RSS

Etiket arşivi: ŞAFAK BURSA

BURSA’DA ZAMAN- Şafak SARIKAYA

 

Zaman dediğimizde, aklımıza çok şey gelir. Mesela , “Sen iyi olursan, zaman da iyidir, eğer sen kötü olursan, zaman da kötüdür.” gibi. Bursa’da bir zamanlar karşılaştığım ve sizlere aktarmak istediğim iki karakterden bahsedeceğim.

Bir gün, Bursa’da çok tanınmış bir İskender Kebapçısı’nın önündeki bir banka iki arkadaş oturmuş sohbet ediyorduk. Birden hemen karşımızdaki banka, kirli, hırpani kılıklı, saçı, sakalı birbirine karışmış bir adam elinde bir şey tutarak oturdu. Hafiften sallandığını da fark ettiğim adamın ürkütücü görüntüsü yüzünden hemen yanındaki bankta oturan kadın bir çırpıda oturduğu yerden kalkıp uzaklaştı Adamın eli hafiften titriyordu, bu titreme hareketi nedeniyle İstanbul Salıpazarı’nda, Beyoğlu’nda rastladığım alkoliklerden biridir diye düşündüm. Ama bir diğer yandan, sokakta kendinden bihaber dolaşan, iletişime kapalı bu tarz insanların da, ayrı bir hikayesi olduğu, yanlarından umarsız, küçümseyerek geçip gittiğimizi de, düşünmeden edemedim.

Ben arkadaşımla konuşmaya devam ediyordum ama bir göz ucuyla adamı takip ediyordum. Adam elindeki plastik yoğurt kabından bir kaşık daldırdı, bir kez denedi, ağzına götüremedi, tekrar bir kez daha denedi, olmadı, bir kez daha denedi yine olmadı. Dayanamadım, arkadaşımın gitme demesine rağmen, alkolik, ayyaş görüntülü bu adamın hemen yanına oturdum. Oturur oturmaz burnumun direği kırıldı pis kokudan desem yalan olmaz, kim bilir aylardır yıkanmamış adama sordum, yardım ister misin diye. “Hayır”, dedi, pasaklı adam. Bir müddet sustuk. İstememesine rağmen ona yardım etmeye kararlıydım ve o esnada kolunun sakat olduğunu fark ettim. Bu sefer hep bu insanlara sormayı düşündüğüm ama bir türlü o güne kadar cesaret edemediğim soruyu sordum Çevredekiler de, merakla bizi takip ediyorlardı. Aksiyoner olmak yerine izlemeyi tercih ediyorlardı. Soruya cevap vermedi istememesine rağmen, yoğurdu yemesine yardım ettim ve tekrar sordum:

“Neden sokaklardasın?”

Sanırım yoğurdu yemesine yardımcı olduğum için hafiften bir samimiyeti kurmuştuk ve adının Yavuz olduğunu öğrendim. Hikayesi de, çok ilginçti.
Yavuz Abi, bir zamanlar öğretmenmiş ve kısa bir öğretmenlik yaptıktan sonra, yaklaşık 30 kişinin çalıştığı bir işyerinin sahibi olarak iş hayatına devam etmiş ve o zamanlar iyi de bir kazancı varmış ama bir gün işleri aniden kötü gitmeye başlamış ve akabinde felç geçirmiş ve karısı ve 2 çocuğu olmasına rağmen sokaklarda yaşamaya başlamış. İçimden gerçekten de ilginç dedim ve şaşkınlığımı belli etmemeye çalıştım. Zaman o an benim için durmuştu. Karşımda pasaklı bir insan eğitimli ve hali vakti yerinde (şimdi olmasa bile zamanında) bir iş adamı çıkmıştı. Gayet normal olabilecek bu durumu, o an beynimiz daha önceki tecrübelerimizle mukayese ettiğinden nedense kabullenmekte zorlanıyoruz.
Bu esnada, arkadaşım da yanımıza geldi. Yavuz Hoca, Bursa’da Emir Sultan civarındaki bankları mesken edinmiş hep orada kalıyor ve uyuyordu.

O gün kendisine asla kabul etmemesine rağmen biraz para verdik ve ne istersen getiririz dedik. Bir şey istemez dedi, sağ olsun arkadaşlar, yardım ediyor, bir de cep telefonu vardı, oğlu da zaman zaman ona yardımcı oluyormuş. Daha sonra Yavuz Hoca ile Emir Sultan’da birkaç kez buluştuk, onunla konuşmamızı, gülüşmelerimizi yanımızdan geçen insanlar şaşkınlıkla izliyorlardı. Zaman sanki yine durmuş, ne biz onları görüyorduk, ne de ben onun pis kokusunu duymuyordum artık. Yavuz Hoca içtenliğiyle, esprileri ile karşımdaydı. Bu samimiyetten sonra yine ne istersin diye sordum durdu ve benden kurtulamayacağını anlayarak, şöyle dedi:
“Ne para, ne yiyecek, ne giysi, ne de başka bir şey istemiyorum. Kitap getir sadece bana.”
Gittim ve dünya klasiklerinden istediği kitapları Yavuz Abi’nin mekanına, yani Emir Sultan Park’ındaki banklara götürdüm. Çok mutlu olmuştu.

Yanından ayrıldıktan sonra, Bursa’nın Altıparmak Caddesi’ne doğru yürümeye başladım ve cadde üstünde bir kızın aya doğru baktığını gördüm, gülümsüyor, kafasını sağa sola doğru büküyordu. Bu güzel kızcağızın tuhaf hareketlerine bir anlam veremeden yola koyuldum ertesi gün yine aynı yerde ve sonrasında birkaç kez daha kımıldamadan yukarı bakar halde bu sefer arkadaşımla beraber gördük aynı kızı ve bu işte bir gariplik var diye düşündük. Başka bir gün Altıparmak’ta bir taksi şoförü ile sohbet ederken kız yine aynı yerde gökyüzüne bakıyor, gözlerini kırpıştırıyordu. Taksi şoförüne, “Şu kızı tanıyor musun, niye sabit bir yere bakıyor?” diye sorduk. Keşke sormaz olaydık, kızın çok acı bir hikayesi vardı. Aya bakan kız, üniversite öğrencisiyken bir yandan da fotomodellik yapıyormuş, okulu bitirmeden arka arkaya anne ve babasını talihsiz bir şekilde kaybetmiş. Amcasının oğlu ile zorla evlendirmişler ve bir çocuğu dünyaya gelmiş ve çocuğunu elinden zorla alıp ona göstermediklerini öğrendik. Bu travma, ne acıdır ki, onu bu genç yaşında kişilik bozukluğu yaşayan biri haline getirmişti.
Bursa’dan iki karakter aradan geçen onca zamana rağmen unutamadığım kişiler arasında kaldı. Ama insanları hep kıyafetlerine, görünüşlerine göre değerlendirme alışkanlığımız yok mu, Yavuz Hoca o berbat görüntüsü ve kötü kokusuna rağmen beni çok şaşırtmıştı. Aya baka kızsa, o güzel görüntüsüne rağmen, içinde yaşadıklarıyla bizden başka bir boyutta yaşıyor gibiydi. Moliere’in “Siz zamanınızı kaybetmiyorsunuz, zaman sizi kaybediyor.” sözündeki gibi. Biri pasaklı, diğeri güzel iki kişiden zaman birçok şeyi alıp götürmüş gibiydi. Eğer hala Bursa’da iseler, kesinlikle ikisinin de iyi olmalarını dilerim.

Aslında zamanın bizden alıp götürdüklerinin aksine, zamanın bize kattıkları, ya da bizim zamana kattığımız değerle yaşadığımız hayat mücadelesi anlam kazanıyor. Evrenin genişlemesi, kuantum fiziği gibi derinliklere ise hiç girmeyelim isterseniz.

Zaman, Yavuz Hoca’dan ve bu genç bayandan birçok şey alıp götürmüştü. Yavuz Hoca’dan sağlığını, işini, sosyal statüsünü götürmüş, genç bayandan hayallerini, umutlarını almış, belki de en önemlisi dengesini yitirmişti.
Ama zamanla yapılan bu mücadelede, ayakta kalmayı sağlayacak şey, kişisel kazanımlarla (üretmek, bilmek, anlamak gibi) kendine yetebilmeyi sağlayabilmektir. Zamana fazla yüklenmeyin, o akıp gider. Bir yer mevcutsa, zamanı da, zaten vardır, bir şey olacaksa zaten zamanı gelince olur.
Kim bilir, belki de atalarımızın söylediği gibidir:

“Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz.”

ŞGS

 
 

Etiketler: , , ,