Hemen, “Küçük adam derken kısa boylu, ufak tefek bir adamı kastetti.”, dediler.
Biri hayır dedi, aslında bir çocuk ama adam olacak çocuk.
Başka biri fantastik bir anlatım yaptı aslında, yok küçük adam dedi.
Herkes bir şey söyledi ama hiç biri değildi aslında.
Zeytin ağaçları arasından heyecanla koşarak indi taş merdivenlerden. Büyülü bir atmosferde masmavi deniz karşınızdaydı. Küçük bir koy içinde çocukların neşe dolu sesleri uzaktan da işitiliyordu. Denize dalınca bile o sesler yine duyuluyordu.
İşte o esnada birbirine yakın 2 kayalık göründü. Alelade kayaydı. Ama bulunduğunuz ortamı diğerlerinden farklı, kalıcı kalan gözünüzle gördüğünüz mü, yoksa belleğinizde kalıcı olarak yer etmesi mi?
Bu kayalık yer çok sıradan dediler. “Hiçbir özelliği yok, neresini beğendin. “
Çocuk burası çok farklı, çok özel dedi. Burası onun için kayadan çok bir ada gibi görünüyordu. Kayanın üzerine çıkıyor, denizin ortasında bir adada gibi hissediyordu. Burası benim adam dedi, burası Küçük Ada’m.
Küçük Adam buydu, aslında.
Çok konuşulmuştu, çok yorum yapılmıştı ama küçük olan bir adam değil, bir adaydı, aslında ada bile değildi, bir kayalıktı.
Her bir obje, her bir şey insanın belleğinde nasıl yer ederse o kadar özeldi, herkes kendi bakış açısına göre yorum yapıyordu.
Demek Küçük Ada’yı Küçük Adam anlamışlardı Büyük Adamlar.
Olsun adası bile küçük oluversin, hayal etmesi bile güzeldi, hayallerine de mi engel olacaklardı?
Önemli olan küçük şeylerle mutlu olmasını bilmekti. Yoksa herkes zaten eleştiriyordu doğası gereğince.
Dünyanın herhangi bir anında, hiç kimse aynı noktada değildir. Hepimiz farklı yerlerdeyiz ve bu yüzden dünyaya farklı açılardan bakıyoruz.
Her yer taş yığınları olmadan önce; kentlerde bahçeli evler vardı. Çocuklar maydanoz toplamayı öğrenir, ağacından incir yer, yeşile içtenlikle saygı duyarlardı. Köy çocukları, buğdayın öyküsüne adı kadar yakındı. Bir tane buğdayın, sıfırdan un olana kadar yaşadıklarına tanıktılar.
İşte böyle bir zamanlar insanlar, doğayı okuyor ve mesajını su gibi içiyordu. Doğayı umursamazlığın, başını alıp gittiği günleri yaşamaktayız. Değer bilmedikçe de toprağın sundukları azalmakta, tüketici toplum olma yolunda zirvelerde rakip tanımamaktayız.
22 Kasım 2024 günü Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Sergi Salonunda, Uluslararası Karikatür Sanatçısı Aşkın AYRANCIOĞLU ve yetiştirdiği öğrencilerin KARİKATÜR SERGİSİ vardı. Gençlerin, doğayı okuyup anlama çabalarına hayran kaldık. Çizgileri konuşturmak, renkleri doğadan almak hiç de kolay değildi. Kendilerini ifade etmeleri ise sergiyi gezenleri hayran bıraktı.
Üretmeyi öğretmeliyiz bu yurdun çocuklarına. Bilgisayar ve telefonun esiri oldukça, çalışmadan sonuç almaya alışıyorlar. Üretme yolunda çabalayan karikatürist gençlerimiz, ailelere ve gençlere örnek olmalı. Karikatüristlerimizin, dünya birinciliği, dünya ikinciliği, Türkiye birinciliği birçok da onur ve katılım ödülleri var. Gençlerimizi ve öğretmenlerini yürekten kutluyorum.
Karikatüristlerimizden Dünya birinciliği alanların videosunu izleyebilirsiniz:
Doğaya değer verenlerle bir arada olan insan, olumlanıyor. Sinop Bienalinde, SİNOPALE ÇİÇEKLERİ ATÖLYESİNDEYİZ. Atölyede, gördüklerimiz, doğadan doğal bir parça. Masa, Sinop ağaçları yapraklarıyla dolu. Yeşilin tonları ile sessizce konuşuyorsunuz. Öz verili çalışmayı Nil Hanım ve Amsterdam’dan gelen sanatçı yürütüyor.
Sanat, doğa ile buluşuyor ve topluma öncü oluyor. Boyalar, baskılar, renklerle dikkatle yürütülen çalışmayı izlemelisiniz. Teşekkürler Nil BAŞARAN
22.06.2024- Peter Tompkins/Christopher Bird- Çev: Sulhi Dölek.
Backster Etkisi …
1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimini verdiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi. Sonra sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirdi. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre, belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı güldü.
Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu Backster. Yaprağını sıcak kahveye soktuğunda da beklediği tepkiyi görmedi. Sonunda kibriti alıp bitkiyi yakmayı düşündüğünde her şey değişti. Bitki çılgınca galvanometrenin ibresini tavan yaptırdı. İnanamadı Backster. “Nasıl yani?” dedi kendi kendine, “Bitki düşüncelerimi mi okudu?”. İnsanlık tarihinin önünde yeni bir dünya açılıyordu artık.
Deneyler deneyleri kovaladı. Bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp çevrelerindeki her şeyi hissettikleri de çıktı ortaya. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, eline iğne battığında duyulan acıyı da hissediyordu bitkiler. Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de hissediyordu. Hatta korkudan baygınlık bile geçiriyordu. Bir gün şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde bütün bitkiler sessizleşti. Hiç birinden tepki gelmiyordu. Sanki hepsi birden sessizliğe bürünmüştü. Taaa ki o bayan havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonra yeniden tepki vermeye başladılar. Bayan botanikçinin bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrendiği zaman anladı Backster, bayanı görünce bitkilerin korkudan bayıldıklarını. Bir deney tasarladı. 6 yardımcısına aynı gece aynı saatlerde yapmak üzere farklı görevler verdi. Görevlerden biri gece yarısı gelip laboratuvardaki bitkilerden birini söküp parçalamaktı.
Ertesi gün o gece bitkiyi parçalayan yardımcı içeri girdiğinde bütün bitkiler çılgınlar gibi haykırmaya başladı galvanometrelerin ibrelerinin tavan yapmasını böyle adlandırıyor Backster. Bu deneyden anlaşıldı ki bitkiler sadece hissetmiyor, aynı zamanda hafızaları da var. Ve Amerika’da bazı adlî vakalarda bitkilerin şahitliğine başvurulmaya başlandı. Bitkiler asla yanlış sonuç vermiyordu çünkü yalan nedir bilmiyorlardı. Bu çalışmalar makale olarak yayınlanmaya başlayınca dünyanın dört bir yanından bilim adamları konu üzerinde çalışmalara başladılar. Sonuçlar akıl almaz. Koparılmış bir yaprak, kendisine güzel sözler söylenmesi durumunda normal yapraktan aylarca daha uzun süre canlı kalabiliyor. 120 km mesafedeki bir acıyı, sevinci hissedebiliyor. İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor, kötülük yapanları hafızasına kaydedebiliyor. Aynı zamanda bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşıyor. Kendisine kötü davranılan bitki üzüntüsünden intihar bile ediyor. Yanındaki bitkinin susuz kalması durumunda kendi suyunu onunla paylaşıyor.
Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip. Her biri doğanın bir parçası. Belki bir gün onları daha iyi anlama imkânımız olursa bize tarihin bütün yaşanmışlıklarını bile anlatabilirler. Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçları. Bilelim ki dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranılırsa, bütün bitkiler bunu hissediyor. Hani “Kirazlı Kaz Dağı değil” diyorlar ya, emin olun Kirazlı’da kesilen bir ağacın acısını sadece Kaz Dağlarında değil, Munzur’daki, Kuzey Ormanlarındaki, Salda’daki, Toroslardaki ağaçlar da hissediyor. Bir gün biz de hissedeceğiz…
Kaynak: Bitkilerin Gizli Yaşamı, Peter Tompkins/Christopher Bird, 1973, Sungur Yayınları, Çev: Sulhi Dölek. Derleyen: Osman Kutlu. Çağdaş durmaz.
BİLKE YORUM: İnsan, en gelişmiş canlıdır; diğer tüm canlılar gibi dünyaya gelir yaşar ve ölür. Gelişmiş canlı olmanın getirisi, dünyayı geliştirmeye, toplulukların insanca yaşamını sağlamaya, canlıların ve tüm varlığın maddesel ve duygusal dünyasının gerekleri doğrultusunda çalışmaya yönelmezliği düşündürüyor.
Bitkilerin duygularının varlığı konusunda 1939 yılında Kırlian çalışma yapmış. Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı aygıtlarla nesnelerden yayılan birtakım ışınımları fotoğrafik olarak saptamayı amaçlayan elektrografik fotoğrafçılık tekniğinin adı. Bu çalışmalar devam ede dursun, insan maddesel yapıları da hor kullanıyor. Dağları, taşları, kumları yok ediyor. Eko zincir etkileniyor, herkes her şey etkileniyor.
Ne zaman ki bilinç seviyemiz normal insan seviyesine ulaşır ve işte o zaman tüm varlık huzur bulur dileklerimizle…
Ben Samsun’da bir lisede coğrafya öğretmenliği yapıyorum. Yaklaşık 7 yıldır buradayım. Ve her yıl 10. Sınıflarda bitki coğrafyası konusunu işlerken öğrencilerime bir meyve ağacı fidanı dikme ödevi veriyorum. Öğrenci fidanını dikerken çektiği videoyu gösteriyor ve notunu alıyor.
İnternette hazırlanan birçok ödeve göre daha yararlı bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Ve bu uygulamayı sürdürmeye devam edeceğim inşallah. Şimdiye kadar yaklaşık 80 fidan kendim diktim, 400 civarinda öğrencilerimin dikmesine vesile oldum.
)
Bu tür uygulamalar birçok farklı branşlarda uygulanabilir ve Türkiye geneline yayılabilirse çok daha güzel sonuçlar ortaya çıkarır diye düşünüyorum. Sevgi ve saygılarımı. sunuyorum.
Sezai AKIL
Kaynak: Sosyal Bilgiler Bilgi ve Görsel Arşivi
GÜLÜMSE BLOG ‘TAN ALINTI
BİLKE YORUM: Yaratıcı ve çalışkan insanlara ihtiyacımız var. Durum, konum, koşul ne olursa olsun, ne kadar engelle karşılaşırsak karşılaşalım yılmamalıyız. Durağan değil, hareket halinde olan, kendini tekrar etmeyen, çıkarcılara karşı gardını alan insanlar olmalıyız. Karşı durmak pasif söylem, pasif eleştiri de kalmamalı. Çalışmak ve üretmek örneklerini artıralım. Bu öğretmenimiz gibi, bireye ve topluma kazandıracak çok şey var. BİLKE