Pontos (Karadeniz) yirmi iki yüzyıl sonra yöresel denizcilerin kendisi için söylenceye dönüşecek;
“Yanoz’da9 eserim,
Yason’da10 keserim,
Adabaşı’nda (Kapri) kaptan seçerim,
Kerempe’de11 tahta atıp ananı bellerim” değişini doğrulayacak şekilde çılgınlaşmıştı. Amiral Aspion Helenlerin tecrübeli ve usta kaptanıydı. Ege’de, Akdeniz’de hatta Atlantik’te yelken açmış dümen tutmuş denizciydi. Nice fırtınalar görmüş, okyanusun dev dalgalarıyla boğuşmuştu. Ancak denizcilerin korkulu rüyası olarak bilinen Karadeniz üçlemeleri duymuş ama hiç karşılaşmamıştı. İşte şimdi yüzleşiyordu! Yılların biriktirdiği denizcilik tecrübelerinin hemen hiçbiri yaşamakta olduğu sıkıntılara çare olmuyordu. Teknesine muntazaman vuran dalgalardan sonra birbiri peşine aralıksız ve düzensiz triremeye çarpan dalgalar teknenin dengesini bozuyor, tekneyi rotasından çıkarıyor, her defasında batma tehlikesi yaşatıyordu.
Bu arada yelken direği de yay gibi eğilmiş kırılmaya ramak kalmıştı. Kaptanın “Camadan vurun”1 komutu ağızdan ağıza süvariye, süvariden de gemicilere ulaştı. İskele ve sancak çarmıhlarından 2 camadan atmak için ana direğe tırmanan gemicilerden biri rüzgârın tesiriyle savrulup güverteye düşer düşmez öldü. Yerine tırmanan gemiciyle dört gemici yelkenin bir kısmını katlayıp, yelkeni küçülttüler.
Yıl 1969… Sinop her zamanki dingin yazını yaşıyor…
Haziran ayıyla birlikte Sinop’ta pek de keyifli yaşanmayan ilkbahar bitmiş, Sinop’un –gerçek- yazı başlamıştı. Sinoplu gündüz; takalarla taşındığı Bahçeler, Yuvam, Öztürkler, Mobil, Karakum’ plajlarında ; akşam üzerlerinde, iskelede, parkta, aşıklar caddesinde; akşamları da çay bahçeleri ve yazlık sinema bahçelerinde yazın tadını çıkarıyordu.
Sinopludan farklı olarak çocukları da Denizden ve futboldan artakalan zamanlarda popüler oyunlarına / belki de kentteki –radarda görevli- Amerikalıların da etkisiyle ‘ekmek vermece’ oyunu da katmışlardı.
Oyun Amerikalıların beyzbol oyununun yerli versiyonuydu. Yalnızca atıcının elinde sopa, karşılayıcıların elinde eldivenleri yoktu. Oyun için bir sokak, yumruk büyüklüğünde lastik top ile iki iri taş yetiyordu. Çocuklar en az üçer kişilik iki guruba ayrılıyor, ebe olan gurup bir kişiyi ,kale denilen ortasında irice bir taş olan çemberin yanında bırakıyor. Diğerleri kaleden on beş, yirmi metre uzağa konulan iki taşın arasında yer tutuyorlar. Böylece kale ve taşlar bir üçgen oluşturuyor. Ebe elindeki lastik topu havaya atıyor. Rakip oyunculardan sırada olan havaya atılan topu yumruğu ile vurarak ebelerin/taşların olduğu yöne doğru savuruyor. En Çok üç kez vurma hakkı var. Vuruşu yaptıktan sonra mevcut taşlara koşarak ulaşma çabasına girişiyor. Ebe oyuncuları ise rakip taşlara ulaşmadan topu kısa sürede kaledeki arkadaşlarına ulaştırıp kalenin taşına değdirerek taşlara veya kaleye ulaşmadan rakibi elemeye dayalı bir oyundu.
….
Çocuklar mahalle aralarında Amerikan oyunu oynarken Amerikalılar da dünya insanını hayrete düşürecek bir başka oyunu oynuyordu…
Sinemadan sonra Sinop halkının en popüler kültürlenme, haber alma ve eğlence aracı radyolar:16 Temmuz günü Florida’nın Merritt Island kasabasında bulunan Kennedy Uzay Merkezi’nden Saturn V tarafından fırlatılan Apollo 11, NASA’nın Apollo projesinin beşinci insanlı uçuşuyla önce Ay çevresinde uçtuğunu; biri Dünya yörüngesinde olmak üzere Ay’a iniş manevralarını gerçekleştirdiğini : Ayın 21’inde de uzay aracındaki üç astronottan ikisinin Armstrong ve Aldrin’in Ay’ın Dünya’ya bakan tarafında Ay’a ineceklerini duyuruyordu.
Bilim çevrelerinde çok önemli sayılan heyecanla takip edilen bu olay Sinoplunun kendisini çok da ilgilendirmeyen sinema filmi izler gibi izlediği bir olaydı.
Çocuğun çevresinde de ortalama Sinoplunun yaşadığı gibi izleniyordu olay. Çocuk, radyodan izlediği bu durumu arkadaşlarıyla çok tartışmasa da ciddiye alıyordu.
Da… Tekelde muhasebecilik yapan amcasının arkadaşlarıyla konuyu tartışma biçimi ona tuhaf geliyordu. Kısa boylu, şişmanca, her zaman kısa kesili saçları yarı dökük, sempatik, zamanının okumuşlarından sayılan -orta okulu bitirmiş- Mustafa Amcası: Amerikalıların Ay’a gitmelerinin senaryodan ibaret olduğunu, Aya gidilmesinin mümkün olmadığını, çünkü Ay’ın bir nesne değil, bir nur,ışık olduğunu; Kuran’ın bunu böyle yazdığını iddia ediyordu. Bu iddiasını yine de çok yüksek sesle seslendirmiyordu. Yakın çalışma arkadaşları Müdür’ü Orhan (Tokça), Ambar Memuru Hakkı (Sönmez) Mübaya memuru Hasan (Özyürük) de konu ile ilgili net tavırlarını belli etmiyorlar, idare-i maslahat bir politika izliyorlardı. Böyle bir iklimde Mustafa Amca pek taraftar bulmamakla birlikte yine de keskin bir muhalefet ile karşılaşmamasının da rahatını yaşıyordu. Bir istisnası satışa bakan Öcal(Karabey) net tavır koyarak yaşananın insanlığın geldiği bilimsel gelişme olduğunu söylüyordu.
Ancak Artık orta okulda okuyan Çocuk, işittiklerinin doğruluğundan şüphe duymamakla birlikte bu düşüncelerini muhafazakar aile büyükleriyle paylaşmaya cesaret edemiyordu.
Nihayet Apollo’nun astronotları Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’in 20 Temmuz 1969 günü saat 20:18’de (EEZ) Ay yüzeyine inmeleri; İnişten altı saat sonra 21 Temmuz günü 01:56’da (EEZ) Armstrong ay yüzeyine adım atamaları radyodan naklen yayımlandı. Ay’a ayak basarken, Armstrong “[bir] insan için küçük, insanlık için büyük bir adım” ifadesini anında Türkçeye çevrildi.
Bilim dünyasında fırlatılan yaratan, insanlığa yeni bir dünyanın yolunu açan bu olay Çocuk’un çevresinde de farklı insanlarda farklı heyecanlar uyandırmıştı. Ancak Mustafa Amca’nın itikadında bir sarsıntı söz konusu değildi. ‘Ay, nurdu ve üzerine inilip, basılamazdı. Tüm bunlar Amerikalıların oyunuydu.
Amerikalılar oyun oynarlar da bizimkiler boş dururlar mı? Parktaki teypte dönen; Hakkı Bulut’un o yıl moda olmuş ‘İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız’ şarkısıyla da bizimkiler oynayıp duruyordu…
22.03.2024-Tufan BİLGİLİ-960’lar Sinop ve Çocuk/Seher ( İzden Sızan Sinop )
Seher’in kaydını yaptırdığı Çukurbağı mevkiindeki; ana bina, yatakhane, spor salonu, labratuvarlar ve lojmanlarla geniş bir yerleşkeden meydana gelen ‘Sinop Kız Öğretmen Lisesi’ 1962 yılında yeniden ilk kez öğretime başlayacaktı.
Yeniden, çünkü;21 Ağustos 1922 tarihli Sinop Gazetesinin yazdığına göre; Sinop’ta ilk Öğretmen Okulu 1922-1923 öğretim yılında iki Eylül Cumartesi günü açılmış, bir müddet eğitimini sürdürüp kapatılmıştır.
1962 yılında, yıllar sonra ilk kez Yeni Mahalle’ deki Öğretmen Okulu olarak öğrencilerine hizmet veren bu metruk yapının eğitime hizmeti daha uzun yıllar devam edecekti.
***
Onlar yeni binalarına taşınınca bu yapı önce 1970 yılına kadar Erkek Yetiştirme Yurdu olarak hizmet verecekti. Yurt ve Yuva Kurma Çocukları Koruma Derneğinin çabaları sonucunda Gelincik Mahallesinde erkek öğrenciler için yeni bir yurt yaptırılınca da aynı bina 1971 yılından sonra İstanbul’dan getirilen sekiz kız öğrenci ile Kız Yetiştirme Yurdu olarak hizmet vermeye başlayıp, Karadeniz deki muhtaç kız öğrencilerin bakımını üstlenecekti.
***
Bu okulda yaşayanlar, görev yapanlar merak etmişler midir bilinmez de … Kız Yetiştirme Yurt Müdürü Fehmi Aydın yapının tarihçesini ve okulun ön cephesinde mermer üzerine yazılı Rumca kitabe anlamını ve çok merak ediyordu.
(*)Bu merakı Kız Yurduna Müdür olduğunun ikinci yılına, 1972 yılının yazına kadar sürecekti.
Okullar tatil olmuş,yurt binasının yanındaki İstiklal Okulu’nun öğrencileri tatile çıkınca aynı kampus içinde olan Kız Yetiştirme Yurdu öğrencileri yalnızlıklarıyla baş başa kalmışlardı. Günler birbirinin benzeri rutin şekilde geçerken, odasında çalışmakta olan müdürün kapısı çalındı. Kapıyı çalan nöbetçi yurt öğrencisi Porsor (Kürtçe’de Kızıl, kızıl saç):
– Müdür Baba bahçede misafir var, deyince Fehmi Bey:
– Çağırın bakayım, dedi. Aradan geçen beş dakika sonunda gelen olmayınca bu kez kendisi dışarıya çıktı. Binanın ana giriş kapısı olan ikinci kat merdiven sahanlığından bahçeye bakan müdür; çeşmenin yanından, bahçenin demir kapısından davet için gönderdiği Porsor’la konuşan iki erkek ile iki bayanı gördü. İşaret edip içeri konukları kendisi davet edince gitmekte olan dört kişi geri Döndüler. Bahçede kol açma oynayan çocukların (Fatma (Artar)Melahat (Bozkaya) Ayşe (Dere)) yanlarından geçip;
Yurdun ikinci katına kadar uzanan dış merdivenlerinden tırmanıp, kendilerine bekleyen Fehmi Bey ile birlikte müdür odasına girdiler. Odadaki teyp hafif sesle Nuri Sesigüzel’in zamanının çok beğenilen “ Durma güzel” türküsünü söylüyordu. Fehmi Bey pikabı kapamak için hamle edince, konukların erkek olanlardan yaşlısı kırık Türkçeyle:
-Mudür Beğ! Mahsuru yoksa biraz dinleyelim. Bu toprakların müziğini burada dinlemek zevkini tadalım; değince, Fehmi Bey konuklara oturacakları koltukları eliyle işaret etti. Kendi Masasına geçti. Yüzlerini türkünün geldiği tarafa dönüp Nuri Sesigüzel’i dinlemeye koyuldular.
“Durma güzel durma doldur testini
Kınalamış on parmağın üstünü
Adam unutur mu eski dostunu
Salını salını indim pınara”
Türkü bitip, iğne cızırtı çıkarmaya başlayınca, Müdür iğneyi kaldırıp yerine koydu. Konuklara sehpanın üzerindeki yaz armutları ve karaca erikle dolu tabağı işaret ederek:
Buyurun yöremizin meyvelerinden tadın. Misafirler teşekkür edip tabaktaki meyvelerden tadınca yaşlı olan bay:
İşte bu tad! Çocukluğumdan hatırladığım, hiçbir zaman ulaşamadım tat! Demek buradan
zihnimde yer etmiş. Bizim bu toprakların insanı olduğumuzun kanıtı bu, deyip gözleri nemlendi. Fehmi hoca bir şey anlamamakla beraber konuklara dönerek:
-Buyurun, ne istemiştiniz? Diye sordu. Erkeklerden daha genç olanı kırık bir Türkçeyle :
– Biz dediler, Atina’dan geliyoruz. İlkokulu burada okuduk. Okulumuzu görmek için geldik. Ancak Kız Yetiştirme Yurdu levhasını görünce yasaktır diye düşündük, döndük gidiyorduk , deyince az önceki ‘bu toprakların insanıyız’ sözünün anlamını kavradı.
Müdür odasındaki dört konuktan ikisi baba kız, diğer ikisi ise yaşlı karı kocaydı.
Müdür:
-Ben yurt müdürüyüm. Bizim kontrolümüzde o tanıdığınız, yaşadığınız binayı gezin, görün, hasretinizi giderin. Hem ben sizi gökte ararken Allah yerde verdi. Sizden bina ile ilgili Binanın cephesindeki 1899 tarihi ve Rumca yazının anlamı gibi, öğreneceklerim var. Bu arada ben de onların yanıtlarını alırım.
Karı koca olanlardan, yaşlı bay:
– 1900’lerin başında burada yaşayan Rumlardan bir kısmı daha iyi yaşamak, daha çok para kazanabilmek için, Rusya’ya gider, çalışır, para biriktirip gelir burada harcardı. Yorgi Çuvalcı isimli bir Rum da bunlardan biriydi. Yorgi, çalışmak için Rusya’ya gitmiş Moskova’da yıllar içinde biriktirdikleriyle Sinop’a gelmiş, o zamanın Sinop’unda ihtiyaç duyulan okul için bu paraları harcamış. Biri kız, biri erkekler için 1899 yılında iki mektep yaptırmıştı. Biz erkekler şimdi bulunduğumuz yapıda ilk okulu okuduk. Kızlar ise yandaki binada(İstiklal Okulu) okurlardı. Bizler her sabah derslerden önce bu okul önünde ‘Çuvalcıyan’ marşı söylerdik. Okulumuz öyle şöhretliydi ki büyüklerimizin sigara paketlerinin üzerinde bizim okulumuzun resmi bulunurdu…
Biz Sinop’tan Yunanistan’a göçen Rumlar Sinop’u, Sinopluyu, burada kalan komşularımızı hiç unutmadık. Geçmişimize sahip çıkmak adına Atina’da “Fıçı, üzerinde köpek ve önünde oturan Diyojen “ sembolü olan bir Sinoplular derneği kurduk. Bu yanımdaki beyefendi derneğimizin şimdiki başkanıdır. Deyince Fehmi Müdür’ün zihnindeki bina ile ilgili sorunlar çözülmüştü.
Ancak bu öykü henüz sonlanmayacaktı.
(**)İki sene sonra 1974 yaz başında, henüz Kıbrıs çıkartması gerçekleştirilmeden karı koca yaşlı çiftten bayan olanı Yunanistan’dan gelen turist kafilesiyle Sinop’u tekrar ziyaret edecektir. Kadın geçen yıl eşini kaybettiğinden Sinop ziyaretini eşi olmadan yapmıştır. Kadın kenti gezerken , mübadeleden önce çocukluğunu yaşadığı ,çocukluğunun geçtiği evi bulmanın heyecanı ve müjdesiyle kafilenin parktaki toplanma yerine gelir. Kafiledekiler kadını sakinleştirdikten sonra, birlikte kadının gösterdiği yapıya giderler. Yapı parka yakın Atatürk Caddesi’ndedir. Kısa bir yürüyüşten sonra zamanın ‘Cumhuriyet Eczanesine’ gelirler. Kadın, yapıyı kendi evleri olarak gösterir. Evin sahibi eczacı Özcan Bey evi gezmeyi teklif eder. Eczanenin yan tarafındaki evin kapı sahanlığından girerler. Yaşlı bayan sahanlıktan üst kata çıkan merdivenlerin yanındaki tahtayı sertçe çeker. Tahta aralanır, aralanan tahtadan elini sokan bayan bir bez bebeği elini soktuğu yerden çıkarır. Heyecandan bayılır. Hemen eczaneye götürürler. İlk müdahaleyi yaparlar. Sonra hastaneye kaldırırlar. Ancak yaşlı kadının yaşlı kalbi bu heyecana dayanamaz. Ve ölür. Zamanın Hükümet Doktoru Ahmet Örs’ün de aracılığıyla Amerikalı’lardan alınan uçakla kadının cenazesi Yunanistan’a gönderilir.
Seher’in Okulunun ilk öğretime geçtiği bina böyle bir eski tarihi yapıydı.
(*) Fehmi Aydın’ın anılarından)
(**)T.Bilgili/Cumhuriyet Eczanesi/960’lar Sinop ve Çocuk
TUFAN BİLGİLİ-Seher ( İzden Sızan Sinop ) kitabından…
Doğanın hafızasını okumayı, balığın suda oksijeni özümsemesine benzetirim hep. İlmikler, zaman tezgahında dağa taşa, toprağa havaya, suya ateşe tıpkı gergefe işler gibi işlenmişler. Duyular da, sezgi ve algı boyutunda binlerce yılın yaşanmışlıklarını, şimdiki zamanda çözümlüyorlar. Balığın suda nefes alması gibi.
Sinop Zeytini çalışmamız sürerken, yüreğimin derinliklerinde binlerce yıl öncesinin selamını hissetmiştim yaşlı zeytinlerden. Ben de küçük zeytin çeliklerine, selamımı yolamıştım, yıllar…… yıllar sonrasına.
Annem yaşı 91 olsa da, kendi ihtiyaçlarını görebiliyor, yine de çok fazla yalnız bırakamıyorum. Pazar günü Lakerda Festivaline gittim, SİYAŞAD kitap standından AMAZON RÜYASI SİNOPE kitabını aldım. Eve geldiğimde annem “ne var elinde” dedi. Kitabı gösterdim, “kapağını okudu ve aaa… Tufan mı yazmış bunu, küçükken her gün fırından ekmek almaya gider, dönüşte de bir ekmeği babannesine verirdi, iyi çocuktu Tufan” dedi. “Anne, senin gençlik yıllarında ata bindiğin gibi, ata binen, ok kullanan savaşçı kadınların kitabını yazmış” dedim.
Tufan Bilgili’nin , 3. Kitabı AMAZON RÜYASI SİNOPE, doğanın ve nesnelerin hafızasını duyumsayıp, tarihçilerin bilgileri ile buluşturduğu bir eser. Anneme bazı sayfalardan bölümler okudum:
“ Çok değil bir kuşak önce uçsuz bucaksız Asya Bozkırlarında suya hasret, toz toprak içinde at koşturanların çocukları şimdi suyun içinde kuru toprağa hasret yaşıyorlardı. Bozkırda kıldan yurtlarda uyumaya alışmış atalarının aksine bunlar, yaklaşık bir yıldır kazıkların üzerinde bu sazdan kulubelerde yaşamaya alışmaya çalışıyorlardı. S: 22
Orta Asya Bozkırlarından gelen Amazonlar, tüm motivasyonları ile Yunanlıları karşılamaya hazırlanırken AegeusPontos Halklarının geliştirip yıllardır kulandıkları ve çok başarılı sonuç aldıkları savaş taktiği falakstan haberdar değillerdi. Onlar yalnız Yunan askerlerinin dayanıklı zırhlarını ve güçlü kalkanlarını biliyorlardı. S: 84.
Amazonlar eğer Kuzey Anadolu’da yerleşmişler ise onlara en uygun coğrafya tüm Karadeniz’i kontrol edebilen; coğrafyası bozkır coğrafyasına en yakın (sahilde), en düz en uygun olan adını Amazon kraliçesi Sinope’den alan Sinop’tur. S:161”
Sinop, tarihi ve kültürel zenginliği ile değerini bulmalı. Bu kitap, bir film senaristinin kaleminde, beyaz perdede yerini almalı umuduyla yazarı kutluyorum. Sinop severler okunası bir kitap daha kazandı. 22.11.2022-Ayşe Yaşar SARIKAYA