akıl ermez, bunlarla uğraşılmaz! ” Alıntı erkan yılmazer

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

BAYAN SÖZÜ NEREDEN GELİYOR

24.01.2024-Suzan ULUOĞLU-Rus Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi

Atatür, BAYAN kelimesinin öz Türkce olduğu konusuna dıkkat çeker.(BİLKE)

“Eski Rus putperestlik tanrılarının ve mitolojik simaların adları hem Hint – Avrupa hem de Türk kökenlidir (Mokoş, Veles, Boyan gibi). Bu da EskiSlav ve Türk dillerinin ve kültürlerinin karşılıklı etkileşim sürecinde olduklarınıkanıtlamaktadır (Baskakov 1985:143-146).
Bayan ~ Buyan ~ Boyan adı Eski Slavca’ya, Eski Türk ve Bulgar dillerinden geçmiştir. Boyan adı Rusların en eski destanı olan “İgor Seferi Destanı”nda yer almaktadır. Bu destanı ve bu destanda yer alan Türkçe kökenli sözcükleri çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen N.A.Baskakov, bu adın Türk Lehçelerinde ve Slav dillerindeki kullanımı ile ilgili bilgilere de geniş bir yer vermektedir. “İgor Seferi Destanı”nda yer alan “Boyan Veles’in torunu” ifadesine dayanarak, mitolojik şarkıcı olan Boyan ~ Bayan’ın, Hayvan Tanrısı Veles ile akraba olduğu söylenebilir. Bu sözcük de Veles ~ Volos sözcüğü gibi Eski Bulgar dilinden alınmıştır. “İgor Seferi Destanı”nda ve “Zadonşçina”da Boyan, ilerisini gören ozan olarak yer almaktadır.
Boyan ~ Buyan adı, günümüzde Rusya, Eski Yugoslavya, Bulgaristan ve Polonya’da özel erkek adı olarak görülmektedir. Boyan ~ Bayan ~ Buyan ~ Poyan adı Türk ve Moğol halklarında da görülür, örneğin Hakaslarda (Poyan), Tuvalılarda (Buyan), Buryat ve Moğollarda (Bayan ~ Buyan); ayrıca Türkçede “bayan” kelimesi de vardır. Bayan ~ Buyan ~ Boyan adı Eski Slavca’ya, Eski Türk ve Bulgar
dillerinden geçmiştir. Eski Bulgar dilinde, “Bulgar çarının adı” anlamındaki “Boyanus” sözcüğünün bulunması da bu durumu kanıtlamaktadır. P.M.
Melioranskiy’e göre bu sözcük Türkçe’deki bay “zengin” sözcüğünden gelmektedir. Bayan adını Türkçe’deki Bayan “zengin yönetici” sözcüğüyle karşılaştıran F.E.Korş da bu görüşe katılır. Ancak Baskakov’a göre Boyan ~ Bayan sözcüğü bazı eski ve çağdaş Türk dillerinde bulunan kaynaşmış gövde ile bağlıdır. Bu kaynaşmış gövdeler şunlardır: bay – ~ bay – ~ bağ – ~ bağ “büyülemek, büyülemek (hayran bırakmak)” ~ “kutsal yasak”. Bay – ~ pay – ~ may – ~ bay – ~ pay gibi kökler farklı Şaman boylarının dini konulu dramları, eğlenceleri, büyüleri ve ayrıca kurban kesme törenleri, ziyafetleri, törensel şarkıları, hikaye ve masallarıyla bağlıdır. Örneğin Çağataycada bay – y < bayyğ “büyüleme, büyücülük”,
Türkçede bağ – ~ bay – “ büyülemek, hayran etmek”, bay – y –džy “büyücü”, Altaycada
bay – lu “gizli, yasak, kutsal”, bay – lu – dyer “yasak, kutsal, büyülü yer, gizli”, bay – lu sös ~ bay sös “yasak sözler”, bay – la –Çağdaş Rusça’da обаявать “büyülemek, etkilemek, palavrayla kandırmak” ve “alım, alımlı, alımlı kadın” sözcükleri de vardır.
Efsanevî şarkıcı Bayan / Boyan’ın adı da büyük bir ihtimalle bu sözcükle bağlantılıdır. Bayan adı Sibirya’nın bazı Türk boylarının hafızasında kalan, Eski Türk Tanrı adlarıyla bağlıdır. Yakutlarda: bayanay – avcıları ve balıkçıları koruyan perilerin genel adıdır; tya bayanay “ orman perisi, orman devi”; uu bayanay “su perisi”dir. Bu gibi perilerin sayısı yedidir ve onların baş perisi baay bayanay ~
bayanay toyon ~ bayanay bootur’dur. Altaylılarda: payana, Büyük Tanrı Ülgen’in iyi ruhlu kölesidir ve tanrıça pay – ana ~ may – ana, eski Türkçede (Orhun abidelerinde) Umay “tanrıça, çocukların koruyucusu olan tanrıça” dır.
Boyan adının Eski Türk, Eski Bulgar, Eski Avar kökenli olması, onun hem Eski Bulgar ve diğer Eski Türk kavimlerinde (Hunlarda) özel ad olarak geniş şekilde görülmesiyle (örneğin Boyan, VII.yy.’daki Avar Hanının ve VIII. – X.yy.’daki Bulgar Hanlarının adıdır), hem de daha sonraki Türk kavimlerinde özel ad olarak kullanılmasıyla (örneğin Boyan – 1301 – 1302 yıllarında Altın Ordu devletindeki Han tacına talip olanlardan birisinin adıdır – Sası – Buk Hanın babası) ispat edilmektedir.
“Zadonşçina”daki Boyan’a gelince (muhtemelen “İgor Seferi Destanı”ndaki “ozan, şarkıcı”, “ilerisini gören Boyan’la aynı kişidir): Bu Boyan’ın, 927 yılında ölen Bulgar Çarı Simeon’un ileriyi gören oğlu Boyanus (Bayanus) ile karşılaştırılmasına oldukça sık rastlanmaktadır. Ayrıca Boyanus, Bizans tarihçilerine göre, “büyüyü o kadar iyi öğrendi ki, aniden bir kurda ve herhangi başka bir vahşi hayvana dönüşebilirdi”.Böylece Eski Rus putperestlik tanrılarının ve mitolojik simaların adları hem
Hint – Avrupa hem de Türk kökenlidir (Mokoş, Veles, Boyan gibi). Bu da Eski Slav ve Türk dillerinin ve kültürlerinin karşılıklı etkileşim sürecinde olduklarını kanıtlamaktadır (Baskakov 1985:143-146).
Antroponyms Of Turkish Origin Covered In Works On The War Of Kulikovo- Suzan ULUOĞLU-Rus Dili Ve Edebiyatı

 

Etiketler: , , , , , , ,