RSS

Etiket arşivi: din ve sanat

SANAT İNSAN VE DİN

SANATI SANATÇIYI SEVELİM

İnsan, bilinç düzeyine göre algılar, idrak eder ve yaşar diyebiliriz sanırım. Toplumun daha kaliteli yaşaması için çalışanlar, bu gerçeği göz ardı edemez. İnsanların eksiklerini şamar atarcasına yüzüne haykırmak, çözüm odaklı olmayacaktır. Sanatçı, toplumdaki farklılıkları karikatür, şiir, müzik,  yazı, resimlerde daha sayamadığımız bir çok alanda estetik biçimde yansıtır. Sanat tarihin her diliminde, topluma özgün örnekler verir. Sanatçı, eserleri ile kendini ifade ederken, topluma da mesaj ve yön vermektedir.

Köylerde usta çırak ilişkisi ile öğrenilen ağaç oyma, ahşap mimari, el işlemeleri gibi alanlardaki  sanat eserlerinde, ince ayrıntıları bulmak mümkündür. Bu gün, Mimar Sinan’ın eserleri zamana karşı koyarak yaşamaktadır. Leonardo da Vinci’nin eserleri de insanları hala düşündürmektedir. Kendini keşfeden insan, içindeki cevheri açığa çıkarandır. Yeni nesil, ezber olmayan özgün çalışmalar ortaya koymayı başarabilecek kapasitededir. Çağımızın hastalığı olan, teknolojinin esiri olma, kendimizi keşfetmenin önünde bir engeldir. Teknolojiyi kullanırken esiri olmadan biz de yaratıcı dünyamızı keşfetmeliyiz.

DİN VE SANAT, insanla var olan iki olgudur. Bu nedenle konu hakkında akademik yazılara bakmak yerinde olacaktır:

SANATA İLİŞKİN YARATMA VE DİN İLİŞKİSİ- Yazar: .Dr.Özand Gönülal-Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi-Fotoğraf Anasanat Dalı

Sanat ve din birer olgudur. İnsan varsa vardır, insan yoksa yoktur. Doğrudan insan varlığı ile ilişkili, onunla birlikte var olan iki ayrı olgudur. Zaman zaman her iki olgu da insan varlığının ortaya çıkışı ile ilişkilendirilir. Ancak her iki olguda da gerçek olan bir fark edişin ifadesi olmalarıdır.

Mağaraların kuytu köşelerinde bulunan resimler dinsel nitelikle açıklanmaya çalışılmıştır. Ön Asya ve Mezopotamya’dan Mısır’a, Yunanistan’dan Orta Çağ Avrupa’sına ve İslam kültürüne kadar insan varlığının dine ilişkin gereklilikleri, onu resim, heykel ya da mimari eserler vermeye yönlendirmiştir.

Bu ilişki çerçevesinde, insan varlığının yaşamsal süreci içerisinde farklı dönem ve dinsel yaşantıların doğrudan yaratı sürecine etkisi söz konusudur.

Mısır freskolarına baktığımızda, kompozisyonların içinde yer alan figürlerin farklı duruşta (3/4) ve iki boyutlu betimlendiklerini görürüz. Ancak tüm Mısır dönemi resimleri incelendiğinde mısırlı ressamların, hacimsel niteliklerini sergiledikleri figürleri yapabildiklerini görürüz. Tapınaklarda ve mezar yapılarında yapılan freskolarda figürlerin (3/4) duruş ve iki boyutlu betimlemelerinin dinsel ritüelin bir gerekliliği olduğunu düşündürmektedir.

Antik Yunan döneminde, klasik üslupta dinsel niteliğin yaratma süreçleri üzerinde etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği görülmektedir. Antik Yunan toplumu, tanrılarına insan biçimini değer görmüşlerdir. Özellikle on iki büyük tanrının resim ya da heykel olarak yapılan betimlemeleri insan formundadır. Dolayısıyla yunanlı heykeltıraşlar tanrılarına layık gördükleri insan biçiminin ideal formunu yapmak zorunluluğu hissetmişler ve altın oran adıyla anılan sistemi ortaya koymuşlardır. Bu buluş, akademik sanat eğitiminin temelini oluşturmuştur.

Diğer yandan Hristiyanlık ilk ortaya çıktığı andan itibaren resim, dinsel öğretileri aktarmak için araç olarak seçilmiştir. Roma İmparatorluğu içinde gelişen Hristiyanlığın ilk toplanma ve ibadet mekanlarından katakomblarda bulunan resimlerde İncil’den alınan konular betimlenmiştir. Bu uygulama Bizans Döneminde de devam etmiştir. Bizans İmparatorluğu içinde 8.yüzyılda İkonoklasmus dönemi yaşanmıştır. Bunun nedeni Hristiyan halkının ikonalara verdiği aşırı önemden kaynaklanmıştır. Hristiyan halkı, ikonalarda betimlenen aziz ve azizeleri dinin temel değerlerinin önüne geçirmiş, bunun sonucunda da İmparator III.Leon çok tanrılı dine yönelme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarının korkusunu yaşamış ve bunun üzerine ikonalar, dolayısıyla tasvir yasaklanmıştır. Bu süre içerisinde ikonalar kırılmış, resimler yok edilmiştir. Bu durum Hristiyan dünyası içindeki resimsel gelişimin bir yüzyıl boyunca engellenmesine neden olmuştur.

Ortaçağ Avrupa’sında skolastik felsefe etkisinde biçimlenmiş Hristiyanlık dini, bu dönemde inşa edilmiş katedraller, ve mimariye bağımlı olarak yapılan resimler ve heykel uygulamalarında etkili olmuştur. Tanrıya ulaşma isteği yapıların gökyüzüne doğru yükselmesine neden olurken, geliştirilen mimari teknikler sayesinde cephelere açılan pencerelerin sayısının artmasıyla mekan içinde artan ışık, yine ritüelin gereksinimi sonucunda pencerelerin vitraylarla kaplanarak mistik bir ortamın yaratılması sağlanmıştır. Yapılan yüksek yapıların yanı sıra yükseklik vurgusu, yapı cephelerine yapılan kabartma figürlerin oranlarının farklılaşmasında da önemli bir etken olmuştur.

İslam kültüründe ise, dine ilişkin söylemler suret yapmayı yasaklamıştır. Bu nedenle İslam’da tasvir yasaklanmış ve bunun etkisiyle İslam ülkelerinde batılı anlamda resim uygulaması gelişememiştir. Ancak tasvir yasağı insanoğlunun yaratma süreçleri üzerinde yeterince etkili olamamıştır. İnsanoğlu yüksek benliğini farklı boyutlarda yaratmaya çalışarak; minyatür, halı, çini gibi alanlarda üretimlerde bulunmuştur. Tasvir yasağı sayesinde “el sanatları” olarak anılan alanda yoğun çalışmalar sergilenmiştir.

***Sanatçının temelde iki ayrı boyutta değerlendirilebilecek, iki ayrı görevi vardır.Bunlardan ilki, onun kendi içsel eğiliminden kaynaklanan duygusudur. Ancak bu durum, onun ikinci görevini, yani toplumun kendine yüklediği sorumluluk bilincini ortadan kaldırmaz(Ernst Fischer, Sanatın Grekliliği, çev. Cevat Çapan, Payel Yayınevi, İstanbul,2003, s.47.)

Sanat, evrenselliği pek çok alandan daha fazla olan bir alan olarak görülmelidir. Bu bağlamda, sanatsal ürünlerin herhangi bir ideolojik yaklaşım ve “izm” çerçevesinde ele alınması ve bu şekilde sınıfsal bir kategoriye göre değerlendirilmesi, doğru sonucu yansıtmaktan uzak kalacaktır(.Mengüşoğlu, a.g.e., s.223.)

Günümüzde, sanat ile din arasında aşılamaz bir engel bulunduğu ve din ile sanatın birbirinden ayrıldığı şeklinde ifade edilen kimi yargılar dikkat çekmektedir(Fischer, a.g.e., s.42.)

 Ancak hemen bütün dinlerde yer alan estetik figürler, böyle bir yargının ciddi bir temelden uzak olduğunu ve bu kanaatlerin, yanlışlanamaz gerçeklikler olduğu zannını yansıtan arzulardan ibaret kaldığını göstermektedir. “…Yaşantı olarak ele alındığında dinle sanatın birbirinden ayrılmayacağı görülmektedir. Yaşantısız sanat kuru, yüzeysel ve coşkusuz olur… Sanatsız din, hayattan kopuk, kuru birtakım ahlâkî manzumeler yığını olur; dogmatizmin kendisi olur. Batı Ortaçağı, Skolâstik düşünce işte böyledir. Ortaçağ, sanatın içinde olmadığı dinî bir çağdır.”)İhsan Turgut, Sanat Felsefesi, Üniversite Kitabevi, İzmir, 1993, s.171.)

Tarih içerisinde sanat ile dinin özdeş alanlarmış gibi incelenmesine yönelik bazı değerlendirmelerin de yapıldığı görülmektedir. Bu değerlendirme her şeyden önce, sanatın dine indirgenmesi sonucunu doğuracaktır. Hâlbuki “sanatın ölçütü insan, dinin ölçütü Tanrı‟dır”. Dindarlık, her şeyden önce Tanrı‟nın gizemliliğine bağlılığa dayanır ve kutsal olanın insanî anlayışın kapasitesini aştığını ifade eder(Fritz Kauffman, “Art and Religion”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol. 1, No. 4 (Jun., 1941), pp. 463-469, 465)

Din sanat ilişkisini ifade etmek, dinin bilim ve ahlâk gibi alanlarla olan ilişkisini açıklamaktan çok daha zordur. Ahlâk ve bilim vb. alanların objektif nitelikte veriler ortaya koyması, bunun en temel gerekçesi olarak gösterilebilir. Sanat, her ne kadar somut eserlerle ifade edilen bir alan olsa da, sübjektif yönü çok fazla olan bir yapıya sahiptir(Aydın, a.g.e., s.296.).***

***( Yukarıdaki 6 paragrafın kaynağı: DİN-SANAT İLİŞKİSİ-Hüsnü AYDENİZ)

BİLKE 02. 03. 2019

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Mart 2019 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , ,