22. 05.2025- Yazan-Dünya Gözüme Kaçtı
Zamanın ağır aktığı yıllardı… İstanbul, Anadolu’dan gelenler için bir ekmek kapısıydı; ama o kapı, çoğu zaman sırtla, sabırla ve sessizlikle açılırdı. Ne bir meslek diploması, ne de “bir tanıdıkla gelenler; sadece elinde gücü, dilinde duası olanlar vardı.
Şehre vardıklarında, yapabilecekleri ilk iş genellikle hamallıktı. Ancak bu iş bile bir donanım isterdi. Hamallığın bir ‘alet çantası’ vardı: İp ve sap. Sırtla yük arasında dengeyi sağlayan bu ip ve saplar, hem yükün düşmesini engellerdi hem de sırtı tahrişten korurdu. Bir hamalın ekmeği, bu basit ama hayati araçlara bağlıydı. Aynı şekilde inşaatlarda çalışan amelelerin de yanında mutlaka bir kazma, kürek veya balyoz bulunurdu.
Bu aletler, sadece bir iş değil, kimlik ve saygınlık da kazandırırdı. Peki ya hiçbir şeyi olmayan? İşte işte tam burada doğdu bu deyim: “İpsiz sapsız.”

Yani; ne işi, ne aracı, ne de düzenli bir hayatı olan kişi. Başta bu ifade, gerçekten elinde ekipmanı olmayan, hamallık veya amelelik bile yapamayacak kadar çaresiz insanlar için kullanıldı. Ama zamanla anlamı genişledi. Artık “ipsiz sapsız” dendiğinde sadece ekipmansız biri değil; düzensiz, güven vermeyen, tutarsız ve sahipsiz yaşayan insanlar kastedilir oldu. Halk arasında; işi gücü olmayan, ne yaptığı belli olmayan, toplumla sağlıklı bağ kuramayan kişilere yöneltilen hafif küçümseyici ama aynı zamanda merhametli bir niteleme hâline geldi.
Bugün o deyimi kullanırken çoğumuz farkında bile değiliz, ama arkasında göçlerin, yoksulluğun, taşra ile kent arasında sıkışıp kalmış binlerce insanın hikâyesi var. Belki de bir baba, sırtında ipiyle evladına ekmek götürmeye çalışırken; bir diğeri, o ipi bile alamayacak kadar yoksuldu… Ve işte o fark, dile bir deyim olarak yansıdı. “İpsiz sapsız” sadece bir söz değil; omzunda hayat taşıyamamış nice insanın sessiz ağıtıydı. Hazırlayan: Dünya Gözüme Kaçtı