RSS

Etiket arşivi: şafak

İÇİMİZDEN BİR HİKAYE

Şafak GÜNDÜZ- 08.09.2020-
KENDİ YOLUNDA
Hüsnü, uzun asırlık çınar ağaçlarının arasından geçerken, “Bugün karnımızı doyurabilecek miyiz acaba”, diye düşünüyordu. Ayakkabısına şöyle bir baktı, altı delinmişti, aylardır yıkamadığı saçları çok uzamıştı, kirliydi, geniş alnı derin çizgilerle dolmuştu, gözleri donuk ve yorgundu. Peşinden hiç ayrılmayan köpeğiyle yoluna devam etti.
İnsanlarla arası iyi değildi, zaten konuşmasını da çok sevmezdi. Sade bir yaşantısı vardı, sadece karnımı doyurayım günümü geçireyim bana yeter derdi. Kimi zaman ona sataşanlar, laf atanlar olurdu, yolunda yürür, kulaklarını tıkar, cevap vermezdi.
Yıllar, Hüsnü’nün belini bükmüştü, aslında sataşanların münasebetsiz şakalarına aldırış etmese de; içten içe üzülmüyor değildi. Bu durum onun insanlardan daha da uzaklaşmasını sağlıyordu.
Köpekle biraz daha yürüdüler, 200 metre aşağıdaki esnaf lokantasının sahibi ve garsonu Mümtaz, Hüsnü’yü çok severdi. Lokantanın uzun boylu, asık suratlı, personele yüzü hiç gülmeyen bu çam yarması gibi sahibi adam nedense Hüsnü’yü her gördüğünde “Mümtaz gel, Hüsnü’ye bir masa ayarla”, der ve Mümtaz da, onu bir masaya oturtur, hiçbir bedel ve karşılık beklemeden karnını doyururdu.
Hüsnü yemeğini yer, bir yandan da, “insanlar acımasız, gaddar ve fazlasıyla benciller, Mümtaz ve patronu gibi istisnalar var” diye düşünürdü.
Kendi bahçesinde kediler, köpeklerle vakit geçirir, hayattan fazla bir beklentisi, hırsı olmadan yaşar giderdi. Geçmişteki pişmanlıklarını, yapamadıklarını hep içinde kurgular ve hiç arkadaşı olmadığı için de yine kendisi ile dertleşirdi. Bu yüzden ona deli, kafadan kontak, meczup, pasaklı ve benzeri her kelimeyi yakıştıranlar az değildi.
Çoğu zaman da dert ortağı gördüğü, genç bir adama içini dökerdi.
Geçen hafta onu gördüğünde, delikanlı her zamanki gibi çok heyecanlıydı. İş için gideceği İzmir’de sevdiğini de görebileceğini söylemişti.
Delikanlı anlatıyor, Hüsnü dinliyordu.
“Hüsnü Abi, bir görsen bukle bukle saçları var, aynı Yüzüklerin Efendisi filmlerinde bir Elf Prensesi gibi, o kadar iyiliksever birisi ki, inanamazsın.”
Hüsnü, çok az konuşurdu, genç adama “Öyle mi, gerçekten mi?”, diye karşılık verebildi ancak.
Delikanlı, devam etti:
“Evet, öyle. Hatta en son buluşmamızda Kordon’da buluştuk. Bir 9 Eylül günüydü, o konuştu ben dinledim, başımızın üstünden jetler geçiyordu, gururluyduk o gün 9 Eylül’dü, bir çay bile içecek zamanımız olmadı, “çok kısa oldu”, dedim ona. O da, Kordon boyunca bana “boş ver, yine geleceksin ya, bir daha geldiğinde beraber çay içeriz, ama söz ver bana”, dedi.
Hüsnü, genç adamı kucakladı, aniden “Ben gidiyorum”, deyip, kalktı. Hüsnü için bir gün böyle geçiyordu. O gün de karnını doyurmuştu, köpeği de aç değildi. Bahçesine gitti, her tarafı yeşillikle doluydu ve birçok meyve ağacı vardı. Bahçeyle uğraşırken vakit akşamı olmuştu, o an delikanlıyı merak etti, “ne yaptı acaba”, dedi.
Birkaç gün sonra sabah, yine her zamanki gibi çınarlı yoldan yürüdü, yanında köpeğiyle. Mümtaz’ı gördü, “Mümtaz, delikanlıyı gördün mü, İzmir’e gidecekti, döndü mü, nerede onu hiç göremiyorum.”
Mümtaz, “görmedim Hüsnü Abi, gel bir çorba vereyim sana”, dedi.
Hüsnü, “Otur, Mümtaz”, dedi ve kendine göre, uzun bir konuşma yaptı.
Bak yine Kordon’dayım.
Jetler yine üstümde.
Bugün 9 Eylül ve yine gururluyum.
Çay içmek istiyorum.
Ama sen yoksun.
Sözümü tutmak istiyorum.
Ama sen yine yoksun.
Günler artık geri gelmiyor.
İlham perim yoksun,
Ve seninle bir çay içmek için bile,
Neleri vermezdim…”
Kalktı gitti Hüsnü, köpeği de peşinden. Mümtaz ve patronu, birbirlerine baktılar sessizce, lokantada yaşlı bir adam fısıltı halinde “o kız öldüğünden beri, Hüsnü hep böyle” dedi.
Mümtaz, belli belirsiz bir şeyler söyledi:
Bir çay içmek için bile…
ŞGS
 
 

Etiketler: , , ,

ZEYTİNLİK VE ÇOCUK

Şafak Gündüz SARIKAYA- 2018

ZEYTİNLİK

Küçük çocuk, annesinin elini sıkı sıkı tutuyor, salaç* diye adlandırılan bu yerde baharın gelişini kutlayan sağlı sollu yayılmış sümbüller arasında annesi ile beraber yan yana yürüyorlardı.Sümbüller, sanki biraz mahzun ve boynu bükük duruyor gibiler diye düşündü çocuk, annesinin elini bırakmadan daha sonra yola devam ettiler. Yol boyunca hiç konuşmadılar. Patika yol bir aşağı bir yukarı gidiyordu, yine yol üstünde tümsek bir yerde bir su deposu vardı Uzaktan orada sağa sola koşuşan çocuklar ve onların şen kahkahaları, heyecanla uçurtma uçuruşları fark ediliyordu.

O tümsekte yine başka bir çocuk tam o esnada etrafındaki bir sürü papatya arasında yere sırt üstü uzanmış gözleri uzaktaki denizi takip ediyordu. İçinden şu zeytin ağaçları arasında, uzakta da deniz ve hatta iskele ve hatta bir şilep, bir de gürültüsü, ensemde de hafif bir ter, kulağımda uçurtma uçuran çocukların sesi, gülüşmeleri bir insan daha başka ne isteyebilir ki diyordu. Burası onun çok mutlu olduğu yerdi. Hani ona sorsalar nerede olmak istersin ve hangi anı yaşamak istersin diye işte bu anı diye cevap verirdi halbuki tümsek sıradan bir yerdi ve ne bulurdu bu çocuk nesinden bu kadar haz alırdı bilinmez. Canı ne zaman sıkılsa orayı ve o anı düşünüp kendini avuturdu, mutluluğun somut ifadesi işte bu derdi.

Zeytin, deniz ve uçurtma uçuran çocuklar…

Anne ve çocuk yollarına su deposuna geçerek devam ettiler, köşede bir bahçe katı vardı ve önünde rengarenk çiçekler vardı o çocuk gözüyle o alelade yere bir masalsı hava katardı. Laleler mis gibiydi, çünkü oranın çiçekleri ayrı kokardı ya, Zeytinlik’ti burası. 2 odalı evden orta boylu bir kadın çıkıp anneye selam verdi ve çocuk masum gözlerle onları takip eder, annesine sürekli abla diyen kadını hayranlıkla izlerdi evinin önünde çiçekler vardı ve Yüzüklerin Efendisi’nin Shire Köyü gibi bir yerde olduğu hissine kapılırdı, aradan yıllar geçip o zavallı kadının sokaklarda sayıklayıp önüne gelene küfürler savurduğunu gördüğünde önce kabullenemez ona deli demelerine bozulur fakat gerçekten de bu kadıncağızın zıvanadan çıktığını görünce üzülerek delirdiğine kanaat getirip ve bir o kadar da müteessir olacaktı. Hayat böyleydi, yapacak bir şey yoktu.

Yaşadığı sokaklar, lakabı deli olan daha birçok kişiye şahit olmuştu. Onlardan biri tam deli denmese de; eksantrik, aykırı dense yeriydi. Aykırı olduğu kesindi. Adı Tarzan Kemal’di. (Tarzanlık Johmmy Weismüller ile karıştırılmasın yaz kış yarı çıplak dolaşmasından kaynaklıdır.) Gözleri çakmak çakmak ve sinirli, sarışın uzun saçları olan yarı çıplak bir adam bir bahçenin içinde kimi zaman elinde bir orakla bahçedeki otları biçer kimi zaman da bahçedeki ağaçların bakımı ile uğraşırdı ama o kadar sert bakardı ki; bizim çocuk için bir karabasan, bir umacı gibi görünen bu tuhaf adamı, çocuk ne zaman görse korkmadan edemezdi. Zaman zaman elinde küçük bir akordeon ya da davulla dolaşır yanında da, mutlaka bir iki köpek olurdu. Ancak bu garip adamın içinde bir hayat sevgisi olduğu, doğaya aşık olduğu, hayvanları çok sevdiği insanları da zerre kadar umursamadığı ise çok zaman sonra fark edildi. Çocuk büyüdüğünde bu yönünü keşfedecek ve ikisi çok iyi anlaşacaklardı.

Yıllar, yılları kovaladı. Önce uçurtmalar semalardan indi, sonra da o çocukların şen kahkahaları kayboldu. Tarzan Kemal de öldü, Deli Cemile de. Su deposu bile yok olmuş etrafını apartmanlar kaplamıştı, öyle yere uzanacak ve denize bakacak bir yer de yoktu Zeytinliğe adını veren zeytinlerden eser yoktu artık.

Kala kala bir boynu bükük mor sümbüller kaldı elimizde.

Şafak Gündüz SARIKAYA

 

*Salaç:Tütün yaprağının kurutulduğu yer, çardak.

 
 

Etiketler: , , ,