13.12.2020-Şafak Gündüz SARIKAYA
ZEYTİNLİK
İki arkadaş sahilde yürüyordu. Biri:
-“İstanbul’dan yoruldum, bu telaş, keşmekeş, kalabalıktan sıkıldım. Daha sakin bir yaşam istiyorum. İnsanların bitmek bilmeyen hırsları hepimizi yordu, iş hayatının yoğunluğu da üzerine tuz biber oldu” dedi.. Arkadaşı ise gülümsedi:
-“Hayrola? “ diye soran gözlerle baktı ona.
-“Ben aslında öyle bir şey istiyorum ki dostum:
Ortasındayım denizin,
Tam ortasında
Ellerim başımın altında
Öyle uzanmışım suya
Başımın üstünde uçuşan martılar
Hep telaş içindeler
Kanat çırpıyorlar mutlulukla
Oh ne rahat
Ne şehrin gürültüsü var
Ne keşmekeşi
Ne bir yere yetişmeye çalışanlar,
Ne de hava kirliliği.
Aklıma hiçbir şey gelmiyor.
Tam ortasındayım denizin
Dalgaların sesi kulağımda,
Ruhuma işliyor melodisi
Ne klakson sesi ne de insanların acelesi,
Hiç biri yok.
Oh ne rahat!
Tam ortasındayım denizin
Tam ortasında
Tam da istediğim bu.”
Arkadaşı:
– “Bugünlerde nefes alabilmemiz bile mucize. Abartmıyor musun, biraz dinlensen iyi gelir, herkes bundan etkileniyor” diye karşılık verdi.
“Abartmak mı, çocukluğun memleketimde geçmiş olsa böyle demezdin. Çocuktum, her yaz günü Kadınlar Denizinde yüzerdik. İnanır mısın bilmem, denizin altını ezbere bilirdik. Nerede kaya, nerede kuytu, nerede midye var adımız gibi ezberlemiştik. Sanki haritasını çıkarmıştık”
-“Nerede, güneyde mi? “
-“Hayır, arkadaşım kuzeyde, hatta en kuzeyde Sinop’ta. “
Sonra heyecanla arkadaşına anlatmaya devam etti:
-“O yıllar bilgisayar, cep telefonu yoktu, ama daha mutluyduk. Hayat daha rafine, basit, saf ama güzeldi. Biliyorsun yürümeyi çok severim, Sinop’ta eski Rum evlerinin olduğu tarihi sokaktan yürümeye başlar, Tarzan Kemal’in evinin önünden devam eder ve bir merdivenden zeytin ağaçları ile dolu Zeytinlik mahallesine çıkardım. Bir gün yol üstünde iki çocuğa rastladım. Biri bizim komşumuz diğeri de onun arkadaşıydı. Kahkahaları havada uçuşuyordu. Yanlarında da iki köpek vardı. Gezintiye çıkacağını anlayan yavru köpekler çok heyecanlıydı. Tasmaları, bir ritüel yerine getiriliyormuş gibi törenle takıldı. Çocuklara da sıkı sıkıya tembih edildi. Sakın ha, iplerini bırakmayın!
Yürürken yanımdan rüzgar gibi geçtiler. Çocuklardan biri, “bunlar tazı gibi koşuyor” diye bağırıyordu. Diğeri “gibisi fazla, bunlar tazı zaten” diyordu.
Kahkahalar havada uçuşuyor, havaya öyle bir mutluluk yayılıyordu ki, bundan etraftaki herkes etkileniyordu. Dostum o zamanlar böyle küçük olaylardan bile mutlu oluyorduk. Mutluluk havada bir virüs gibi yayılıyordu. Ben ve çevredekilerin saf ve bozulmamış bu mutluluktan etkilenmemesi mümkün müydü?
Sinop zaten mutluluk şehri değil mi? Şehir o zaman dikine mimariden etkilenmemişti. İçtiğimiz su, yediğimiz meyve sebze daha temizdi. Yüzdüğümüz deniz daha berraktı, insanlar cana yakındı. Şimdi maskesiz dolaşamıyoruz, aramızda da mesafeler var.
Zeytinlik o zaman zeytin doluydu, sevgi doluydu. Yılların bize bıraktığı tarihi mirası koruyamadık; o ağaçların yok olmasını da, engelleyemedik. Zeytinliğe çocukluğumuzu gömdük, masum hayallerimizi sakladık.”
Arkadaşı sıkıldı, itiraz etti:
“Boş ver bunları köpeklerden bahset, ne oldu?”
“Tazılar önde, çocuklar arkada nefes nefese yürekleri ağza gelmiş bir biçimde koşuyorlardı. Papatyalar arasında uzaktan hala kahkahaları işitiliyor, yanlarından geçenler, uçurtma uçuran çocuklar da onların haline gülümsüyordu. Sinop’ta yer inciri denen kaynanadili, Zeytinlik’ te zeytin ağaçlarının arasına sanki özenle serpiştirilmiş gibiydi. Çocuklar nefes almak için mola verdiler. Romalılar döneminden kalan zeytinyağı imalathanesinin tarihi kalıntıları üzerine oturdular. Bu arada Sinop, eskiden dünyaya deniz yoluyla zeytinyağı ticaretini yapan bir şehirdi. Zamanla zeytin ağaçları yok oldu, kültür kayboldu.
Çocuklar tarihi kalıntıların içinde dolandılar ve bir müddet gözden kayboldular. Ben de Kadınlar Denizi’ne doğru yol aldım.”
İki arkadaş bir müddet daha konuştular sonra vedalaşıp ayrıldılar. Aslında her iİkisi de büyük şehir yorgunuydu…
ŞGS
