RSS

Etiket arşivi: news

HAY SENİN PEKMEZ ÇANAĞINA

07.01.2025- Rıfat İLGAZ

Hocanın biri sefere çıkmış, bir zamanlar. Diye başlar hikaye…

İnmiş konuksever bir köye, açlıktan ölüyor. Gözünü karartıp deve gibi çökmüş, karşısına çıkan ilk biçimli evin önüne. Evin erkeği çiftinin çubuğunun başında. Evin kadını, oğluyla bir çömlek pekmez göndermiş hocaya. Bir de somun…

Hoca batırıp batırıp indirmiş gövdeye. Bakmış ki, ekmek batırmakla çömlekteki pekmezin tükeneceği yok. Çocuktan bir kaşık istemiş. Başlamış bu sefer kaşıklamaya. O da olmamış, kaldırmış çömleği dikmiş. Lıkır lıkır… Hâlâ tüketememiş çömlekteki pekmezi.

Oğul, demiş pekmeziniz halis üzüm pekmeziymiş siz böyle her gelen Hoca’ya bol bol pekmez çıkarır mısınız?

Yok, demiş çocuk, çıkarmayız! Hoca biraz böbürlenmiş.

-Ya, demiş; çıkarmazsınız demek? Peki, bana neden bu kadar bol pekmez çıkardınız?

-Geçenlerde küpün içine sıçan düşmüştü baktık pekmez ziyan olacak, olmasın istedik…

Hoca Efendi’nin kavuk tepesinden fırlamış. Kaldırdığı gibi pekmez çömleğini vurmuş yere; tuz buz etmiş. Olandan bitenden ürken çocuk, seslenmiş içeri.

-Anneee! Hoca, babamın sidik kabını kırdı.

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Ocak 2025 in Eğitim, Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

İNSANIN KAFASINDAN GEÇENLER GÖRÜNSE NE OLUR?

03.01.2025- Alıntı

Yer değişse de insan her yerde aynı değil mi? Ha camide, ha pazarda, ha evde…

Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar.. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..

Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar.. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile.. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar… İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar

“Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra.. Der ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil! Hoca şaşırır:

“Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”.. Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına, bıyık altından gülüşmeler başlamıştır.. Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı.. Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!.

” Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca; “ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği.. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca.. O da der ki:

“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda…

“ Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.” yüreği olan görü elbet.

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Ocak 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

ANTALYALI KÖY EVİ USTALARI

10.12.2024-Murat YILMAZ

Antalya yöresinde ev yaptırmak isteyen kişi hemen işe girişmez öncelikle ustayı ararmış. Aranan bulunan ustaya bir çuval un götürülür, un çuvalını gören usta eğer evi yapmak isterse, bu işe girmek isterse un çuvalını kabul edermiş. Un çuvalını kabul eden usta ile ev sahibi arasında bir dostluk gelişir, usta ile ev sahibi arasında gelip gitmeler başlar, usta tarafından ev sahibi iyi tanınmaya çalışılırmış.

Usta aileyi iyice tanımak için ziyaretler yapar, ailenin beklentileri neler, ailede kaç kişi yaşıyor, daha çocuk vs olacak mı gibi kendince bir yorum yapar ve ardından evin yapımı için girişime başlarlar. Evin yapılacağı alana kireç benzeri bir boya ile kabataslak çizimi yapılır ve işlem başlar. Antalya’da eski köy evlerini yapan ustalar keserlerini konuştururken adeta bir melodi oluştururmuş.

Öyle ustalar olurmuş ki, bir usta çalışırken, yirmi kişi aynı anda keser konuşturur gibi sesler oluşurmuş. Kiremit altı tahtası bittikten sonra çatıya bir bayrak dikilir, başka bir çatıya da dikilen bayrak direğinden sonra araya ip çekilir. Ev sahibinin yakınları, komşular ustalara hediyeler getirir, hediyeler o iplere asılırmış. Gömlek, pantolon, gıda vb. (Bu kültür Anadolu’da başka yörelerde de oluyormuş) Ustalar sıcak güneşin altında çalışırken keser sesleri eşliğinde,

ŞAMAŞ, ŞAMAŞ, ŞAMAŞ, ŞAMAŞ diye söylenip bir taraftan bir ezgi, bir taraftan eğlence gibi işlerine devam ederlermiş.

Şamaş’ın ne olduğuna baktığımız zaman M.Ö. 4000 yıllarında (günümüzden 6000 yıl önce ) Sümer Mitolojisinde Güneş tanrısına verilen UTU’ nun karşılığı olarak ŞAMAŞ isminin verildiğini görüyoruz. Antalya İbradı’daki geleneksel mimari yapılarda, botta dediğimiz geniş giriş kapısının göbek kısımlarında, şanişir dediğimiz cumbaların alınlarında güneş motifi mutlak vardır. Bu kültür binlerce yıldır nasıl ustalarımıza aktarıldı ve bu devam ettirildi, bu zincir kırılmadan geldi bilemiyoruz.

Şamaş sözcüğü Arapça’ya Şems olarak geçmektedir. Mevlana’nın dostu olan Şems’in adının anlamının da güneş olduğunu belirtelim. Günümüz modern evleri ile beraber bu ve buna benzer bilgi ve kültürler kayboldu, kayboluyor. Sümerlerin güneş tanrısı olan ismini de Şamaş’ dan alan Şamaş tabletlerine bakıldığında Altın oran olduğu görülmektedir. Altın oran; Matematikte iki miktardan büyük olanın küçüğe oranı, miktarların toplamının miktarların büyük olanına oranı ile aynı ise altın orandır. Bu oranı doğada çok fazla görmekteyiz. Okuma yazma bile bilmeyenler, bu kadim bilgileri elde eden ustalara nasıl kaybolmadan aktarıldı, bunu nasıl kullandılar bilemiyoruz. Bildiğimiz şey günümüz yeni yapı tekniklerinde artık bunların kullanılmadığı, bu bilgilerin son temsilcilerinin hayatta olduğu ve artık bunları Mimarlık tarihinde göreceğimizdir. (Murat Yılmaz’dan Alıntı) https://www.ahmetler.com/…/dugmeli-ev-ustalari-ve-sumer

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Aralık 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

EZBERLEME YERİNE YAŞAMIN DOĞAL AKIŞINDA ÖĞRENME

01.11.2024-Prof.Dr: Üstün DÖKMEN

“Toplum olarak, bildiklerimizi uygulayabiliyor muyuz? Bile bile yaptığımız yanlışlarla, geleceğimiz olan çocukları ezber ağırlıklı yetiştiriyoruz. Eğitim sistemimiz de ezbere dayalı. Bilim dünyasında, yeni buluşlar yaparak, kendi adını bir buluşa veren bilim insanlarımız da var kuşkusuz. Arkadan gitmek yerine öncü olmak, taklit etmek yerine keşfetmek hedefimiz olmalı. “BİLKE

Young family playing and running with two young children, focus on the father

Üstün Dökmen diyor ki:

Küçük bir çocuğa şeker verseniz, çocuğun sağ arkasında veya sol arkasında duran annesi hemen ” Ne diyecektik, ‘teşekkür ederim teyzeciğim’ diyecektik di mi canım” der. Bu davranış, bence bir suflörlüktür. Çocuğunuz teşekkür etmesi gerektiğini, sizi ve başkalarını gözleyerek, yetişkinleri model olarak da öğrenebilir, suflörlük ederek onu zorlamanız sonucunda da öğrenebilir. Sonuçta her ikisi de toplumsallaşmadır; ancak birinci teşekkür, yaşamın doğal akışı içinde çocuğun keşfettiği bir teşekkürdür, ikinci teşekkür ise keşfetmesine izin vermeden ezberlettiğimiz bir teşekkürdür.

Çocuğunuza en uygun olacak mesleği düşünüp, “şu bölüme girsen iyi olur” dediğiniz zaman yine suflörlük etmiş olursunuz. Çocuğunuzun yeteneğine ve ilgisine/ hevesine uygun meslek seçmesine izin verirseniz suflörlük etmemiş olursunuz.

Prof.Dr: Üstün DÖKMEN

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Kasım 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

CUMHURİYET 101 YAŞINDA

26.10.2024- BİLKE

Derneğimizin 60 ve 65 yaş üstü üyeleri, geçen yıl Cumhuriyet Marşını 100. YIL coşkusuyla yürekten seslendirmişlerdi. Savaş yıllarından sonra kurulan Cumhuriyetin kıymetini biliyorlardı onlar. Köylerde, çığır açarak okula ulaşmaya çalışan öğretmenlerdi. Okulun duvarlarını badana yapan, bahçeye meyve fidanı diken, avlu tutanlardı.

Yürekten yaşamak vardır ya. Yürekten sevmek, yürekten kendini adamak. O neslin büyük çoğunluğu hep öyleydi. Kendi kazanmadan önce halkın kazanmasını düşünürlerdi. Öyle ideallerle yetişmişlerdi ki; ancak halk kazandığı zaman onlar kazanıyordu.

Doğayı korumak, bize sunduklarının karşılığını vermek ve topluma ulaşmak, her yurtsever vatandaşın görevi olmalıydı. 12- 13 yaşında Sinop köylerinden askere giden çocuklar unutulmamalıydı. O çocukların REFET-İ ASKERİ kayıtlarını BOA’DE gördüğümüzde, ağlamamak elde miydi?

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

AYŞE ÖĞRETMENDEN MEKTUP VAR

23.10.2024-Doğan Cüceloğlu ( 19 Ekim 2019)

Yeni emekli olmuş Ayşe öğretmenden mektup geldi. Altı sayfa uzunluğundaki Mektubu, “1954 yılında, Torosların eteğindeki şirin bir kasaba olan Silifke’de ailemin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelmişim,” cümlesiyle başlıyor. Çocukluğunu, çocukluk ortamını, ilkokul, ortaokul eğitimini ve öğretmen oluşunu anlatıyor. Mektubundaki aşağıdaki satırları paylaşmadan geçemeyeceğim:

“Ben Seyranlık Köyü’nde hem öğretmen, hem de kendimin müdürü idim. 17 yaşındaydım. En büyük öğrencim 15 yaşındaydı. Ama o kadar coşkulu idim ki öğretmen olmuştum ve benim görevim köyü aydınlatmaktı. Köylülerle birlikte yol yapmayla başladık işe. Köye 15 günde bir gübre kamyonu gelebilsin diye. Gün oldu çocuklarla oyun oynadık. Gün oldu dağa odun yapmaya gittik. Gün oldu birlikte hızlı işlem yapma yarışı yaptık. Gün oldu dersler yetişmedi diye akşam birlikte çalıştık. Soba yakmayı, yufka yapmayı öğrendim. Yaya olarak şehre 2.5 saatte gidiyor 4 saatte dönüyordum. Burada hem hayatı, hem öğretmenliği öğrendim. Hâla görüştüğüm sevgili öğrencilerimden bir tanesi yetiştirme yurdunda okuyarak Jeoloji mühendisi, bir tanesi de öğretmen oldu. Birçoğu da Silifke’de esnaf oldu. Beni görünce hepsi de kendileri okuyamasa da benim verdiğim okuma aşkı ile çocuklarını okuttuklarını anlatıyorlar.”

Ayşe öğretmen uzun uzun anlatıyor. Dediğim gibi uzun bir mektup. Yıllar yılları kovalıyor; evlilik, Adana, Antalya, Denizli’de görevler; hastalıklar, mücadele, dostluklar, hüsranlar, eşini kanserden kaybetme ve Antalya’da 65 yaşında emeklilik.

“Ne yapabilirdim? Bilgi birikimim boşa mı gidecekti? İçimdeki okuma ve çalışma arzuma gem vuramıyordum. Silifke’nin Gökbelen Köyü’nde dedemden kalma evimizin miras sorunlarını halledip tadilata başladık. Evimiz köy meydanına bakıyordu. Alt kattaki meydanı gören bölümü kütüphane yapmaya karar verdim. Biriktirdiğim kitaplarımla birlikte Gökbelen Yaylası’na taşındım. Az sayıdaki öğrenci taşımalı eğitim nedeniyle Gülnar’ın Kayrak Köyü’ne gidiyordu. Okuma alışkanlığı hiç olmayan, ama çocuklarını okutup; köyden, fakirlikten kurtarmak isteyen, henüz öğretmene saygısını yitirmemiş az sayıdaki köylülerle yaşamımı sürdürmeye başladım… Henüz değerlerimizin kaybolmadığını görüyorum. Yalnız yaşıyorum ama yalnız değilim. Her an yardıma hazır insanlar çevremde. Doğal hayatın içinde “Özgür Kuş” gibiyim. Dağlara tırmanıyorum. Yürüyüş yapıyorum. Çevremi temizliyorum ve de sürekli kitap okuyorum. İnsanların öğretmene duydukları güveni tazelemek için model olmaya çalışıyorum. Yaşadıklarım, yaşayacaklarım ve de başardıklarımla ilgili bilgileri sizinle paylaşmaktan dolayı çok mutluyum.”

Ayşe öğretmen beni sosyal medyadan takip ediyor; yani sizin buraya yazacaklarınızı okuyacak. Ona söylemek istediğiniz duygu ve düşüncelerinizi ben de merak ediyorum. Selamlar, sevgiler…

BİLKE YORUM: Bir zamanlar, eğitim seviyesini ve halkın yaşam düzeyini yükseltmek diye idealleri vardı öğretmenlerin. Dersim bitsin de hemen gideyim düşüncesi bu gün hakim. Herkesin, herkesi kolayca eleştirdiği bu günlerde, üretenlerin azalması içimizi sızlatıyor.

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

EŞEĞİN TÜRKÜSÜ

18.10.2024- Şafak Layiç

Yabancı bir adam, yolu üzerindeki bir kasabanın hanında gecelemeye karar verir. Eşeğini hancının çırağına teslim edip odasına çekilir. Bir süre sonra, o gece orada konaklayan diğer müşterilerin neşeli seslerini duyar. Ne olup bittiğini anlamak için kapıya çıktığında, diğer müşterilerden yemek daveti alır. Çok sevinir. Hemen aşağıya iner ve masaya kurulur.

Sofradaki herkes neşe içindedir. Çünkü yabancı, bedava bir ziyafete çağrıldığından, diğerleri ise yabancının eşeğini satıp para bulabildiklerinden dolayı mutludurlar. Yemekler gelir, büyük bir iştahla yenir. Tatlılardan sonra saz çalıp eğlenmeye başlarlar. Yabancı, bu saz faslını çok sever. Özellikle “Eşek gitti” türküsüne bayılmıştır.

Bu arada hancının çırağı yabancının yanına birkaç kez gelip gider. Amacı, eşeğinin kendisinden habersiz yürütüldüğünü bildirmektir. Ancak bu haberi vermeye bir türlü fırsat bulamaz. Gecenin ilerleyen saatinde tüm müşteriler yavaş yavaş odalarına çekilirler.

Sabah olur, yabancı kahvaltısını yapar. Ancak yola çıkmak için eşeğini almaya gittiğinde, zavallının yerinde yeller estiğini görür. Öfkeyle hancının çırağını sorguya çeker. Çırak:

– Diğer müşteriler birlik olup üzerime saldırdı. Onlarla başa çıkamadım.

Yabancı bu cevabı inandırıcı bulmaz:

– Diyelim ki eşeğimi, biricik varlığımı senden çaldılar ve benim gibi bir yoksulun kanına girdiler. Peki, sen niçin yanıma gelip “Ey zavallı, eşeğini sattılar, korkunç bir zulme uğradın.” demedin! Eğer söyleseydin eşeğimi olmasa da, parasını onlardan geri alırdım. Ama şimdi hangi birini bulayım? Her biri bir tarafa dağıldı. Seni şimdi kadıya götüreyim de cezanı çek!

Çırak:

– Vallahi kaç kere geldim; sana bu işleri anlatmak istedim. Fakat sen de, neşe içinde “Eşek gitti, eşek gitti!” deyip duruyordun. Hatta bu nameyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin. Ben de “Demek ki o da eşeğin satıldığını biliyor, bu işe razı; arif bir adam” deyip geri döndüm.

NOT: Birilerinin türkülerine eşlik ederken artık dikkat ediyor, eşeğimi yürüttüler mi, diye kontrol ediyorum.

Hoşça kalın…

 
Yorum yapın

Yazan: 18 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

ÜNLÜLERDE ÜVEY ANA VE ÜVEY BABA

14.10.2024-Necati Güngör

Cemal Süreya çocukluğunda üvey ana zulmü görmüş; Tarık Dursun K. ise, üvey baba gölgesinde yetişmişti.

Cemal Süreya’nın öz annesi, çocuklarını küçük yaşta öksüz koyup dünyadan ayrılır; babası ikinci kez evlenir. Eve yerleşen üvey ana adeta bir zulüm makinesi gibidir, çocuklara hayatı zehir eder…

Yıllar sonra Cemal Süreya çocuklar için kaleme aldığı bir yazısında (Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi) üvey ana motifini konu edinirken, çocuklara, üvey anayı bir insan olarak görmelerini öğütler. O size uzaksa, siz ona karşı adım atın, der. Bir çiçek verin mesela ya da bir şarkı söyleyin onun için…

Bunu derken, kendi üvey anasının yaptıklarını insancıl bir kalbin derin sularına gömmüştür çoktan…

Tarık Dursun K.’nın öz babası, çocuk yaşlarındaki iki oğlunu karısının üstüne atıp büyük kente kaçar. Bir daha geriye dönüp de çocuklarını anımsamaz! Başka bir kadınla evlenerek ondan olan çocuklarına babalık eder.

Tarık Dursun K.’nın annesi (Ayşe Hanımefendi) de yeni bir erkekle yaşamını birleştirir.

Üvey babasının gölgesinde büyüyen Tarık Dursun o denli sever ki adamı, yıllar sonra çocuğu olduğunda, oğluna öz babasının değil, üvey babasının adını verir: Muzaffer. “Deniz’in Kanı” romanını da “Babam Muzaffer’e / Oğlum Muzaffer’e” diye ithaf eder. Üvey babası kovboy filmlerini seviyor diye, yayıncılığı döneminde western kitapları yayımlar…

Ne zaman sözü geçse, hep iyilikle anardı üvey babasını. Öz babasının soyadını kitaplarında kullanmamak için, yalnızca baş harfini almakla yetinmişti: K.

Üvey baba gölgesinde büyümüş olan bir başka yazar da Memet Fuat’tı… “Gölgede Kalan Yıllar”da öz babasını da, üvey babasını da açık yüreklilikle anlatır.

Memet Fuat’ın öz babası, sinemacı, operet yazarı Vedat Örfi Bengü’dür. Üvey babasıysa, herkesin malumu, Nâzım Hikmet. Babası, eşi ve çocuklarını geride koyup Mısır’a gitmiş, uzun yıllar orada yaşamıştır. Dul kalan Piraye Hanımefendi, Nâzım’la evlenmiş…

Nâzım üvey çocuklarına asla üveylik etmez… Onları öz evlat olarak benimser ve öylesine içten davranır. Küçük Memet, üvey babasının işten döneceği saatlerde pencereye çıkıp, onun geleceği yola sabırsızlıkla bakar… Bir an önce eve gelsin, kendisiyle oyunlar oynasın diye özler!

İyi insanlar, iyilikleriyle anılır.

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Ekim 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

MÜNİR ÖZKUL’UN “SEN DEĞİL BEN BÜYÜĞÜM BEN “TİRADI

03.01.2024- Ali Agah ÇÖMEK

Adile NAŞİT anlatıyor:

“‘Bizim Aile’ filminin çekimlerindeydik…

Halit AKÇATEPE ile Münir ÖZKUL, Aralarında konuşup gülüşüyorlardı.

Tarık AKAN da;

Oturmuş bir köşeye,

Dalıp dalıp gidiyordu…

Yanına gittim…

Çorba içme saatiydi,

Çorba içtik ve

-Hayırdır… dedim.

-Neyin var?

-Yok bir şeyim, dedi.

Üsteledim…

Zor da olsa anlatmaya başladı:

“Mühendislik fakültesindeyken;

Okula yakın bir yerde,

Bir matbaacı arkadaşım vardı…

Cebinden kitaplar basar,

İnsanlar okusun diye uğraşırdı…

Bugün gelirken ona rastladım,

İşleri bozulmuş.

Kapatmak zorunda kalacakmış dükkânı” dedi…

Çekimler iyi gidiyordu,

Münir’in yanına gittim.

Durumu anlattım…

Yevmiye usulü çalışıyorduk.

Münir, bunu epey dert edindi.

Hani o can alıcı sahne var ya:

Münir’in o güzel tiradı.

Saim Bey’ in kapısından içeri girer,

“Sen değil, ben büyüğüm, ben…” diye noktalar…

İşte o sahnede,

Herkesin eli ayağı buz kesti.

Yarım saat bir sessizlik oldu…

Gün bitti, yevmiyeler dağıtıldı.

O gün ne olduysa,

Hepimiz 3’er yevmiye aldık.

Münir 10 yevmiye almıştı…

Herkes aldıklarını bir araya getirdi topladık

ve Tarık AKAN’a uzattık…

Kabul etmedi…

Zorla kabul ettirdik…

Matbaadaki işler düzelene kadar,

Her gün biraz daha destek olduk…

Bugün,

Tarık’ın vesilesi ile o matbaa halen çalışıyor

ve geçtiğimiz gün,

20 bin adet kitap basıp,

Tüm ülkedeki okul kütüphanelerine yolladı…”

Adile NAŞİT – 21.06.1985

Kitabın adı ne miydi?

NUTUK…..

“Dostum dostum,

Güzel dostum.

Bu ne beter çizgidir bu?

Bu ne çıldırtan denge?

Yaprak döker bir yanımız,

Bir yanımız bahar bahçe…”

O güzel insanlar mı?

O güzel atlara binip gittiler…

Ruhları şâd olsun…

Saygı, özlem ve minnetle…

Alıntıdır.

Okurken gözlerim doldu ve sizlerle de paylaşmak istedim. Gerçekten eski dediğimiz, o eski kuşakların insanları, Yeşilçamın sanatçıları, o günler deki, dostluklar, insanlık herşey bir başka güzelmiş… Şimdi okurken bile insanın içi, o güzellikleri, iyilikleri özlüyor.

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

BAYAN SÖZÜ NEREDEN GELİYOR

24.01.2024-Suzan ULUOĞLU-Rus Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi

Atatür, BAYAN kelimesinin öz Türkce olduğu konusuna dıkkat çeker.(BİLKE)

“Eski Rus putperestlik tanrılarının ve mitolojik simaların adları hem Hint – Avrupa hem de Türk kökenlidir (Mokoş, Veles, Boyan gibi). Bu da EskiSlav ve Türk dillerinin ve kültürlerinin karşılıklı etkileşim sürecinde olduklarınıkanıtlamaktadır (Baskakov 1985:143-146).
Bayan ~ Buyan ~ Boyan adı Eski Slavca’ya, Eski Türk ve Bulgar dillerinden geçmiştir. Boyan adı Rusların en eski destanı olan “İgor Seferi Destanı”nda yer almaktadır. Bu destanı ve bu destanda yer alan Türkçe kökenli sözcükleri çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen N.A.Baskakov, bu adın Türk Lehçelerinde ve Slav dillerindeki kullanımı ile ilgili bilgilere de geniş bir yer vermektedir. “İgor Seferi Destanı”nda yer alan “Boyan Veles’in torunu” ifadesine dayanarak, mitolojik şarkıcı olan Boyan ~ Bayan’ın, Hayvan Tanrısı Veles ile akraba olduğu söylenebilir. Bu sözcük de Veles ~ Volos sözcüğü gibi Eski Bulgar dilinden alınmıştır. “İgor Seferi Destanı”nda ve “Zadonşçina”da Boyan, ilerisini gören ozan olarak yer almaktadır.
Boyan ~ Buyan adı, günümüzde Rusya, Eski Yugoslavya, Bulgaristan ve Polonya’da özel erkek adı olarak görülmektedir. Boyan ~ Bayan ~ Buyan ~ Poyan adı Türk ve Moğol halklarında da görülür, örneğin Hakaslarda (Poyan), Tuvalılarda (Buyan), Buryat ve Moğollarda (Bayan ~ Buyan); ayrıca Türkçede “bayan” kelimesi de vardır. Bayan ~ Buyan ~ Boyan adı Eski Slavca’ya, Eski Türk ve Bulgar
dillerinden geçmiştir. Eski Bulgar dilinde, “Bulgar çarının adı” anlamındaki “Boyanus” sözcüğünün bulunması da bu durumu kanıtlamaktadır. P.M.
Melioranskiy’e göre bu sözcük Türkçe’deki bay “zengin” sözcüğünden gelmektedir. Bayan adını Türkçe’deki Bayan “zengin yönetici” sözcüğüyle karşılaştıran F.E.Korş da bu görüşe katılır. Ancak Baskakov’a göre Boyan ~ Bayan sözcüğü bazı eski ve çağdaş Türk dillerinde bulunan kaynaşmış gövde ile bağlıdır. Bu kaynaşmış gövdeler şunlardır: bay – ~ bay – ~ bağ – ~ bağ “büyülemek, büyülemek (hayran bırakmak)” ~ “kutsal yasak”. Bay – ~ pay – ~ may – ~ bay – ~ pay gibi kökler farklı Şaman boylarının dini konulu dramları, eğlenceleri, büyüleri ve ayrıca kurban kesme törenleri, ziyafetleri, törensel şarkıları, hikaye ve masallarıyla bağlıdır. Örneğin Çağataycada bay – y < bayyğ “büyüleme, büyücülük”,
Türkçede bağ – ~ bay – “ büyülemek, hayran etmek”, bay – y –džy “büyücü”, Altaycada
bay – lu “gizli, yasak, kutsal”, bay – lu – dyer “yasak, kutsal, büyülü yer, gizli”, bay – lu sös ~ bay sös “yasak sözler”, bay – la –Çağdaş Rusça’da обаявать “büyülemek, etkilemek, palavrayla kandırmak” ve “alım, alımlı, alımlı kadın” sözcükleri de vardır.
Efsanevî şarkıcı Bayan / Boyan’ın adı da büyük bir ihtimalle bu sözcükle bağlantılıdır. Bayan adı Sibirya’nın bazı Türk boylarının hafızasında kalan, Eski Türk Tanrı adlarıyla bağlıdır. Yakutlarda: bayanay – avcıları ve balıkçıları koruyan perilerin genel adıdır; tya bayanay “ orman perisi, orman devi”; uu bayanay “su perisi”dir. Bu gibi perilerin sayısı yedidir ve onların baş perisi baay bayanay ~
bayanay toyon ~ bayanay bootur’dur. Altaylılarda: payana, Büyük Tanrı Ülgen’in iyi ruhlu kölesidir ve tanrıça pay – ana ~ may – ana, eski Türkçede (Orhun abidelerinde) Umay “tanrıça, çocukların koruyucusu olan tanrıça” dır.
Boyan adının Eski Türk, Eski Bulgar, Eski Avar kökenli olması, onun hem Eski Bulgar ve diğer Eski Türk kavimlerinde (Hunlarda) özel ad olarak geniş şekilde görülmesiyle (örneğin Boyan, VII.yy.’daki Avar Hanının ve VIII. – X.yy.’daki Bulgar Hanlarının adıdır), hem de daha sonraki Türk kavimlerinde özel ad olarak kullanılmasıyla (örneğin Boyan – 1301 – 1302 yıllarında Altın Ordu devletindeki Han tacına talip olanlardan birisinin adıdır – Sası – Buk Hanın babası) ispat edilmektedir.
“Zadonşçina”daki Boyan’a gelince (muhtemelen “İgor Seferi Destanı”ndaki “ozan, şarkıcı”, “ilerisini gören Boyan’la aynı kişidir): Bu Boyan’ın, 927 yılında ölen Bulgar Çarı Simeon’un ileriyi gören oğlu Boyanus (Bayanus) ile karşılaştırılmasına oldukça sık rastlanmaktadır. Ayrıca Boyanus, Bizans tarihçilerine göre, “büyüyü o kadar iyi öğrendi ki, aniden bir kurda ve herhangi başka bir vahşi hayvana dönüşebilirdi”.Böylece Eski Rus putperestlik tanrılarının ve mitolojik simaların adları hem
Hint – Avrupa hem de Türk kökenlidir (Mokoş, Veles, Boyan gibi). Bu da Eski Slav ve Türk dillerinin ve kültürlerinin karşılıklı etkileşim sürecinde olduklarını kanıtlamaktadır (Baskakov 1985:143-146).
Antroponyms Of Turkish Origin Covered In Works On The War Of Kulikovo- Suzan ULUOĞLU-Rus Dili Ve Edebiyatı

 

Etiketler: , , , , , , ,