07.12.2021- Şafak Gündüz SARIKAYA

Eskiden cep telefonu, internet olmadığı zamanlardı.
Hayat basit ancak rafineydi sanki, kim bilir o zamanlar daha mutluyduk belki de.
Şimdi dijital ve global dünyada insanlar daha kopuk, bireyci ve pragmatik olmaya başladılar gibi.
Çocukken, oyun oynamak için gelen arkadaşlarım eve seslenirlerdi. Ya balkondan ya da mutfak camından bakardım.
Yine bir gün bir arkadaşım gelmişti, evin önünde başı önüne eğik duran kavak ağacının hışırdayan yaprakları arasından gördüm arkadaşımı. O kavak ağacının başı önüne hep eğikti, saygılıydı ama bir o kadar da mutluydu. Bu gün yerinde olmasa da, hışırdayan yapraklarının melodik sesi hala kulaklarımda.
Neyse arkadaşımı unutmayalım, bana “N’apisin, tipitip oynilim mi?”, diye sordu. Bu konuşma tarzı Sinop merkezde olup, bir tür n’apiyon, n’örüyon gibi bir ağız diyebiliriz. Ayrıca tipitip de, 1970’li yıllardan günümüze kadar uzun burunlu, büyük gözlüklü, papyonlu, yuvarlak şapkalı bir çizgi kahramanı. Sakızın ambalajında tipitipin ayrı maceraları olurdu o günlerde.
Hala var mı, inanın bilmiyorum. Ama bakın burası çok önemli, alt tarafta da bir sıra numarası olurdu. Biz oyunumuzu bu numaraya göre oynardık. Arkadaşım:
“n’apisin, geli misin?”, dedi. Ben de doğal olarak:
“gelim” (anlamı geliyorum) diye karşılık verdim.
Cebime tipitipleri doldurup aşağı inip, alt 10, üst 15 diye oynuyorduk. Alt 10 yani alttaki rakam üsttekinden büyükse kaybeden karşı taraf kazanana 10 adet veriyordu. Gel zaman git zaman ben bu oyunu çok iyi oynar oldum, hatta namımı duyan Sinop’un çok farklı yerlerinden çocuklar benle tipitip oynamaya gelirlerdi. Hani batının hızlı silahşörleri gibi(!), neyse onun sonu iyi olmuyordu galiba. Yani havam o biçimdi tipitipte.
Ben de bir gün, iyi oyunculardan birini İstiklal İlkokuluna davet etmiştim. Okulun dik yokuşu evimizin de olduğu Kuruçeşme Sokağa çıkıyordu, sokağın sonundan kıvrılan yol Tarzan Kemal’in evinin önünden Balatlar Kilisesi’ne dönüyordu. Tarzan Kemal’in evinin önünden devam eden yol ise Ada Mahallesi’ne ve Zeytinliğe devam ediyordu. Okuldaki çocuklar terleyince musluktan kana kana su içiyorlardı, yani su bile o zaman daha berrak ve temizdi.
Tipitip işinde ilerleyince, ablamın öğretmen okulunda yaptığı güzel mukavva kutuya tipitipler koymak için kullanmaya başladım. Oynadığım kişiler karton kutunun içindeki tipitip kağıtlarını görünce, özenime çok şaşırıyorlardı.
Daha ilkokulda olmama rağmen, benden büyük kardeşlerimle birlikte evde öğrenmediğim iskambil oyunu kalmamıştı. Sayı tamamlamak için oyuna ablamı da davet ederdik. Biz 3 erkek kardeş oyunda tecrübeliyiz, ablamın sorularını da gülerek hatırlıyorum.
” Koz hangisi? ” Sonunda, aramızda o da tecrübe kazandı.
Tavlayı da çok iyi öğrenmiştim. (Rahmetli Selçuk Bıçakçı hatta çok şaşırıyordu bu halime, toprağı bol olsun.) Bu becerilerim, daha sonraki yıllarda beni kahve köşelerine çekmeyi başaramadı. Düşünüyorum da, o gidişle kumarbaz bile olabilirdim.
Bu tür oyunlar ve kazanma hırsı aslında insan egosunu, bilinç altına sürülmüş kırılganlıklarından dışa vuruş yansıması bir nev’i. Yani geliri iyi olanlar da olmayanlar da yapıyor. Belki başka faktörler de olabilir, kısa ve çabuk yoldan zengin olma, topluma kendini ispat etme v.s.
Günümüzde cep telefonları, sosyal medya, arama motorları ile dolu dünyamızda, teknoloji hayatı rahatlatmasına rağmen eskiye daha mutlu olduğumuz geçmişimize özlem duymuyor değil miyiz?
Bakın, Tuncel Kurtiz şunları söylemiş:
“Yastık değil, kafa rahat olacak,
Döşek değil, vicdan rahat olacak,
Ve insan yorgana değil,
Huzura sarılıp uyuyacak.”
ŞGS